söykü dergisi sayı 10 temasız

entry37 galeri0
    37.
  1. renkleri görmek | turkuaz

    Eski Türk filmleri tadında bir öykü, eses kıza araba çarpar kör olur, ilerleyen sahnelerde bir araba daha çarpar ve iyileşir, tabi o kadar basit bir öykü değil, büyük bir yaratıcılık ve çok iyi bir bağlanmış bir son.

    üzülsekte, değiştiremeyeceğimiz şeyleri kabulleniyoruz elbet;
    '...siyah beyaz bir filmdi artık hayat onun için. annesi olduğu yere yığıldı. babası ise "daha kötü de olabilirdi" düşüncesiyle kendini avuttu.'

    Bir uzvundan tam ya da kısmi olarak faydalanamayanların diğer uzuvları gelişir, ileri derecede astigmat bir hocam vardı, en arka sırada ki fısıldaşmaları dahi duyardı. Rastgele yazılmamış cümleler olduğu hemen belli oluyor;
    '...zorlanmadı bu sayede. bir yandan da keman dersleri alıyordu. müzik zekası muhteşemdi. o kadar kolay öğreniyordu ki, hocası bile şaşırıp kalmıştı.'

    Bu cümle birikim gerektirir, kelimelerin uyumu, tınısı, ve hikayeyi bir anda bağlaması, ustaca;
    '...göremeyecek" dediler. "renkleri göremeyecek" hala benden tanrıya inanmamı bekliyorlardı.'

    Hayal gücü, cümlelerin ahengi, anlatımda ki akıcılık, yazarın kalemine sağlık, büyük bir zevkle okudum.
    1 ...
  2. 36.
  3. meczup ile juliet | siyahgiyenadam

    Kazanmanın yolunun kaybetmekten geçtiğine inanmış bir meczupun hikayesi dökülmüş bilgisayar ekranına. Cep telefonunu, bilgisayarı, televizyonu reddederek özgürlüğünü kazanan Ekremin hikayesi. Pür dikkat okunması gereken bir eser bu, ben yazarın tavsiyesine uymadan incesaz-Firar eşliğinde okudum(özür dileyerek), söyleyecek fazla bir şey bulamıyorum, ne yazsam hadsizlik olacak gibi geliyor, bu yüzden kısa tutacağıma, ellerine sağlık be Ekrem Hocam.

    Bu sayıda, sigara yakılmasını tasvir eden çok öykü okuduğumu belirtmek isterim;
    ‘…sallanmayı kesti. paltosunun ceplerini karıştırıp bir sigara çıkarttı. zor da olsa yakmıştı. dertleşecek kimsesi yoktu. ‘

    ‘…baba yadigârı daktilosuna bir kâğıt yerleştirdi. odanın ışığını söndürüp birkaç tane mum-ve bir sigara- yaktı. mahrem şeyler aydınlığı sevmezdi.’

    ‘…kadın daha şiddetli ağlamaya başladı. “tamam. peki şöyle yapalım.” bir sigara yaktı. “ben ağlamanızın nedenlerini tahmin edeyim, siz de evet veya hayır deyin.’

    Ölü Ozanlar derneği, Not:Seni Seviyorum, Shakespeare birer birer geçiyor gözünüzün önünden. Daha bir heyecanla bekliyorsunuz sonraki cümleyi. Cümleler yazılırken özenle çalışılmış üzerinde,Van Gogh yeni bir eser yaratıyor ve yanıbaşındasınız;
    ‘…mesela; deli gibi sevdiklerini iddia eder insanlar. bu gariptir zira insanlar genelde sevmediklerini söyledikleri şeylere özenirler nedense. uçmak isteyen bir kaplumbağanın serçeyi dışlaması gibi bir durum işte…’

    Başbakanlık Ekrem koruma müdürlüğü çok hoş;

    'sevgili kadınlar!

    bu mühim bilgiyi sizlere ulaştırmayı bir borç biliriz! bahsi geçen ekrem adındaki şahıs (meczup olarakta bilinir.) kadınlarla ilişkilerinde pek bir pısırıktır. cesareti yoktur. o kadar ki; bir kadına nasılsınız derken bile tek nefeste söyleyemez.

    olur ha gönlünüzü kaptırırsanız;

    ilk yapmanız gereken sakin olmak! bunu ona belli etmeyin! gülüşlerinizle ona ümit verin. her şey yolunda mesajı verin. ona ilgi duyuyormuş gibi yapın. sonra ufak ufak siz onda yer edin.

    sayın bayan baktınız olmuyor, yüzüstü bırakın gidin yahu!

    saygılarımızla

    başbakanlık ekrem koruma bölümü.

    Son olarak söylenemeyenlerle biten bir başlangıç;
    duygularımı sana anlatmak isterdim ama, hissettiklerimin seni üzmesinden korkuyorum. kaybolmaktan korkuyorum. kaybetmekten korkuyorum....

    Öyküler için kesinlikle daha kapsamlı eleştiriler gerekiyor ama kabul ola…
    0 ...
  4. 35.
  5. bir yol hikayesi | sinasizafer

    Bir yol hikayesi, memleketine doğru yola çıkmış bir öğrencinin iç yolculuğunun ve Anadolu’nun kaderciliğinin kısa ve net olarak anlatıldığı bir öykü. ‘Bir Zamanlar Anadolu’da’ yı seyretmiş biri olarak (ki beklentilerim çok daha fazlaydı o filmden) farklı dünyalara gittim, bende o otobüsün içinde şoföre kızanlar arasındaydım.

    Anadoluyla başlayan bir hikaye;
    ‘…anadolu'ya has bir tevekkülle 45 numaralı koltuğa yerleşmişti. zira; her şeyi hayra yorma, tevekkül, kanaat, tevazu, fedakarlık, cesaret, edeb ve yumuşaklık, merhamet, fazilet, kötülük yapana iyilikle mukabele etme ve hep iyi düşünüp iyiye yorma gibi insani hasletler olmaksızın, anadolu'da yaşama tahammül edilemezdi. yaşamak zaten başlı başına bu denli zorken, bir de ekstradan; diğer insanlarla kaynaşmak, hangi davranışları hangi reflekslerle yaptıklarını anlamak, neyi sevip neyi sevmediklerini bilmek, tahammül aralıklarını kestirmek ve daha bir sürü şeyi aynı anda yapmak gerekiyordu.’

    Hayat filmlerde ki gibi değil tabi;
    '...salt karanlıktan başka hiçbir şey yoktu. halbuki filmde, katille olay yerine giderlerken ve durup top gibi ağacı ararlarken, her şey ne kadar da aydınlık, belirgin, açık-seçik.'

    Anadolu insanı tanıtılıyor usulca;
    '...zira anadolu'da erkek olmak; hiçbir şeyden korkmamak, delicesine korkuyor olsa bile kimseye belli etmemekti.'

    Biraz abartılmış gibi: Anadolu insanı, hoşgörülüdür, ağırbaşlıdır. Ağzını burnunu dağıtmaz, gider deli,kanlıca konulur Anadolu insanı;
    '...kuduz bir sokak köpeği saldırırsa eğer onu elleriyle öldürmekti. eve giren hırsızı kovalamak, yakalayıp, bastırıp alaşağı etmekti. geçimsiz komşunun ya da trafikteki hasmının ağzını burnunu dağıtmaktı. en azından dağıtacağını, merak etmemelerini söyleyerek güven telkin etmekti. sokaklarda bağırıp çağıran sarhoşlara, madde bağımlılarına kafa tutmak, canı pahasına posta koymaktı. tüm bunlar, o erkeğin kalemi işler olmasa da, giydirilen elbise buydu ve eli mahkûm giyilmeliydi.'

    Burası çok hoş: milliyetçiliği kılıf olarak kullananlara alttan bir:’Hadi oradan’ deyiş;
    - şikayet var kardeşim, bekleyin.
    - şikayet mi? amirim kim şikayet etsin bizi?
    - ..........
    - biz kimsenin canına, malına, ırzına, namusuna bakmayız. vatanını, milletini seven milliyetçi insanız biz abi.
    - bekle orda!

    Bize çok şey kaybettiren, en kötü huylarımızdandır.
    '...yoksa, salt şark kurnazlığı bu kadar anlayış için yeterli miydi? '

    Hikayenin böyle bitmesi çok hoş, yürüdüğü yol okuyanın evinin yolu olmuş bundan sonra;
    '...ayrılacağı ilçenin otogarına doğru, hızlı hızlı yürümeye başladı.'

    Yazarı tebrik ediyorum, ellerine sağlık sinasizafer.
    1 ...
  6. 34.
  7. azraille düello | hanna

    hanna, öyküsünde, okuyucuyu ister-istemez kendisine çeken güzel bir atmosfer yaratmış.

    bu tür öykülerin kurgulanmasında aşırı olmamak kaydıyla okuyucuya verilen heyecan, olabilecek beklenmedik gelişmeleri kaçırmamak için pür dikkat kesilen okuyucuda, öyküde geçen olay, durum veya diyalogların detaylarını daha iyi algılamaya itici bir etki yaratır ki bu öyküde, bahse konu durum tam kararında sağlanmış.

    iyi-hoş da! ortam sağlandıktan sonra algılanacak yeterince detay yok maalesef! değinmeler çok güzel fakat hep yüzeysel kalmış.

    diyelim ki en dişe dokunur tasvirlerden biri bu;

    "...kasem yutkundu ve ses borusundan çıkıp dudaklarına çarpan heceler gecenin karanlığında uğultu gibi duyuldu..."

    oysa hanna'nın, bu çekirdek kurgu üzerinde öyküyü bir sepet kuşu gibi örebilecek hünerde olduğunu bir çoğumuz biliyoruz. ancak, görebildiğimiz neredeyse tek detay; seher'in çocukluğunda geçirdiği kazalar ve kasem'in onu bu kazalardan koruması ile ilgili olanlar.

    "... sekiz aylıkken öyle güzeldin ki, emekliyordun, bahçenizdeki havuza düştün, yardım edecek kimseler yoktu, sana nefes verdim. 6 yaşındayken geçirdiğin trafik kazasında mucize çocuk diye gazetelerde adının geçmesinin sebebi, seni o arabadan burnun bile kanamadan çekip çıkarmamdı. 12 yaşındaki mantar zehirlenmesinden de kurtulman için elimi karnına koymam yetmişti. 16 yaşında açık kalan doğalgaz vanasından sızan o gaz vücuduna girmeden tek bir üfleyişle onu da engelleyebildim ama, ama sana aşık olacağımı bilmiyordum seher..."

    bu öykü, sanki biraz daha fazla gözlem, tasvir ve karşılıklı diyaloglar ile uzamak istemiş ama hanna buna izin vermemiş gibi bir durum var ortada.

    buna karşın, temanın işlenme şekli gayet iyi, akıcılığı ve bütünlüğü bozan gereksiz zaman geçişlerine yer verilmemiş. öykü neredeyse tek zamanlı olarak başlamış ve bitmiş. bu durum, gel-gitlerden kurtulan okuyucuyu çok rahatlaşmış.

    cümle kurgularında sırıtan, göze batan, aykırı bir taraf ve yazım hataları da görmedim doğrusu.

    sonuç olarak güzel bir öykü olmuş. daha da güzel olabilirdi bence; eğer ki hanna, bu güzel temayı yakaladıktan sonra biraz daha detaylandırabilse idi öyküsünü.

    edit: yazım kuralları.
    1 ...
  8. 33.
  9. sol bekent | sallapati

    Toplumumuzda cinsellik büyük bir tabu olmuş durumda. Bu insanların çok farklı davranmasına sebep olabiliyor. Neredeyse her gün basından takip ettiğimiz haberler; ensest ilşkiler, tecavüz olayları, töre cinayetleri, genç yaşta evlendirilen kızlar. Büyük bir huzursuzluk yaratıyor. Yazar bu durumu gözler önüne seriyor öyküsünde, büyük bir hınçla okudum. Böyle bir durumla karşı karşıya kalan kişinin psikolojisini, topluma yansımasını düşünemiyorum. Öyküyle ilgili yazacağım fazla bir şey yok, yalnız şunu söyleyebilirim ki;

    '...çantasını koluna geçirdi ve hızlıca salondan çıktı.'
    kısmında sonlandırılsa ve gerisi okuyucuya bırakılsa, tam Sait Faik tarzı, daha düşündürücü ve ilgi çekici(bana göre) bir öykü olabilirdi.

    Anlatılan konunun, anlatım tarzı ve imla hatalarından daha önemli olduğu bir öykü okudum. Yazarın yüreğine sağlık.
    1 ...
  10. 32.
  11. trambolinde zıplamak | phoenixs ashes

    Eskilere götüren bir öykü daha, dirsekleri ve dizleri kabuk bağlamışların anlayabileceği bir türden. Duru bir anlatım ve içinde bol miktarda hüzün barındıran cümlelerle.

    Geçmiş hüzündür, geçmiş hazandır.
    '…sohbet ettik diyemeyeceğim çünkü bir sohbet yoktu aramızda. diğer ben sessizliği seviyordu. bir sonbahar hüzünlendirir beni sanırdım. - burada ki hüznün anlamı benim için mutluluktur.-'

    Düş inşa edilir düş üstüne;
    '…köy yerinde çatılar vazgeçilmezleridir çocukların. teker teker çıkarılır oyuncaklar, kilimler. adeta küçük bir ev inşa edilir ev üstüne…'

    Yerini: ‘kapat şu bilgisayarı’ na bırakan serzenişler.
    '…ezan vakti beş dakika daha dışarıda kalma mücadelesi verilir, annenin seslenişine karışan serzeniştine….'

    90 larla olan hesaplaşmamız işte burada;
    '… topraksız kalan suyun da, susuz kalan toprağında başlı başına bir işe yaradığını bildiğim çağımda onları ayrılmaz bir bütün olarak düşünmek istedim. o zamanlarda dizlerimizde kabuk tutsun diye beklediğimiz, tuttuğunda koparılan, koparıldığında da geçmek bilmeyen yaralar unutulmuş, onun yerini bugün yar'a dönüşmüş yaralar almıştı…'

    Bu cümle beni çok hüzünlendirdi, kimi zaman acıyı özler insan, işte öyle bir şey;
    '…minderin yumuşaklığından ziyade bir sertlik hissettim. dizim de o tarifsiz sızı. bu acıyı nasıl da özlemişim…'

    Yazara içten bir eyvallah derken öykünün sonundaki linkin açılmadığınıda bildirmek isterim.
    2 ...
  12. 31.
  13. bir robotun son anları ve özgürlük | oyledegildeboyle

    Öncelikle çok farklı bir konu olduğunu söylemek gerek, verilmek istene savaş karşıtı mesaj, vermek için kullanılan kahramansa robot, farklı hikayeler okur gibi oluyor insan; bir yandan, teknoloji ve savaş endüstrisinin büyümesi,diğer yandan, savaş karşısında ki barışın son çırpınışları. Yazarı tebrik ediyorum. Zeka kokan bir öykü dökülmüş kaleminden vesselam,bu tarz öykülerini okudukça onu daha iyi anlayacağımızı düşünüyorum.
    2 ...
  14. 30.
  15. gökyüzünden yeraltına düşen çamur damlası | moderndaycowboy

    Vazgeçilmez konuya(aşk) farklı bir bakış, bu kez yeraltında başlayıp, grek mitolojisinde son bulan bir öykü, belli bölümlerde öykünün koptuğu hissine kapılsanız da, öyküyü akıllıca kurgulamış yazar.

    çelik parmaklıklar ve insan ruhu, aslında kendimize mahkumuz;
    '...hastahanede o parlak ve çelik parmaklıklar aslında eksilen bedenimizden bir parça değil, ruhun parlak odalarıdır.'

    Bazı şeyler yalnız isimde değişir, öz olarak aynıdırlar;
    '...işte birine para veriyorsun boklu patates yerine boklu karides koyuyorlar önüne. fiks. '

    Doğuştan gelen istemsiz hareketler;
    '...hayır ben burada oturup hemşirelerin bacaklarını seyrederken hindistancevizli hayaller kuracağım.'

    Bu soru hangimize sorulmadı ki!;
    -kendine seçtiğin bu hayat dışında başka hayatlar da olduğunu düşünmedin mi? çevrendeki insanları üzmek yerine kendine bir hobi bulmalıydın.

    Bukowski vari cümleler ve yeraltına giriş;
    '...anlamıyorsun değil mi? dünya üzerindeki hiçbir hobi beni ilgilendirmiyor. oldum olası spordan da nefret ettim, biri hariç. o da seks. dünyanın en yüce sporu, çünkü her iki taraf da kazanır! dünya ters dönmüş bir arabanın arka tekerleği kadar boşuna dönüyor. varlığımızı anlamlandıran şey ise sekstir. eğer bir yaratıcı vasa bu dünyayı insanları rahatlatmak için yaratmadı, ne bir ağaç ne bir hayvan, ne de gökyüzü hepsi bizi sıkıntıya sokmak için var edildi. yağmurun ıslaklığı sonucu kulübeler inşa ettik, hayvanların vahşi içgüdülerine yem olduk, ağaçlardan ise hep nefret ettik, çakmağımızla her fırsatta doğa anaya kafa tuttuk, şimdi ormanın zemininde kozalaklar yerine saatli napalm bombaları olan bira şişeleri var. beyin krizi geçirmeden önce dünyadaki bütün kadınları düzmek istiyorum. düzüşmek.. sonra deliksiz bir uyku…'

    Devamlı değişen bir evren de yaşıyoruz sonuçta;
    '...tanrılar yarattığı mucizeye tanıklık ediyordu şimdi. görünmez ok yaydan fırladı, güneşin aydınlattığı gökyüzünü deldi, kalplerin tam ortasında kocaman görünmez bir delik açtı...'

    Nasıl ki Şehrazad'ın masalları Şehinşah'ı yola getirdiyse, Eros'un okları da insanı yeraltından çıkarabiliyor. Bunu tekrardan hatırlattığı için moderndaycowboy'un kalemine sağlık, bu tarz öyküleri devamlı okutur umarım.
    2 ...
  16. 29.
  17. savaş denen kahramanlık | mbaran

    Kapalı imgelerle süslü, modern bir savaş yorumu, bir ailenin piknikle başlayıp karanlıkta biten öyküsü. Kafka romanlarında ki o bilinmezlik, insana kurtulsan artık şunlar dedirten bir anlatım, okuyucuya bunu dedirtmek kolay olmasa gerek.

    Savaş nedir? insanları öldürmek, nefes olan bir organizmayı, havasız bırakmak mı? Eğer öyleyse delirmiş bir askerin şehri taramasıyla, savaş meydanında iki ordunun birbirini yok etmeye çalışmasının fazla farkı yok;
    '...bence kafayı yemiş bir asker tüm şehri katlediyor…'

    Suçluluk duygusu ne kadar güzel verilmiş burada, hangimiz masumuz ki?
    '...adam bir kişinin daha kendisi yüzünden ölmesini istemiyordu.'

    Vazgeçilmez olan vicdan vurgusu;
    '...genç pilot adayı, kararını vermişti: tepeye ulaşmanın bir yolunu bulacaktı. aileye silahları verdiği için artık kendini vicdanen rahat hissediyordu....'

    Hikayenin gidişatını bozan bir cümleydi bu bana göre. Gayet kapalı, kendi içinde çözülen bir anlatım varken, birden bire silah gücünden bahsediliyor, oysa ki o cümleye gelene kadar, tankın kurşun geçirmez camını delen,ölüm makinesi(!) bir silah var zaten ortada;
    '...acaba pilot adayı ne yapmıştı? belki bir duvarın dibinde cansız yatıyordu… kahramanlığın savaşta her zaman geçerli olmayacağını, modern savaşlarda artık şansın, silah gücünün; sayıca kalabalık olmaya, kahramanlığa göre daha önemli olduğunu biliyordu.'

    Büyük bir çaresizlik eşliğinde son kısma giriliyor, sonrasıysa karanlık;
    '...köşeye sıkışmışlığın korkunçluğunu bir defa daha hissetti adam. öldürülecek miydiler? ölüm korkusunun karnında bir sancı gibi gücünü kestiğini hissetti.'

    Okuyanı yoran, olayı çözmesine sevk eden öyküler hem yazanı hem okuyanı geliştirir ve geniş açıyla düşünmeye, görmeye, dinlemeye sevk eder: Tüm bunları yaptığı için mbaran'a teşekkürler.
    2 ...
  18. 28.
  19. yıldız tozlarıyla sihirlenmiş haziran gecesi | inanna salome

    Harmanlanmış konular; insanın yalnızlığı, insanın doğa ile ilişkileri ve evren. inanna Salome bolca emek harcamış, su gibi akan fantastik bir öykü çıkarmış. Tanrı: sarhoşları, çocukları ve mizahçıları korur(Yanılmıyorsam Oğuz Aral'ın bir cümlesi). Bense şöyle diyorum; Tanrı: sarhoşları, çocukları ve şairleri korur. Bu sarhoş bir kahramanın kurduğu düş değil insanda ki boşluğun dökümüdür bana kalırsa.

    Bir soruyla başlamış öykü, soruların cevabını içinde barındıran yüzlerce güzel cümleyle kaplı, harika bir metin;
    '...bu koskoca evrende, sonsuz ya da sınırlarını henüz bilmediğimiz uzayda nasıl yalnız olunur, mümkün mü bu?'

    Biz kimiz evrenin neresindeyiz, dağla deniz arasında bir yerde belki;
    '...gökyüzünde pek çoğu ölü, milyarlarca yıldız; ayaklarımızın altında, milyarlarca ölü foraminifer ve kendilerini ayrı ayrı evrenin merkezi sanan insanlar...'

    Belki de kurtuluş doğaya dönüştedir, Christopher Mccandless’ın yaptığı gibi;
    '...ben değil miyim, foraminiferlerin varlığını öğrendikten sonra kumlara sevdalanan.'

    Estağfurullah hocam;
    '…şişeyi yarıladım ama hala hayyam gibi gökbiliminden felsefeye, aşka uzanamadım.'

    Biz sandığımızdan daha değersiz varlıklarız, binlerce tür canlı varken;
    '...ayrıca biz de ölünce fosilleşiyoruz; kum tanesi güzelliğinde olmasak da petrol filan oluyoruz işte.'

    Ve kurtuluş yolları; insan harici bir şey;
    '...ama eğer, sen alaaddin'in sihirli lambasından çıkan bir cin olsaydın; senden tek bir dilekte bulunurdum. evet tam isabet; güzeller güzeli deniz kızının, eftalya'nın şimdi yanıma gelmesini dilerdim...'

    Zaman olur, dinleyecek kimse yoktur;
    '...kum taneciği tüm bilgeliğiyle adamı dinlemekte...'

    Yeşilçam’dan alışık olduğumuz mutlu sonlardan değil belki ama olsun;
    '...elindeki o uzun şey de şarap ise hayallerim gerçek olacak demektir. hem şarap hem deniz kadını...'

    Bildiğim kadarıyla Erguvanlar sadece Boğaz çevresinde yetişiyor, fazla bilgi verildiği için burada bir karmaşıklık olmuş olabilir, belirtmek istedim. Şu sıcak yaz gecesinde, bize evrenler arası seyahat yaptırdıktan sonra, Fethiye tarafında denize karşı şarap içtiren yazarın yüreğine sağlık.
    2 ...
  20. 27.
  21. asal günler | forrest

    dışarıdan şöyle bir bakıldığında, klasik-dramatik türün bir örneği gibi duran bu öykü, bence hiç çekinilmeden lirik olarak adlandırılabilecek düzeyde coşku doludur. seviyeli bir isyan hali, öykü süresince kendini göstermektedir.

    dingin gibi görünen fakat içerisinde fırtınalar esen bir kahramanın bünyesine konuşlanan öykü yazarı, fikirleri ve eylemleri ile elde kılıç, adeta kelleler almaktadır umarsız bedenlerden.

    - örneğin, uzun zamandır kamuoyunu meşgul eden şu vicdani ret mevzusu... konu ne kadar sakin bir üslupla fakat aynı zamanda hançer gibi can alıcı keskin ifadelerle ele alınmış. sanki ele alınan konu değil birilerinin ciğerleri ve tam anlamıyla yerinden söküldükleri anlaşılıyor.

    "...öğle saatlerinde yaralı bir düşman askeri yakaladık, 17-18 yaşlarında görünüyordu. albayın yanına götürürken, suratında-ki donukluğu farkettim, gözlerinde-ki korkuyu; 'ne işim ver burada benim!' der gibi bakıyordu. ne için savaşmıştı? ben ne için savaşıyordum? benim de tutsak edilme ihtimalim vardı, benim de tek kurşunla ölme ihtimalim vardı, işte o zaman her şey bitecekti, ne devlet kalacaktı ne de başka bir şey..."

    - hemen ardına şunu bağlarsak daha da belirginleşecek durum;

    "...ama ben şimdi,atsız bir asker olarak;

    yelkenlerimi açmış,okyanusun ortasında,neyi keşfe çıktığını bilmeyen bir akdenizliyim. kızılderiliyim, henüz tanımıyorum beyaz adamı, beyaz bir at görüyorum, koşuyor uçuruma doğru. arap çöllerindeyim nedensiz yere. orta asya'dayım göçüyorum batıya.bizim evin bahçesindeyim kuşları seyrediyorum, sonra adını bilmediğim zamansız açmış bir çiçek görüyorum, adı olmadan çiçek olmasının bir anlamı var mı bilmiyorum.sahi neydi senin adın..."

    - ve nihayet;

    "...merhaba. ben bir askerim, babam öldüğünde 3 yaşındaymışım. onun mezarına ilk kez gittiğimdeyse 7. annem onun hakkında fazla konuşmazdı. şu yatakta koluna serum bağlı olan, yeşil gözlü güzel kadın, işte o benim annem. ben babasız büyüdüm. 27 yaşında,annemin deyimiyle 'atsız bir askerim'..."

    forrest'in yumuşak-sert bu üslubunu ben çok beğendim. inanın! bir yazar olarak bu üslubu koruyabilmek çok zordur. zira, an olur bir heyecana kapılıp açıktan veryansın etmeye başlarsınız ki o ana kadar ortaya koyduğunuz çabanın, yaptığınız işin kıymeti harbiyesi kalmaz.

    kısa fakat başarıyla kurgulanmış, etkileyici bir öykü bu. sözcükler, dokunaklı fakat olabildiğince yalın ve anlaşılır cümleleri kurgulamak üzere özenle seçilmişler.
    0 ...
  22. 26.
  23. iki nokta üst üste aç parantez | experimental

    - aslına bakarsanız, bu öykü çok değerli bir fotoğraf...

    herhangi bir kentin en ünlü meydanında, önden arkaya doğru en popüler insanların sahte gülüşleriyle canım-cicimleştiği, sağ yanda ünlü kafelerin, sol yanda ünlü modaevlerinin bulunduğu ve residence'ların göğü adeta delercesine yükseldiği arka fonu ile bir tüketici toplum fotoğrafı bu.

    ona dikkatlice bakan bir göz, birbirlerine sahte gülücükler atan onca insanın, kendileri için tüketebileceklerinin çok çok üzerinde üretilmiş tüketim mallarıyla birlikte, birbirlerini de hızla tüketme niyetinde olduklarını göz bebeklerinden okuyabiliyor. onun sahte ve kirli yüzünü, çekildiği meydana tam anlamıyla seren bir fotoğraf. o ne mi dersiniz? kapitalizmin ta kendisi...

    - her şey tüketim için! varsın lüzumsuz olsun ne gam!

    - söz tüketimi,
    - zaman tüketimi,
    - para tüketimi,
    - mal tüketimi,
    - insan tüketimi.

    - sahi, bir hilal cebeci vardı, ne oldu onun memelerine? onu da mı tüketti bu medya!

    kaliteli bir fotoğrafçının elinden çıktığı da belli. zira, çerçeve çok iyi ayarlanmış, enstantane ve ışık ayarları ise mükemmel. en ince detayları görüp birer-birer birleştirebildiğiniz, pırıl-pırıl ve tek kelimeyle 'kusursuz' bir fotoğraf.

    bir olay-bir diyalog kurgusu içerisinde, ilgiyle ve çok rahat okunan bir aşk hikayesi. ilginç tarafı sonu iyi bitmiyor ama hüzünlendirmiyor da zira, öykü içerisinde okuyucuyu şaşırtan hiç bir olay yok! düşünsenize, biten bir aşk bile sızlatmıyor kimsenin yüreğini; o denli ucuz ve değersiz her şey, aşk bile.

    'kaliteli olan her şey değerlidir diyemeyiz. zira, varlığa değerini veren de nihayetinde insandır.'
    0 ...
  24. 25.
  25. not defteri ve başlangıç | euzerque

    felsefi söylemler içeren öyküler, çoğu kez okuyucunun yalnızca usunda şekillenen belirmeler yaratırlar. bunun temel sebebi, insan mantığını harekete geçiren ve onu, mantıksal yürütmelerle elde edilen çıkarımlara iten, nihayetinde ise belli sonuçlara ulaştıran bildik etkileridir.

    bu tür söylemleri baz alan öykü kurgularında, salt mantığı dışında, okuyucunun duygularını da harekete geçirebilmek, diğer bir deyimle duygusal altlığını başarıyla doldurabilmek, yazarın bu husustaki becerisi ile mümkündür. aslına bakılırsa, teknik bir söylemin öyküleşebilmesi için bu bir gerek şarttır. aksi taktirde eser, öyküleşme sürecini tamamlayamadan teknik bir yazın olarak kalmaya mahkum olur.

    yazarımızın burada, Edward W. Said'in "...Başlangıç yalnızca bir eylem türü değil, aynı zamanda bir ruh hali, bir çalışma şekli, bir tavır, bir bilinçtir..." söylemini baz aldığını ve öyküsünü bu söylem etrafında örgülediğini görmekteyiz.

    okuyucu olarak, yukarıdaki söylemin adeta bir başlık halinde kullanımını ve yaşamsal eylemlerle desteklenmesini, olabildiğince sade anlatımlarla bekliyorken, yeni ve düşünmeye zorlayan felsefi ifadelerin devamı, kullandığı üslup itibarı ile yazarı oldukça farklı kılmış.

    örneğin, iki olumsuz ifadenin ardı-ardına kullanıldığında okuyucu üzerinde yarattığı olumlu etkiden çok daha etkin ve değişik bir tat veren şu sanatsal ifade gerçekten takdire değer;

    "...sayfanın üzerindeki yazıdan yansıyan bakışları ele veriyor onu. duyarsızlığa olan duyarsızlığıyla, okuyor..."

    -dır, -dir ekleriyle bezeli, kibirli, geniş zaman tespit cümleleri kurmaktan kaçınan mütavazi bir kişilik, aşağıdaki ifadeyle ne de güzel betimlenmiş;

    "...henüz geniş zamanlı eylemleri bulunan cümlelere hapsolmamış, şimdiki zamanın da olsa olsa rivayetine yer yer takılan bir varlık."

    ve işte! çok başarılı bir tespit cümlesi daha;

    "...okumayı yeni öğrenmiş bir çocuktan daha değerlisi varsa o da sanırım okumayı keşfeden genç..."

    euzerque neredeyse bir a4 sayfasına sığdırdığı öyküsünde, vermek istediklerini, başarıyla ve sıkmadan okuyucusuna ulaştırabilmiş. ancak, üslubunda okuyucuyu yoran bir hava da yok değil. keşke, biraz daha sıcak ve anlaşılır ifadelere yer verebilseydi umarım, öyküsü çok daha geniş bir kitle tarafından algılanabilecek ve ilgiyle okunabilecekti.
    2 ...
  26. 24.
  27. benim artık umudum yok | efervesantadem

    - samimiyet...

    bu duygunun varolduğu her öykü etkiler beni. yazarın bir okuyucu olarak bana değer verdiğini ve gerçek düşüncelerini, duygularını, yaşanmışlıklarını, kahramanları aracılığı ile ya da doğrudan kendisi olarak benimle paylaşmakta olduğunu gösterir.

    bir dost sıcaklığında geçer sohbetlerimiz; o anlatır, ben düşünürüm. kimi zaman, bir ayna gibi benim yaşamımdan da kesitler aktardığı olur. kısacası sıcaktırlar, hoşturlar ve çoğunlukla okuyana ait de bir şeyler barındırır anlattıkları.

    o denli samimidir ki; neredeyse fetişizme varan anlatımlarının altında hiçbir kötü niyet görmez, aramazsınız;

    "...göğüs görmek istiyordum. göğüs derken bildiğin meme yani. kız memesi. dergilerde, vhs videolarda ya da küçüksu plajında gördüklerim gibi değil. ben bana ait olan bir çift meme görmek istiyordum. bir kız olacak, benle sevişmek isteyecek ve memelerini bana gösterecek. hatta dokunabileceğim. ucunu değil de daha çok bu alt tarafında aşağıya doğru olan bombeli kısmı varya işte ben oralarını avucuma almak eğilip de memeyi alttan öpmek istiyordum..."

    kendini farklı ve üstün göstermek gibi bir niyeti olmadığı gibi korkularını, çekingenliğini ve hatta zayıflıkları olarak gördüğü yönlerini açık yüreklilikle paylaşmaktan çekinmez.

    "...onu dışarıdakilerden koruyamamıştım. o her şeyini varlığını canını bana emanet etti ama ben sırtımı dönüp uyudum. bundan sonra ne yapsam vicdanım rahat etmeyecek. benden hesap soracak biliyorum. günü geldiğinde allah ona dil verecek ve o beni patisiyle gösterip şikayet edecek..."

    öykünün geneline baktığınızda çok da etkileyici, merak uyandırıcı, heyecan verici şeyler yoktur fakat tüm sadeliği ve içtenliği ile bir yaşam bulursunuz onda; gerçeklerle çelişen hiçbir unsur içermeyen.

    "...fakir değildik biz. yani her akşam evde yemek olurdu. hep giyeceklerim oldu. mutlaka bir çift ayakkabım vardı.akşam yemekden sonra annem çay demler daha sonra da tüm aile topluca onun soyduğu meyveleri yerdik. fakir olmamak başka bir şeydir, paranızın olması başka bir şey. bizim, paramız yoktu..."

    bildiklerini duymak da zevk verir insana bazen. hele ki kahramanlarının yaşamında, kendi yaşamından kesitler de bulabiliyorsa, daha bir anlamlı olur okuyucu için, kalemden kağıda dökülen gerçekler.

    kalemine sağlık efervesantadem; büyük keyif aldığımı söylemekle yetineceğim bu sıcak anlatımın ve belirgin samimiyetin için.
    2 ...
  28. 23.
  29. azraille düello | hanna

    Hanna'nın yazdığı öykülerde ki acı çeken karakterlerden biri daha ve şaşırtıcı bir son. Açıkcası öyküyü okurken kendimi benzer bir sona hazırlamıştım, öykülerinde belli bir seviyeyi tutturabilmiş bir yazar. Yazılanları okurken bir kez daha hatırlıyoruz hepimizin peşinde bir gölge olduğunu.

    Keskin bir giriş ve okuyanın sorduğu ilk soru: kasem kim?;
    '...kahretsin dedi arabasını durdurdu ve hızla indi. yatan adamın yanına giderken gözlerine hücum eden yaşları elinin tersiyle sildi. dudaklarından dökülen ilk kelime 'kasem' oldu.'

    Merak biraz daha artıyor;
    '...unutacak kadar bile vakit yok. beni affet.'

    Ve sonuç, en azından ben öyle zannediyordum;
    '...ama sana aşık olacağımı bilmiyordum seher. inan bana, bilmiyordum. biz ölümlülere aşık olamayız ki.'

    işte yazarın öykülerini güzelleştiren sonlardan biri daha;
    '...birkaç saniye sonra genç kızın cansız bedeni yemyeşil çayırın üzerine düştü ve simsiyah kanatlar göğe yükseldi. uçlarından kan sızıyordu.'

    Dini motiflerle süslü bu öykü,Ramazan münasebetiyle daha bir anlamlı olmuş.
    Naçizane görüşüm: 'Kasem' kelimesinin anlamı açıklanmayıp, bunu bulmak okuyucuya bırakmak daha hoş olurdu.
    Öykünün en göze batan yeriyse;
    '...genç kızın alelacele park ettiği arabadan pink floyd'un sorrowu duyuluyordu.' cümlesiydi, böylesine bir öykünün uhrevi havasını hafiften bozmuş bu cümle.

    Mürekkebinin tükenmemesi dileklerimle, hayal dünyana sağlık Hanna.
    1 ...
  30. 22.
  31. iki nokta üst üste aç parantez | experimental

    günümüzün postmodern hastalığı iletişim teknolojisi, insanın merak duygusunu kullanarak büyük kitlelere ulaşılabiliyor artık. Seslerini duymadıkları insanlarla konuşup, düzenin doğurduğu yalnızlığı yine düzen içinde bitirmeye çalışan mutsuz bir kitle. Çoğu zaman buna değiniliyor, bunun internetten yapılması içinde bulunduğumuz tezata ve çaresizliğimize Çin malı bir ayna tutuyor, bu ironiden hiçbir türlü kurtulamıyoruz, öyleyse yaşasın tüketim toplumu, ellerine sağlık experimental.

    Öznel görüşler anlatıldıktan sonra, konuşmalara geçen kısımlar sırıtmamış tabi bu da daha bir okunur yapıyor.

    Öykü hepimizin aklından geçen şeylerin özenle seçilmiş cümlelerle kağıda dökülmüş hali. Hepimiz tüketiyoruz hem de büyük bir bağımlılık ve hızla. Bana kalırsa cep telefonları, farklı bir isim altında reçeteyle satılmalı;
    '...her sene telefon değiştiren birinden, size bağlanmasını nasıl beklersiniz ki?'

    Yazar hepimize büyük bir hınçla bağırıyor aslında;
    '...ne yapsak paylaşıp, alkışlanmak istiyoruz, ama şunu unutuyoruz belki de, insanlar sadece övündükleri şeyleri paylaşırlar diğerleri ile...'

    Yalnızca resme ve paylaştıklarına bakarak bunu düşünmek, evet hepimiz sahtekarız, zavallı egolarımız altında eziliyoruz.
    '...oldukça kültürlü olduğunu düşündüm, bu güzellik, bu kültür, onunla tanışmalıydım... '

    Hikayenin önemli cümlelerinden,bunu haykırmak istemişimdir hep: bakışları mağrur, rüzgarla birlikte yürüyen kızlara;
    '...bu kadar abazan bir toplumda, kadınların halen peşlerinde koşan adam sayısıyla mutlu olmaları güldürüyor beni.'

    Ah! biricik maskelerimiz;
    '...kitapların ilk baskısı iki bin adettir, ve bu adamın hiç bir kitabı 2. baskıyı yapmadı...'

    Ve işte sonuç, işte kendimiz sormaktan korktuğumuz soru;
    '... neden hakkındaki her şeyi bilsin istiyorsun insanlar? '

    Sanal evrene dönüş ve tabi ki Meriçler;
    '...hisleri iki nokta üst üste ve aç parantezdi, hemen sonrasında ise bir cem adrian şarkısı paylaşmayı ihmal etmedi, 94 erkek "canım neyin var" dedi,'

    Experimentalin Oğuz Atay'a yazdıklarını ve Odtü maceralarını büyük bir zevkle okumuş bir insan olarak, onun yazdığı öykü hakkında söz söylerken biraz daha dikkat edilmesi lazım diye düşünüyorum, iyi ki varsın, iyi ki yazıyorsun hocam.
    2 ...
  32. 21.
  33. not defteri ve başlangıç | euzerque

    metis ajandası olsa gerek.

    defterler her zaman güzel hediyeler olmuştur, öyküde ki defter farklılığın simgesi, sonlara doğu bu farklılık ortadan kalkıyor. biri edebiyata meraklı diğeri şebnem ferah'tan dem vuran iki arkadaş. küçük hediyeler farklılıkların giderilmesini sağlayabilir, burada defter yerine nietzsche'nin bir kitabı anlatılmış olsa çok daha farklı olurdu, içindekileri okuyup kendi notlarını alabileceğin bir defter başlangıç için ideal bir seçim.

    '...her sağ sayfasının altında bir cümlesi, her iki sayfada bir söyleyecekleri olan not defteri. sayfayı her çevirişinde bir heyecan.'
    canlı bir varlıkmışçasına.

    '...okumayı yeni öğrenmiş bir çocuktan daha değerlisi varsa o da sanırım okumayı keşfeden genç...'
    harika tespit.

    '...henüz geniş zamanlı eylemleri bulunan cümlelere hapsolmamış, şimdiki zamanın da olsa olsa rivayetine yer yer takılan bir varlık.'
    sebepsiz yere hoşuma gitti bu cümle.

    '...ve her kelâmın kitabından devam ederek tekrarlayamayacağı yaşamına yeni bir yön çizdi.'
    her kelam bir başlangıç değil mi zaten! yeni şeyler söylemek, yeni bir ufuk keşfetmektir bir nevi.

    '...not defteri hâlâ bitmedi. sayfaları tükenmek bilmedi. ne anlatacakları, ne dinleyecekleri sona ermedi.'
    burada bitmeyen sadece defter değil anılar, dostluğu ve okuma şevki aslında, ne güzel anlatmış euzerque, dolu bir öykü daha, üzerine düşünülmesi lazım, kalemine ve defterine sağlık.
    2 ...
  34. 20.
  35. benim artık umudum yok | efervesantadem

    Bir çok şeye inanmamız gerektiği öğretildi bize ve tabi bir de umudumuzu kaybetmememiz, ama umut satan internet siteleri var artık.

    Hikaye orta sınıf bir ailede doğmuş klasik Türk erkeğinin yetişme dönemlerini kısa şekilde dolu cümlelerle anlatmış.
    Bisiklet hayalleriyle uyumuş, karambolde kalmış, kızlarla konuşurken hiç olmadığı kadar çekingen olan, ben onu seviyorsam o da beni sevecek diye ahkam kesen ama o kızın gözlerine bakmaya korkan, şimdiki nesle göre daha masum bir neslin isyanıydı bu öykü. Değişmeyen tek şey gelecek kaygısı oldu belki ülkemizde.
    Bundan 10 yıl sonra aynı tarz bir öykü yazılmaya çalışılsa, misket yerine ıpadlerden, bisiklet yerine laptoplardan bahsedilecek. işte bu yüzden o dönemlere yetişebilmiş biri olarak büyük zevk aldım öyküden. Yazarın hatıralarını sağlık.

    Bu arada; bir ihtimal vardır her zaman *
    2 ...
  36. 19.
  37. evlere bakan adam için gayri resmi bir önsöz | bwahahaha

    internet ortamında sözlük tarzı paylaşım sitelerinin rağbet görmesinin temel nedeni, dışarıda söyleyemeyeceğimiz çoğu şeyi burada yazabiliyor olmamız. Kimse bizi tanımadığından, nesnel eleştirilerde alabiliyoruz. Eylem yapma, yanlış gördüğümüz eylem ve fikirleri çağdaş bir biçimde dile getirebilme (eleştiri) en temel haklarımızdan olmalı. Bir insanın canına ve malına kastetmediği halde tutuklu durumda bulunan, öğrenim hayatı biten, mesleğinden olan hatta ölen çok insanımız var, maalesef. Yasaklı kelimelerimiz var, bu yüzden diyebiliriz ki mühim olan kelimelerdir, umarım sanal ortamda özgürce yazdıklarımızı sokakta rahatça konuşabileceğimiz dönemler gelir.

    Eylem ve yasaklar konusuyle ilgili bir öykü görmek beni çok mutlu etti ve içimi dökmemi sağladı. Ustanın eşliğinde eleştirilerime geçebilirim.

    kurbağalara bakmaktan geliyorum
    dedi yakup, bunu kendine üç kere söyledi
    masalarda oturmuşlardı. ben oradan geliyorum
    yazı makineleri, kağıt sesleri
    ben oradan geliyorum. (Edip Cansever)

    Öykünün giriş cümlesi büyük bir heyecan ve merak yaratıyor. Gözler mi?Ne gözü be daha yeni başlamıştık!
    ‘…gözleri... aklımda kalan tek şey, o tek parça anı onun gözleriydi, benimkileri yakalayıp azılı, iğrenç bir suçluymuşçasına tutsak etmişlerdi, ağlamakla acımak arasında bir yerlerde, aklımda kalan tek şey onun gözleri...’

    Kahramanının tanıtımı, ruhsal çözümlemesi gayet başarılı atlatmış yazar;
    ‘...kendime addetiğim görevin ağırlığına bakın hele!-yorulmamak mümkün mü zaten, bunca farklı insan, bunca farklı yüz, bunca farklı el farklı salınırlar omuzlarının ucunda, bunca farklı koltuk altı farklı kokar hepsi, bunca göz hepsi farklı bakar sana... işte buydu beni yoran, fiziksel bir yorgunluk değil, bulunma haliydi, orada bulunma ve tüm bunları farketme hali...’

    Başlangıçta değindiğim şey: eleştiriyi serbestçe yapabilmek, sanat kullanarak yapabilmek, öykü içinde sıkmadan, fazla belli etmeden verebilmek , işte budur;
    “…ne yapacaksın, durun! mu diyeceksin?, bu yaptığınız suç mu? ikisinin de anlamsız olduğunu bilerek nereye gidiyorsun? sana bunu yaptıran ne? aptal cesareti bu biliyorsun. bir amacın bile yok? acı çektiğinin bile farkında değilsin değil mi? ne yapacaksın? zırhlı polisleri dövebileceğini mi sanıyorsun? ne yapacaksın? ne? ne yapacaksın? ne?!...”

    Bu cümlenin zihnimde meydana getirdiği reaksiyonları formülize edip yazmak isterdim ama yapmayacağım bunu, sadece cümleye odaklanalım;
    ‘…apar topar kaldırıyorlar kızı ayağa, iki polis, iki kolunda, henüz kelepçe takılmamış, omuzları fazlaca yüksek, farkediyorum, üstü başı rezil durumda, yalpalayarak yürüyor, yavaşça gidiyorlar, sonra, bir an, sadece bir an, arkasına dönüyor kız, bana bakıyor, ama bir böcekmişim gibi değil insanmışım gibi, ve gözleri...’

    SiGARA yakan adam tasviri okumayalı çok olmuştu, malum yasaklardan ötürü, birinci kısmın sonuna konsaydı, bu kısım daha hoş olurdu diye düşünmekteyim (kahramanın çaresizliğinin vurgulanması açısından)
    ‘…bir sigara yaktı, tıpkı filmlerdeki gibi, hızlı ve etkileyiciydi bunu yaparken, kafa hafifçe öne, gözler kısık, dudaklar kıvrılmayacak derecede büzülmüş, sigara ağızdan neredeyse sarkmaktadır, dirsekler bükülmüş iki eli çakmağı kendine güvenli bir şekilde ağzına götürüyor…’


    2. bölümde olayın akıcılığı giderek artmakta takip edilen bir insan ve çözülmesine ramak kalmış bir sır, bu arada kahramanın yalnızlığı, toplumdan kaçışı şöyle anlatılıyor;
    '...bir süre böylece yürüdüler, sokakta insanlar, takip ettiği adam ha bire çarpıp duruyordu insanlara, o ise arkasından bir canbaz gibi, itinayla insanların aralarında bırakmaya özen gösterdikleri o “edepli boşluk”ları buluyor ve onların içinde seyahat etmeyi tercih ediyordu...'

    Son bölüme esrar öyle bir çözülüyor ki, Ankara’da göbeklerini büyüten amcalara, onların gölgesinden faydalanan yancılara sözcükler hazırlamaya başlıyorum istemsizce;
    ‘…ben bekliyor muydum, bekliyorsam üç yıldır neden gidiyorum o eylemlere…ne önemi var eylemlerin, gözleri var sadece benim için, artık, sadece gözleri, bedenimi yakıyorlar, geçen her dakika daha fazla, öldü kız, göz göre göre, iki ezik, mor bacaklar, defalarca tecavüz… aklımda sadece gözleri var dostum, sadece öyle hatırlayabiliyorum onu, ne ağzı ne kelimeleri ne vücudu sadece gözleri, bedenimi yakıyorlar, geçen…’

    Bwahahaha’nın ellerine sağlık, öyküsü için teşekkürlerimi ve nickinin anlamını öğrenme hususunda ki derin merakımı iletmek istiyorum.
    2 ...
  38. 18.
  39. sukut ı istifham | bandini

    Elif Şafak’ın Pinhan’ını okuduğumda 19. Yy istanbul’una gitmiştim (Kartpostallardan gördüğüm kadarıyla), bu öyküyü okurken, eski Osmanlı kahvehanelerinden birinde orta şekerli kahve içmekteydim denize karşı(bir taraftanda tüm kapitalistliğimle kahvehaneler zinciri kurma fikriyle)

    Öykü başlangıçta sıkıcı gelebilir, kelimelerin anlamlarını bilmemek insana yılgınlık hissi veriyor ama bunları bilmemek benim eksikliğim biryerde, malum teknoloji gelişti Osmanlıca-Türkçe sözlük eşliğinde okudum hikayeyi, Hallac-ı Mansur’un En-el Hak olayın hakkında az çok bilgim olduğundan daha bir anlamlı geldi öykü.

    Mühim olan kelimeler, Hak ile Hakk’ın arasında ki fark gibi. Dikkatimi çeken cümleler şunlardı ;

    ‘…eski usül manda mahsülü kapaklı siyah bir iblisti o neşriyyat.’
    Bu cümlede kitabı betimlemede şu üç kelime; manda, siyah ve iblis çok uyumlu üzerine düşünülmüş olduğu belli, yalnız neşriyyat değil neşriyat olsa gerek.

    ‘…artık şunu bilmek gayri kabil: şu iskeleden hayli geçkin vakitte atlayan sarhoş bir adem oğlu görsem acaba şevk ile atlayıp onu kurtarır mıyım yoksa mühürlenmiş kalb ile yoluma düşer bir de pervasız şarkı çağırır mıyım?’
    Yanlış hatırlamıyorsam Camus’nun Düşüş’ün de benzer bir çözümleme vardı, bu kısımdan sonra kahramanın varoluşçuluğa geçişi olarak algılanıyor burası, tam yerinde yazılmış bir cümle.

    '...tanrı tanrıdır, evren de evren.
    çirkin ve kötü yok.'
    Naçizane görüşüm bu cümle Hallac-ı Mansur’dan bahsedilen bölümü daha yakın olabilirdi.

    ‘…çay da katran mübarek! zihnim kayıyor bak yine. biraz da şu tarafa yürüyeyim. vahdet-i vücud demiş zat.‘
    Çay olmasıydı bu öyküde Osmanlı manzarası eksik kalırdı.

    ‘…terlemeye başlamıştı iyice. kalbinin atışını duyabiliyordu. sanki boynunda sakil bir cüce cin oturmuş cigara tellendiriyordu. canan! ne hoş sada!’
    Ter, kalp atışı, canan ve sigara daha ne söylenebilir ki.

    ‘…esas hakikat nerede? hallaç’ ın derisi koyun gibi sıyrılırken ikrar eden dostları esas kefere değil mi?
    Hallac_ı Mansur’u bu şekilde kullanmak büyük yaratıcılık, hoş bir seda bıraktı zihnimizde bandini.

    Başlangıçta yazdığım gibi mühim olan kelimeler, kelimeleri bu kadar ustaca kullanabildiği için bandiniyi tebrik ediyorum, diğer öykülerini de sabırsızlıkla bekliyorum.
    3 ...
  40. 17.
  41. biri bizi öldürüyor / alpi

    ilk kez Biri Bizi Gözetliyor programını seyrettiğimde 7. Sınıftaydım. Aynı eve kapatılmış, farklı dünya görüşleri ve zevklere sahip insanlar, büyük ödül için her türlü çirkefliği yapıyorlardı. 65 milyon insanın (yıl 2001) televizyon başında onları seyrettiğine inanmış yarışmacılar, şöhret olduklarını hayatlarının kurtulduğunu düşünerek günlerini geçiriyorlardı, şu anda 1-2 tanesinin ismini belki sayabiliriz. Tabi masal aleminden reel dünyaya dönüşleri pek kolay olmadı kimi intihar etti, kimi depresyona girdi. Bu programın izlenilirliğini göz önüne alarak bbg türevi yarışmalar yayınlamaya başladı tv kanallarımız. Gelin kaynana, izdivaç, kutu açma programları ve benzeri formattaki yarışmalar. Derin bir uyku hali aldı milleti, sıfır bilmem kaç Melih elenmediği sürece Krizin Türkiye’yi vurmasının fazla önemi yoktu, sıfır bilmem kaç Esra’nın gözleri çok güzeldi. Caner bardağı başında kırmıştı bilmem kim için, az aşifte değildi Tülin. Mahelle arası dedikoduların caddelere taşdığı bir dönemdi.

    Alpi’nin öykü de dediği gibi biri bizi öldürdü, ölen zihinlerimizdi, Hikayede ki olay gerçekte yaşanmış olsaydı reyting rekorları kırardı. Eleştiriye geçmeden önce Beni çocukluğuma döndüren yazara teşekkür ediyorum.

    Alpi’nin anlatımı akıcı, betimlemeler bbg eve tadı vermiş, sekanslar arasındaki geçişte başarılı. Tabi hikayenin polisiye içeriği de ayrı bir tat katıyor. Duygular çok net, katilin hırsı, diğer yarışmacılara karşı nefreti;

    ‘boğularak, saatlerce süren bir beklemeyle ölmüş olmalıydı. peki sudaki kan nasıl oluşmuş olabilirdi? tim görevlisi cesedi sırt üstü çevirdiğinde karşılarındaki katilin ciddiyetini anladı: adamın sırt derisi boylu boyunca yüzülmüştü. tim görevlisi yüzünü buruşturdu. ‘

    Katille ilgili belli ipuçları var, bunlar açık verilmese daha heyecanlı olabilirdi bana göre;

    ‘oyuna katılmayan meryem ve harun'un oturma odasında dertleşmeleri diğer grup üyeleri arasında zaman zaman tatlı şakalarla alaya alınırken, meryem'in sinirli bir tavırla; kısık sesle anlattıkları merak konusu oldu.’

    Harun’un polisleri öldürdükten sonra Meryem’ söyledikleri, hikayenin benim kafamda uyandırdıklarının özeti gibiydi;
    ‘evden sadece bir kişi çıkar. kurallarda yazıyordu seni salak.’

    Neden ve sonucun büyük oranda okuyucuya bırakılması hikayaye büyük bir hayranlık duymamı sağladı. Herhangi bir sanat eserinde anlatımın kapalı olması gerektiğini sonuna kadar savunan bir insan olarak şunu söyleyebilirim ki; Bu hikaye yalnızca bir Polisiye değil, müthiş bir toplum eleştirisiydi bana göre, Alpi’nin hayal gücüne ve aklına sağlık.
    1 ...
  42. 16.
  43. evlere bakan adam için gayri resmi bir önsöz | bwahahaha

    - isa havarilerini çağırıp onlara şöyle dedi;

    "...yüceliğini tevazu ile kaybetmekten korkma. Alçakgönüllü olmakla eskisinden daha çok yücelirsin. Alçakgönüllülük göklerin egemenliğinin kapısıdır. Neden aksi yöndeki kapıya doğru yürüyorsun? iradene karşı neden silahlanıyorsun? Büyük olmak istiyorsan böyle olunmaz. Büyüklüğün eğer kibirden ileri geliyorsa, mutlaka yok olacaktır. Eğer büyüklük istemiyorsan sen büyüksün, zira büyüklük tevazudan gelir...(marcos:10/42-43)"

    - bu girizgahtan sonra öykünün şu paragrafını irdeleyelim;

    "... içimdekileri anlatacak kelimeleri bulmayı beceremeyecek kadar toy ve bilgisizim oysa ki.

    Aslında olayla ne bir ilgim ne bir alakam var, dedim ya toy ve cahilin biriyim ben, hasta biriyim, duymaktan, hissetmekten aciz... bir hacmim var sadece, salt madde ne eksik ne fazla..."

    - ve hemen sonra şu bölümünü;

    "...Apar topar kaldırıyorlar kızı ayağa, iki polis, iki kolunda, henüz kelepçe takılmamış, omuzları fazlaca yüksek, farkediyorum, üstü başı rezil durumda, yalpalayarak yürüyor, yavaşça gidiyorlar, sonra, bir an, sadece bir an, arkasına dönüyor kız, bana bakıyor, ama bir böcekmişim gibi değil insanmışım gibi, ve gözleri...

    -Çok sağol.

    Gülümsedi, gülümsedi, o haliyle, koskoca gözleriyle yaptı bunu, beyazın içinden yeniden doğan bir insan gibiydi, ne bir umutsuzluk vardı orda ne de yargılayıcı bir bakış, hüzün, evet, ancak olması gereken bir hüzündü bu, biliyordu bunu, o gülüşü bulabilmek için ihtiyacı vardı o hüzne, çaresizliğe... kolay mıydı az önce yaşadıkları diye düşünüyorum, senin başına gelse? Bu soruya cevap bile vermemiyorum..."

    son olarak da şu bölümünü;

    "...Ve gitti. Arabaya bindirildi, binerken elleri kelepçeliydi, aklımda ise gözleri, sadece gözleri var ne sürüklenişi, ne "çok sağol"u bana bakan gözleri, gülüşü, ne kadar büyüktü gözleri, her şeyi görebiliyordu insan, tüm hissettiklerini, içini, en derine kadar, onu bir daha göremeyeceğimi biliyorum, peki neden yapıyorum bunu? Neden her yıl, her zaman, aynı meydanda, benzer insanları görüyorum, bana benziyorlar, şuramda bir kuşun öttüğünü duyuyorum sonra, kanatlarını her çırpışıyla daha çok coşuyor gönlüm, oradayken, her zamanki ben değilim artık, bambaşka biri, umut dolu biri, neyin umudu bu? Dediğim gibi, yazma işini pek beceremem, beceremedim, hiç bir zaman... Ama ne zaman buraya gelsem, burada dursam, yazmak istiyorum, şu öten kuşun kanat çırpışı bu biliyorum, onun gibi olma isteği, onu yalnız bırakmama isteği... Ve yazıyorum, kafama, bir kağıda, bir taşın üzerine, bir telefona, nereye yazdığının ne önemi var, sırtıma bir elin dokunduğunu hissediyorum sonra..."

    olay ve durum tasvirleri ile karakter tahlilleri okuyucunun, yazarın kurguladığı öyküye dahil olabilmesinin önkoşuludur şüphesiz. ancak, bunun sayfalar boyunca sürüp gitmesi çoğu kez okuyucuyu sıkar. bu noktada, yazarın becerisi ve sunuş biçimi, okuyucunun öyküde kalabilmesi bağlamında en önemli etmen olur.

    bir yazar, okuyucusuna ne denli tevazu ile yaklaşıyorsa, kendisinin o denli farkındadır. yeteneklerinin, sözcükleri ard-arda sıralamadaki kabiliyetinin, olayları ve durumu tasvir etmekteki ve kahramanlarının hissiyatlarını yansıtmaktaki başarısının.

    - sonuçta özgüveninin.

    böylesi bir yazarın öyküsünde bir bölümü ele alıp irdelemeye çalışırken bölmeye, parçalamaya kıyamazsınız. zira, kurguladığı her cümle bir öncekini tamamlar niteliktedir. çaresiz, paragrafı olduğu gibi alır, defalarca okur ve her okuyuşunuzda sahip olduğu yetenekleri biraz daha takdir edersiniz.

    bu öykü yazarının, umarım çok yakın bir gelecekte, okunması zevk veren kitaplarını standlarda göreceğiz.
    1 ...
  44. 15.
  45. biri bizi öldürüyor | alpi

    polisiye öyküler; çoğu kez, durum öyküleri özellikleri gösterirler ancak, onlara göre çok daha hareketlidirler. bu yönleriyle, macera/serüven öykülerine daha yakın dururlar ve üçüncü şahsın ağzından sunulmaları da neredeyse bir gelenek halini almıştır.

    alışılmışın dışında yapısal kurguları olan nadir örnekleri dışında, okuyucuya sunum teknikleri açısından da birbirine çok benzerler. hatta, denebilir ki klişeleşmiştirler. polisiye öykü okuyucuları öykülerin yapısal kurgulamasına hiç takılmadan doğrudan öyküye odaklanma ve karmaşık olaylar zincirini çözmek hevesindedirler. bu nedenle de klişeleşmiş sunum tekniği onları diğer öykülerdeki gibi rahatsız etmez, aksine rahatlatır.

    polisye hikayelerde, önceki-sonraki kavramının olayların çözümünde taşıdığı önem büyük olduğundan zaman kullanımlarındaki bariz hatalar iyi bir okuyucunun gözünden kaçmaz ve kafa karıştırırlar. aşağıdaki paragrafta yazar, bir anı ya da çok kısa bir süreci anlatmaktadır ki bu durumda kullanılan zaman kipleri ve eklerinin aynı formda kurgulanmaları beklenir.

    "... Odada bulunan üç tane yatağın da üzerinde kabarıklık vardı. ilkini silahının ucuyla dürttü, kıpırtı gelmemişti. Eliyle yatak örtüsüne uzanırken göz ucuyla diğer yataklarda hareketlilik olup olmadığına bakıyordu, hiç canlılık belirtisi yoktu. Diğer tim görevlisi de kapının ağzında durmuş, hem etrafa bakınıyor hem de odada gözden kaçabilecek bir hareketlilik emaresi arıyordu..."

    şimdi aynı paragrafı bir de şöyle okumayı deneyelim;

    "... Odada bulunan üç yatağın üzerinde de kabarıklık vardı. ilkini silahının ucuyla dürttü, kıpırtı |gelmedi|. Eliyle yatak örtüsüne uzanırken göz ucuyla diğer yataklarda hareketlilik olup olmadığına |baktı|, hiç canlılık belirtisi yoktu. Bu esnada, diğer tim görevlisi de kapının ağzında durmuş, hem etrafa bakınıyor hem de odada gözden kaçabilecek bir hareketlilik emaresi arıyordu..."

    alamet-i farika; bir insanı, ürünü, nesneyi, benzerlerinden ayıran simgesel özellik veya doğrudan doğruya semboldür. bir anlamda kişiyi, ürünü ya da nesneyi 'marka' yapan şeydir.

    osmanlı döneminde, nüfus hüviyet cüzdanlarında, 'alamet-i farikası' diye bir bölüm bulunurdu ki buraya, o kişiyi diğerlerinden ayırmakta kullanılacak; lal, kör, topal, çolak, aksak gibi bugün bedensel engeller olarak tanımladığımız nitelikleri yazılırdı.

    tüm bunların ışığında, öyküde geçen şu cümle temelde yanlış olmamakla birlikte kulağı tırmalayan bir tarafı da yok değil sanki;

    "...özel tim olarak kurşun geçirmez yelek ve koruyucu başlıktan oluşan alamet-i farikalarını üzerlerine geçirmişlerdi..."

    derim ki şöyle kurgulansa daha güzel olmaz mıydı;

    "...özel tim olarak, alamet-i farikaları haline gelmiş kurşun geçirmez yelek ve koruyucu başlıktan oluşan giysilerini üzerlerine geçirmişlerdi..."

    öykünün geneline bakıldığında, akıcı bir üslup ve yeterli tasvirlerle canlandırılmış mekanların kullanıldığını söylemek mümkün ancak, neredeyse katliam boyutlarına varan bu seri cinayetlerin nedeni-niçini dahi okuyucuya anlatılmış değil. bu durumda okuyucu, katilin halet-i ruhiyesi hakkında nasıl fikir sahibi olup da kendince değerlendirmeler yapabilsin?

    yazarlar da ses sanatçılarına benzerler aslında. nasıl ki onlar, okudukları esere kendilerinden bir şeyler katmadıkları, duygu vermedikleri, dinleyiciyi yeterince hislendiremedikleri sürece istedikleri kadar kuralına uygun okusunlar nafiledir. yazarlar için de aynı şeyler söz konusudur. bir öykü okunduğunda; "görüyorsun işte! meşrebim-tarzım budur benim. ben filancanın eseriyim." diyebilmelidir okuyucusuna ki sıradan olmaktan, anonim kalmaktan kurtulabilsin.
    4 ...
  46. 14.
  47. sukut ı istifham | bandini

    sukut-ı istifam, içeriğinden çok taşıdığı sembolik özelliği nedeniyle çok değerli bir öyküdür. zira, bir osmanlı beyefendiliği ile genç nesilleri, osmanlıca sözlükleri alıp ne denildiğini, tarihini, geçmişini, kültürel değerlerini öğrenmeye itmiştir.

    bir ülke tarihinde, 623 yıllık bir kültür birikimini elinizin tersiyle itip yepyeni bir sayfa açtım diyemezsiniz! büyük bir nehrin yolunu değiştirmeye kalkarsanız o su döner-dolanır yine kendi akacağı yolu bulur.

    bunu yapan, o ülkeyi esaretin pençesinden kurtarmakta azımsanamayacak gayretler gösteren büyük bir önder de olsa, divan edebiyatı'nın ve osmanlıca'nın 'yok' sayılamayacağı, taşıdığı önem ve değerin her türlü çirkin ayak oyunlarına rağmen düşürülemeyeceği açıktır. zamanın eğitim müfredatını hazırlayan kraldan ziyade kralcıların yaptıkları gibi genç nesilleri aruz kalıplarının cenderesine sokup ne denli korkunç bir deccal gibi göstermeye çalışsalar da, liselerde edebiyat öğretmenleri tarafından; divan edebiyatı mı? halk edebiyatı mı? sanat, sanat için midir, toplum için mi? gibi gereksiz ve anlamsız münakaşalara mevzu edilmiş fakat bu mümkün olmamıştır ve olmayacaktır. gün gelip bandini gibi bir yazar çıkacak ve geçmişin unutturulmaya çalışılan güzelliklerini apaçık gözler önüne serecektir.

    623 yıllık bir dili, kültürü, tarihi, dönemin hemen tüm edebiyatçıları ve gazetecilerinin haklı isyanlarına, genç nesli tarihinden ve kültürel değerlerinden koparacağı yönündeki haklı eleştirilerine rağmen görmezden gelen mustafa kemal'in belki de yaşamındaki en büyük hatasıdır; bu çeşit tepeden inme gerçekleştirilen bir dil devrimi.

    bandini gibi takdir edilesi, kendisini aşmayı ve her defasında beni hayretler içerisinde bırakmayı adeta görev addeden kimi yazarlar, bu noktada ciddi bir misyon üstleniyorlar. geçmişin kültür hazinesini bu günkü ile sentezleyip yepyeni bir kültür halitası elde etmek. bunu başarmanın en güzel yolu ise onun gibi okunası öyküler yazmaktır elbet.

    bileğine kuvvet diyorum, aklına sağlık diyorum ve kucak dolusu teşekkürler ediyorum.

    edit: yazım kuralları.
    3 ...
  48. 13.
  49. iki nokta üst üste aç parantez ... (experimental)

    1996 yılında henüz internetin emekleme dönemlerinde iken okuduğum bir yorumda en geç 2010 yılına kadra sadece internet kullanılarak en az bir insanın öldürüleceği yazıyordu. 2012 yılındayız ve ben "internetin emekleme dönemi" tamlamalı bir cümle kurdum.

    neyse çok daha fazlası oldu. bazı ülkelerde rejim değişikliğine, pek çok ülkede kanun değişikliğine sebep oldu internet. milyonlarca insan internet sayesinde tanıştı evlendi. aramızda dolaşan ve internet var diye doğmuş olan tonla insan var.

    hikayeye gelirsek eğer,
    internet üzerinde ki varlığına önem veren bir kız ile ondan çok daha fazla önem veren kahramanımızın yürümeyen aşk hikayesi. şu bir geçek ki eskiden her kız etrafında dolaşan meriç sayısı bir iki ile sınırlı iken şimdi facebook yüzünden bu rakam yüzlere çıktı. genç erkekler için dayanılabilir bir şey değil bu.
    2 ...
© 2025 uludağ sözlük