söykü dergisi sayı 3 daktilo

entry61 galeri0 video1
    51.
  1. (bkz: şairin hayatı öyküye dahil)
    şansız bir şekilde en arka sayfa da yeralmış öykü.

    --spoiler--
    şansız çünkü malesef bu öyküde de intihar-yaşlı adam ve daktilo denk gelmiş. önceki bazı hikayeleri tekrar gibi. lakin bu bambaşka olmuş desem yalan olmaz. hikayeyi boş verin gitsin nasıl güzel cümle kurulur, kelimelerle nasıl oynanır, nasıl ustalara selam çakılır hepsi bu "yazı" da var. bu "yazı" arada sırada okunabilecek bir yazı. sonunu başını bilsende. yazar "yaratıcılık hariç" çok başarılı ama belki de yazar olmak budur. yani zaten herkesin aklına geleni en iyi şekilde yazmak. ( sanırım en güzel şekilde yazmak olmalı)

    bence kısmına gelirsek eğer, yazarda hafif bir ben şu,şu,şu,şu ve bu yazarların hepsini okudum hepsini çok iyi bilir ve severim yani ben kitap filan okuyan entel bir adamım havası vermesi ki bana -az da olsa- mayhoş geldi.
    --spoiler--
    3 ...
  2. 52.
  3. - gri günlerdi;

    'şovenizme kaçmadan aidiyet duygusu nasıl tanımlanabilir' diye sorsanız; işte! böyle diyebilirim, göğsümü gere-gere;

    " ismail de savaşıyor rahmi de muharrem de kirkor da kürt hasan da. yaşadıkları mahalleyi korumak, yaşadıkları evi korumak, yaşadıkları şehri, şehirdeki gülleri, şehirdeki çeşmeleri ve kadınları korumak için savaşıyorlar. "

    savaşın çirkin yüzünü, soğuk yüzünü betimleyen hoş bir anlatım;

    "...ama burası harp meydanı ve burada edebiyat yok. sanat yok. musiki yok. heykel de yok resim de. burada sadece ölüm var..."

    ve çok başarılı çizilmiş bir karakter;

    "...sınıfın en sessiz çocuğu, kimselerle konuşmaz. cephede de öyle öldü, bağırmadan..."

    anlatım zamanlarındaki farklılaşmalar bu hikayede de devam etse de görülüyor ki farklı paragraflara taşınmış ve okuyucuyu okurken yorması engellenmiş. bu güzel bir gelişme. buna mukabil, okurken sizi hiç rahat bırakmayan bir yapısı var gri günlerdi'nin. savaş günlerine götürüp-getiriyor sürekli. yani, uzaktan izleminizi değil bizzat olayların geçtiği anları olay yerinde yaşamanızı, onlara tanıklık etmenizi istiyor. hikaye bittiğinde kendinizi yine yorgun hissetseniz de tatlı bir yorgunluk bu.

    son bölümün kurgulanmasında ise biraz aceleci davranılmış, bu çok önemli olay oldu-bittiye getirilmiş sanki. okuyucu biraz daha hazırlanıp-kurulabilseymiş çok daha etkili bir boşalım sağlanabilirmiş gibi geldi bana.

    yer-yer şiirsel anlatımıyla güzel ve okuyucuyu etkileyen bir hikaye olmuş.
    6 ...
  4. 53.
  5. - mutlu sonbahar;

    kalıplara sığmayan bir aşk hikayesi ve o aşkın içinde sıkışıp kalmış bir insan. aşk, yaşamı daha yaşanılası kılmak için mi vardır yoksa yaşam, tutsağı olunacak kadar duygulu bir aşkı yaşamak için mi?

    okuyucuyu, karmaşık düşüncelere gark eden bir hikaye. hiç de alışılmadık fakat bir o kadar etkileyici kurgusu ile zekice sarıyor insanı ve aşkı yaşam ile ölüm sınırında sorgulamaya zorluyor.

    - hoş! çok hoş gerçekten.
    5 ...
  6. 54.
  7. (bkz: kırmızı kelimeler/#14759489)

    düşüncelerini, yazıya aktarma şekli öyle güzel ki; olayın işlemeye başlayışından itibaren hikayenin içinde oluveriyorsunuz. basit imlâ düzeltileri dışında belirgin eksikleri yok.

    --spoiler--
    *daktilo nun kendi kendine yazmaya başlamasıyla, öykünün gerçekten içine giriliyor
    *buraya nasıl geldin hatırlıyor musun? saw çağrışımlı olmuş, bir eksi değil; sadece bu çağrışım yazarın kendisinde de oldu mu? merak ediyorum.
    *ve ne yazık ki erken bitti. kendi yazımda da olduğu gibi, bir devamı olduğunu düşünüyorum.
    --spoiler--

    vakit ayırmaya, muhakkak değen bir yazı.
    4 ...
  8. 55.
  9. - vasi yolculuğu;

    sevdiklerini bir bir kaybeden dahası, koybolmalarına vesile olan bir çocuğun dramı. sevgisizlik, itilmişlik ve çaresizlik içerisindeki büyüme süreci. yaşamdan kaybedilmiş yılların hıncını alırcasına sevmenin, biteviye yaşanan tutku dolu bir aşkın hazin hikayesi.

    - tehlikeli ve güçlü bir kalem... okuyucunun canını acıtmak istediğinde; kalemini bir anda hançere dönüştürebilecek yetenekte üstelik donanımlı bir yazar.

    - yapısal anlamda bir hikaye nasıl yazılmalı dersi vermiş. bu güzel örneği için kendisine teşekkür ediyorum.

    buna mukabil keşke, başlangıç bölümünde biraz daha akıcı olabilseymiş. gelişmede açılmış ve adeta peşinden sürüklemeye başlamış ama başlangıç bölümünde sıkılıp terk eden olduysa gerçekten büyük kayıp. bu vesile ile kendilerinden hassaten rica ediyorum; bu hikayeyi bir kez daha okumayı deneyin!

    - çok okumuşluk elbet önemli bir unsur ancak ben, bunun da ötesinde; seyyar motto'nun edebiyatçılar elinde büyümüş olduğunu ve kendini kanıtlamış edebi bir geleneğin temsilcisi olabileceğini düşünüyorum.

    - bu yetenek belki de kalıtsaldır, kim bilir!
    3 ...
  10. 56.
  11. güzel bir çalışma olmuş.
    3 ...
  12. 57.
  13. - osman bey ve daktiloları;

    bizler bile yaşamıyor muyuz şu an;

    efendim neymiş 'windows-7' süpermiş. nesi var 'windows-xp'nin, suyu mu çıktı yani! ben 'windows-95'i de severdim. hele hele 'windows-3.1' ilk göz ağrımız olmasının ayrıcalığı bir yana bence yepyeni bir çağın, gerçek bilgisayar çağının miladıdır o'nun doğuşu.

    - eskidiler mi? yoksa, eskitildiler mi?

    açık söylüyorum! şu an, 3.1 demiyorum ama windows-95'im olsa tüm teknik gereksinimlerimi karşılarım gibi geliyor. ama yağma yoook! yeni bir işletim programı almalısın ki yeni ortam dosyalarını açabilesin, velev ki açtın diyelim; bu defa ram kartları yetmiyor. hadi olmayacak oldu da o da idare etti; bu kez ekran kartı cortluyor! yani düzen seni yenileşmeye ve bu uğurda para harcamaya zorluyor. ihtiyacın varmış-yokmuş ne gam!

    - ah osman bey ah! seni anlamamak ne mümkün.

    osman beyi okudukça, rahmetli babacığım geldi gözlerimin önüne. sıbyan mektebinde okumuş, 'padişahım çok yaşa' demiş adam. zamanının sayılı hukuk mektebi mezunlarından *.

    - tavır aynı tavır, sözler aynı sözler;

    "Değişir tabi, hepsi değişir de o kalır mı, don değiştiriyor pezevenkler sanki. Kanun ulan bu kanun. Bir saygınlığı, bir durağanlığı olmalı, adama göre kanun, olaya göre kanun sıçtılar adaletin içine"

    - mantık aynı mantık;

    "Müdür olacağım da ne olacak, zaten tek kişiyim, kendimin müdürü olsam ne olmasam ne"

    deselerdi ki babanı yaz; osman bey'i yazardım o derece benzer ve gerçekçi.

    okuyucuyu sıkmayan samimi anlatımı, kararında ve hiç sırıtmayan küfürleri ile insanların yaşlanması değil, eskiyerek tapon mallar gibi çağın gerisinde kalması konusu, 'aziz nesin' hikayeleri tadında işlenmiş.

    edit: yazım kuralları.
    2 ...
  14. 58.
  15. - kırmızı kelimeler;

    daktilonun acımasızca eleştirdiği kahramanımız bunca eleştirilmeyi gerektiren ne yapmıştır? anlattıkları ya da hayal ettikleri; çoğu insan için yapılabilecek, normal ve hatta kimilerine göre yapılması gereken şeylerdir.

    kendi yolunu çizmek, hayatına yeni bir yön vermek için ana evini terk etmenin (ki anne, yeni bir piyano alacak parayı bulabildiğine göre hali-vakti de yerindedir), daha çok para kazanmak ve daha iyi bir yaşam standardı sağlamak için yabancı bir ülkeye gitmenin neresi kötüdür ki daktilo onu bu denli acımasızca eleştirmiş ve bencillikle suçlamıştır? doğrusu, anlamakta güçlük çektim bir okuyucu olarak.

    yani, verilmek istenen; terk edilmiş evde kalan annenin bu ayrılığa dayanamayıp kahrından ölmesi ve bunun kahramanımıza yaşattığı suçluluk hissi ise bu, daha inandırıcı ve okuyucuyu ikna edici bir biçimde verilebilirdi diye düşünüyorum.

    bir dramanın içerisinde, laf olsun diye sarf edilen sıradan sözler, okuyucuyu irite etmekten başka hiç bir işe yaramaz zira, bu tip sözler o anın anlam ve önemini gölgeleyici etki yaratır ve sırıtırlar.

    - şöyle ki;

    "tuvalette kusan kusana!" dolgun kırmızı dudaklardan dökülen önemsiz kelimeler. o dudaklardan dökülmek için kelimelerin hepsini(n) yeterlilik sınavına girmesi gerekir."

    - hikayelerde, yazarın birbiri ile çelişen ifadeleri çok göze batıcıdır. hele ki aşağıdaki örnekte olduğu gibi üst üste gelen iki paragrafta olursa;

    "bu kadar lüks bi(r) yerde sadece konuşma yapacaksan, önemli olmalı. merak ettim. nedir?"

    " derin bir nefes aldı. kızın hipnoz etkisi yapan gözlerinden, garsonun kirli ceketinden,
    yan masadaki kadının şapırdatarak yediği yemekten; her şeyden- kendini soyutladı."

    - lüks restoranlarda garsonların ceketleri kirli olmaz! eğer öyle ise lüks değildirler.

    hikayenin kurgulaması alışılmadık ve çok başarılı. yani, bir daktilonun hikayenin kahramanını sorgulaması zekice ancak, bu durum; yazarın aynı başarılı ve zekice tutumunu tüm hikaye boyunca da sürdürmesini zorunlu kılıyor. okuyucu bunu ondan bekleyecektir. biraz dikkat ve özenle rahatlıkla ayıklanabilecek, ayrıntılarda gizlenmiş önemsenmeyen durumlar ve eylemler çok başarılı olabilecek hikayeleri bazen başarısızlığa sürükleyebilirler.
    1 ...
  16. 59.
  17. - deniz ile yolculuk;

    güzel bir hikaye beklerken tadına doyum olmayan bir masalla halvet olduk.

    - turkuaz, bence sen; belki de en zor olanı yapmalı ve masallar yazmalısın. zira, bunun için diğer yazınlarda gerekli olan tüm niteliklere ilaveten; sınırları konamayan bir düş yeteneği de gerekli ve bu sende fazlasıyla var.

    masal yazmak zor zanaattır, romana ve hikayeye benzemez. ilk bakışta herkes, 'amaaan canım! ne olacak sanki, düşle-düşle yaz gitsin! gözü ile bakar masallara. gel-gör ki kazın ayağı öyle her kuşunki gibi değildir.

    öncelikle, masallarda gerçekleşen gerçek dışı, düşsel olaylar dizgisi; başarılı bir mantık süzgüsünden geçmediği sürece, ortaya konan eserler alelade olmaktan kurtulamaz.

    aslında, masalların çoğu kez verdikleri nasihat biçimindeki anafikirler de bu mantıksal kurguyla oluşturulup hitap ettikleri okuyucu kitlesi olan çocuklara sunulmuş birer öğüttür. çocuklar demişken bunu, her yaştaki çocuklar olarak da biraz genişletelim.

    la fontaine'in ünlü 'kurt ile kuzu'sunu örnekleyerek biraz daha açık edelim;

    kurt ve kuzu'nun ırmak kıyısındaki karşılıklı konuşmaları, gerçek olmayan ya da en azından bizlerin öyle bildiği düşsel bir olaydır. ancak, kuzu'yu yemeyi aklına koyan kurt'un bir bahane oluşturmak üzere 'suyumu bulandırıyorsun' söylemine, kuzu'nun; 'ama kurt kardeş! sen ırmağın pınarına yakın olansın, dolayısı ile su senden bana doğru akarken ben senin suyunu nasıl bulandırabilirim.' cevabında yürütülen mantık kurgusu yadsınamaz.

    zamanlar arası geçişlerin gerek biçimsel ve gerekse düşünsel güzelliği, uzun sayılabilecek masalın en başı ile en sonu arasındaki bağlantının hiç koparılmadan, sıkıca tutulması ve okuyucunun tüm masalı aklında tutmaya zorlanarak tam motivasyonunun sağlanması, anlatımının çok içten ve hatta kimi zaman;

    "...
    -Çok güzel oldu ismi. Çok beğendim, Deniz.
    -Bence de çok güzel ismi.
    -Hadi şimdi bahçeye çıkalım. Dün vişne ağacının en yüksek yerine kadar tırmandım biliyor musun?
    -Çok büyük ama o. Nasıl başardın ki?
    -Ben yaparım işte..."

    şeklinde çocuksu ama kesinlikle çocuklaşmayan bir hal alması, 'çok güzel' olarak adlandırılabilmesini sağlayan görebildiğim artı yönleriydi.

    turkuaz'ı yürekten kutluyor ve bence önemli olan şu iki noktayı gözünden kaçırmamasını istiyorum.

    - bu yazın türünü, yani masalı tercih ediyorsan; çocukların motivasyon sürelerinin çok kısa olduğunu unutmamalısın. bahsettiğim çocukların illa küçük olmaları da gerekmez, büyük olanlarında da aynı durum söz konusudur. sen, vermek istediklerini daha kısa metinlerde de aynı lezzette verebilirsin, buna inanıyorum.

    - yoğurt yiyişini, daha güzel olmak, daha güzel ve etkili şeyler yazmak uğruna asla değiştirme. bırak seni okuyanlar; 'turkuaz'ın bu masal' desinler. klişeleşmek mi asla! ama bu kişiliğini, üslubunu ve özenini koru.

    son olarak;

    alın bu masalı varlık dergisi'nde yayımlayın! övgüler yağmayacaktır belki ama birisi de çıkıp 'bu da nedir böyle?' demeyecektir eminim.

    - unutmayın! sanat camiasında bu bir eşiktir, hem de çok önemli bir eşik.
    4 ...
  18. 60.
  19. - şairin hayatı öyküye dahil;

    kendine özgü, hoş bir anlatım tekniği ile kucaklıyor ve hikayenin sahnesine çekiyor sizi başta;

    "...
    Sizin şiirlerinize yaslandım hayatta. Kendimle yaşadım en büyük kavgalarımı. En çaresiz anlarda, infilak etmeye hazır bir saatli bomba gibi hissettim beni. Bir'i hiç geçmedi: kalabalık oluşum."

    ancak, bu denli dokunaklı anlatımların arasında, üstelik yayımlanalı da bunca zaman olmuşken şu tür yazım hataları kalmamalıydı;

    "...Zaten kimi kalmıştı ki, herkesi kaybetmeyi seçtiği(nden)* günden* beri? Hiçbir şeyi yoktu, akıp giden sokaktan başka..."

    buna karşın çok güzel betimlemeler de yok değil;

    "...Bir kadın bütün yaşantısını bir valize sığdırmış, sokağı terkediyordu. Elleri cebinde, eni boyu belirsiz bir ıslık çalıyordu yeni yetme delikanlı, sokak lambasının altında. Karşı binadaki fahişeyi bekliyor olmalıydı. Bir baba sımsıkı tutmuş çocuğunun ellerinden, hızlıca geçiyorlardı bu sapa sokaktan. Çocuğu izledi ihtiyar adam, gözleri dolarak. Ne zaman bir çocuk ölse, bir çocuk gibi küserdi Tanrı'ya!.."

    'şairin hayatı öyküye dahil' çok başarılı olabilecekken gösterilen basit özensizlikler nedeniyle vasat kalmış izlenimi veriyor. yirmi besinci kisim çok daha iyilerini çıkarabilecek kapasiteye sahip ki bunu anlamak için de konunun uzmanı olmaya gerek yok zaten.

    edit: yazım kuralları.
    4 ...
  20. 61.
  21. söykü dergisi birçokları tarafından övülürken diğerleri tarafından da eleştirildi.
    bir oluşumun eleştiriye ve övgüye ihtiyacı vardır ki iki olgu gelişmek için oldukça önemlidir.
    ama eleştiriler övgüyü geçtiği anda insanların iyi bir şeyler yapma hevesini kırarsınız. sonuç sizi tatmin etse de dolaylı yoldan sizi kötü yönde etkileyecektir. her gün sol kısımda "am, göt, meme" üçlüsünden şikayet edip buna anti hareket olan bu oluşuma köstek olmamak gerekir. her şeyi bir kenara bırakıp söykünün amacını anlamasanız da sonuca odaklanın, sonuç çok güzel değil mi? sırf sonucunun güzel olması bile desteklerinizi hak eder.

    hikayeleri sondan başlayarak okudum. yorumlarımdaki sıralamayı sondan başa doğru yazmak istedim.

    şairin hayatı öyküye dahil

    yazar, “yalnızlık” temasını ince, güzel betimlemeler ve kişileştirme sanatıyla konuyu klasiklikten orjinalliğe taşımayı başarmıştır.
    Ayrıca gerçek ustalara, onların kaleminden çıkan birkaç ifadeye atıfta bulunması, daktilonun markasını vermesi vb. somutlaştırmaya gittiğini gösterir ve “somut olay” okuyucuya her zaman güven verir. Güven veren bir hikaye olmuş.

    --spoiler--
    Tomris hanım o kalmayı hiç düşünmemişti.
    --spoiler--
    Hikayenin en canı alıcı kısmıdır. ince bir mizahla hikaye başarılı bir şekilde özetlenir; Yalnızlığını paylaşması için yanına aldığı kedinin de gidici olması baştan beri yakındığı duruma sitemini en net şekilde anlatmıştır.

    Deniz ile yolculuk

    Bir okuyucu olarak hikayelerde beni en çok etkileyen nüanslar ve mantıklı bağlantılardır.
    Yazar, erkek çocuklarının kız çocuklara göre daha farklı olduğu bilgisini köpeğine isim koymayı küçümsediği olayda tek bir örnekle anlatmayı başarmış. Çocuğun, sihirli daktilonun ısrarıyla köpeğe “anakin” ismini vermesi tam da erkeklerin vereceği isimmiş hissini uyandırıyor ki Hikayenin ilerleyen kısmındaki erkek adam duruşunun sinyallerini vermiş olması ince ve güzel bir bağlantıdır.
    Yalnız nüanslara takılan bir insan olarak 9 yaşındaki bir çocuğun kişilerle giriştiği diyalogda yetişkin birinden ziyade yine aynı mantığı ama daha çocuksu ifadeleri kullanmasının daha hoş olacağını düşünüyorum.
    Kurgu çok güzel. şeker portakalı tadında olmuş. Fantastik bir ifadeye sahip bu hikayenin gerçekle bağlantısı yumuşak ve başarılı bir şekilde kurulmuş.

    Kırmızı kelimeler

    Mekan incelemesi ve olayın geçtiği atmosferi hayal ettirmesi bakımından betimlemeyi tam yerinde tuttuğunu düşünüyorum. Gergin bir ortamda, kendiliğinden yazan bir daktilonun ürpertisi hem meraklandırıyor hem de okumasam mı tereddütüne düşürüyor ki hikaye size sormadan cümle cümle gözlerinizin önünde adeta akıyor ve bir bakıyorsunuz makinenın sözlerinde takılıp kalmışsınız.
    Yalnız Anneyle olan kısımda bir mantık hatası fark ediliyor. annesinin sözlerinden kahramanın mühendis olduğunu anlıyoruz. Kalması için, istediği piyanoyu vadeden annenin sanki bir mühendis değil de evden uzaklaşmaya karar vermiş bir lise öğrencisini ikna etmeye çalışıyor izlenimini verdi.
    Ardından daktilonun suçlamaları devam ediyor; daktilonun amacı dışında olması daktiloya “yazar, memur” imgelerinden kurtarmış. Daktilo bir iç hesaplaşma aracı olarak kullanılmış ve bu da hikayeyi oldukça orijinal göstermiş. gerçekten başarılı bir hikaye.

    Osman bey ve daktiloları

    Yazar, betimlemelerinde yer yer türk kültürüne ait sembolleri kullanarak korumacı, titiz, eskiye sadık bir adam portresi çiziyor. adam hakkında çok titiz demek yerine bunu anlatan sembolleri seçmesi ve bu sembollerin gerçekten tam yerinde kullanılması oldukça titiz bir çalışma olduğunu kanıtlıyor.
    Osman beyin geçmişe ve alışkanlıklarına bağlılığıyla daktilonun eskiye ait olması fikrine dayanarak daktiloyla osman beyin özdeşleşmesini tercih ettiğini görüyoruz. Daktilo her an her olayda Osman beyin yanında. Bu durum yazarın ısrarla eskiye ve maziye aidiyet duygusunu anlatma çabasını gösteriyor. “Osman” ismi,” tuğraya benzer imza”, “türk kahvesi” ifadeleri hikayeye bilerek işlenen bir klasiğin ilmek ilmek huzurunu ve derinliğini hissettiriyor. Yani orijinallik için kasıp klasikte sıkışmak gibi bir durum yok. Amaçlanmış olan bu klasik tutum ve ifadeler eskinin yeniye olan üstünlüğünün kanıtı olması adına bilinçlice kullanılmış başarıyla amacına ulaşmıştır.

    Vasi yolculuğu

    --spoiler--
    eskiciye verilen pek çok eşyanın içinden daima işe yarayan ve ancak o eşşekli, mandal satan adam gittikten sonra fark edebildiğiniz bulunması zor meta gibi...
    --spoiler--

    Değer verilen bir şeyin sonradan kıymetinin anlaşılmasını tasvir edecek en güzel örneği bulan yazar bu detaycılıktan daha da ümitli bir şekilde okumaya devam etmek isteyen okuyucuları tavlamış durumda.
    Ara ara bir iç hesaplaşmayı andıran konuşmalar var ki bir sonraki olaylar için birkaç ipucu verir gibi ama henüz bir şey yok sadece bir şeyler yolunda gitmeyecek hissi yaratmış.

    “Biz büyümeyi çok önce bırakmıştık” ifadesiyle tek seferde karakterlerin duruşu, masumluğu ve doğallığı hakkında ekonomik bir mesajı verilmiş.

    Bir hikayede en vurucu kısım biraz hissettirilen ama anlaşılmayan durumun son kısımda tokat gibi yüzünüze “işte bu yüzden yazmış o kısmı” şeklinde inmesidir.
    Dramatik bir olayın ve acının “gözlerine baktım, yeşilin her tonunda ağladım.” Şeklinde tek bir cümleyle anlatılabilmesi gerçekten büyük bir başarıdır. Hikayede Kullanılan Süslü kelimeler, normalde ağdalı bir dilin yoruculuğuna tezat mesajları hem etkili hem de ekonomik bir şekilde vermeye yardım etmiştir.

    Mutlu son-bahar

    her bir cümle asıl olayın mesajcısı niteliğindeydi, belli şaşırtmalar vardı, kimi yerde asıl olayın haberini verirken kimi yerde tahminleri bir süreliğine iptal ettirdim ve tekrar en başta hissedileni aniden öne çıkardım. Tek bir duygu değil bir çok duyguyu hareketlendirmek istedim ki “merak, hayal kırıklığı, kızgınlık” bunlar öykü karakterinin değil okuyucunun duyguları olmalıydı benim için. “Tik tak git yat..” şeklinde sinir bozan ve annesinin hadi yat zerzenişlerini hatırlatan saati durdurması onun bir sonraki eylemini gerçekleştirmekten vazgeçer korkusunu veriyordu. Saati durdurmakla ciddi bir sorun için kararlı oluşunu; ilaçları tok karnına alması, her şeyin yolunda olduğunu gösterirken aceleyle gidilen yerin mezarlık ve ölüm olması "bu da nereden çıktı" dedirtmek içindi.
    Titiz, detaycı, saplantılı ve okuyanlar için bencil kendisine göre oldukça düşünceli bir kadın olan kahramanım toplum normlarından uzak bir ifadeyle intihara başka açıdan baktırmayı amaçlıyor. Hikayemin sonu oldukça sinir bozucu izlenimini veriyor yalnız bu amaçlanmış bir durumdur. tıpkı Chuck Palahniukun hikayelerinde mide bulandıran hatta kusturan temaların korku, aşk, mutluluk, mutsuzluk vs. klasik temalarından çok başka fizyolojik bir hisse hitap etmesi gibi ben de okuyucuda acımaktan çok nefret duygusunu uyandırmayı hedefledim. yani Hikayemde klasikleşen aşk konusunu farklı bir perspektifle vermeye çalışarak okuyuculardan beklediğim kadın ve bebeği için üzülmeleri değil-büsbütün kadına sinir olmaları ama bir yandan da onun açısından düşünmek zorunda kalıp empati geliştirmeleriydi.
    Empati ve antipati arasında kalan okuyucuların bu duygularıyla ilgilendim. Ayrıca gelen yorumlarda kadının sevgilisi değil de kocası olması çelişkisinden bahsedilmiş-doğru bir saptama ama bundan daha ötesi şu ki eğer kadın sevgilisinden hamile kalsaydı intihar nedeni toplumda evlenmeden hamile kalma baskısıyla yüzleşemeyen kadının intiharı şeklinde algılanacaktı, bu anlamda sempati duyulabilirdi ki amacımla çelişebilirdi. Kadın tamamıyla kendi iradesi, aşkı ve okuyana göre bencilliğiyle bilinmeliydi.

    Gri günlerdi

    isim oldukça şairane. eski fotoğraf deyince akla siyah beyaz bir imge gelir ve bundan dolayı eskiyi tarif etmede kullanılacak en güzel renk gridir. yazar, gri günleri çağrıştıran geçmiş zaman hikayesini oldukça gerçekçi bir tutumla anlatmış. “asla böyle bir şey olmaz” fikrini akla getirmeyen ölçüde mantığa uygun bir hikaye. Belki de gerçekten öğrencisiyle omuz omuza savaşan bir öğretmen vardı…
    Silah sesleri, merminin tarifi, cephede bulunmayan herkes için bir anlık da olsa cephede bulunmuş duygusunu hissettirdi.

    --spoiler--
    millet yok, din yok, ayrım yok. ekmekte bir, suda bir ve ölümde bir; toprakta bir olacaklar.
    --spoiler--

    Hikaye dikkatli okunduğunda bünyesinde bir mesajı da barındırır ki bazı hikayelerin başarısı toplumu iyiye çağırmasıyla da ölçülebilir.
    --spoiler--
    daktilo, ve geçmişe götüren sesinden kurtulmuştu artık.
    --spoiler--

    Geçmişe götüren ses diye bahsedilen silah ve daktilo sesidir ki bu benzetim “daktilo” kelimesinin kullanımını oldukça anlamlı hale getirmistir.

    Hikaye bazı konular üstünde araştırma yapılmış gibi; yazarın titizliğinin ve okuyucuya saygı gösterdiğinin kanıtıdır. Güzel ve üstünde düşünülmüş bir hikaye.

    Mustafa nın hazin öyküsü

    Cesur bir hikayedir.Dönem hikayesi yazmak zor iştir çünkü “yakın tarih” türeyiş destanından bile uzak bir hikaye olarak karanlıkta kalmıştır. bir şeyleri Karanlıktan aydınlığa taşımak zor zanaattır.
    yazarın yakın ama uzak tutulmuş bir tarihe değinmesi (bkz: 12 eylül 1980 darbesi) ve bu tarihi incelemesi bir teşekkürü hak ediyor.
    Hikayenin daktilodan mahkeme kararına kadar bir çok teknik terimleri barındırması olayın anlatıldığı tarihin kendine has dokusunu o dönemde yaşamış olanların “evet aynen buna benzer olay oldu…” diye düşünmelerini sağlarken; o dönemi çok tanımayan kimselerde ise “demek o zamanlar bunlar olmuş…” merakını uyandırarak kitleye hitap edebileceği en güzel yolu bulmuştur. bu acı olayı albaylardan, ünlü yazarlardan ve gazetecilerden ziyade uludağsözlükte yazan bir yazarın kaleminden hikaye tadında derlenmiş halde okumak gerçekten hoş.

    yazar, Hikayeyi gerçek bir olay üzerinde kurgulamış kaba taslak bilinen olayı yaşanabileceği en yakın en uygun-duygularla işleyerek okuyucular önüne sermiş bir yandan kötürüm bir düzenin kurbanlarını bilmeyenlere taktim ederken bir yandan empati kurmanıza bir yandan da bu haksızlığı hicveden mesajlar vermiş. Mustafa, deniz, Taylan, Necdet… hangi düşünceden olursa olsun bir hiç uğruna giderlerken hikayelerini yazanlar onların uğradığı haksızlığı, adaletsizliği bizlere hissetirerek üzülmemize bir yandan da hatırımızda tutmamıza yardım etmişlerdir.
    liberalisticcommunist bu yardımcılardan birisidir. Oldukça başarılı bir hikaye.

    Son teslimat

    Hikaye uzun cümleleriyle sizi bir sağa bir sola fırlatıyor, kafanızda bir şeyler şekilleniyor, fikirler beliriyor ama hepsini erteliyorsunuz. Tahminlerde bulunuyorsunuz bir türlü tatmin olacağınız bir belirtiye rastlayamıyor bir yandan sabırsızlanıyor bir yandan hikayenin akıcılığından direkt sonunu okuyup anlasama kadar iten merakınızı kelimelerin akıcılığı nedeniyle bastırıp” her bir cümleyi okumalıyım” isteğiyle doluyorsunuz. Yazar okuyucnun iradesini kendi elinde tutmayı amaçlamış ki okuyucu kontrolü yazara bırakmaktan zevk alır bu da hikayeyi başarılı gösteren 1. etmenlerdendir. Ve nihayet ipuçları yakalar zafer kazandığınızı düşünür zaferi kesinleştirmek için okumayı kesmekten korkarsınız. betimlemeleriyle:
    --spoiler--
    kapının rengi kahverengi (neyseki bazı renklerin isimleri aklımda. tıpkı o kadının saçlarını ve o göz alıcı dudaklarını isimlendirebildiğim kahve ve kırmızı renkleri, kafamdaki seslerin sahibi kadının vurduğu aletin rengi gibi)
    --spoiler--
    cümlelere öyle bağlanırsınız ki renkleri hatırlamaktan zevk alan kişi hikaye anlatıcısı değil bir anda siz olursunuz. Hikayenin ikinci başarılı kısmı da okuyucuyu ve kahramanın özdeşlemesini sağlayabilmektir. Ve sonuç çarpıcı bir gerçek ve hayal ettiğinizin aksine gelişen bir olay karşısında hissettiğiniz şok ve sıkıntı. Bu da hikayenin en güzel 3. başarılı etmenlerinden biridir. “Okuyucu tahmin etmemeli yaşamalı ve görmeli”. (v for vendetta filminin bir sahnesini hatırlattı) Çok başarılı…

    umut ya da diğer deyişle umutsuzluk
    --spoiler--
    efsanelere konu olmuş ve çoğunun ebeliğini yapmış olan kutsal daktilom da hemen önümde.
    --spoiler--
    Kişileştirme sanatının hakkını veren bir cümle…

    “-dedeciğim, nedir bu "kutsal daktilo?"
    Buraya kadar hikaye basit bir olayın giriş kısmı gibi duruyorsa da fantastik bir öğe olarak gösterilen daktiloyla bir sonraki adımların basit olmayacağını hissettiriyor.

    --spoiler--
    bu öyle bir daktilo ki başınıza kötü bir şey geldiğinde bu daktiloya hemen bir kâğıt koyup, başınıza gelen kötü olayı detaylarıyla yazarsınız ve sonra bu kâğıdıdaktilodan çıkartıp buruşturup atarsınız. işinizi daha sağlam yapmak istiyorsanız yakarsınız. bu işlemde; imha ettiğiniz kâğıtla beraber her şey sanki hiç yaşanmamış gibi başa döner. sonrasında olayları olmasını istediğiniz gibi başka bir kâğıda yazıp duvara astığınızda bir de bakmışsınız hepsi gerçek olmuş! işte bu daktilo, bu işe yarar yavrucuğum...
    --spoiler--

    Daktilo zor bir konuydu ve genellikle “yazar, memur, mektup, mahkeme” temalı yazılara mecbur kaldık gibi, diğer birkaç öyküde de olduğu gibi daktilo konusu fantastik bir öğe olarak öne sürülüp klişelikten kurtulmayı başarmıştır. Ayrıca kötü olayların bu şekilde bertaraf edilmesi de hoş bir konu olmuş. Harflerin toplu bir şekilde yabani gibi gezdiklerini anlatan yazar akla yanyana dizilmiş harfleri getiriken harflere oluşturdukları kelimelere oldukça fazla mana yükleyerek yukarıda verdiği sıra dışı olayı canlı tutmak için güzel bir nüansı yakalamış.
    Yer yer mitolojik öğeleride bünyesinde tutarak (pandora, prometheus) “Daktilo” ve ayrılmaz parçası harflerle alakalı hikaye değil de hiç bilmediğimiz sadece yazarın bildiği bir mitolojiyi okuduk.
    sadece bu hikaye gerçek bir mutlu sonla bitti. Bu şekilde diğer hikayelerden daha farklı bir çizgide olmayı başarmış, insanları alışılmamış bir yöne doğru çekerek sürükleyici olmuştur.

    Kör sevdadan topal mektuplar

    bu yaratıcı başlığa baktığımızda, bir şairin beklenen şiirini değil de beklenmeyen bir öyküsünü okuyacağımız izlenimini verdi. Nitekim cümleler hikayeye aitmiş gibi görünse de mutsuzluğun, acının ve özlemin şiirini okuduk. Benzetmeler oldukça güzel. Ayrıca başlıktaki “topal mektup” ibaresi; karaktere “ topal kamil” isminin verilmesi başlıngıç ve sonuç kısmının tutkalı gibi olmuş böylece hikaye baştan aşağıya birbiriyle bağlantılı, üstündü düşünülmüş izlenimini veriyor.

    --spoiler--
    her gece düşünüyorum yürürken. seni aramak olmasa gelir miyim hiç buralara? ne bulsam, ne görsem sen diye seviyorum. bir gece bir aç görüyorum, tokluğumdan ve şu içimde yanan o-anlatamıyorum acısını, hazzını ateş değil sanki hem cennetten hem cehennemden bir parça- senden utanıyorum. utanıyorum, üşüyen bir bebeciğin buza kesmiş burnunu görünce. üzülüyorum, bir görsen ne çok sokak var. bazen, evet bazen kızıyorum da sana, bir halka vereceğim sevgiyi benden aldığın için. bir gülüşünle, üstelik…
    --spoiler--

    özellikle son cümledeki yapay sitem kahramanın sevgisinin derinliğini maharetli bir şekilde önümüze sermeye yetiyor. Kahramanın sonu hüsran hikayeyse muhteşem olmuş..

    Sakalları pipo kokan adam

    Çıkarsız bir sevgi, aidiyet, ve umut hikayesi. Hikayenin sakin sularında ilerlerken kendinizi aniden dalga dalga bir denizde buluveriyorsunuz. denizin durgun, dalgalı, tekrar durgun anlarına benzettim hikayeyi hatta bu denizin ismi karadenizdir. (”uşak” “bizim oralar” “fuat saka")
    Hikayenin uslübu yumuşak, konu ise bir insanın başına gelebilecek kadar olağan işte bu yüzden çoğu hikayeden daha inandırıcı-inandırıcı olmasından ötürü acılı biten hikayelerden daha fazla dramatik çünkü kalbinizin derinliklerine kadar işlemeyi başarmış acı bir sona sahip hikayelerde bir şekilde kurgu tadını da hissedersiniz en nihayetinde neyse ki sadece öykülerde veya filmlerde böyle şeyler olur diye içinizi rahatlatırsınız. Etkisi bir süre sonra geçer. Her şeyin olağan olduğu bir hikayede ölümü gördüğünüzde doğru olabilir de olmayabilir de ikileminde kalıp üzüntünüz uzunca bir süre devam eder. Okuyucu üstünde uzun süre etki bırakabilmeyi başarmış, okuyucuyu iki ihtimali düşünmeye davet eden sağı solu belli olmayan, bir sakin bir deli Karadeniz gibi bir hikaye… çok güzel olmuş.

    Gerçeğin pespayeliği

    Hatıralarından başka hareket edebileceği bir yer olmayan felçli bir adamın durum hikayesidir.
    Yorganlara yer açmak için fazlalık görülen daktilonun gidişiyle oluşan kasvet Reşat beyden birkaç saniye önce eminim ki okuyucuyu yoklamıştır sonra da Reşat beyi…
    Çünkü hikaye içine serpiştirilmiş olumsuz öğeler öyle canlı tasvir edilmiş ki kelimelerle bir acıya sürükleniyorsunuz. Hem de çok hızlı, olayı yaşayacak kahramanlardan daha hızlı. Dilencinin öyküsü, Reşat beyin durumuyla ruhunuz daralır. Okuyucunun duygularına erişebilmiş başarılı bir hikaye.

    Bir harfte ölmek

    Hikayeye başlamadan başlığa vuruluyorsunuz. Hikayenin geriye kalanı için fikir veren ve hikayenin tarzını hissettiren cinsten. konu baba-oğul-ayrılık-ölüm olgularıyla oluşmuş, her cümle hikayenin sonunu eleveren bir tutuma sahip; zaten yazarın amacı son kısımda diğer hikayelerde olduğu gibi şaşırtmaktan ziyade, bizleri şiirsel cümleleriyle bir hafte ölmek, bir harfte ölmek diye bağıran baba oğul diyaloglarında hüzne boğmaktır. Hikayenin başı sonu olmasın-hatta konusu dahi olmasın. Cümleler o kadar benzersiz ki her biri ayrı bir konuyu anlatabilecek kadar zengin sizi sıkmayacak kadar sade. Bu yönüyle başarıyı yakalamış bir hikaye.

    Bu daha önce yapıldı abi

    Başlığın da biz okuyuculara hissettirdiği gibi rahat ve doğal bir uslup kullanılarak kaleme alınmış bir hikaye. Yer yer Argo kelimeler kullanılmış ki bu kelimeler yazarın süzgecinden geçmediyse hikayenin geri kalanı da süzgeçten geçmeden oldukça doğal haliyle yazılmış gündelik hayata ait bir hikaye izlenimini veriyor. modern öğelerle(telif hakkı, bilgisayar…) zenginleşmiş bizi geçmişe ya da geleceğe değil de sadece
    “şu sıralarda” zamanında tutup bizden uzak olmayan bir hava vermiş ve dikkate almadığımız gündelik bir meselenin heyecanına kapılıp sonuç için cümle cümle koşturacak kadar akıcı olmuş. konu içindeki detaylarla ilgili bilgisi olmayanlara da bilgi verici nitelikte bu yüzden okurken harcadığım zaman için hakkımı helal ediyorum. ilginç bir konu ve güzel bir hikaye.

    Anneler yalan söylemez

    Şuanki yaşınızla değil de çocuğun yaşına inerek aynı heyecanla onunla birlikte “neden, niye, nerede?” sorularını soruyorsunuz. Hikayedeki dram çocuk ruhuyla hissedilince daha fazla umut, daha fazla kırgınlık, daha fazla hayal kırıklığına uğratıyor. Bir çocuğun masumluğunda acı iki katına çıkıyor. hikayeden ayrıldığınızda kahraman için güzel anılar edinmesini diliyorsunuz. Geçişler oldukça rahat ve birbiriyle bağlantılı olup hikayede anlaşılmayan hiçbir kısmı bulunmamaktadır. Bazı hikayeler kendini ikinci kez okutmaya ihtiyaç duyarken düzgün ve sade cümlelerin sahibi bu hikaye size baş ağrısız okuma keyfi verir. Oldukça dokunaklı ve başarılı bir hikaye.
    13 ...
© 2025 uludağ sözlük