ikinci kez izlendiği zaman ne kadar gerizekalıca, ne kadar saçma sapan bir sona sahip olduğu görülebilen bir filmdir.
evet. tam anlamıyla sik gibi bir film. senaryosuna laf etmeyeceğim. biz zaten venom u yıllardır bekliyorduk (tahmini 5 yıl)
--spoiler--
allaha aşkına nedir bu filmin sonundaki 2 ye 2 kapışma. hiçbir insan fark etmemiş midir acaba? lan bu 100 metre yüksekliğindeki binanın 20 metre yanında bu gerizekalı amerikalıların işi ne? bir de alkışlıyorlar iyi birşey olduğunda. elin göt kadar (ki o yaşta yataklarında yatmalılar, analarına babalarına kızıyorum ben aslında) çocukları örümcek her rakibine vurduğunda el çırpıyor, "awesome!" diye haykırıyor. abicim öküz gibi kum adam var orda. bina zaten yapım aşamasında, iki kolon düşse 40 ceset var. yok illaha izlicekler.. lan bu flash tv deki güreş maçları mı? mallar işte..
tamam, kabul ediyorum ki amerikalılar zaten gerizekalı. dünya üzerinde cidden en idiot topluluk. ulan o kalabalığın ordaki polislerin işi ne? ulan bu adamlar nypd değil mi? bir de övünüyorlar bunlarla, max payne gibisinden oyunlar yapıyorlar. ulan herifler kontrolü salmışlar, etraflarında bağırıp çağıran, mutlu olan gerizekalı amerikalılara katılmışlar (hoş zaten kendileri de amerikalı). el çırpıyorlar, "oh my god, jesus fuckin christ" diyorlar.
evet sahne başlamadan önce bir amerikan bayrağı var tam örümcek adam ın arkasında. hepimiz buna takıldık. peki ya o orospu spikere ne demeli? kadın ağlıyor, vahşet dolu bu sahneye dayanamayacağım diyor. lan göt! işini yapsana! anlatsana neler oluyor orda? hadi ben görüyorum da, tv de bu sahneyi izleyenler ne düşünüyor? "ağlama be güzelim, silerim ben gözyaşlarını" falan mı diyorlar? bu kadar gıcık bir ayrıntı ile henüz hiçbir holywood filminde karşılaşmadım.
peki ya tv deki sunucu? enkırmen? "this could be the end of spiderman" nedir lan? sen kimsin ki böyle bir yargıya ulaşıyorsun? yaşına başına bak bi de. seni oraya o kadar sene oturtan adamın kafasına sıçmak istiyorum ben.
gwen stacy ağlıyor yine bir gökdelen in tepesine. koskoca çalışma aracı binaya giriyor. nerden baksanız 5 kolon söküyor. aşağıya 1 gecekonu yapılacak malzeme düşüyor. kadın sik gibi bekliyor. ve malzemeler çevresine düşüyor. a be gözüm. neden kafasına düşmüyor? niye? birinin kafasına düşsün bari. bayılsın kalsın orda.
peki ya şu kum adamın, para taşıyan polis arabasını soyduğu sahne? abicim herif kum kamyonunun içine saklanıyor.
polis çıkmış bir de elinde kürekle(!) adamı arıycak. birden kum fırlıyor ve arkadaki arabanın içine giriyor. ama o da ne? arkadaki arabadaki kadın bir çığlık atıyor ve arabayı bırakıp kaçıyor! evet arbaayı bırakıyor gerizekalı. millet o arabayı almak için 10 yıl kıçını yırtıyor. ama ön camdan bir polis girdi mi de kaçıyor altına sıçaraktan. sen kalk sonra 11 eylül-amerika milliyetçiliği edebiyatı yap. bişiyden korkmazlarmış.
skimin başı gibi film affedersiniz. eğleneceğiniz garanti demişim bi aralar. ayrıntılara düşkün adamlardansanız eğlence bir anda sinir bozucu bir hale geliyor. 4 ne lan??
filmde örümcek adam siyah kıyafetiyle ortalıkta dolaşmaya başladıktan ve akabinde halkın yavaş yavaş örümcek adamdan nefret etmeye başladıktan sonra, gazetelerdeki manşetleri görüp yorum yapan halktan bi tanesi ve zenci olanınının yaptığı; " benim dokuz yaşında bir kızım var, bu adam onun kahramanıydı şimdi kim benim kızımın kahramanı olacak? " replik ile beni yarmış olan filmdir.
sinir katsayısını arttıran film. küçüklüğümüzde o imrenerek, özenerek baktığımız spider man'i* şerefsizin önde gideni yapmışlar. o öyle bir kostümle değişecek bir adam değildi, ayriyaten siyah da yakışmamış. şöyle kıyafete genellemesine bir baktım, moto gp kıyafetlerine benziyor, araya araya kaçıyor. *
beklentilerin çok çok altında yer alan film. ikinci yarının ortalarındaki aksiyon sahneleri ve sürpriz gelişmeler de olmasa izlenmeyecek resmen. araya esprili birkaç sahne de serpiştirilmiş; zorla kurtarıyor yani. oyunculuklar berbat. örümcek adam'ı izlemeye gidiyorsunuz; ama ilk yarıda mary jane - peter ilişkisinden başka bir şey yok. bi duygusallık yaratmaya çalışmışlar sanırım; yahu her şeyin bir yeri var.. eklemeden olmaz; filmde öyle bir emperyalizm, pardon tesadüf var ki.. son sahneler; venom ve sand man, spider man'ı kapışmaya çağırmışlar. mary jane rehin.. kahramanımız geliyor tabi süzüle süzüle.. ama o da ne; çekim bir anda yavaşlıyor ve arkada neredeyse ekran büyüklüğünde bir amerikan bayrağı.. müzikler, alkışlar.. kurtarıcı, son umut.. vay be.. neyse; açıkcası kötü film. merak edenlerin filmde sıkılmaması için grup halinde gitmeleri tavsiye edilir.
her ne kadar internet'te süregelen "topher grace olmamış." tartışmalarına katılmasam da venom denilen arkadaşın harcandığı düşüncesine deliler gibi katılıyorum. nispeten küçükkene çizgi filmde gördüğümde bile ilginç bir adrenalin ve çekişme hissiyatı yaratan bu simbiyotik elemanın 'on dakikalık konuk oyuncu' kontenjanından sayılması çok pis ibneliktir efendim, başka da bir şey değil. "aksiyon babaaa, aksiyooon!" falan değil derdim. söz konusu film bir michael bay filmi olsaydı, eyvallah. ama sen sam raimi'sin be abi! sen spider-man 2'de doc ock'un içler acısı halini bizlere verebilmiş bir adamsın (bu vesileyle alfred molina'nın da ellerinden bir kez daha öpüyorum). eline şahane bir fırsat geçmiş, kullansana! peter parker'ın içine venom kaçıyo lan! bundan âlâ dramatik yapı mı olur?! kilise pervazı sekansından başka ne verdin bize? ki o da pirelli takvimi pozundan farksızdı hani! kendisinin kazandığı gücü bile ölçülü kullanmaya gayret eden bir kahraman var elinde. suyunu çıkarana kadar yaratsana şu çelişkiyi! ama yok! illa finale sakla sen!
fantastic four adaptasyonu gibi olduğunu bana hissettirdiği için, sırf bu düşünceyi beynime zerk ettiği için emeği geçen herkese ayrı ayrı küfrediyorum.
üçüncü sınıf, bol kahramanlı aksiyon filmlerinin finalini alıp cgi'a bandırsalar çok daha iyi bir sonuç alınabilirdi kanımca. ne mary jane için telaşlandım, ne harry çıkagelince sevindim, ne pete flint'i affedince gözlerim doldu...
hele araya televizyon spikerlerini sıkıştırıp "dualarımız onunla!", "bu spider-man'in sonu olabilir." gibi yapay göz yaşı çabalarını görünce "gebersin it!" demekten alamadım kendimi.
bi' de şu var: hadi anladık, spider-manamerika kökenli bir süper kahraman. kostümü amerikan bayrağı, ezik amerikalı insanlara umut kaynağı, falan feşmekan... hadi ilk film 11 eylül sonrasıydı, spidey de filmi bayrağa yapışarak bitirdi, bizlere umut aşıladı falan... bak hepsini geçiyorum, hepsi normal (biz de en son yandım ali vardı, güncellendi pars oldu, mesaj bile verdi). yarattığınız kahramanı sonuna kadar kullanın. ama bu filmdeki bayrak neydi be abi? yıllardır anlamadığım şey şudur: ('amerikalılar salak' diye benim götümden de beter kaynaklı, salak bir önerme var ya... onunla alakası yok bunun.) bu devirde, bu filmdeki o eşşek gözü kadar bayrağı görüp salondan *"ben ırak'a gidiyorum, tutmayın beni!" diye çıkan biri var mıdır? bunun farkında değil mi yapımcılar? neyse... peter parker gibin idealistik düşündüm, gerildim ağ misali*.
efendim, eklemelerle birlikte toparlarsak;
peter parker'ın karanlık tarafa geçişinin, emo kid formatında yansıtılmasına anlam veremediğim halde, beni çok eğlendirdiği (herkes ateş püskürüyo da, ben dans sahnesini çok sevdim, çok eğlendim),
üçlemenin en büyük klişesi olan "abi, bruce campell kırdı geçirdi beni ya!"nın tekrar geçerlik kazandığı (harbiden kırdı geçirdi),
venom'un yok olduğu sahnenin bilgisayar oyunlarındaki bossları öldürmeye benzediği,
--spoiler--
''venom on dakikaya sığdırılacak adam mıydı be sam raimi'm'' dediğim film olmuştur..
--spoiler--
sen o kadar zaman bekle, spider man 2 gibi harika bir devam filminden sonra, ''bu film de, ikisine de basar, harika olur; hem senaryo, hem de oyunculuk, efektler, replikler açısından, iki filme de geçirir'' demiştim; demez olaydım..
öyle bir sahneler vardı ki, ben diyeyim ''küçük emrah geri döndü'', siz deyin ''küçük emrah, dünyayı kurtaran zavallı'', ya da ''küçük emrah aşk acısı''.. belki, abartı oldu ama öyle yerler vardı ki, insan filmde, ''bu kadar da olmaz ki yahu, bu sahnelerin birçoğunu biz zaten ikinci filmde görmüştük'' diyor insan.
tobey maguire her zamanki gibi yine iyi. artık, ailemizin kadrolu örümcek kardeş''i olarak bu filmde de kesinlikle, ilk filmde de olduğu gibi sırıtmamış, ama kim bilir, duyumlarımıza göre, devam filmlerine yine tam gaz devam edileceğine dair rivayetler olmasına rağmen, zamanında sıkı bir spider man hayranı olan sam raimi'nin, bu triology olayından sonra, serinin diğer elemanları ile birlikte, seriyi bırakacağını duymuştuk. acaba diyorum ki, ''seriyi nası olsa bırakıyorum, bari bütün sıkı fıkı adamları bi 140 dakikaya sıkıştırayım da, bari öyle selamımı çakayım'' diye mi dedi de, böyle karmakarışık bir film yaptı.. sandman da, venom da bu filmde olsun, green goblin ile ilgili bir sürpriz yapalım, ortaya karışık bir şey çıksın... ama, yine de bu olay da çok sığ olmuş; yüzeysel.. spider man'ın en sıkı düşmanlarından birisi olan venom adisinin böyle silik bir şekilde filmde kendisini bulması olmamış. diyeceksiniz, ''ulan hem sandman olsun, hem venom olsun, hem de goblin olsun, filmin süresi de 5 saat olur artık'' ama, biz kalkıp da hepsi bir arada olsun demedik. sadece bir sağlam venom karakteri ve de, parker'ın bu olaydan venom'dan önce kötü etkilenişini daha iyi anlatan, ortaya koyan çok sıkı bir senaryo izleyebilirdik..
hele hele, filmdeki diyaloglarda, bol bol yeşilçam modunda tatlar yakalandı. insan kimi zaman öyle bir raddeye geldi, ki ''acaba, film aşamasında sam raimi hiç ayhan ışık - türkan şoray diyaloglarından feyz aldı mı'', ya da ''acaba hiç selvi boylum al yazmalım'ı izledi mi'' diyeceği zamanlar oldu..
yiğidi öldür hakkını ver misali, ''ee o kadar para harcamışlar, bir zahmet böyle aksiyon sahneleri de olsun'' misali, yine de spider man 2'deki doc octopus'un haşmeti görülmese de, hiç yoktan iyiydi denilebilir..
ama, yine de izleyenler, bir sürü sahnede, ''ben bu sahneyi birinci filmde, bu sahneyi de ikinci filmde zaten görmüştüm; ne gerek vardı yinelemeye'' demişlerdir. zira, ''yeni bir film mi izliyorum, yoksa kolaj mı yapmışlar'' dedirten kamyon dolusu sahne vardı..
en eğlenceli sahne de, belki de ilk filmde ringde, ikinci filmde de, kapı görevlisi olarak karşımıza çıkan bruca campbell'in sahnesiydi yine.. o nasıl aksandı öyle.. hem de komik..
bu kadar beklentiden sonra, film içinizde kalmasın, izleyin de, o kadar para nereye gitmiş bakalım, bir düşünün..
--spoiler--
filme en sevdiğim sahne peter parker ın asi çocuk olup gözler mj de iken tüm hevesini kusağında bırakması ve artiz bi şekilde bir şekilde piano çalıp dans ettiği sahnedir.aynı zamanda hakaten bu adam yakışıklıymış yahu dedirtir kendine.
spider man anısı için eh idare eder diyebileceğim ancak vasatı geçemeyen film. bu peter parker'ın gösterdiği asalak davranışların olduğu sahnelerde insanın sinemadan çıkası geliyor ancak yine de sonunu merak ediyor. venom'un vahşiliği çizgi filmindeki kadar bile etkileyici olamamış, sand man ise yine o tadı verememiş. mary jane de olmasa karakterlere sağlam küfür edecektim ama bir başka bahara...
bu harry'e hep sinir olmuşumdur potter olanı da dahil olmak üzere, ancak yaptığı götoşluk sinir etti çok beni. tabi mary jane'in kuyruk sallamasını da unutmamak gerekir... bunu spidey'in sınıf arkadaşını öpmesine karşılık yaptı diyenle de her platform da fight club seanslarına başlarım.. **
spider-man 2 gibi ders niteliğinde bir uyarlamanın ardından yaklaşık bir buçuk yıllık "allaaah!" nidalarımı elime elime vermiş*, daha ilk günden sinirlerimi tepeme fışkırtmış, "ulan sam- ya neyse bi' şey demiyorum sana!" dedirtmiştir.
efendim, daha ilk film ortada bile yokken, karmaşa yaratacağını bildiği için bir filmdeki hikayeye birden fazla kötü karakter katmaktan itinayla imtina eden sam raimi, (kuşların söylediğine göre) yapımcıların bitmek bilmez inadı yüzünden bu filme üç tane kötü karakter katılmasına göz yummuş, spider-man 2'nin ardından, o gazla bize şöyle unutulmayacak bir tecrübe yaşatmak yerine, gördüğüm ilk ses çıkaran metal yığınının yanında içimden çıkarmak isteyeceğim rezil duygulara terk etmiştir şahsımı.
sen ki, the evil dead'la rüştünü ispatlamış, spider-man'e el atarak aylık gelirini* katlamış, efendi bir yönetmensin. hele ki spider-man 2 de, ilkinden sonra daha fazlası için dilediğince saçmalama lüksüne sahipken, bunu elinin tersinlen itmiş, çizgi roman uyarlaması alanında adı x2'yle, batman begins'le anılan bir film yapmış adamsın.
ah be abicim...
ne gerek vardı? sorarım sana. hadi yapımcılar sana yaptı baskıyı; bırak çekip gitmeyi, onlar bir bastırıyorsa sen on bastırma şansına sahipsin. "hayır kardeşim, bu böyle böyle olmalı; yoksa çekip giderim, siz de kalırsınız yine brett ratner'a!" derdin. zaten ömrünün sonuna kadar karar veremeyeceğin bir "ulan bi' tane daha yapsam mı?" süreci yaşıyor ve bizlere de yaşatıyorsun, yapardın "spider-man: the ultimate movie" diye kült bi' film; içine superman'i de sokardın, batman'i de, mister no'yu da!
ama tabi bu işin hasbelkader pembe tarafı. bi' de venom'un sam raimi'nin içine kaçtığının sinyalini veren bir ipucu var elimizde: senaryoda adı geçiyor. spider-man 2'den önce adını sanını duymadığım alvin sargent, ağzına sıçasımın olduğu david koepp'ten devraldığı -bence- ortalama bir süper kahraman hikayesini*, evirip çevirip güzelleştirmiş, ikinci filmde, filmden sonra herkesin diline pelesenk olan dramatik yapıyı sağlam kurmuş, seyirlik özelliği dışında arşivlik özelliğe de sahip (tamamen götümün kriterlerine göre konuşuyorum, kimse sonra çıkıp "bu mudur bu işin ölçüsü artiz?!" demesin; kaynak gösteririm.) bir filmin yaratımına ön ayak olmuş bir abimizmiş meğer. üçüncü film yapım aşamasındayken senaryoda onun adını görünce yine bir "allah!" çekmiş, umutlanmıştım. yanına ilişmiş sam raimi adı da "e, tamam ulan, korkmuyorum." dedirtmişti. bok yemişim.
ama kızamıyorum kendime de. gavurun author dediği kavram, bir filmi nispeten iyi yapmaya yardımcı olur, benim bildiğim (kaynak aynı, gelmeyin üstüme. ben de biliyorum bu dünyada ne authorlar var.). sam raimi adı da bana bir tür huzur vermiş, geceleri daha rahat uyur olmuştum. gel gör ki, bu önermem götümde patladı. (bkz: süper kahramanların kaynağı yok etme arzusu)
şimdi yapımcıların ısrarlarını bir kenara bırakırsak, bu filmi sınıfta bırakan başka etmenler de var. her şeyden önce, bu film şımarık bir film. dedik ya; "içine venom kaçmış." diye. öyle işte. elindeki malzemeyi fütursuzca kullanan, tüm seyirciyi salona mega boy patlamış mısırla girip, o mısırı bitirme telaşı içinde yalnızca aksiyon sahnelerini dikkate alacak birer adet salak yerine koyan bir film. örneklerle sağlamlaştıralım:
şimdi, gwen stacy denen hatun, çizgi roman ve çizgi filmde de işlendiği üzere, peter parker'ımızın hayatında önemli bir yere sahip, marj jane watson'la birlikte öyle veya böyle bir aşk üçgeninin parçası. yine sam raimi'nin sadelik tercihleri doğrultusunda ilk filmde öyküye katılmamış, dolayısıyla öykünün dramatik gidişatında kendine yer bulması absürd kaçacağından ikinci filmde de yer almamıştı. bu örnek, sam raimi'nin ana karakter odaklı öykücülüğü ne denli savunduğunun kanıtı olması bakımından önemli. zira gwen, peter'ın hayatında önemli bir yer tutmakla birlikte, peter'ın ne tür bir hayat arkadaşı* istediğinin de göstergesidir. çünkü acıların çocuğu peter parker, her zaman için seçimini gwen'den yana yapmış, günümüz tabiriyle tam bir tiki olan mary jane'le daha sonraları tanışmış ve ona olan aşkı asla gwen'e olanla yarışamamıştır.
her ne kadar beraberinde kökten bir değişiklik getirse de, gwen stacy'i öyküye kaynak yapmama (ki benim de kişisel görüşüm kendisinin öyküye eklenmesi halinde kaynak yapılmış gibi durmasının kaçınılmaz olacağıydı [spider-man 3 de bu açıdan iyi bir örnek oldu]) seçimi sinemaya uyarlanacak bir çizgi roman karakteri açısından uyumluydu ilk filmde. her şeyi fragman formatında isteyen izleyici kitlesinin artmasından kelli, bu seçime ses çıkarmazlık edebildik. ki zaten gwen stacy'nin katılmamasıyla birlikte ilk filmde mary jane'in tikiliğinden neredeyse eser yoktu. bu sayede mj görüntüsü altında ikisi bir arada modeli bir süper kahraman aşkı görmüş olduk.
bu tablo ışığında, tamamen değişim yaşamış bir gwen stacy (vinç tecavüzünden hemen önce gördüğümüz kadarıyla kendisi öykünün gerçek tikisi haline getirilmiş) beni pek de tatmin etmedi. ki, ben spider-man mitolojisiyle deli bir hayran kadar ilgili değilim. varını yoğunu çizgi romana akıtmış birinin bu -şimdilik- üçleme ve daha çok son ayak konusunda neler hissettiğini tahmin bile edemiyorum.
üçüncü filme gwen stacy'nin eklenmesinin benim için iki güzel yanı oldu: babası rolünde bir james cromwell ve kendisi rolünde bomba bir sarışın haline gelmiş bir bryce dallas howard.
(sanırım yine deli bir spider-man takipçisi olmadığımdan olacak, sandman hakkında neredeyse hiçbir fikrim yok. ben yine olaya film açısından bakacağım.)
spider-man, ezik bir karakteri*süper kahraman yapmasının çekiciliği dışında 'iyi' 'kötü'ye giden yolu keskin bir biçimde ayırmaması dolayısıyla da diğer örneklerinden ayrılıyor. ilk iki filmde de gördüğümüz üzere, iyi bir karakterken içine kaçanlardan ötürü kötüye doğru yol alan karakterler bir nevi şizofrenik vaka. green goblin ve doc ock'ın önceki hayatlarında dünya üzerinde oynadıkları kötücül oyunlar yok. hepsi daha sonra kötü oluyorlar. spider-man öyküsünün vakıf olabildiğim bölümünde gördüğüm kötü adamların tümü (venom dışında elbet) aynı biçimde evriliyorlar. hepsi iyi amaçlar uğruna yol alırken gerçekleşen kazalar sonucunda kötü oluyorlar.
(burada şunu eklemekte de fayda var: flint marko-sandman dönüşümünde flint marko hiçbir şey yapmadan, tamamen bahtsız bedevi misali kötü adam olmuştur. bu açıdan da bizden "ay, yazııık!" efekti istenmiştir. şahsen ben vermedim.)
anladık, kızı uğruna elinden gelen her şeyi yapmaya çalışan zavallı baba... şimdi, sam raimi'ye bu kadar kızmamın başında gelen sebeplerden biri de ilk iki filmde iyiden kötüye giden yolu çok iyi aydınlatmasıydı. 'film başına bir kötü adam' avantajını sonuna kadar kullanıp bize o kötü adamın yaşadığı tüm çelişkileri gösteriyordu (dr otto octavius'un doc ock kollarıyla yaptığı muhteşem konuşmayı hatırlayın). bu filmde de bu çaba içine girdiği aşikar. ama özellikle havada kalmış sandman karakteriyle birlikte 'film başına üç kötü adam'ın ne boktan bir şey olduğunun kanıtını kendi sunuyor bize. muhteşem sandman'e dönüşüm sahnesi dışında, öyküye kattığı hiçbir şey yok. benim gibi bilmeyene çekici hale getirmek ve üçleme arasında bir bağ kurmak adına araya sıkıştırılmış 'ben parker'ın gerçek katili' oyununa değinmiyorum bile.
harry osborn'a gelince... bu karakter de peter'ın hayatındaki kanka/düşman ikilemi açısından önemli. spider-man 2'nin tek günahı olarak sondaki 'baba mirasını keşfetme' sahnesini saysam da, yine de umutluydum harry'nin dönüşünden. ama ilk filmde green goblin'in power rangers modeli spastik hareketlerinin kostümün spastikliğinden kaynaklandığını çok şükür ki çakmış olan ekip, kostümü değiştirirken biraz fazla radikal davranmış gibi geldi bana. kostümle ilgili yukarıdaki tırnak içinde belirttiğim eleştirim dışında spidey'nin ilk aksiyon sahnesinde bu kostümün heyecan dozunu artırıcı etkisini gördük de, biraz olsun affettik.
bunun dışında sonradan spidey'nin "ben ettim, sen etme!"si... sonradan "geldim kanka!"... "bam", "küt", "pat", "heyooo!", "ühüüü!"...
böyle.
(ölümüne de sevindim biraz. gerçi onunda açığını beş kötü adamla kapayabilirler ama...)