bundan 13 dakika önce yaşadığım karışımdır. şimdiye kadar bu karışımın pek bir anlamı yoktu. ta ki kulaklıktaki
ile tanık olana kadar.
insanın amına öyle bir koyuyor ki. neyse;
bugün tatil günümdü. 1'de uyandım. kahvaltı yapmadım. 4'e kadar vize sınavlarımı halledip; 5'te dışarı çıktım. öylesine.
yürüyerek sahile gittim. hava buz. kulaklarım ağrımaya başladı soğuktan. bir yandan yürüyor, bir yandan götümün donduğunu hissede hissede gözlerimi kapatıp çalan şarkılara içimden eşlik ediyorum. here comes the rain again çalıyor, hypnogaja cover'ı. dinlerken hüzünleniyorum. ağlamıyorum tabii ki, keşke ağlayacak bir şeyim olsa da ağlasam diyorum içimden. beni tanıyan bilir sözlük, ortayı sevmem. ya çok mutlu olacağım, ya da aşırı üzgün. şu sıralar hep üzgün olmaya çalışıyorum. çünkü tam anlamıyla mutlu olmama engel olacak bir durum var. siz de bilirsiniz imkansız aşk olaylarını. hiç erişilemeyecek insanı sevmek. kestin durumu değil mi? o zaman yak bir sigara da okumaya öyle devam et.
turuncu gözlü mavi tenli beyaz saçlı hatun; son bölümü bir türlü yazamadım. taslak olarak sadece bir cümle yazıyor; ''her şey ebesinin amı gibiydi sözlük'' diye başlamışım, devamını getiremeden hayallerim suyun en derinine dalmış. çünkü sevgilisi olduğunu öğrenmiştim! insan, erişmek demek yanlış olsa da; aslında kendine erişemeyen birisine aşık olunca durumun kahrını hayli fazla çekiyor. yani; düşüncelerimde yerdiğim, kafamda ''asla arkadaşım olmayacak tip'' görüntüsü çizen insanlardan birinden hoşlanıyorum sözlük. aslında aşk dediğime bakmayın, benimki resmen fetiş örneği. gerçekten, insanın bunu kendine kondurması zor tabii ki ama renkli saç zaafım dolayısı ile birine bağlanmış olmam gerçekten benim fetişist olduğumu gösteriyor. düşünsene; yeni nesil türk gençleri diye bir izlenim yazdım. bir yergi aslında, bir acımanın yansıması da diyebiliriz. gel gelelim yazdığım insan tiplemesi, her yönüyle olmasa da o. dalga geçtiğim insanlardan birisinden hoşlanmak yani durum. ''hiç yemem'' dediğiniz bir yemeğin müptelası olmak, ''hiç içmem'' dediğiniz bir içecekle özdeşleşmeniz gibi. ''sizce'' diye düşünmeyeceğim, ''bence'' zor. çok zor.
tüm bu olumsuz yönlerine rağmen, geçen hafta pazar günü buluştuk. bu, onu üçüncü görüşümdü. tam anlamıyla görüşmek diye olaya yaklaşırsak, ''ilk'' görüşmem, buluşmamdı. önceki görmelerimde ayak üstü gördüm. bu hariç sadece 5 dakikalık bir muhabbetimiz oldu. tüm bunlara binaen ben bu kıza tutuldum. her aşk hikayesinin olduğu gibi, bu da sıradan bir aşk hikayesi işte. hem de hiç başlamamışından, hiç adı konulmamış, hiç kesin duygularla yaklaşılmamışından. bir ağ gibi, örümcek ağı. hafif, aslında güçlü ama dışarısı için gayet de dayanıksız olanından. sanırım anlaşıldı.
pazar günü, burger king (kadıköy), 15:20. kız tek değil, yanında bir kız arkadaşı daha var. ne yapayım, zaten ben sonradan dahil oldum olaya, katlanmak zorundaydım. hatırlatayım; (bkz: sözlük yazarlarının itirafları/#25698725). ilk teke tek buluşmayı kaçıran mal bendim. itirafı da okuduysanız devam ediyorum;
ilk defa adımı sağlam attım içeri. ''bam'' diye ayaklarımı vura vura. ortalığın amına koya koya, öz güvenden; terör estire estire girdim içeriyi. bildiğin ''salınıyordum''. eller cebimde, üzerimde kot ceketim, altımda siyah dar kotum, ayağımda marjinalitemi koruduğum; lebron 10 mvp ayakkabı. saçlar kıvırcık, dalgalıya dönüştürdüm, dağınık bıraktım. tav olmayan kıza götümle gülerdim. içimden öz güven fışkırıyor, öz güven sıçıyordum. abartayım, göbek adım öz güvendi o gün.
klasik ''merhaba''mın yerini, ''öz güven merhabası'' almıştı. o sesle ''merhaba''yı yapıştırdım, bir de tokalaştım. asla öpmem, asla. oturdum. bu yanındaki kız sevgilisine hediye alacakmış. erkeğim ben, anlarım diye bana sordular tabii. sözlüğü açtım hemen yanlarında, buraya yazdım ''erkek sevgiliye alınacak hediyeler''. ulan çok teşekkür ederim size de, valla kral insanlarsınız. sayenizde kızları kahkahaya boğdum. kiminiz şişme kadın, kiminiz rusya uçak bileti falan yazmış. sizi gidi yaramazlar, çok işime yaradı bu. sizin entry'lerden aldığım gazlarla da ben de ufak ufak esprilerle heyecanımı atmaya başladım. elim ayağıma dolanmadı tabii ki ama yanımda oturan kız, uğruna bir sürü yazılar yazdığım kız. boru değil. ilk 10 dakikada ortama ısındım zaten. artık daha rahattım. hatta tam olarak ''yemek üstü sigara rahatlığı'' vardı üzerimde. hediye olarak bir şeyler kafada şekillenince, kendimden bahsetmeye başladım. işim gücüm, okulum vesaire. bir yandan bunlara da iyi örnek oluyorum bu çabalarım dahilinde. hayran kaldılar diyebilirim bana. tabii ki sadece turuncumuzun hayranlığı önemli idi. yalnız dikkatimi asıl çeken, kızın utangaçlığı idi. sürekli eliyle yüzünü kapatıyor, bana bakamıyordu bile. ''ulan o kadar mı cool'um?'' diye kendi içimde gaza geliyorum. arkadaşı da sürekli kaş göz yapıyor, ''konuşsana'' der gibi imalı imalı hareketler yapıyordu. insan sarrafı olduğumdan, çevremdeki her boku bilmek zorunda hissederim kendimi. kızın bu çekingenliğini, dediğim gibi karizmama verdim. aslında kendimi övmeyi hiç sevmem bilirsiniz. ancak şimdi kendimi telkin ettiğimi bilmeniz gerekiyor. hikayenin akışı bu yönde, bu öz güveni sizin de hissetmeniz lazım şimdi. espriler, şakalar falan derken iyice odak oldum. her şey olumlu gidiyordu. sevgilisinin olup olmaması umurumda değildi. bu sevgili olayına birazdan girişeceğim, ağlamaklı gülmelere hazır olun derim.
neyse kalktık burger king'den kadıköy'de turluyoruz. sahile falan gittik hava da soğuk, üşüye üşüye geziyoruz. sahile geldiğimizde bir sigara yaktım, gerilmeyeyim diye. işte asıl tanık olduğum soğuk hava dumanı ve sigara dumanı karışımı burada anlam kazandı. muhabbetlere devam ediyoruz, her şey yolunda gidiyordu. hala güldürüyor, kendime hayran bırakıyordum. bu konuda kendime çok güvenirim zaten, bir kızı tavlamam için sadece onunla yan yana olmam yeterli. bunu hande çayır başlığında da söylemiştim. diğer kızın gitme vakti gelmişti. saat 5:30'ta feribota bindirdik, yol aldı. biz ise baş başa, nihayet kalmıştık. kadıköy iskelede mal gibi dikiliyoruz. kaçta gideceğini sordum, ''6'da'' dedi. sorun yoktu benim için. yarım saat yeterli bir süreydi bağlamam için. gül satan çingenelerden biri dadandı. sevgili olduğumuzu falan sanarak gül satmaya çalıştı. yok dedik biz kuzeniz, bilerek böyle yaptık çünkü bıraksan donuna kadar alırlar. artık iyice kızın sabrı taştı, çıkarıp 2 tl verdi kadına. ben tabii mal gibi altta kalacak değilim ya, 5 tl de ben verdim çat diye aldım gülü kıza verdim. ''ne yapcam ben bnu yha .s.s'' gibi bir tribe girdi amk. ''at'' dedim ''çöpe''. ''n'apcan ki'' dedim. beraber yürümeye devam ettik. mado'ya gidip birer çay içelim dedik bari. bende para bok ama zaman yok. mecbur çaya talim olduk.
kız elinde gülün yapraklarını tek tek soya soya ilerliyor. kopardıklarını yere atıyor. her koparıp yere atışında içimden bir parça eksiliyordu sanki. gül önemli değildi tabii ki. mal, tabii ki maneviyatı önemliydi. ama önceki yazılarda bahsettiğim gibi; kız duygusuz, ruhsuz. neyse. gülü yok etti, mado'ya vardık. içeri girdik çaylar söylendi detaya girmeyim bomba geliyor çünkü.
çayı yudumluyor, mal mal bakışıyor, gülüşüyorduk. arada telefonuna bakıyor yine mal. dedim ya, yeni nesil amk. sonra birden bir şey oldu sözlük. sanki bundan önce bir özel gücüm varmış da, şimdi elimden almışlar gibi mal oldum. kıza edecek tek kelime bulamıyor, muhabbet açacak tek bir konu bulamıyordum. kız hep sağ omzumun arkası hizasına bakıyordu. bok var sanki, döndüm baktım ilgisini çekecek ne var diye; hiçbir şey yoktu. sordum; ''ne bakıyorsun oraya?'', ''hiiç'' dedi. artık sıkıldı mı, utangaçlığından mı böyle, beni mi beğenmedi lan acaba diye mal mal düşünürken akışa bıraktım her şeyi. tecrübesiz bir ceylan gibi ormana salmıştım kendimi artık. bakalım beni kim, nasıl yiyecekti...
''ebesini sikeyim'' dedim içimden. evveliyatını siktiğimin çocuğu çok yakışıklıydı amk. bildiğin artistti şerefsiz. hani o twilight'taki oğlanlar var ya, aynı onlar gibi bir karizması var. siyah, düz ama şekilli şukullu saçları vardı. elmacık kemikleri falan; piç harbi çok iyiydi.
//''işte o an kaderimde sikilmek geçtiğini ve sikilmek için daha fazla bekleyemeyecek bir ebem olduğunu hatırladım''
ve hemen siktirdim ebemi oracıkta; ''vuhhf, hmm, tamam o zaman ya'' dedim.
//''ebem sikilmek bilmiyordu, sanki bir kaşar olmuştu''
sonra; ''pek tekin bakmıyor, kesin kötü birisidir'' dedim.
//işte o anda da ebem ölmüştü artık. ''yeter'' diyordu ebem, ''sikmeyin yeter'' diyordu.
sonra hesabı istedim, kalktık. 21a'ya yürüdük. kapıya geldik.
ben; ''eğğvv eee'' diye gevelenene kadar dudaklarıma yapışt... yok bu hayalimdi (peh)
- görüşürüz o zaman.
+ ıı görüşürüz...
biliyordum görüşemeyeceğimizi. görüşmeyeceğimizi hatta. biliyordum. sarılmadım. öpmedim. asla öpmem zaten. hava soğuk, götüm donuyor tabii. otobüse bindi. şoför de ibne gibi pfısss pfısss oynuyordu artık frene mi basıyor n'apıyor bilmiyordum ama hafif bir veda havası sezdiriyordu. müziksiz yapamam, taktım kulaklığı;
... yaktım sigaramı da, gitmesini bekliyorum. hava soğuk, sigara dumanıyla karışıyor yine soğuk hava dumanı. üflüyorum sigaramı, bitmek bilmeyen bir duman. üfledikçe üflüyorum. çektikçe çekiyorum içime, daha derine. bacaklarıma kadar hissettim o gün dumanı. soğukla beraber, babam ölmüş gibi asılıyordum filtreye.
''pfıss pfısss'' kalktı otobüs. çalan parça artık 3:34'teydi. sararsan anlarsın sözlük. kafamı yavaştan sallamaya başladım ve son dumanımı alıp sertçe yere vurdum sigarayı. zaten hep böyle söndürürüm. bi' çakarım yere, kül ayrılır sigaradan; bilirsin. otobüs uzaklaştıkça şarkı bana daha da yakınlaşıyordu. beni ezmeye başladı şarkı. ağırlaştıkça ağırlaştı. kendi otobüsüme doğru yürüdüm sonra. yüzümde garip bir gülümseme hakimdi.
rahatlamıştım. şarkıyı durdurunca, üzerinden halter kalkan adam gibi hafiflemiştim. zıplasam eve kadar uçardım herhalde. zıplamadım tabii ki. insanca yürümeye devam ettim. günden anladığımsa; kız maldı. direk böyle kondurmayı sevmem. aslında mal olan benim biliyorum, bir malı seçtiğim için belki de. oğlan da aslında o kadar yakışıklı değilmiş, daha sonra tekrar ''fotoğrafı yollasana'' diye yazdığımda fark ettim. herhalde beklentimi çok aşırı tuttuğumdan öyle mal olup, ebemi ellerine vermiştim siksin diye. neyse; n'apayım sözlük, turuncu işte. beynimi dinleyen hiç bir şeyim yok. beynim ne diyorsa ''yapma, tersini yap'' diyordu bütün uzuvlarım.
şarkı değiştirdim sonra;
çok severim. otobüse binip eve geldim. hala gülümsemem hakimdi.
o günden sonra işte, bir haftalık sürede; en son bugün konuştuk ve eminim son konuşmamdı. zaten bugün o hypnogaja anını da o yüzden yaşadım.
sonuç olarak; ne bileyim. hayat enteresan işte. bazı şeyler çok ''he de geç''. bazı şeyler gerçekten çok ''amaan boşver''.