söykü dergisi sayı 7 deri

entry59 galeri0
    26.
  1. mutsuz mucit

    Kesinlikle yazarın özgün konusu çok ilgimi çekti. Bir insanın bakıp da göremeyişini, objelerden yardım dilenişini çok güzel anlatmış hikayesinde. Adamın yalnızlığına okuyucuyu da konuk etmiş. Gerçekten de güzel bir hikaye olmuş. Anlatımı çok doyurucuydu. Sonuna doğru açılan bir hikaye olmuş kesinlikle.
    Ancak, bir yerde yazmaya ediyordu, yerine yazmaya devam ediyordu, diyecekti sanırım.

    Bir de, şarrap kelimesini, sanki rakı birra şarraap diye bir şarkı sözünden almış gibi geldi. *
    Farklı bir söylem kullanabilirdi.
    Emeğine sağlık, keyifle okudum.
    3 ...
  2. 27.
  3. dikenli teller

    Çok beğendiğim hikayelerden biri oldu. Ancak ben mi çok hızlı davrandım, yoksa hikaye mi biraz aceleciydi? bilemiyorum. Sanki ayrıntıları, vurucu kısımları daha da uzatmasını istemek, okuyucu olarak benim hakkımdır. Teması, uslübu çok güzel, ama şaşırmaya fırsatım bile kalmadan, son bölümdeki cümle ile tebessüm ederek bitirdim hikayeyi.
    Hızlandırılmış film gibi geldi. *
    Yazarın cümlelerini çok beğendim, akıcı bir tarzı var. Ama keşke biraz daha uzatsaydın... Yarım kaldım yahu.
    Ellerine sağlık.
    3 ...
  4. 28.
  5. melekle şeytanın avla avcının yeni gerçekliği

    Beğendiğim hikayelerden biri oldu. Kurgu, anlatım çok güzel olmuş. Okudukça meraklandırıyor insanı. Tek bir konuda hüzün duydum, keşke yazar bıraksaydı kahramanları parkta kolkola. Hani anlatmasaydı sonunda ne olduğunu. Daha da keyifli olurdu o zaman. Çünkü son bölüm, onca uzun uzadıya tasvirden sonra, kesilip atılmış gibi geldi.
    Beğendiğim hikayelerde biri. Emeğine sağlık.
    4 ...
  6. 29.
  7. ölümsüzlüğün gölgesi

    Bu deri sayısı beni benden almıştır arkadaşlar. Böylesine dolu dolu olması gerçekten de okuma hevesimi arttırdı. Bu hikaye de çok beğendiklerim arasına girdi. Hayır kendimce korku yaşamaya başladım, acaba beğeni kriterlerimde sorun mu var? diye. Ama dönüp baktığımda, cevabım kati bir şekilde hayır oluyor.

    Çok güzel bir hikaye olmuş, kurgu, anlatım, üslup ve de imlası düzgün bir hikaye. Fazlasıyla beğendim. Tek bir şey dikkatimi çekti. Jacop ve de isabel. Alacakaranlık filmini hatırlattı bana isimler.

    Ve çok komik bir durum yaşadım moore ismini okuyunca. Benim ateş sayısına yazdığım hikayede, bir kahramanın adı. Beynimden vurulmuşa döndüm. *

    Ellerine, hayalgücüne sağlık. Çok beğendim.
    3 ...
  8. 30.
  9. fenni sünnetçi abdülrezzak efendi

    Bu kez liberal, yazdığı hikayelerdeki natural geographic kurgusundan kurtulmuş. Yeterli olan, hiç bir fazlalığı olmayan çevre gözlemleri ile hikayesini donatmıştır. Hikayede konuşan kemçüğün, konuşmasını, anlatışını çok güzel benimsetti bana . Hikayeyi okurken hem bilgi ediniyorsunuz, hem de bir geziye çıkıyorsunuz sanki. Ancak sünnetçi efendinin,kestiğini pilava karıştırma olayını biraz fazla abartılı buldum. Yine de esprili bir yan ile, çok güzel anlatmış. Ellerine sağlık.
    2 ...
  10. 31.
  11. yaşamın kokusu ........ @biradetbeyfendi

    biradetbeyfendi vurucu cümlelerle yazmayı seviyor. şairane, romantik bir anlatımı var bu yazıda da... hikaye konusu ve akışı açısından çok cezbedici olmuş. ancak kurgusu biraz "-bi dakka... ne oldu ya?" demenize sebep olabilir... şahsen ben bazı yerleri iki defa okudum.

    bunun sebebi iki şey olabilir;
    1-) kurguda kayma vardır. (ki bu hikayede zaman - mekan olayı birazcık karışıyor.)
    2-) cümlelerin büyüsüne kapılıp olaydan kendinizi soyutlamışsınızdır...

    bence ikisinden de biraz var bu hikayede. ama daha çok ikinci seçenek ağır basıyor, zira altını çizmek isteyeceğiniz ve yüksek sesle tekrar etmek isteyeceğiniz güçlü cümleler var...

    mesela;

    --spoiler--
    su, boynundan süzüldükçe yer çekimi varlığından utanıyor. bedenine dokunan her damla, gülücükler saçarak intihar ediyor…
    --spoiler--

    yazarın ellerine sağlık... okunası bir hikaye olmuş...
    4 ...
  12. 32.
  13. öykülere dair yorumların mevcut öykü başlıklarına yazılması daha mantıklı olmaz mı dediğim, yedinci sayı itibariyle nacizane bir öykücükle katkıda bulunduğum güzel oluşum.

    edit-büdüt: formata aykırı oluyormuş, o yüzden böyleymiş.
    4 ...
  14. 33.
  15. sözde saftirik ........ @esesdopiyespiyes

    ilk olarak; hikayede konuşma çizgisi ve ya tırnak işareti bir arada kullanılmış. sadece birisini kullansa daha iyi olurdu diye düşünüyorum. ikisi bir arada olmamış sanki...

    biraz daha diyalog olsa, güzel bir tiyatro oyununun bir sahnesi olabilecek kadar iyi bir hikaye... konuşmalar samimi. diyalog üzerine kurulmuş olması okunabilirliğini arttırmış. mekan tasvirleri neredeyse hiç olmadığı için gözümde bir tiyatro sahnesi canladı birden...
    (ne çok bir dedim be...)

    sade ama şık bir hikaye...

    yazarın ellerine sağlık...
    3 ...
  16. 34.
  17. narkoz hayalinde şehir insanları | seyyar motto

    sonu umutla biten öyküleri herkes sever. evet! genelleme yapıyorum herkes. zira, herkes için geleceğe yönelik beklentiler vardır ve bu beklentileri insanları yaşama bağlar. düşünün bir kez; yeryüzünde açmadığınız kapı, tatmadığınız zevk, elde edemediğiniz şey kalmamış. delirmez mi insan? bu tip insanların kendilerini hayır işlerine adamaları da bundan.

    kimi öyküleri okurken, beklentileriniz ve algılama biçiminiz, onun sizde olumlu ya da olumsuz izler bırakmasına neden olabilir. bence, narkoz hayalinde şehir insanları da böylesi bir öyküdür.

    kişilerin ruh hallerindeki git-geller ve psikolojik sıkıntılarını resmeden bu tip öyküleri okurken; her bir paragrafı, o kişinin o anki düşünce sağanağıymış gibi görüp bir sonraki paragrafta anlatılanlarla güçlü bağlar kurmaya çalışmamak, her paragrafı; kendi içerisinde değerlendirmek ve üzerinde tekil olarak kafa yormakla daha büyük tatlar alınabilir.

    şu söylemleri ayrı ayrı içselleştirmeyi deneyin;

    "...soğuk öyle işliyor ki içime. kendimi ona teslim edip, kumların arasında kaybolayım istiyorum..."

    ***

    "...tek yudumda yarısına gelince şişenin, gözleri yaşarıp ağzında hafif acıtan tadı alınca konuşmaya başladı. "günleri, saatleri ve hatta dakikaları karıştırıyorum. kendimi bile karıştırıyorum. korkuyorum..."

    ***

    "...zarif bir dişi aslan tüm safarinin ortasına doğan güneş gibi çıkıyordu. "b.", beyrut. işte oradaydı...

    göğsüne inen binlerce çekiç darbesini bertaraf ederek, nefesinin ve kalp atışlarının geri geldiğini hissetti..."

    ve sonra topyekun bir araya getirin;

    - yalnız ve bıkkın bir adam,
    - kendisini içkiye vermiş, darmadağın bir halde,
    - onu görüyor ve adeta yeniden doğuyor.

    yazar, onlarca paragrafta kah geri, kah ileri bir zaman dilimine giderek, kimi zamanda o andan verdiği kesitlerle anlattığı ve fakat sürekli aynı noktaya vardığı; yalnızlık, çaresizlik ve dağılmışlık açmazını, bu durumun ona yaşattığı duyguları başarıyla ifade edebilmiş.

    intihar girişiminin başarıya ulaşmaması ise onun şansı. geçmişi silip yeni bir sayfa açmayı, her şeye sıfırdan başlamayı tek çıkar yol görmüş; bu dünyada ya da öbür dünyada.

    karmaşa içerisinde bir ahenk yakalayabilmek ve okuyucuya bunu hissettirebilmek kolay iş değildir doğrusu. bu nedenle seyyar motto'yu kutluyorum.

    'jülide' tiplemesinin bilinirliğinden de çok güzel yararlanmış yazar. parlak-saten elbiseli hafifmeşrep kadın. ağır roman'ın 'tina'sı müjde ar gelir hemen akıllara; ağzında cigarasıyla. kimilerinin dediği gibi 'türk sinemasında kadının devrimi' dir o.

    yazarın, jülide'yi; bir süre sonra 'J.' olarak yazması, dikkat çekme yönünde bir atraksiyon ya da aynı paragraf içerisinde bir ismin çok tekrarının yarattığı olumsuzluğu bertaraf etme girişimi olarak görülebilir ama ben açıkcası bundan çok hoşlanmadım. jülide'ye cümleleri defalarca düzenlemek pahasına da olsa, jülide demek gerektiğine inanıyorum. öykü'ye katkısı ile bu inceliği hak etmiyor mu yani sizce de. hele ki bir kadın olarak.

    ellerine sağlık seyyar motto, ben beğendim.
    5 ...
  18. 35.
  19. bugün farkettiğim e dergi sanırım.
    meraktan girdim fakat resmin üzerinde yazı olduğundan ötürü okuyamadım yazıları.
    2 ...
  20. 36.
  21. pudra keçi sakal ve striptizci ........ experimental

    tam anlamıyla olgunlaşmış bir hikaye. zaten experimental kendine ait bir yazı üslubu oluşturmuş ezelden beri. bunun dışına pek çıkmıyor. daha evvelden de belirttiğim gibi değişik denemeleri olmuyor.

    bu onun için hem iyi hem kötü.

    iyi çünkü gittikçe daha ustalaşıyor tarzında.
    kötü çünkü yakalayabileceği yeni tarzları kaçırıyor. -bence-

    bu sayıda şu ana kadar okuduğum en ilgi çekici hikaye.

    yazarın ellerine sağlık...
    3 ...
  22. 37.
  23. mevsimlik ampül | sallapati

    okuyucu, okumak için eline aldığı bir öykünün özellikle giriş bölümünde yazarını tanıma çabası içerisindedir. hele ki o yazarın bir eserini ilk defa okuyorsa, diğer bir deyimle meşrebine aşina değilse, bu çaba daha da yoğun olarak gözlenir.

    yazarlar çoğu kez, giriş bölümünde; tasvir, benzetme, kurulan cümlelerdeki ifade netliği ve zenginliği, sözcüklere hakimiyet ve kurgulama kapasitelerini ortaya koyarlar.

    kimi yazarlar ise bu bölümde, asgari koşulları sağlamak şartıyla gerçek yeteneklerini gizlemek eğilimindedirler. bu, tümüyle yazarın öznel tavrına bağlı olarak gelişen bir durumdur ve oturmuş yazarlar için bir öyküden diğerine çok da büyük değişkenlik göstermez.

    başarılı bir yazar, her şart ve koşul altında, öyküsünün ilerleyen bölümlerinde, giriş bölümünde ortaya koyduğu bu genel ve temel niteliklerini korumak ve hatta, giderek geliştirmekle okuyucu üzerindeki etkisini artırır ve onu adeta tutsak alarak tümüyle öyküsüne bağlar.

    bu noktada başa dönersek, özellikle amatör yazarlardan beklenen; okuyucuyu, giriş bölümünde büyük beklentiler içerisine sokmamaları, mevcut kapasitelerini iyi tartarak öykülerini, ilerleyen bölümlerde hakim olamayacakları bir noktaya taşımaktan kaçınmalarıdır.

    mevsimlik ampül sade ve iddiasız bir öykü. yazar, içinden nasıl geliyorsa öyle kaleme almış ve süslemeden okuyucuya aktarmış. kendisini zorlamadığı, kurduğu cümlelerin kısa olması ve sanatsal tasvirlere yer vermemesinden çok net anlaşılıyor. ifadeler de genel yapıya uygun. girift ve oturup üzerinde uzun-uzadıya kafa yormayı gerektirecek özel anlam yüklemeleri yapılmış ağır cümleler bulunmuyor.

    buna mukabil, kimi masallarda bir klişe olarak kullanılan ve öykülerde görmeye pek de alışık olmadığımız;

    "...Murat stantları dolanıyormuş gibi yaptı ve takip etti onları. Öykü bu ya, kaşla göz arasında tanışıverdi hemen.

    şeklinde, kolaya kaçan ifadeler bulunmamalı ve öykü içerisindeki can alıcı olayların nasıl gerçekleştiği okuyucuya ayrıntılarıyla anlatılmalıdır.

    "ayakkabıların gerçek deri mi?" dedi kız laf arasında. Ne diyeceğini bilemedi Murat birden. Sanki "hırsızsın sen, çalmışsın* işte onları" diye bağıracakmış gibi geldi o anda, anlamış mıydı sahiden? Yok canım olamazdı. Sonra sıkılgan tavrını attı, toparlandı, o da zengin gözükmeliydi, kendinden emin "evet" dedi. Kız gülümsedi. Sanki daha bir sevmişti bizim oğlanı bu lafın üzerine..."

    - yukarıdaki metinde murat ne demiş? "kendinden emin bir evet."

    şimdi düşünmekteyim; bir erkek, kundura derisinin gerçek olması hususunda ne kadar kendinden emin bir şekilde 'evet' dese, 'karşısındaki kız onu daha bir sever'. bu pek gerçekçi gelmedi bana doğrusu.

    sallapati kendisini geliştirmesi gereken bir yazar fakat her şeye rağmen onu yürekten kutluyorum. zira, olduğu gibi görünmeyi başarmış. profesyonel olduğu iddiasında o kadar çok yazar var ki bunu dahi başaramayan; kalkıp bir de kitap yayımlamaya kalkıyorlar. kendi paralarıyla elbet! sonra da eşe-dosta ücretsiz dağıtılıyor bunları.
    5 ...
  24. 38.
  25. pürüzsüz tenli kız | rotundjere

    kurgusuyla, ifadelerdeki anlaşılırlık ve okunuşlarındaki akıcılıkla, her an yeni bir sürpriz olabilir tavrıyla ve belki de en önemlisi; farklı romantik yaklaşımları dışında benzer şekillerde doğup büyüyen bir aşk hikayesini oldukça canlı-diri tutan yapısıyla çok hoşuma giden bir öykü oldu 'pürüzsüz tenli kız'.

    bildiğim kadarı ile rotundjere'nin ilk yayınlanan öyküsü bu. bakın çok ilginçtir; bu öyküde değişik bir tat var. yani, yazar diyor ki benim kendime has bir kişiliğim-tavrım var ve bunu öyküme yansıttım.

    "...bir daha başkasını sevemem zanneder ya insan, ama bunu bir kere hisseder, hayallerinin başlangıcıdır ve son nefesine kadar onunla olacağını zanneder, bir kere inanır buna insan... işte benimkisi bahar'dı..."

    ' benimkisi ' yanlış değil iticidir ama hiç rahatsız etmiyor değil mi?

    "...doğru ya ben kimim... ben mi çok aşırı korumacı oldum, yoksa sen mi üniversiteye başlayınca sapıttın... ben mi artık önünde bir zarın olmadığı için paranoyaklaştım, yoksa sana daha mı eğlenceli geldi disko bar hayatı..."

    dan...dan...dan...diye ortaya konan, etrafında dolaşılmayan, çevresinde kıvırtılıp-raks edilmeden açık, net, kararlı biçimde yapılan tahliller.

    - kahramanın, okuyucu gözündeki karizmasını nasıl da yükseltiyor değil mi?

    öykünün sonuna gelice şunları düşündüm;

    neydi kahramanın hatası? yani, bunca severken ve mümkünü yokken onu unutmanın, kara sevdayken çektiği; neden çekip alamadı kadını düştüğü o bataktan? öldürme cesareti bulmuşsa, onu çekip alabilme cesareti de göstermeliydi diyor insan! yani, gönül öyle istiyor. bu da gösteriyor ki okuyucunun gönül telini titretebilmiş yazar. aferin! ona.
    5 ...
  26. 39.
  27. fenni sünnetçi abdülrezzak efendi | liberalisticcommunist

    bir yazarın kendi öyküsüne eleştiri yazması alışıldık bir durum değildir elbet. ancak, biraz farklı ve anlatılması gerektiğine inandığım bir ortak çalışma ve bunun evrelerinden söz edebilmek üzere, yani bu kez özel bir nedenle kendi öyküm altındayım.

    öykümü kaleme alıp aynı isimle sözlüğe kaydettikten sonra o gün, sözlük yazarlarından 'akilluslu'dan bir mesaj geldi. mesajında, bu işten biraz anladığını ve eğer istersem öykünün okuyucu için daha çekici ve yazım tekniği olarak da daha etkili bir hale getirebileceğini, bunu isteyip istemediğimi soruyordu. memnuniyetle ve hemen kabul ettim. aşağıda verilen iki mesaj geldi ve önerileri uyguladığımda öykünün çehresi değişti.

    istedim ki görün; nereler kurcalanmış, deşilmiş, temizlenmiş, yeniden doldurulmuş, kazınmış, çizilmiş-yeniden yazılmış. hangi cümlede hangi sözcükler takla attırılmış; hangisi düz, hangisi ters takla atmış.

    bilin istedim; 'kemçük' ne iken ne olmuş.

    ***

    ilk bakışta yakalananlar;
    ( başlık sayılmadan satır sayılmıştır)
    1. satır:
    1. cümle düzenlenmeli.
    3. satır 'sonradan' / sonra — bunu ikinci taramada tekrar düşüneceğim.
    4. satır ayrı kalarak/ ayrılarak (henüz ayrı kalmadı/ ayrıldı)
    7. satır yıllar sonraları/ yıllar sonra
    8. satır 'ardından' fazla gibi durdu gözüme orada
    10. satır cümle düzenlenmeli, başka sözcükler kullanılabilir.
    11. satır hareketler değil 'söylenecekler' ezberlenir önce.
    nedir yani bu öğretmen kapıdan sağ ayakla girmeyi mi ezberlemiş yolda?
    12. satır 'arınmıştım artık' artık fazla
    14. satır 'dedi' fazla/ dediği çok net
    16, 17, 18 'kemçük ü anlatırken fizikselden başlar soluk kısmıyla bitirir öğretmene geçişi soluktan başlatır fiziksel tanımda sonlandırırım ben olsam.
    böyle olmasa da; 16, 17 , 18 :: o cümleler anlaşılabilir hale getirilmeli.
    18. satır
    merak ettim ve birden sordum (sonraki cümlede soruyor 19. satırda)
    – soruyor
    bu yüzden merak ettim;
    19. satır.(soru cümlesi)
    've birden sordum fazla'
    22. satır : 50/ elli, (bunu; (metinde rakam kullanmayı) bazen algıyı avlamak için yapıyorum ben ama burada öyle durmadı gözüme)
    23, 24; betimliyorsun, betimliyorsun adam gözümde canlanamıyor.

    24. satır: 'hiç de bozulmadı canı sağ olasıca'—şahane cümle, insanın içi ısınıyor okuyunca.
    26. satır, yamacında/ yamacına
    29. satır, bazan/bazen –ha belki bunun da geçmişi bla bla ama tdk 'bazen' diyor, sonrası düşünürüm olduğundan bazen daha nasıl desem lirik , ses uyumlu olur.
    36. satır, kemçük değil öğretmen bir şey söylesin inanmaz inanamaz tavırlarla.
    öğretmenin tahta sandalyede oturmanın keyfinden uyuyakaldığını düşünmesin okuyucu. öğretmen kemçüğü dinlesin ki okuyucu kopup gitmesin?
    37. satır yaşar ve davut ölmüş mü? neden di li geçmiş zaman
    38. satır : birlikte fazla, uyuyakalmıştık birlikteliği anlatıyor zaten.
    41. satır
    kemçük : 'çocukluk arkadaşlarım' diyor ya , orada bir sıkıntı var, bunu demez sanki bu adam, yukarıda anlattı zaten kim olduklarını.
    42. satır,
    hem çeşmeden su çekip hem abdülrezzak a –üstelik adam kendi dükkanının içinde iken– nasıl rastlıyor bunlar??
    yaptığı şeye rastgelmişler tamam, rastlamak ın anlamlarını yazmıyorum sana/ eyleme rastlanıldığı aşikar ama olmamış
    rastlamak / yeri değişmeli/ olayı anlatır hale gelmeli. düzenlenmeli bu satır.
    48. satır:
    ebdülrezzak ı kemçük taşak geçmek için söylemiyorsa abdülrezzak– dalga geçiyorsa bunun altını çiz ve üst paragraflardan birinde sezdir okuyucuya.

    dışında;
    en bariz gözüme batanlar ;
    'sakıp ağa' çenesini herkesin bilip bilmediği? emin değilim.
    öğretmen çok robotik–insan gibi değil
    kemçük ü anlatma işini sade, karışık olmayan cümlelerle başarabilirsen 'güzel iş' çıkabilir.

    şu ali gülen yüzle değil, güler yüzle ama merak sindirerek karşılasın öğretmeni.
    ve kaymakam ayağa kalkınca , 'kemçük' oturuyor mu yerinde?

    bu metinden 'güzel iş'– çıkabilir.
    / ama üzerinde çalışılması gerek.
    öğretmeni canlandır, kemçüğü düzenle.

    bütün bunlar ilk okumadan benim izlenimlerim, seni bağlar yanı yok.
    sevgilerle.
    ikinci taramada yeni bir şey bulursam yazarım. (akilluslu/09.05.2012-22:33)

    ***

    yaşarla birlikte uyuyakalmıştık,
    birlikte gözümü tırmalıyor hala-
    hareketleri kurgulamak;
    bilimsel makale mi yazıyorsun?
    ne yapacağını, nasıl davranacağını düşünmek, ne / neler söyleyebileceğine karar vermek.
    kesinlikle daha iyi,
    ama ayrıntılı ,incelerim gece.
    okunabilirliği artmış.
    bulduklarımı yazarım.
    sevgilerle.
    güzel bir gün geçir. (akilluslu/10.05.2012)
    6 ...
  28. 40.
  29. ölümsüzlüğün gölgesi | kaideyi taciz eden istisna

    gerek olay geçişlerindeki ve gerekse bölümlerarası bağlantılarındaki başarısıyla çok sağlam bir öykü ölümsüzlüğün gölgesi. güçlü iskeleti, olay kurguları, anlatım tekniği ile tam not aldı benden.

    yazarın öyküye hakimiyeti çok açık hissediliyor. hatta bunu, özellikle hissettirmek istediğini düşünüyorum yazarın. ben, karakterleri avucuma alır, parmaklarımın ucunda oynatırım demiş; sırıtmayan bir küstahlıkla.

    yazım tekniği itibarı ile klasik bir dil kullanılmış. olaylar, geçmiş ve şimdiki zaman kalıplarında ele alınmış ve genel yazım kurallarına sıkı-sıkıya bağlı kalınmış. cümleler kısa ve ifadeler kesin olduğundan okunması çok kolaylaşmış.

    - bu öyküyü, farklı zamanlarda üç kez okudum ve her defasında büyük tat aldım.

    buna mukabil,

    bir yazarın öyküsünde bu kadar çok firma ve ürün ismi vermesi alışıldık bir durum olmadığı gibi okuyucuyu ciddi anlamda rahatsız da ediyor. hani, bu öyküyü kaideyi taciz eden istisna değil de dünyaca ünlü bir yazar kaleme almış olsa, diyeceğim ki sırf reklam geliri elde etmek için yapmış.

    söyleyin bana dostlar! ben mi yanlış düşünüyorum? yazık değil mi şu güzelim öyküye, onca emeğe, zamana. yeni icatlar denenip öykünün kendini göstermesi için çaba harcanmış desem; onun buna ihtiyacı yok! o zaten rüştünü ispat etmiş.

    - asıl maksadı bilemedim ben şimdi fakat görünen o ki kaide yine taciz edilmiş.
    5 ...
  30. 41.
  31. melekle şeytanın avla avcının yeni gerçekliği | inanna salome

    kahramanları; marjinal kişilik özelliklerine sahip hatta, ruh sağlığı açısından hasta olarak nitelendirilebilecek ve bunun bir gereği olarak sürprizlere açık olan öyküler; okuyucuyu kendilerine güçlü bağlarla bağlarlar. hele ki o öykülerde sadist ya da mazoşist eylem veya değinmelere yer veriliyor ise okuyucu, sadece beyin olarak değil vücudunda gerçekleşen hormonal değişimler nedeniyle metabolizma olarak da etkilenir.

    "...benim asıl kazancım tüm bu iki aydan; beni aldatan sünepe kocamın tipindeki senin gibi nazeninleri parmağımda oynatmanın zevkini tadmak, inceden sizinle alay etmek, ve geceleri çok istediğiniz gibi sırtınızı marquis de sade'dan ve sünepe kocamdan aldığım hırs ve nefretle, tüm gücümle kırbaçlamak..."

    çok etkileyici bir öykü bu. yalnızca konusu itibarı ile de değil üstelik. inanna salome öykülerindeki şaşırtıcı olay kurgulamaları tekniğini içselleştirmiş görünüyor ki bunu, sanırım bundan sonra da görmeye devam edeceğiz.

    her haliyle ben roman yazmak istiyorum diye haykıran bir yazar var karşımızda. kendisine verilen ve normal beden ölçüsünden en az iki beden küçük bir elbiseye sığabilmek için uğraşıp-didiniyor. anlatacak o kadar çok şeyi var ki zihninde; hikayenin dar kalıpları onları almakta zorlanıyor.

    özellikle ilk bölümde, okuyucu henüz konuya da tam adapte olamamışken, öykünün kadın kahramanı alya'nın söyleminin haddinden fazla uzaması, bunun en belirgin örneği.

    yani düşünün, geveze bir kadın ve ağzı çok iyi laf yapıyor. yazar, her ne kadar tüm hünerini gösterip birikimleri sayesinde oluşturduğu anlamlı ve akıcı cümlelerle okuyucunun tahammül gücünü artırmış da olsa yine sınırları zorluyor. hele ki okuyucu erkek ise iş daha da zor. eski kocaya, hemen her konuda o denli ağır eleştiriler yöneltilmiş ki öyküyü okumakta olan bir erkek okuyucunun; benzer yaşanmışlıkları ile bir anda eleştirinin muhatabı durumuna düşmesi işten bile değil.

    "...o yaşıma kadar en pahalı parfümleri eşime almış olan ben, bile kezzapın deriye değdiği andan itibaren burnuma ılgıt ılgıt gelen o yanmış et kokusunun güzelliğini hiçbir şey de* bulamadım..."

    'ılgıt ılgıt' yani 'okşarcasına' anlamını betimleyen bu deyimin hunharca eylemlere alet edilmesini içim kaldırmadı doğrusu. psikolojik rahatsızları olan bir kişi için kezzapla yakılmış et kokusunun haz verici bir yanı da olabilir kuşkusuz ancak, şahsi kanaatim bunun farklı bir şekilde, misal; 'buram buram' gibi ifade edilebilmesi de mümkündü. yanlış değil elbet fakat yakışıksız geldi bana. okşarcasına olan her şeyin güzel olması gerektiği önyargımdan belki de bu, kim bilir.

    teknik olarak, şu da olsaydı iyi olurdu denilebilecek fazlaca bir şey bırakmamış. olanlar ise kadı kızında* da bulunur cinsten. bu öykünün gerek teknik ve gerekse sanatsal olarak on tam puan üzerinden rahatlıkla dokuz alacağını söyleyebilirim.

    - içtenlikle tebrik ediyorum inanna salome gerçekten çok iyi bir iş çıkarmışsın.
    4 ...
  32. 42.
  33. dikenli teller | hanna

    okuyucusuyla dertleşirmiş gibi yazılan, ona; kahramanı/kahramanlarının sırlarını anlattığı öyküler; en çok ilgi görenlerdir desem yanlış olmaz. burada okuyucu; okuyucu değil dinleyicidir. adeta bir dert ortağıdır. hanna bu önemli yazım tekniğini çok iyi kullanmış. kullanmış derken yanlış anlaşılsın istemiyorum; bir duygusal istismar söz konusu değil sadece yararlanma var o kadar.

    öykü boyunca süren içtenlik, açık yüreklilik, anlatım tekniğinin; hoşluğu, akıcılığı ve sadeliği ile ne zaman başlayıp ne zaman bitirdiğinizi anlamadan bir girip bir çıkıyorsunuz kahramanın yaşamına.

    fantastik değil realist iskelet taşıyan öykülerde okuyucunun zihninde bu tadı bırakabilmek gerçekten güç iştir. örneğin, üzerine romanlar yazılabilecek 'genç üniversiteli-namus bekçisi akraba' sorununa, okuyucuyu bayıltmadan, bir çırpıda ne de güzel değinilip-geçilmiş.

    "...yükselmek isteyen her gencin önündeki en büyük engel olan heybetli akrabalardan bende de vardı; hem de fazlasıyla. ben daha otobüse binmeden telefonla tembihlemişti babam; 'aman dikkat et bizim kıza, başına bir iş gelmesin'. emanet edilmiştim. kalacak yerim, yatacak yatağım, yenecek aşım vardı tamam da, benim hayalimdeki üniversite hayatı bu değildi ki..."

    sonra şu bekar evi tasvirindeki başarı ve akıl dolu benzetmeye bakar mısınız;

    "...yığınla yıkanmayı bekleyen çamaşır, lavabonun içinde birikmiş bulaşık, western filmlerinde düello yapan iki adamın gösterildiği sahnelerde, esen rüzgarla oradan oraya yuvarlanan toz öbeğine eş değer toz kütleleri, yemeği kim yapacak, bulaşığı kim yıkayacak kavgaları arasında, bu üniversite öğrencisi profilinde tek eksiğim olan erkek arkadaşı da nihayet edinmiştim..."

    düş oda bir salon'dan sonra dikenli teller'i okumaktan da büyük tat aldım. isterim ki hanna daha çok yazsın ve bu dost sıcaklığındaki öyküleriyle ısıtsın içlerimizi.
    4 ...
  34. 43.
  35. mutsuz mucit | gicir bey

    öykü kahramanlarının duygu dünyalarına ve ruh alemlerine yapılan derinlemesine yolculuklarda, okuyucu; o kahramanın fiziksel özellikleri hakkında da buna koşut detaylar arar. kahramanın zihninde tam olarak resmedilmesi okuyucu için çok önemlidir. üstelik, öykümüzdeki gibi olayların tek kahraman etrafında şekillendiği durumlarda, bu detaylara girmek kısıtsız mümkündür.

    kahramanımızın fiziksel özellikleri hakkında bildiklerimizin niceliği bir elin parmaklarını geçmiyor malesef. kirli bir ağız ve bol bıyıktan ibaret. bir de 'onu mucit yapan' bir deri ceketi var ancak, neden mucit yapmakta olduğu detayına da girilmemiş. zayıf mı? şişman mı? pasaklı mı? temiz mi? bedensel bir özrü mü var? yok mu? yakışıklı mı? çirkin mi? bilmiyoruz. onun fiziksel özelliklerini bilemediğimiz için de sevilmemesinin, yalnızlığının fiziksel bir nedeni olup-olmadığı konusunda bir yargıya varamıyoruz.

    gözlenen bir detay eksikliği de şu; kim bu mukaddes? ete-kemiğe bürülü bir kadın mı? yoksa, kahramanın hayal aleminde yarattığı, kendisinin sevdiği ve onu da sevebilecek engin hoşgörüye, adeta anne şefkatine sahip soyut bir kadın tiplemesi mi? eğer soyut ise cebinde taşıdığı saç tellerini birleştirerek onu nasıl yaratıyor? yok! eğer bir şekide saç tellerini toplayıp biriktirdiği ve kendi kurgulaması ile yeniden yaratıp sonra da bağlandığı eski bir komşusu, bir nevi platonik aşkı ise o vakit bu detaya neden değinilmemiş. özetle, kim bu mukaddes? neden hakkında bir detay yok! başka bir deyişle, neden var ama yok?

    bu detayların üzerinde özellikle durma gereği hissettim zira, onların eksiklikleri çok başarılı olabilecek bir öyküyü, okuyucuyu karmaşık ve içinden çıkılması güç açmazlara sürükleyen dengesiz bir hale sokmuş.

    evet! çok başarılı olabilirmiş çünkü kurgulanması özel maharet gerektiren tasvirler ve tahliller içeriyor bu öykü;

    "...O bembeyaz boynunu omuzlarına kadar açık bırakan haki yeşili elbisesinin gizlediği elceğizleriyle karmaşık ve sapsarı olmuş havanın rehavetini kırmızı yelpazesiyle dağıtmaya çalışıyordu. incecik dudakları büzülmüş, yüzünde hınzır bir gülümseme... Çocukluğunu yaşıyordu. Bir suç işlemiş de saklar gibiydi hali. "Mukaddes?" Parçalanmış bir halde bütünlüğe kavuşmayı, anlamlandırılmayı ve hayran olunmayı bekliyordu. Ellerinin arasında evirdi-çevirdi. ne kadar güzeldi o öyle..."

    ve şu;

    "...Güneş içeri dalmak için pencereleri zorlarken adeta, yoklukla varlık yeniden şekilleniyordu. Ağlayarak yaratıyordu sevdiği kadını. Elleri tutmayana, gözleri bulanana kadar devam etti. Ölüyordu sanki. Ruhu parça parça sökülüyordu. Hiçbir kadını sevmemişti hayatında, hiç sevişmemişti..."

    öykülerde, tasvir ve tahlil gibi sanatsal unsurlar; pişirilen bir yemeğin salçası-tuzu-biberi gibidir ve lezzet katarlar. ancak, onlardan önce; sağlam bir iskelet ve düzgün kurgulamanın yani, pişirip servis edeceğiniz yemeğin ana bileşenlerinin tam ve eksiksiz olması gerekir.

    bu öykü bizlere şunu açıkça gösteriyor ki gicir bey ana yapı ve sunumun kurgulanması gibi asgari gereklilikler üzerinde daha özenle durabilirse, tadına doyum olmayacak öyküler çıkarabilecek. zoru başaran, kolayı neden başaramasın? nehir geçilip de derede neden boğulunsun, öyle değil mi?
    4 ...
  36. 44.
  37. pudra keçi sakal ve striptizci ... (experimental)

    evet. türk erkeğinin en büyük fantezilerinden biri ile karşı karşıyayız. kısaca senden para almayan hayat kadını diye tanımlayabileceğimiz bu fantezimiz de erkek kendini bir üstünlüğünden dolayı profesyonel bir kadının kendisine ilgi duymasını sağlar.
    hikaye de kahramanımız bir şehvet yuvasında ki hüzünlü adamı oynuyor ve bu da profesyonel kızımızın hoşuna gidiyor. olaylar daha sonra gelişiyor.
    hikayedeki kahramanın kendi ile zaman zaman dalga geçmesi profesyonel ablanın kendini belli bir sistematik ile satması hikayeye ayrı bir gerçeklik katıyor. sayının en başarılı hikayelerinden biri.
    4 ...
  38. 45.
  39. siyahın içindeki beyaz ... (f628)

    benim yaşlarımda insan kendi hayatının erken dönemlerindeki seçimlerinin daha sonraki hayatına ne kadar çok etki yaptığını düşünür. tarihte de bazen inanılmaz tesadüfler inanılmaz etkileri olan büyük olaylara neden olabiliyor. bu hikaye çok başarılı bir şekilde hem tarihi bir olayın sebeb-sonuç ilişkisini hem de küçük tesadüfler olarak görebileceğimiz ama aslında marks ın ” her tesadüf bir zorunluluğun eseridir” sözüne de atıfta bulunan bir kurguya sahip.
    4 ...
  40. 46.
  41. kara yazgı ... (forrest)

    hayatında hiç bir maden işçisi ile tanışmamış bir adamla, en az birini tanımış hatta sadece birisi ile tanışmadan ama hayatının küçük bir kısmında teğet olmuş biri, bir maden kazası haberi duyduğunda aynı tepkiyi mi verir.
    bir tanıdığınız doğuda askerken haberlerde şehit haberi duyduğunuzda gene de kanalı değiştirirmisniz?
    yazarın harika öyküsünde kahramanımız bir deri çanta ile o çantanın peşindeyken tanıştığı bir maden işçisinin zor hayatını birbiri ile çağrıştırmış. harika da yapmış. artık ne zaman bir deri çanta görsek maden işçilerini hatırlayacağız. ve ne zaman bir maden kazası duysak el kadar deri çantaya binlerce dolar veren hanfendive beyfendilere küfredece(kmiy)ğ(iz).
    4 ...
  42. 47.
  43. dikenli teller ... (hanna)

    “flashback kelimesini hiç sevmedim. türkçe hikayeler de kahramanlardan biri ingilizce konuşabilir. ama yazar asla.”

    yazarın ayptığı dikenli tel-dövme-geri dönüş-dikenli telin kesilmesi ve olaylar kurgusunda ki ironiyi çok başarılı buldum.

    tamamen özgür hissettiğin bir yerden, mahalle baskısının sana nefes aldırmadığı “kasaba” ya dönüşte kahramanın dikenli telleri kesip atması derin bir ironi olmuş.

    özgürlüğün yaşadığımız yerden daha çok kişisel seçimlerle genişleyebildiğini anlayabilmek lazım. yanlış seçimler sizi en özgür hissettiğiniz yerden bile soğutabilir ve dışarda ki yanlış seçimler size kendinizi bir hapishanede daha mutlu hissettirebilir.
    4 ...
  44. 48.
  45. melekle şeytanın avla avcının yeni gerçekliği ... (inanna salome)

    profesyonel bir kadının avlarına duyduğu nefret ama aynı zaman da onların gerçekte sevdiklerinin yerinde olma isteği.bu avlardan herhangi birine aşık olsa ne olacak?pudra keçi sakal ve striptizci hikayesinin tersinden yazılmış hali mi?
    bu işi tanımlayanlar sık sık “dünyanı en eski mesleği” tamlamasını kullanırlar.
    geniş anlamda bakıldığında hangi kadınların profesyonel olduğu konusunda yanlış algılara düşüp bütün kadınlar orospudur çıkarımına ulaşabilirsiniz.
    oysa ki aşk a inanmak lazım. o kadın seninle ne için beraber olursa olsun sen onu sevmelisin. sevmediğin kadınla da işin olmamalı sana ne verecek olursa olsun.
    sevilmek istenmek nasıl bir içgüdü ise kendimizi çok kolay kaptırmamıza ve kandırmamıza sebeb oluyor.
    ama sevmek öyle bir şey değil. tamamen karşılıksız ve tamemen senle ilgili. kontrol de sende.
    son olarak;
    güzelliğin beş pare etmez bende ki bu aşk olmasa.
    5 ...
  46. 49.
  47. ölümsüzlüğün gölgesi ... (kaideyi taciz eden istisna)

    highlander ve xmen serilerinin içinden fırlamış bir hikaye. bu sadece kuru bir hayalgücü ile başarılamaz çünkü hikaye de hem kahramanlar hem de kurgu kendi içinde formal bir tutarlılığa sahip.
    peki şu ne oldu diye sorarsanız cevabı hazır. türkçe de böyle yazılan hikayeler pek yok. bakın dergiden bahsetmiyorum tüm türk edebiyatında bu tip hikayeler yazan çok fazla adam yok diyorum. şimdi biraz akıl yürüterek yazardan bir ricam olacak.
    sonuç itibarı ile ne abd de ne de eski kadim avrupa ülkelerinde bu hikayeler herhangi bir gerçek hikayeden değil de yazarın yaratıclığından çıkmıştır. ve zamanla da kültürlerinin bir parçası haline gelmiş. yani bu tip kahramanların hep amerikalı ( avrupalı) olmasının sebebi oralarda bu tip insanların gerçekten yaşamasından değil, yazarlarının-yaratıcılarının oralı olmasından kaynaklanıyor.
    buradan yola çıkarak ktei den sonraki sayılarda memlekette geçen bir kurgu rica edeceğim. bakalım nasıl duracak.
    3 ...
  48. 50.
  49. fenni sünnetçi abdülrezzak efendi ... (liberalisticcommunist)

    harika bir ortaanadolu kasaba öyküsü. mükemmele yakın bir türkçe.( bence mükemmel ama yazarın kendisi kendi türkçesini eleştiriyorsa vardır bir bildiği).
    abdülrezzak efendi ve mahdumlarının çok da doğru olmayan hikayesi kahramana yörenin yerli isimleri tarafından anlatılıyor. gerçekte ne olduğunu bilmiyoruz. ama bu hikayelerin dilden dile geçerken, nesilden nesile aktarılırken zamanının değerleri ile değiştiğini biliyoruz. belki seksenlerde hani özalın “benim memurum işini bilir” zamanlarında hikaye bambaşka idi. salak olan çocuk okuma sevdasına tutulup bir kasabada doktor olurken işi bilen çocuklar hayatlarını yaşadı. aynı hayatı farklı gözlerin tamamen farklı anlatması kişilerin olaylara ne kadar farklı bakabildiğini de gösteriyor.
    3 ...
© 2025 uludağ sözlük