söykü dergisi sayı 3 daktilo

    11.
  1. pek sevgili dergimizin 3.sayısı. emeği geçen herkese teşekkürleri borç bilirim. dergi de yayınlanan/yayınlanamayan yazıları kaleme alan, bize aktaran tüm yazarlara teşekkür ederim. usanmadan hikayeleri okuyup yorum yazan tüm okurlara da teşekkür ederim.

    sol frame am-göt-meme üçlüsüyle devam ederken, burada güzel şeyler oluyor...

    naçizane yorumlarım;
    --
    --

    anneler yalan söylemez @avea11

    güzel, akıcı bir öykü. zaman geçişleri, paragraflar insanı yormuyor. okurken mekanlarda kısa seyahatler yapıyorsunuz. hikayenin sonu pek sürpriz olmasa da dramatik olmuş. okunası bir yazı. yazarın ellerine sağlık...
    --

    bu daha önce yapıldı abi @efervesantadem

    hikayeyi açar açmaz sizi şaşırtıyor. hem de daha okumadan. yazım kısmı için emek verilmiş. kullanılan argo gözünüze takılsa da okuması çok keyifli ve eğlenceli bir yazı olmuş. yazarın ellerine sağlık.
    --

    bir harfte ölmek @eksipozitif

    hikaye gerçekten güzel. biraz savruk olan konusu sonunda toparlanıyor. ancak anlayamadığım tek nokta; neden jack? saçma ama buna takıldım işte... yine de yazarın emeği göz ardı edilemez. yazarın ellerine sağlık.
    --

    gerçeğin pespayeliği @esesdopiyespiyes

    --spoiler--
    ölmeyi bile beceremedim reşat memur. bu ne demek bilir misin? bunları sen hakettin, öyle kolay kolay ölmek yok, yaşayacaksın demek. her gün biraz daha öle öle yaşayacaksın. bazı adamlar, ölmeyi bile beceremezler reşat memur.
    --spoiler--

    hikayenin vurucu cümlesiydi benim için. reşat bey'i kafamda ali rıza bey silüetinde canlandırmam tamamen benim suçumdur ayrıca*.

    --spoiler--
    -onlarındabakılacakbirailesiolduğuiçin-
    --spoiler--

    bu cümle de bana -kuruluşu itibarı ile- oğuz atay'ı anımsattı nedense... keyifli ve başarılı bir hikaye. yazarın ellerine sağlık...
    --

    sakalları pipo kokan adam @experimental

    anlatım tarzı her zamanki experimental. fakat bu sefer daha sade sanki. akıcı, okuması yormuyor. uzun uzun yorumlamaya gerek yok. biraz tarz değişikliği vakti gelmiş yazar için. okuduğum tüm hikayeleri aynı tarzda. bu hem iyi hem de kötü olmuş. yeni şeyler denemiyor sanki. yine de okunması gereken bir hikaye. yazarın ellerine sağlık.
    --

    kör sevdadan topal mektuplar @gicir bey

    --spoiler--
    yalnız mıyım sanıyorsun? bir sigara var ağzımın ortasında. sol elimde kelimeler...
    --spoiler--

    bir sigaraya eşlik edecek kadar kısa bir hikaye. evet. ama bir sigarayı çok keyifli kılan bir hikaye olmuş... yazarın ellerine sağlık.
    --

    umut ya da diğer deyişle umutsuzluk @ignorabimus

    çok değişik bir şekilde ele almış konuyu. bu da hikayeyi ilgi çekici kılıyor. yazının uzun olması gözünüzü korkutmasın. akıcı bir anlatıma sahip. bir kitabın içinden seçilmiş bir bölüm gibi sanki. yazarın ellerine sağlık.
    --

    son teslimat @ischam

    derin anlatımlar ve duygu aktarımları var hikayede. normalde olsa bu hoşuma gider ancak sözlükte uzun paragraflar okumak zor oluyor. eminim pdf versiyonda okuması on kat daha güzel olacaktır. yazarın ellerine sağlık.
    --

    mustafa nın hazin öyküsü @liberalisticcommunist

    bir dönem yazısı yazmak zor iştir. ancak yazar bu zorluğu bilgisi ve birikimiyle -sanırım ufak bir de araştırmayla- alt etmiş. tam olgunlaşmış bir öykü. yazarın ellerine sağlık.
    --

    gri günlerdi @mbaran

    paragrafları kısa tutarak okuyucu sıkılmamaya çalışılmış. bir diğer dönem yazısı daha /kısmen de denebilir. eklenilen görseller olayı tahayyül etmekte okuyucuya yine yardım ediyor -ki buradan mbaran'ın okuyucuyu ne kadar düşündüğünü çıkarabiliyoruz... akıcı bir hikaye. yazarın ellerine sağlık.
    --

    mutlu sonbahar @ruya avcisi

    kafa sesiyle hikaye yazmak biraz cesaret ister. yazar burada bir tebrik hak ediyor çünkü kafa sesiyle yazılan hikayeler genelde -sıkıcı- olarak isimlendirilirler. hikaye tam aksine -akıcı-. yazarın ellerine sağlık.
    --

    vasi yolculuğu @seyyar motto

    --spoiler--
    ve kalbi durdu. kalbim durdu. gözlerine baktım, yeşilin her tonunda ağladım.
    --spoiler--

    sonu insanın tüylerini diken diken yapıyor. okuması keyifli bir hikaye. yine diğer uzun hikayeler gibi paragraflarının uzun olması sözlükte okumasını zorlaştırıyor. eminim pdf formatı bu hikayeyi daha da okunur hale getirecektir. yazarın ellerine sağlık.
    --

    osman bey ve daktiloları @sirkecidentrengider

    kuşak çatışması anlatıyor desem pek yalan olmaz sanırım. eğlenceli bir anlatımla sıkılmadan okunabilen bir yazı. "yok artık" diyeceksiniz ama bana gogol'u anımsattı içerik ve anlatım olarak -tat olarak-. yazarın ellerine sağlık.
    --

    deniz ile yolculuk @turkuaz

    yazarın bir star wars izleyicisi olduğunu anlamak için dahi olamaya gerek yok sanırım*. bu ve bunun gibi süpriz isimlerle hikayenin son satırına kadar 'taze' kalmasını sağlamış. fantastik yazmak zor olmamış yazar için. başını okuduğumda biraz da benim hikayemi anımsatmadı değil *. gerçekten uzun bir hikaye. ama sıkılmayın. okuduğunuza değecek. yazarın ellerine sağlık.
    --

    şairin hayatı öyküye dahil @yirmi besinci kisim

    yazıyı tesadüfen zeki müren'in gitme sana muhtacım adlı parçasıyla dinledim. birebir oturmasa da güzel ahengi oldu yazı ve şarkının. başarılı bir yazı. ustaları anması ayrı bir güzellik katmış. yazarın ellerine sağlık.
    16 ...
  2. 61.
  3. söykü dergisi birçokları tarafından övülürken diğerleri tarafından da eleştirildi.
    bir oluşumun eleştiriye ve övgüye ihtiyacı vardır ki iki olgu gelişmek için oldukça önemlidir.
    ama eleştiriler övgüyü geçtiği anda insanların iyi bir şeyler yapma hevesini kırarsınız. sonuç sizi tatmin etse de dolaylı yoldan sizi kötü yönde etkileyecektir. her gün sol kısımda "am, göt, meme" üçlüsünden şikayet edip buna anti hareket olan bu oluşuma köstek olmamak gerekir. her şeyi bir kenara bırakıp söykünün amacını anlamasanız da sonuca odaklanın, sonuç çok güzel değil mi? sırf sonucunun güzel olması bile desteklerinizi hak eder.

    hikayeleri sondan başlayarak okudum. yorumlarımdaki sıralamayı sondan başa doğru yazmak istedim.

    şairin hayatı öyküye dahil

    yazar, “yalnızlık” temasını ince, güzel betimlemeler ve kişileştirme sanatıyla konuyu klasiklikten orjinalliğe taşımayı başarmıştır.
    Ayrıca gerçek ustalara, onların kaleminden çıkan birkaç ifadeye atıfta bulunması, daktilonun markasını vermesi vb. somutlaştırmaya gittiğini gösterir ve “somut olay” okuyucuya her zaman güven verir. Güven veren bir hikaye olmuş.

    --spoiler--
    Tomris hanım o kalmayı hiç düşünmemişti.
    --spoiler--
    Hikayenin en canı alıcı kısmıdır. ince bir mizahla hikaye başarılı bir şekilde özetlenir; Yalnızlığını paylaşması için yanına aldığı kedinin de gidici olması baştan beri yakındığı duruma sitemini en net şekilde anlatmıştır.

    Deniz ile yolculuk

    Bir okuyucu olarak hikayelerde beni en çok etkileyen nüanslar ve mantıklı bağlantılardır.
    Yazar, erkek çocuklarının kız çocuklara göre daha farklı olduğu bilgisini köpeğine isim koymayı küçümsediği olayda tek bir örnekle anlatmayı başarmış. Çocuğun, sihirli daktilonun ısrarıyla köpeğe “anakin” ismini vermesi tam da erkeklerin vereceği isimmiş hissini uyandırıyor ki Hikayenin ilerleyen kısmındaki erkek adam duruşunun sinyallerini vermiş olması ince ve güzel bir bağlantıdır.
    Yalnız nüanslara takılan bir insan olarak 9 yaşındaki bir çocuğun kişilerle giriştiği diyalogda yetişkin birinden ziyade yine aynı mantığı ama daha çocuksu ifadeleri kullanmasının daha hoş olacağını düşünüyorum.
    Kurgu çok güzel. şeker portakalı tadında olmuş. Fantastik bir ifadeye sahip bu hikayenin gerçekle bağlantısı yumuşak ve başarılı bir şekilde kurulmuş.

    Kırmızı kelimeler

    Mekan incelemesi ve olayın geçtiği atmosferi hayal ettirmesi bakımından betimlemeyi tam yerinde tuttuğunu düşünüyorum. Gergin bir ortamda, kendiliğinden yazan bir daktilonun ürpertisi hem meraklandırıyor hem de okumasam mı tereddütüne düşürüyor ki hikaye size sormadan cümle cümle gözlerinizin önünde adeta akıyor ve bir bakıyorsunuz makinenın sözlerinde takılıp kalmışsınız.
    Yalnız Anneyle olan kısımda bir mantık hatası fark ediliyor. annesinin sözlerinden kahramanın mühendis olduğunu anlıyoruz. Kalması için, istediği piyanoyu vadeden annenin sanki bir mühendis değil de evden uzaklaşmaya karar vermiş bir lise öğrencisini ikna etmeye çalışıyor izlenimini verdi.
    Ardından daktilonun suçlamaları devam ediyor; daktilonun amacı dışında olması daktiloya “yazar, memur” imgelerinden kurtarmış. Daktilo bir iç hesaplaşma aracı olarak kullanılmış ve bu da hikayeyi oldukça orijinal göstermiş. gerçekten başarılı bir hikaye.

    Osman bey ve daktiloları

    Yazar, betimlemelerinde yer yer türk kültürüne ait sembolleri kullanarak korumacı, titiz, eskiye sadık bir adam portresi çiziyor. adam hakkında çok titiz demek yerine bunu anlatan sembolleri seçmesi ve bu sembollerin gerçekten tam yerinde kullanılması oldukça titiz bir çalışma olduğunu kanıtlıyor.
    Osman beyin geçmişe ve alışkanlıklarına bağlılığıyla daktilonun eskiye ait olması fikrine dayanarak daktiloyla osman beyin özdeşleşmesini tercih ettiğini görüyoruz. Daktilo her an her olayda Osman beyin yanında. Bu durum yazarın ısrarla eskiye ve maziye aidiyet duygusunu anlatma çabasını gösteriyor. “Osman” ismi,” tuğraya benzer imza”, “türk kahvesi” ifadeleri hikayeye bilerek işlenen bir klasiğin ilmek ilmek huzurunu ve derinliğini hissettiriyor. Yani orijinallik için kasıp klasikte sıkışmak gibi bir durum yok. Amaçlanmış olan bu klasik tutum ve ifadeler eskinin yeniye olan üstünlüğünün kanıtı olması adına bilinçlice kullanılmış başarıyla amacına ulaşmıştır.

    Vasi yolculuğu

    --spoiler--
    eskiciye verilen pek çok eşyanın içinden daima işe yarayan ve ancak o eşşekli, mandal satan adam gittikten sonra fark edebildiğiniz bulunması zor meta gibi...
    --spoiler--

    Değer verilen bir şeyin sonradan kıymetinin anlaşılmasını tasvir edecek en güzel örneği bulan yazar bu detaycılıktan daha da ümitli bir şekilde okumaya devam etmek isteyen okuyucuları tavlamış durumda.
    Ara ara bir iç hesaplaşmayı andıran konuşmalar var ki bir sonraki olaylar için birkaç ipucu verir gibi ama henüz bir şey yok sadece bir şeyler yolunda gitmeyecek hissi yaratmış.

    “Biz büyümeyi çok önce bırakmıştık” ifadesiyle tek seferde karakterlerin duruşu, masumluğu ve doğallığı hakkında ekonomik bir mesajı verilmiş.

    Bir hikayede en vurucu kısım biraz hissettirilen ama anlaşılmayan durumun son kısımda tokat gibi yüzünüze “işte bu yüzden yazmış o kısmı” şeklinde inmesidir.
    Dramatik bir olayın ve acının “gözlerine baktım, yeşilin her tonunda ağladım.” Şeklinde tek bir cümleyle anlatılabilmesi gerçekten büyük bir başarıdır. Hikayede Kullanılan Süslü kelimeler, normalde ağdalı bir dilin yoruculuğuna tezat mesajları hem etkili hem de ekonomik bir şekilde vermeye yardım etmiştir.

    Mutlu son-bahar

    her bir cümle asıl olayın mesajcısı niteliğindeydi, belli şaşırtmalar vardı, kimi yerde asıl olayın haberini verirken kimi yerde tahminleri bir süreliğine iptal ettirdim ve tekrar en başta hissedileni aniden öne çıkardım. Tek bir duygu değil bir çok duyguyu hareketlendirmek istedim ki “merak, hayal kırıklığı, kızgınlık” bunlar öykü karakterinin değil okuyucunun duyguları olmalıydı benim için. “Tik tak git yat..” şeklinde sinir bozan ve annesinin hadi yat zerzenişlerini hatırlatan saati durdurması onun bir sonraki eylemini gerçekleştirmekten vazgeçer korkusunu veriyordu. Saati durdurmakla ciddi bir sorun için kararlı oluşunu; ilaçları tok karnına alması, her şeyin yolunda olduğunu gösterirken aceleyle gidilen yerin mezarlık ve ölüm olması "bu da nereden çıktı" dedirtmek içindi.
    Titiz, detaycı, saplantılı ve okuyanlar için bencil kendisine göre oldukça düşünceli bir kadın olan kahramanım toplum normlarından uzak bir ifadeyle intihara başka açıdan baktırmayı amaçlıyor. Hikayemin sonu oldukça sinir bozucu izlenimini veriyor yalnız bu amaçlanmış bir durumdur. tıpkı Chuck Palahniukun hikayelerinde mide bulandıran hatta kusturan temaların korku, aşk, mutluluk, mutsuzluk vs. klasik temalarından çok başka fizyolojik bir hisse hitap etmesi gibi ben de okuyucuda acımaktan çok nefret duygusunu uyandırmayı hedefledim. yani Hikayemde klasikleşen aşk konusunu farklı bir perspektifle vermeye çalışarak okuyuculardan beklediğim kadın ve bebeği için üzülmeleri değil-büsbütün kadına sinir olmaları ama bir yandan da onun açısından düşünmek zorunda kalıp empati geliştirmeleriydi.
    Empati ve antipati arasında kalan okuyucuların bu duygularıyla ilgilendim. Ayrıca gelen yorumlarda kadının sevgilisi değil de kocası olması çelişkisinden bahsedilmiş-doğru bir saptama ama bundan daha ötesi şu ki eğer kadın sevgilisinden hamile kalsaydı intihar nedeni toplumda evlenmeden hamile kalma baskısıyla yüzleşemeyen kadının intiharı şeklinde algılanacaktı, bu anlamda sempati duyulabilirdi ki amacımla çelişebilirdi. Kadın tamamıyla kendi iradesi, aşkı ve okuyana göre bencilliğiyle bilinmeliydi.

    Gri günlerdi

    isim oldukça şairane. eski fotoğraf deyince akla siyah beyaz bir imge gelir ve bundan dolayı eskiyi tarif etmede kullanılacak en güzel renk gridir. yazar, gri günleri çağrıştıran geçmiş zaman hikayesini oldukça gerçekçi bir tutumla anlatmış. “asla böyle bir şey olmaz” fikrini akla getirmeyen ölçüde mantığa uygun bir hikaye. Belki de gerçekten öğrencisiyle omuz omuza savaşan bir öğretmen vardı…
    Silah sesleri, merminin tarifi, cephede bulunmayan herkes için bir anlık da olsa cephede bulunmuş duygusunu hissettirdi.

    --spoiler--
    millet yok, din yok, ayrım yok. ekmekte bir, suda bir ve ölümde bir; toprakta bir olacaklar.
    --spoiler--

    Hikaye dikkatli okunduğunda bünyesinde bir mesajı da barındırır ki bazı hikayelerin başarısı toplumu iyiye çağırmasıyla da ölçülebilir.
    --spoiler--
    daktilo, ve geçmişe götüren sesinden kurtulmuştu artık.
    --spoiler--

    Geçmişe götüren ses diye bahsedilen silah ve daktilo sesidir ki bu benzetim “daktilo” kelimesinin kullanımını oldukça anlamlı hale getirmistir.

    Hikaye bazı konular üstünde araştırma yapılmış gibi; yazarın titizliğinin ve okuyucuya saygı gösterdiğinin kanıtıdır. Güzel ve üstünde düşünülmüş bir hikaye.

    Mustafa nın hazin öyküsü

    Cesur bir hikayedir.Dönem hikayesi yazmak zor iştir çünkü “yakın tarih” türeyiş destanından bile uzak bir hikaye olarak karanlıkta kalmıştır. bir şeyleri Karanlıktan aydınlığa taşımak zor zanaattır.
    yazarın yakın ama uzak tutulmuş bir tarihe değinmesi (bkz: 12 eylül 1980 darbesi) ve bu tarihi incelemesi bir teşekkürü hak ediyor.
    Hikayenin daktilodan mahkeme kararına kadar bir çok teknik terimleri barındırması olayın anlatıldığı tarihin kendine has dokusunu o dönemde yaşamış olanların “evet aynen buna benzer olay oldu…” diye düşünmelerini sağlarken; o dönemi çok tanımayan kimselerde ise “demek o zamanlar bunlar olmuş…” merakını uyandırarak kitleye hitap edebileceği en güzel yolu bulmuştur. bu acı olayı albaylardan, ünlü yazarlardan ve gazetecilerden ziyade uludağsözlükte yazan bir yazarın kaleminden hikaye tadında derlenmiş halde okumak gerçekten hoş.

    yazar, Hikayeyi gerçek bir olay üzerinde kurgulamış kaba taslak bilinen olayı yaşanabileceği en yakın en uygun-duygularla işleyerek okuyucular önüne sermiş bir yandan kötürüm bir düzenin kurbanlarını bilmeyenlere taktim ederken bir yandan empati kurmanıza bir yandan da bu haksızlığı hicveden mesajlar vermiş. Mustafa, deniz, Taylan, Necdet… hangi düşünceden olursa olsun bir hiç uğruna giderlerken hikayelerini yazanlar onların uğradığı haksızlığı, adaletsizliği bizlere hissetirerek üzülmemize bir yandan da hatırımızda tutmamıza yardım etmişlerdir.
    liberalisticcommunist bu yardımcılardan birisidir. Oldukça başarılı bir hikaye.

    Son teslimat

    Hikaye uzun cümleleriyle sizi bir sağa bir sola fırlatıyor, kafanızda bir şeyler şekilleniyor, fikirler beliriyor ama hepsini erteliyorsunuz. Tahminlerde bulunuyorsunuz bir türlü tatmin olacağınız bir belirtiye rastlayamıyor bir yandan sabırsızlanıyor bir yandan hikayenin akıcılığından direkt sonunu okuyup anlasama kadar iten merakınızı kelimelerin akıcılığı nedeniyle bastırıp” her bir cümleyi okumalıyım” isteğiyle doluyorsunuz. Yazar okuyucnun iradesini kendi elinde tutmayı amaçlamış ki okuyucu kontrolü yazara bırakmaktan zevk alır bu da hikayeyi başarılı gösteren 1. etmenlerdendir. Ve nihayet ipuçları yakalar zafer kazandığınızı düşünür zaferi kesinleştirmek için okumayı kesmekten korkarsınız. betimlemeleriyle:
    --spoiler--
    kapının rengi kahverengi (neyseki bazı renklerin isimleri aklımda. tıpkı o kadının saçlarını ve o göz alıcı dudaklarını isimlendirebildiğim kahve ve kırmızı renkleri, kafamdaki seslerin sahibi kadının vurduğu aletin rengi gibi)
    --spoiler--
    cümlelere öyle bağlanırsınız ki renkleri hatırlamaktan zevk alan kişi hikaye anlatıcısı değil bir anda siz olursunuz. Hikayenin ikinci başarılı kısmı da okuyucuyu ve kahramanın özdeşlemesini sağlayabilmektir. Ve sonuç çarpıcı bir gerçek ve hayal ettiğinizin aksine gelişen bir olay karşısında hissettiğiniz şok ve sıkıntı. Bu da hikayenin en güzel 3. başarılı etmenlerinden biridir. “Okuyucu tahmin etmemeli yaşamalı ve görmeli”. (v for vendetta filminin bir sahnesini hatırlattı) Çok başarılı…

    umut ya da diğer deyişle umutsuzluk
    --spoiler--
    efsanelere konu olmuş ve çoğunun ebeliğini yapmış olan kutsal daktilom da hemen önümde.
    --spoiler--
    Kişileştirme sanatının hakkını veren bir cümle…

    “-dedeciğim, nedir bu "kutsal daktilo?"
    Buraya kadar hikaye basit bir olayın giriş kısmı gibi duruyorsa da fantastik bir öğe olarak gösterilen daktiloyla bir sonraki adımların basit olmayacağını hissettiriyor.

    --spoiler--
    bu öyle bir daktilo ki başınıza kötü bir şey geldiğinde bu daktiloya hemen bir kâğıt koyup, başınıza gelen kötü olayı detaylarıyla yazarsınız ve sonra bu kâğıdıdaktilodan çıkartıp buruşturup atarsınız. işinizi daha sağlam yapmak istiyorsanız yakarsınız. bu işlemde; imha ettiğiniz kâğıtla beraber her şey sanki hiç yaşanmamış gibi başa döner. sonrasında olayları olmasını istediğiniz gibi başka bir kâğıda yazıp duvara astığınızda bir de bakmışsınız hepsi gerçek olmuş! işte bu daktilo, bu işe yarar yavrucuğum...
    --spoiler--

    Daktilo zor bir konuydu ve genellikle “yazar, memur, mektup, mahkeme” temalı yazılara mecbur kaldık gibi, diğer birkaç öyküde de olduğu gibi daktilo konusu fantastik bir öğe olarak öne sürülüp klişelikten kurtulmayı başarmıştır. Ayrıca kötü olayların bu şekilde bertaraf edilmesi de hoş bir konu olmuş. Harflerin toplu bir şekilde yabani gibi gezdiklerini anlatan yazar akla yanyana dizilmiş harfleri getiriken harflere oluşturdukları kelimelere oldukça fazla mana yükleyerek yukarıda verdiği sıra dışı olayı canlı tutmak için güzel bir nüansı yakalamış.
    Yer yer mitolojik öğeleride bünyesinde tutarak (pandora, prometheus) “Daktilo” ve ayrılmaz parçası harflerle alakalı hikaye değil de hiç bilmediğimiz sadece yazarın bildiği bir mitolojiyi okuduk.
    sadece bu hikaye gerçek bir mutlu sonla bitti. Bu şekilde diğer hikayelerden daha farklı bir çizgide olmayı başarmış, insanları alışılmamış bir yöne doğru çekerek sürükleyici olmuştur.

    Kör sevdadan topal mektuplar

    bu yaratıcı başlığa baktığımızda, bir şairin beklenen şiirini değil de beklenmeyen bir öyküsünü okuyacağımız izlenimini verdi. Nitekim cümleler hikayeye aitmiş gibi görünse de mutsuzluğun, acının ve özlemin şiirini okuduk. Benzetmeler oldukça güzel. Ayrıca başlıktaki “topal mektup” ibaresi; karaktere “ topal kamil” isminin verilmesi başlıngıç ve sonuç kısmının tutkalı gibi olmuş böylece hikaye baştan aşağıya birbiriyle bağlantılı, üstündü düşünülmüş izlenimini veriyor.

    --spoiler--
    her gece düşünüyorum yürürken. seni aramak olmasa gelir miyim hiç buralara? ne bulsam, ne görsem sen diye seviyorum. bir gece bir aç görüyorum, tokluğumdan ve şu içimde yanan o-anlatamıyorum acısını, hazzını ateş değil sanki hem cennetten hem cehennemden bir parça- senden utanıyorum. utanıyorum, üşüyen bir bebeciğin buza kesmiş burnunu görünce. üzülüyorum, bir görsen ne çok sokak var. bazen, evet bazen kızıyorum da sana, bir halka vereceğim sevgiyi benden aldığın için. bir gülüşünle, üstelik…
    --spoiler--

    özellikle son cümledeki yapay sitem kahramanın sevgisinin derinliğini maharetli bir şekilde önümüze sermeye yetiyor. Kahramanın sonu hüsran hikayeyse muhteşem olmuş..

    Sakalları pipo kokan adam

    Çıkarsız bir sevgi, aidiyet, ve umut hikayesi. Hikayenin sakin sularında ilerlerken kendinizi aniden dalga dalga bir denizde buluveriyorsunuz. denizin durgun, dalgalı, tekrar durgun anlarına benzettim hikayeyi hatta bu denizin ismi karadenizdir. (”uşak” “bizim oralar” “fuat saka")
    Hikayenin uslübu yumuşak, konu ise bir insanın başına gelebilecek kadar olağan işte bu yüzden çoğu hikayeden daha inandırıcı-inandırıcı olmasından ötürü acılı biten hikayelerden daha fazla dramatik çünkü kalbinizin derinliklerine kadar işlemeyi başarmış acı bir sona sahip hikayelerde bir şekilde kurgu tadını da hissedersiniz en nihayetinde neyse ki sadece öykülerde veya filmlerde böyle şeyler olur diye içinizi rahatlatırsınız. Etkisi bir süre sonra geçer. Her şeyin olağan olduğu bir hikayede ölümü gördüğünüzde doğru olabilir de olmayabilir de ikileminde kalıp üzüntünüz uzunca bir süre devam eder. Okuyucu üstünde uzun süre etki bırakabilmeyi başarmış, okuyucuyu iki ihtimali düşünmeye davet eden sağı solu belli olmayan, bir sakin bir deli Karadeniz gibi bir hikaye… çok güzel olmuş.

    Gerçeğin pespayeliği

    Hatıralarından başka hareket edebileceği bir yer olmayan felçli bir adamın durum hikayesidir.
    Yorganlara yer açmak için fazlalık görülen daktilonun gidişiyle oluşan kasvet Reşat beyden birkaç saniye önce eminim ki okuyucuyu yoklamıştır sonra da Reşat beyi…
    Çünkü hikaye içine serpiştirilmiş olumsuz öğeler öyle canlı tasvir edilmiş ki kelimelerle bir acıya sürükleniyorsunuz. Hem de çok hızlı, olayı yaşayacak kahramanlardan daha hızlı. Dilencinin öyküsü, Reşat beyin durumuyla ruhunuz daralır. Okuyucunun duygularına erişebilmiş başarılı bir hikaye.

    Bir harfte ölmek

    Hikayeye başlamadan başlığa vuruluyorsunuz. Hikayenin geriye kalanı için fikir veren ve hikayenin tarzını hissettiren cinsten. konu baba-oğul-ayrılık-ölüm olgularıyla oluşmuş, her cümle hikayenin sonunu eleveren bir tutuma sahip; zaten yazarın amacı son kısımda diğer hikayelerde olduğu gibi şaşırtmaktan ziyade, bizleri şiirsel cümleleriyle bir hafte ölmek, bir harfte ölmek diye bağıran baba oğul diyaloglarında hüzne boğmaktır. Hikayenin başı sonu olmasın-hatta konusu dahi olmasın. Cümleler o kadar benzersiz ki her biri ayrı bir konuyu anlatabilecek kadar zengin sizi sıkmayacak kadar sade. Bu yönüyle başarıyı yakalamış bir hikaye.

    Bu daha önce yapıldı abi

    Başlığın da biz okuyuculara hissettirdiği gibi rahat ve doğal bir uslup kullanılarak kaleme alınmış bir hikaye. Yer yer Argo kelimeler kullanılmış ki bu kelimeler yazarın süzgecinden geçmediyse hikayenin geri kalanı da süzgeçten geçmeden oldukça doğal haliyle yazılmış gündelik hayata ait bir hikaye izlenimini veriyor. modern öğelerle(telif hakkı, bilgisayar…) zenginleşmiş bizi geçmişe ya da geleceğe değil de sadece
    “şu sıralarda” zamanında tutup bizden uzak olmayan bir hava vermiş ve dikkate almadığımız gündelik bir meselenin heyecanına kapılıp sonuç için cümle cümle koşturacak kadar akıcı olmuş. konu içindeki detaylarla ilgili bilgisi olmayanlara da bilgi verici nitelikte bu yüzden okurken harcadığım zaman için hakkımı helal ediyorum. ilginç bir konu ve güzel bir hikaye.

    Anneler yalan söylemez

    Şuanki yaşınızla değil de çocuğun yaşına inerek aynı heyecanla onunla birlikte “neden, niye, nerede?” sorularını soruyorsunuz. Hikayedeki dram çocuk ruhuyla hissedilince daha fazla umut, daha fazla kırgınlık, daha fazla hayal kırıklığına uğratıyor. Bir çocuğun masumluğunda acı iki katına çıkıyor. hikayeden ayrıldığınızda kahraman için güzel anılar edinmesini diliyorsunuz. Geçişler oldukça rahat ve birbiriyle bağlantılı olup hikayede anlaşılmayan hiçbir kısmı bulunmamaktadır. Bazı hikayeler kendini ikinci kez okutmaya ihtiyaç duyarken düzgün ve sade cümlelerin sahibi bu hikaye size baş ağrısız okuma keyfi verir. Oldukça dokunaklı ve başarılı bir hikaye.
    13 ...
  4. 1.
  5. "herkese merhaba,

    90 sene önce bugün doğmuş olan bir yazara borçluyuz bu sayının temasını. bahsettiğim yazar "yolda" kitabıyla, aynı zamanda isim babalığını da yaptığı "beat kuşağı"'nın bir nevi manifestosunu yazmış olan jack kerouac.

    1950'lerin amerika'sında gelişen konformist hayata bir tepki olarak doğan ve etkileri tüm sanat alanlarında görülen beat akımının kerouac dışındaki diğer 3 önemli yazarı/şairi allen ginsberg, neal cassady ve william burroughs'un o dönem yaşadıkları, hem "yolda" hem de "zen kaçıkları" kitabında, akıcı bir üslup ile anlatılmış, bu kitaplar günümüz edebiyatına etkileri yadsınamaz olan bu akımın bir nevi belgeselini çekmiştir.

    otostop ile bir eyaletten diğerine yolculuk eden ve çadırlarda yaşayan bu yazarların ortak özelliği gittikleri her yere belki yedek bir gömlekleri olmasa da mutlaka portatif daktilolarını götürmeleri. işte bu sayının teması da, bu yüzden daktilo.

    bu sayının bir özelliği de, ilk 2 sayıda tek başıma üstlendiğim, öykü seçimi işini, kurulan 6 kişilik bir ekip ile paylaştığım ilk sayı olması. konformist bir şekilde çıkardığım ilk 2 sayıdan sonra, "ya bu öykü olmamış, nasıl seçilir? bu öykü nasıl giremez?" şeklinde serzenişlere yöneldiğim sayının, beat kuşağı ile alakalı olması da, sanıyorum tesadüf değildir.

    iyi okumalar." (experimental)

    @______________________________________________________________@
    _________________________söykü dergisi____________________________
    ____________________________sayı 3_______________________________
    __________________________konu: daktilo_____________________________
    @______________________________________________________________@
    __________________anneler yalan söylemez(avea11)_______________
    @______________________________________________________________@
    _____________bu daha önce yapıldı abi(efervesantadem)____________________
    @_____________________________*________________________________@
    ___________________bir harfte ölmek(eksipozitif)______________
    @_____________________________*________________________________@
    ______________gerçeğin pespayeliği(esesdopiyespiyes)___________________
    @_____________________________*________________________________@
    _____________sakalları pipo kokan adam(experimental)________________
    @_____________________________*________________________________@
    _____________kör sevdadan topal mektuplar(gicir bey)______________
    @_____________________________*________________________________@
    _________umut ya da diğer deyişle umutsuzluk(ignorabimus)______________
    @_____________________________*________________________________@
    ______________________son teslimat(ischam)______________________
    @_____________________________*________________________________@
    __________mustafa nın hazin öyküsü(liberalisticcommunist) _____________
    @_____________________________*________________________________@
    _____________________gri günlerdi (mbaran)______________________
    @_____________________________*________________________________@
    __________________mutlu sonbahar(ruya avcisi)___________________
    @_____________________________*________________________________@
    _________________vasi yolculuğu(seyyar motto) ________________
    @_____________________________*________________________________@
    __________osman bey ve daktiloları (sirkecidentrengider)________________
    @_____________________________*________________________________@
    _______________kırmızı kelimeler(siyahgiyenadam)_________________
    @_____________________________*________________________________@
    __________________deniz ile yolculuk(turkuaz)___________________________
    @_____________________________*________________________________@
    _________şairin hayatı öyküye dahil(yirmi besinci kisim)__________________
    @_____________________________*________________________________@
    *öyküler yazar isimlerine göre sıralanmıştır.

    web sayfamız üzerinden okumak için:
    http://www.soykudergi.com/sayi-3-daktilo/

    tüm sayılar için:
    http://www.soykudergi.com/

    pdf tabanlı sayfaları çevirerek okumayı sevenler için hazırlanmış versiyonu: http://www.uludagsozluk.com/soyku/3/

    3. sayı öykü seçim ekibi: bandini, biradetbeyfendi, esesdopiyes, experimental, mbaran, sirkecidentrengider
    pdf versiyonu tasarım: experimental
    arayüz hazırlık: uludağ sözlük

    ***

    bu sayıyı jack kerouac ve şahsında tüm beat kuşağı sanatçılarına adadığımız için;

    öykü gönderen, okuyan, yorumlayan, destekleyen ve uludağ sözlük'ün güzel yüzünü görmemizi sağlayan tüm yazarlar için tom waits'den gelsin;



    ***

    duyuru 1: dergiye giremeyen yazılar ile ilgili yorumları derleyip, yazarlara iletme işini mbaran üstlendi, bundan sonra bu mesajları kendisinden alacaksınız.

    duyuru 2: ilk iki sayıda 19 adet öykü yeralmıştı, ekip içinde yapılan tartışma sonucu, öykü sayısının, bundan sonra sirkecidentrengider'in de önerisiyle, uludağ'ın yeraldığı bursa'nın da plakası olan, 16 olmasına karar verildi.

    duyuru 3: bundan sonraki sayılar için öykü yayınlama zamanı pazar gecesi 01:00'den, cuma gecesi 00:00'a alınmıştır. böylece daha sağlıklı bir seçme prosedürü olacaktır. örneğin 4. sayı için 23 mart 00:00.

    duyuru 4: moderasyon, söykü için girilmiş öykülere anlayış göstermektedir, lakin yazarların yine de iyi niyeti suistimal etmemek için; başlık açarken, türkçe kurallarına uymaları, soru ve anket içeren başlıklar açmamaları önemle rica olunur.

    duyuru 5: dergi yayını öncesi, ben de dahil olmak üzere ekipten kimseye öykünüz hakkında yorumda bulunmasını talep etmeyiniz, tarafsızlık ve eşitsizlik konusunda hassas davranmamız geektiğinden, tarafınıza yorum iletilmeyecektir. dergi yayını sonrası herkes istediği yorumu yapabilir, ekibin resmi ve ortak yorumu ise mbaran tarafından size atılacak olandır.

    duyuru 6: kurulan ekip henüz kemik kadro olarak görülmemelidir, bir kaç sayı yapılan gözlemler sonucu, gelenler, gidenler olacaktır. unutmamalıyız ki, seçim yapan ekip de henüz dergimiz gibi emekleme dönemindedir.

    duyuru 7: 4. sayı için (bkz: söykü dergisi sayı 4 çamur)
    12 ...
  6. 35.
  7. herkes okumaya baştan başlıyor diye sondan başladım.
    siz de öyle yapın ve yirmi beşinci kısım'ın hikayesini kaçırmayın.

    Yazı ağır spoiler içermektedir. okumadıysanız hikayelerin tadı kaçar.

    _________şairin hayatı öyküye dahil(yirmi besinci kisim)__________________

    aslına bakılırsa hikayede bi şey yok. yalnızlığa ve hatıraların ağırlığına daynamayan bir adamın hayatına son vermesinin hikayesi. bir klişe desek ağır mı olur yooo olmaz. ama bi dinle acele etme.

    hikayeyi tadından yenmez yapan o cümleler. ah o cümleler. yemin ediyorum aklımı başımdan ne kadınlar alıyor ne arabalar ama güzel, kifayetli bir ifade gördüğüm zaman kıskanıyorum.

    bu hikaye beni neden vurdu söyleyeyim önce. ben şiir hastası biriyim. yo yo gerçekten hastasıyım. belli aylar nükseder bu hastalığım tekrar tekrar okurum, cdlere çeker arabada yolda orda burda dinlerim. okurken dinlerken hissettiğim en temel duygu kıskançlıktır. valla hayatımda iyi bir dize kadar kıskandığım hiçbir şey olmadı.

    ee öyküden bahsetmeyecek misin? bahsediyorum ya. öykü nesir şeklinde yazılmış koca bir şiir gibi. zaten büyük bölümünde büyük şairlere göndermeler yer yer onların en can alıcı dizelerinin yer aldığı bölümler. dizeler...
    ancak yirmi besinci kisim nickli arkadaş bunu o kadar güzel yapmış ki adeta bütün o büyük şairlerde beni bir gezintiye çıkardı.

    haa beni bilenler de bilir kimseyi boşu boşuna pohpohlamam aha işte bak geçmişte yazdığım kol gibi kaç tane eleştiri yazısı orda duruyor.

    yazarı bunca tebrik etmemin sebeplerinden biri de geçişlerde kendisinin kurduğu cümleler var haliyle ama hiç sırıtmamış o güzel dizelerin arasında. hatta çok şık olmuş.

    bak ne diycem sana yirmi besinci kisim. hikayenin başında adam yalnızlığını da masanın üstüne koyunca masa şöyle bi sendeliyordu ya. hikayenin sonunda da adam hatıraların ve yalnızlığının ağırlığına dayanamayıp yıkılıyor, intihar ediyor.

    ve o bölümde bir şey daha dikkatimizi çekiyor masa ve daktilonun kapı önüne konması. bence son bölümde o masayı dışarıya kırık yıkık bir halde çıkartmaları gerekirdi. masa da dayanamamış yıkılmış olsundu. ama bunu öykünün tamamında olduğu gibi naif bi geçişle hissettirmeden yapsaydın keşke dedim. sadece yıkılmış bir masadan bahsetsen ben onun niye yıkıldığını bilirdim.
    off ulen.

    yazar cümlelerine baktığımda çok daha iyi öyküler yazar diye düşünüyorum. bir dahaki sayıda öykünün olay örgüsü ve kalitesini de konuşmak isterim.
    neyse daha çok övmeyeyim akraba sanırlar.

    öyküyü tavsiye ettiğim bir yazar arkadaşın öykü ile ilgili yorumunu da o yazarın affına sığınarak ekleyeyim buraya:

    "Tavsiye ettiğiniz öyküyü okudum, teşekkür ederim, oldukça beğendim. Dili güzel kullanmış, tasvirleri, kişileştirmeleri,benzetmeleri abartıya kaçmadan fevkalade güzel oturtmuş."

    tebrik ediyorum.
    7 ...
  8. 43.
  9. (bkz: mutlu sonbahar)
    intihara övgü. şiir gibi bir hikaye. yok aslında bu bir şiir. sadece başında ve sonunda bazı açıklamalar girilmiş.yazar intiharı övmek le kalmamış;

    --spoiler--
    "hamile bir kadın intihar etmez o annedir." gibi bir itiraza da cevap vermiş. banane sizin değer yargılarınızdan, hayat benim, çocuk da benim istediğimi yaparım, istediğimi yaşatırım. ama adamın kocası olduğunu ısrarla vurgulaması buna karşı çelişki. yani yazar hikayedeki kadını toplumun genel anne kuramlarının dışına itmeye çalışırken bir yandan da onu evlilik dışı bir ilişkiye ve böyle bir ilişkiden çocuk yapmaya uzak tutmaya çalışmış. kocasını (!) intihar edecek kadar çok seven bir kadın sanırım onu kocacım diye değil de sevgilim diye sever.
    --spoiler--

    yani ben böyle düşündüm.
    6 ...
  10. 46.
  11. - umut ya da diğer deyişle umutsuzluk;

    hikayeler, romanlar gibi geniş zeminli mekanlar değildirler. bir karakteri bir yerlerde bırakıp bam-başka konuların ve karakterlerin peşine düşerseniz ya hikaye uzayıp sıkıcı bir hal alır ya da dengeli değinmelerde bulunamadığınız konular bir zembil misali havada asılı kalırlar.

    düştük kız'ın peşine güzel güzel gidiyorduk. aniden 'beş yıllık ömrünün kaldığını' öğrendik. doktor 'gönlünü hoş tutun' dedi. tabii beş yıl, bir insanın gönlünü hoş tutmak için oldukça uzun bir süre. yani, anan olsa tutar mısın bilmem! her neyse, ayrı bir mevzu, bizler okuyucu olarak konunun talihsiz kız teması üzerinde döneceğini beklerken kızcağız yok oldu. evet! tam anlamıyla sırra kadem bastı!

    bir süre boşlukta sürüklendikten sonra kendimizi, adeta bir ortaoyunu sahnesinin içinde bulduk;

    " -Ha ha! Haklısın yaşlı dostum!

    -Ha ha! Bana yaşlı diyene bak sen de bu konuda pek kuru sayılmazsın..."

    sonra, diyalogların hep; ha ha! şeklinde başlaması. nedir bu? özel bir amacı mı var? eğer öyle ise ben anlayamadım.

    yazdığım hikayelerde benim de sık yaptığım bir hatadır; aşırı detaycı olmak. yani, hayalimdeki şeyi okuyucuya o kadar detaylı bir biçimde anlatma gereği duyarım ki; o okuyucu ya sıkılır ya da kendisinin salak yerine konduğunu düşünerek sinirlenir.

    " Bu öyle bir daktilo ki başınıza kötü bir şey geldiğinde bu daktiloya hemen bir kâğıt koyup, başınıza gelen kötü olayı detaylarıyla yazarsınız ve sonra bu kâğıdı daktilodan çıkartıp buruşturup atarsınız. işinizi daha sağlam yapmak istiyorsanız yakarsınız. Bu işlemde; imha ettiğiniz kâğıtla beraber her şey sanki hiç yaşanmamış gibi başa döner. Sonrasında olayları olmasını istediğiniz gibi başka bir kâğıda yazıp duvara astığınızda bir de bakmışsınız hepsi gerçek olmuş! işte bu daktilo, bu işe yarar yavrucuğum..."

    yukarıdaki metinde yazarın, her hangi bir dilbilgisi hatasına düşmeden ve olabildiğince anlaşılır bir biçimde; 'kutsal daktilo'nun kullanım şekli üzerinde yaptığı tarife harcadığı zaman ve emek, belki de tüm hikayeye harcadığı kadardır. bu öylesine kötü bir durumdur ki bu açıklama yapılmasa olmaz, yapıldığında da hikayenin akıcılığına uymaz! lanet olsun der ve yapabildiğiniz en güzel haliyle koyarsınız gereken yere.

    sol düşünün beyinlerimize çaktığı platin bir çivi gibidir realizm. aslında bir yaşam biçimidir ve onun kılıcı durumundaki mantık, gerçeğe uygun olmayan hayalleri daha beyinde, henüz oluşma evresindeyken kılıçtan geçirir. özgürce hayal kurma yeteneğimizi, ufkumuzu ve yaratıcılığımızı kısıtlar. bu nedenledir ki bir yaşar kemal; ince memed'le devleşirken küçük prens'i o bilindik tadıyla asla yazamaz.

    örneğin, ne çok istemişimdir; uçurumdan atladıktan sonra havada bir kuşa dönüşüp süzülerek yere inmeyi ama nerdee! değil hikaye, masal yazsam yine de yapamam. bir takıntı bu, cidden öyle!

    bence bu hikayenin en eleştiriye açık tarafı; yazarının, sıcaklık ve samimiyetini okuyucuya yansıtamaması olmuş. okuyucu bunu hissettiği anda, okuduğu hikayeden tat alamaz olur. ya terk edip gider ya prensiplerini çiğnememek adına ya da sırf merakından okumayı sürdürür-bitirir ama kendisine bu eziyeti çektiren yazarı asla unutmaz.

    'çok da umurumdaydı!' diyebilirsiniz elbet! ancak, yazar olma sevdasına düşmüş namzetler unutulmamalıdır ki kötü ün tahmin edildiğinden çok daha çabuk yayılır.
    5 ...
  12. 52.
  13. - gri günlerdi;

    'şovenizme kaçmadan aidiyet duygusu nasıl tanımlanabilir' diye sorsanız; işte! böyle diyebilirim, göğsümü gere-gere;

    " ismail de savaşıyor rahmi de muharrem de kirkor da kürt hasan da. yaşadıkları mahalleyi korumak, yaşadıkları evi korumak, yaşadıkları şehri, şehirdeki gülleri, şehirdeki çeşmeleri ve kadınları korumak için savaşıyorlar. "

    savaşın çirkin yüzünü, soğuk yüzünü betimleyen hoş bir anlatım;

    "...ama burası harp meydanı ve burada edebiyat yok. sanat yok. musiki yok. heykel de yok resim de. burada sadece ölüm var..."

    ve çok başarılı çizilmiş bir karakter;

    "...sınıfın en sessiz çocuğu, kimselerle konuşmaz. cephede de öyle öldü, bağırmadan..."

    anlatım zamanlarındaki farklılaşmalar bu hikayede de devam etse de görülüyor ki farklı paragraflara taşınmış ve okuyucuyu okurken yorması engellenmiş. bu güzel bir gelişme. buna mukabil, okurken sizi hiç rahat bırakmayan bir yapısı var gri günlerdi'nin. savaş günlerine götürüp-getiriyor sürekli. yani, uzaktan izleminizi değil bizzat olayların geçtiği anları olay yerinde yaşamanızı, onlara tanıklık etmenizi istiyor. hikaye bittiğinde kendinizi yine yorgun hissetseniz de tatlı bir yorgunluk bu.

    son bölümün kurgulanmasında ise biraz aceleci davranılmış, bu çok önemli olay oldu-bittiye getirilmiş sanki. okuyucu biraz daha hazırlanıp-kurulabilseymiş çok daha etkili bir boşalım sağlanabilirmiş gibi geldi bana.

    yer-yer şiirsel anlatımıyla güzel ve okuyucuyu etkileyen bir hikaye olmuş.
    6 ...
  14. 20.
  15. (bkz: bir harfte ölmek/#14777055)

    baba figürü, öykülerde, romanlarda çok güçlü bir figürdür.

    aslında baba karakteri, babanın varlığı, her toplumda çok güçlü bir konuma sahip. baba = kontrol dediğimizde, toplumun her kesiminde yer aldığını görürüz bu karakterin. müdürler babadır, öğretmenler babadır, patron babadır vs.

    baba = şefkat dediğimizde ise, pergel çok daralır. babanın kontrolcü yapısı, koruyucu yapısı, şefkati değil gücü gerektirir. baba öncelikle güçlü olmalıdır. kontrol sahibi baba çoğu zaman kontrol odaklı, başarısız babalık yapan bir adam ise şefkat dolu olabilir. demek istediğim babalık yapmak ile baba olmak farklı şeyler.

    bu yazıda yazar babanın hem babalık görevinden hem de baba olmasından dem vurmuş. hikaye çok cici, çok şeker. yalnız ilk okuyuşta hemen göze çarpan şey olayların zamandan ve mekandan yoksun geçmesidir. ben eksik mi okudum ya da yanlış mı okudum emin olmasam da, baba ile çocuk arasındaki ilişkiye, dialoglara önem verildiği için, mekan ile zaman unutulmuş gibi * unutulmuş diyorum, en kibar tahmin bu olsa gerek. yoksa yazar elbette olayları bir mekana (mekandan kastım yer istanbul kadıköy meselesi değil malumunuz. en azından bir oda, bir ev, ne bileyim bir bahçe, bir yazlık gibi) ve zamana sığdırabilirdi.

    öykü ne kadar olay öyküsü niteliğinde de olsa baba ile çocuk arasındaki dialoglar bir zamana ve mekana yerleştirilebilirdi. çünkü güzel dialogları okurken birden bir mektupta "yıllar" kelimesinin geçmesi, ister istemez öyküde bir kopukluk yaratıyor.

    bir de bir öyküde bir aile ilişkisinden ya da birbirine yakın iki insan ilişkisinden bahsediliyorsa ya tamamen hayal ürünü olarak yaratılmış karakterler vardır ya da yazarın kendisinden bir şeyler kullanılarak yaratılmış karakterler vardır. yazarın burada özeli bizi ilgilendirmese de, tavsiye edeceğim şey; eğer ki bir ilişkiden bahsedilecekse, betimlemeler ve duygular çok güçlü bir şekilde okuyuca yansıtılmalıdır olacaktır. o yüzden dedim hani yazar eğer kendinden bir şey katmış ise, bunu çok daha güçlü bir anlatımla gerçekleştirmeli. yok hayal ürünü karakterler ise, yine nitelikli bir betimleme oluşturulmalı * çok şey istiyorum evet * insan yapamadığını başkasında görmek ister derler ya hani :( (aslında demez de ben sallıyorum şuan) benimkisi de o hesap.

    yine de eklemeden geçemeyeceğim, babalı öykülere çok çekimser yaklaşıyorum. hem baba karakterinin öneminin büyüklüğünden olan çekincem hem de kendimden birtakım "şeylerin" izlerinden ötürü. bundan sonra baba figürü kullanacak arkadaşlara sesleniyorum, o noktada ince eleyip sık dokuyabilecek okuyucular olabilir, gardınızı alarak yazın gayrı *
    5 ...
  16. 7.
  17. hepsini okuduğum sayıdır. bir buçuk saat bile sürmedi.
    şimdi tek tek haklarında bir şey söylemek gerekirse ;

    (bkz: anneler yalan söylemez)

    konu daktilo değil. ama daktilo figürünü kullanabileceği en güzel sahnelerden birinde kullanmış. yani neredeyse daktilo sesini bizzat duydum desem yeridir. hikayede ki dram finalde abartılmış bence.

    --spoiler--
    sanırım beş yaşında bir çocuğun bir mahkemede dikkatini çekebilcek tek şey bir daktilodur. abinin ölmesi hem de tam çıkacakken biraz ajite geldi bana. bir de babanın kendi yerine oğlunu hapse göndermesi ve annenin buna itiraz etmiyor olması. yani baba mafya babası da değil ki. bir an ben olsaydım ne olurdu dedim. sanırım gider yatardım cezamı. oğluma bunu yapmazdım.
    --spoiler--
    5 ...
  18. 45.
  19. (bkz: osman bey ve daktiloları)
    değişmeyen tek şey değişimin kendisi. her nedense bu hikayeyi okurken aklıma The Shawshank Redemption de ki brooks geldi. benzerlik ise sadece;

    --spoiler--
    Brooks un elli yıl falan sonra hapisten çıkınca kendisini şaşkına çeviren yeni dünyaya ayak uyduramayıp intihar etmesi ile osman beyin kendi kendine yarattığı hapisten çıktığı ilk gün intihar etmesi.
    --spoiler--

    bunun haricinde osman bey ve daktiloları tamamen yerli malı bir hikaye. ben bu tip yerli malı hikayeleri çok seviyorum.

    darwin şöyle bir şey demiş : ne daha hızlı koşan ne de daha güçlü olan, sadece değişen şartlara ayak uydurabilen hayatta kalır. tabi ki hikayenin yazarının bize böyle bir ders vermek gibi bir amacı yok. hatta tam tersi ona göre değişmeyenler daha haklı gibi. bu bizim toplum hafızamızda yeri olan bir şey. sebebi de sanırım 80 darbesi ve hemen akabinde gelen büyük toplumsal değişimlere karşı duyulan nefret duygusu. çağ atlarken uçuruma düşen adam sayısı çok bizde.

    hikayeye dönersek; sanırım en akıcı, en başarılı hikayelerden biri bu.ayrıntılarda ki özen abartılmadan kullanılmış. yazar gerçekden de başarılı bir arkadaş, emeğine selam olsun. lakin şansız bir şekilde ve sadece yazarın adı yanlış harflerle başlıyor diye üstteki bazı hikayelerde kullanılan argümanlar bu hikayede tekrar etmiş hissine kapılıyorsunuz;

    --spoiler--
    adliye emeklisi-çalışanı adam, mahkeme de kullanılan daktilo, intihar, intihar mektubunu daktiloda yazmak, markalı silahlar vb. derginin bu sayısında şanssız bir şekilde bir kaç ayrı yazar aynı öğeleri kullanmış.
    --spoiler--
    5 ...
© 2025 uludağ sözlük