sosyalizm

entry685 galeri34 video1 ses1
    54.
  1. çoluk çocuk oyuncağı. ki daha önce de belirtmiştim. en azından şimdilik. derin tespitlere gerek yok.

    belki bir kaç milenyum sonra bilemiyorum. hani ütopik mütopik düşler kuran arkadaşlar varsa diye dedim.
    1 ...
  2. 53.
  3. herkese portakal vermek yerine herkesi portakal kuyruğuna sokmak eşitliğini verdiğinde gereksiz kalan ve anlaşılamayan sistemdir. bu entry'e ileride edit girebilir ve uzun uzun derdimi anlatırım belki.

    ama şimdi yorgunum. yarın da pazartesi. sosyalizm de gelmedi.

    *
    2 ...
  4. 52.
  5. marx'a göre komunizme giden yolun ilk evresi...
    1 ...
  6. 51.
  7. kentsoylu kurt'ların önemsemediği hadisedir.

    (kurt ilk akla gelen kurt değildir)

    (bkz: boris vian)
    0 ...
  8. 50.
  9. Necip Fazıl'ın tanımıyla, Komünizm'in alıp en hayvani şekilde ırzına geçtiği hak hakikat bakiresi...
    3 ...
  10. 49.
  11. tam demokratikleşme olmadan uygunamayacak düşünce.
    1 ...
  12. 48.
  13. iktidar ve üretim araçlarının halk tarafından kontrol edildiği bir toplum fikrine dayanan bir düşünce sistemidir. kendi içinde guruplara ayrılır bunlar;

    savaş sosyalizm(savolizm)
    Özgürlükçü Sosyalizm
    Evrimci Sosyalizm
    Popüler sosyalizm
    Yeşil sosyalizm
    Sarı sosyalizm'dir
    1 ...
  14. 47.
  15. boku çıkan bir terimdir sosyalizm. bokunu çıkartan da "özgürlük" ve "demokrasi" kelimelerini ağzına pelesenk etmiş toplum cuhelalarıdır.

    hala anlayamadılar, anlayacak gibide görülmüyolar gerçi. isa doğalı 2007 yıl oldu, insanlık binlerce yıldır var.

    "birisinin özgürlüğünün arttığı yerde diğerinin mahkumluğu başlar"

    2-3 tane sosyalizm konferansına gidip, istiklal caddesinde broşür dağıtan başımıza "halk" savunucusu kesiliyor. ara eleman lazım bu ülkeye. bu bo$ beyinlileri toplasak türkiye belki adam olur.
    3 ...
  16. 46.
  17. Varlıklarını sürdürebilmek için zorunlu olan metalara bağlı olan görece
    kalabalık yerleşimli toplumlarda, aşırı bir işgücü bölünmesi ve çok
    merkezileşmiş bir üretim aygıtı kesinlikle gereklidir. Geriye baktığımızda,
    şimdi sadece bir masal gibi görünen, bireylerin ya da görece küçük grupların
    kendi kendilerine yettikleri o dönemler, bir daha geri gelmemek üzere
    kapandı. insanlığın, gezegen çapında bir üretim ve tüketim toplumu haline
    geldiğini söylemek abartı olmayacaktır. Bu noktada, zamanımızın krizinin
    özünü neyin oluşturduğunu kısaca dile getirmek istiyorum. Bu öz, bireyin
    toplumla ilişkisine dair. Birey, topluma olan bağımlılığının her zamankinden
    daha çok bilincine varmıştır. Fakat o, bu bağımlılığı olumlu bir özellik,
    organik bir bağ, koruyucu bir güç olarak değil; aksine, doğal haklarına ve
    hatta ekonomik varlığına yönelik bir tehdit olarak görüyor. Üstelik,
    toplumda öyle bir konumda ki, maskeler takmasına yol açan egoist dürtüleri
    sürekli tetikleniyor; yaradılış olarak daha zayıf olan toplumsal güdüleri
    ise sürekli kötüye doğru gitmekte. Toplumdaki konumu her ne olursa olsun tüm
    insanlar, bu süreç nedeniyle acı çekiyorlar. Kendi bencilliklerinin
    mahkûmları olduklarından habersiz, kendilerini güvencesiz, yalnız ve yaşamın
    o saf, basit ve yalın güzellikleri ellerinden alınmış hissediyorlar.
    insanın, o kısa ve tehlikelerle dolu yaşamını anlamlandırmasının tek yolu,
    kendini topluma adamasıdır.
    Bence kötülüğün gerçek kaynağı, kapitalist toplumdaki mevcut ekonomik
    anarşi. Önümüzde koca bir üreticiler topluluğu görüyoruz; bu topluluğun
    üyeleri ise, durmaksızın birbirlerini, kolektif emeklerinin sonuçlarından
    mahrum bırakmak için çabalıyorlar. Bunu zor kullanarak değil, yasalaşmış
    kurallara körü körüne inanarak gerçekleştirmekteler. Bu bağlamda, üretim
    araçları -yani, tüketim metaları ve ek sermaye metaları üretmek için gereken
    üretim kapasitesinin bütünü- yasal olarak bireylerin özel mülkiyeti
    olabilmekteler ve öyleler.
    Daha kolay anlaşılsın diye, aşağıdaki tartışmada -kelimenin alışılagelmiş
    günlük kullanımına tam olarak denk düşmemesine rağmen- üretim araçlarının
    sahibi olmayanların tümünü “işçiler” olarak adlandıracağım. Üretim
    araçlarının sahibi, işçinin işgücünü satın alır konumdadır. işçi ise, üretim
    araçlarını kullanarak, kapitalistin mülkiyeti haline gelen yeni metalar
    üretir. Bu süreçteki temel nokta, işçinin ürettiği ile karşılık olarak
    aldığı arasındaki ilişkidir; bunların her ikisi de gerçek değer ölçüleriyle
    belirlenir. iş akdi ne kadar “serbest” olursa olsun, işçinin aldığı ücret,
    ürettiği metaların gerçek değeri tarafından değil; işçinin asgari
    ihtiyaçları ile kapitalistlerin, iş bulmak için birbiriyle yarışan işçilerin
    sayısına bağlı olarak, işgücüne duyduğu gereksinim tarafından belirlenir.
    işçinin ücreti, teoride bile, ürettiğinin değeri tarafından belirlenmez.
    Özel sermaye, kısmen kapitalistler arasındaki rekabet, kısmen de teknolojik
    gelişme ve emeğin giderek gelişen işbölümünün, küçük olanlar aleyhine daha
    büyük üretim birimlerinin oluşumunu teşvik etmesi nedeniyle, az sayıda elde
    yoğunlaşma eğilimindedir. Bu gelişmelerin sonucu ise bir özel sermaye
    oligarşisidir; bu sermayenin olağanüstü gücü, demokratik yoldan örgütlenmiş
    siyasi bir toplumda bile denetim altında tutulamaz. Yasama organı üyeleri
    siyasi partiler tarafından seçilmektedir; bu partiler ise büyük oranda özel
    kapitalistler tarafından finanse edilmekte ya da onlardan etkilenmektedir.
    Yani özel kapitalistler, seçmenler ile seçilenleri birbirinden ayırır.
    Sonuçta halkın temsilcileri, nüfusun olanakları kısıtlı bölümünün
    çıkarlarını yeterince korumazlar. Ayrıca, özel kapitalistler, mevcut
    koşullar altında, temel enformasyon kaynaklarını doğrudan ya da dolaylı
    olarak kontrol ederler: Basın, radyo, eğitim. Bu nedenle, birey-vatandaş
    için nesnel sonuçlara ulaşmak ve siyasi haklarını zekice kullanmak son
    derece zor, hatta genellikle neredeyse olanaksızdır.
    Demek ki, sermayenin özel mülkiyetine dayanan bir ekonominin baskın niteliği
    iki ana ilke tarafından belirlenir: Birincisi; üretim araçları (sermaye)
    özel mülk sahiplerinin elindedir ve sahipleri bunları istedikleri gibi
    kullanırlar. ikincisi, iş akdi serbesttir. Elbette, bu bağlamda, saf bir
    kapitalist toplum yoktur. Altını çizmek gerekir ki, işçiler, uzun ve
    şiddetli bir siyasi mücadele sonucunda, belli işçi kategorileri için daha
    gelişmiş bir “serbest iş akdi” elde etmeyi başarmıştır. Fakat bir bütün
    olarak ele alındığında, günümüz ekonomisi “saf” kapitalizmden pek de farklı
    değildir. Üretim fayda için değil, kâr için sürdürülür. Çalışabilecek
    durumda olan ve bunu isteyen herkesin her zaman iş bulabilmesi mümkün
    değildir; hemen her zaman bir “işsizler ordusu” vardır. işçi devamlı işini
    kaybetme korkusu içindedir. işsiz ve düşük ücretli işçiler kârlı bir piyasa
    oluşturmadıkları için, tüketim mallarının üretimi düşer ve sonuçta büyük bir
    sıkıntı doğar. Teknolojik ilerleme, genellikle, herkesin çalışma yükünü
    hafifletmeden çok, daha fazla işsizlikle sonuçlanır. Kapitalistler
    arasındaki rekabetle bağlantılı olarak, kâr dürtüsü, sermaye birikimi ve
    kullanımında dengesizliğe yol açar ki, giderek daha da şiddetlenen
    bunalımların nedeni budur. Sınırsız rekabet, büyük ölçüde emek israfına ve
    daha önce belirttiğim gibi, bireylerde toplumsal bilinç tahribine neden
    olur.
    Ben, bireylerdeki bu tahribatı kapitalizmin en korkunç kötülüğü olarak
    görüyorum. Tüm eğitim sistemimiz bu kötülükten zarar görüyor. Aşırı
    abartılmış bir rekabetçi tutum aşılanan öğrenci, gelecekteki meslek yaşamına
    hazırlık olarak, açgözlüce başarıya tapacak bir biçimde eğitiliyor. Bu büyük
    kötülükleri saf dışı edecek sadece tek bir yol olduğuna inanıyorum. Bu yol,
    toplumsal hedeflere yöneltilmiş bir eğitim sisteminin eşlik edeceği
    sosyalist bir ekonominin kurulmasıdır. Böyle bir ekonomide, üretim araçları
    topluma aittir ve planlı bir tarzda kullanılır. Üretimi toplumun
    ihtiyaçlarına göre düzenleyen planlı bir ekonomi, yapılacak işi, bunu
    yapabilecek herkesin arasında eşit olarak dağıtacak ve her erkek, kadın ve
    çocuğun geçinmesini garanti edecektir. Bireyin eğitimi ise, günümüz
    toplumundaki gibi güç ve başarının yüceltilmesi yerine, onun doğuştan
    yeteneklerini geliştirmesine yardımcı olmanın yanı sıra, onu diğer insanlara
    karşı sorumluluk duygusu içinde yetiştirmeye çalışacaktır.
    Bununla birlikte, planlı bir ekonominin henüz sosyalizm olmadığının
    hatırlanması gerekir. Planlı bir ekonomiye, bireyin tümüyle köleleştirilmesi
    de eşlik edebilir. Sosyalizmin kuruluşu, son derece zor bazı sosyo-ekonomik
    sorunların çözümünü gerektiriyor: Siyasi ve ekonomik gücün tam olarak
    merkezileştiği bir durumda, bürokrasinin tüm gücü elinde toplamasına ve
    kendini beğenmiş bir hale gelmesine nasıl engel olunur? Bireyin hakları
    nasıl korunur ve böylece, bürokrasinin gücüne karşı, demokratik bir denge
    nasıl sağlanır? içinde bulunduğumuz bu geçiş çağında, sosyalizmin amaç ve
    sorunları hakkında net tutum almak son derece önem taşımaktadır. Mevcut
    şartlar altında, bu sorunların özgürce ve engellenmeden tartışılması tabu
    haline geldiğinden, Monthly Review dergisinin yayına başlamasının önemli bir
    kamu hizmeti olacağı kanısındayım.

    Büyük fizikçi Albert Einstein’ın bu yazısı, ABD’de yayınlanan Monthly Review
    adlı aylık derginin Mayıs 1998 tarihli 50. cilt, 1. sayısından alındı. Yazı,
    ilk olarak aynı derginin ilk sayısında ilkyazı olarak, 1949’da
    yayınlanmıştı.
    1 ...
  18. 45.
  19. Niçin Sosyalizm? Albert Einstein

    Çev. Kenan Ateş

    Birey, toplumda öyle bir konumda ki, maskeler takmasına yol açan egoist
    dürtüleri sürekli tetikleniyor; yaradılış olarak daha zayıf olan toplumsal
    güdüleri ise sürekli kötüye doğru gitmekte. Toplumdaki konumu her ne olursa
    olsun tüm insanlar, bu süreç nedeniyle acı çekiyorlar. Kendi
    bencilliklerinin mahkûmları olduklarından habersiz, kendilerini güvencesiz,
    yalnız ve yaşamın o saf, basit ve yalın güzellikleri ellerinden alınmış
    hissediyorlar. Ben, bireylerdeki bu tahribatı kapitalizmin en korkunç
    kötülüğü olarak görüyorum. Bu büyük kötülükleri saf dışı edecek sadece tek
    bir yol olduğuna inanıyorum. Bu yol, toplumsal hedeflere yöneltilmiş bir
    eğitim sisteminin eşlik edeceği sosyalist bir ekonominin kurulmasıdır.
    Ekonomik ve sosyal konularda uzman olmayan birinin sosyalizm hakkında görüş
    belirtmesi uygun olur mu? Birçok nedenden ötürü ben, uygun olduğuna
    inanıyorum. Sorunu ilk önce bilimsel bilginin bakış açısından ele alalım.
    Astronomi ile ekonomi arasında hiçbir temel metodolojik farklılık yokmuş
    gibi görünebilir: Her iki alanda da bilim adamları, belli görüngüler
    arasındaki bağlantıyı mümkün olduğunca anlaşılır kılmak için, sınırlı belli
    bir görüngü grubu için genel kabul görecek yasaları keşfetmeye çalışırlar.
    Oysa aslında böyle metodolojik farklılıklar bulunmaktadır. Ekonomi alanında
    genel yasalar bulunması, gözlenen ekonomik görüngünün, yalıtık olarak
    değerlendirilmeleri çok zor olan birçok faktör tarafından etkileniyor olması
    nedeniyle güçleşir. Ayrıca, insanlık tarihinin sözde çağdaş dönemi olarak
    adlandırılan dönemin başlangıcından bu yana birikmiş deney, çok iyi
    bilindiği gibi, nitelik olarak ekonomiyle özel bir ilişkisi olmayan
    nedenlerden etkilenmiş ve o nedenlerle sınırlanmıştır. Örneğin, tarihteki
    büyük devletlerin çoğunluğu varlıklarını fetihlere borçluydular. Fatih
    halklar, kendilerini yasal ve ekonomik olarak, fethedilmiş ülkenin imtiyazlı
    sınıfı durumuna getirdiler. Toprak sahipliği tekelini aldılar ve yine kendi
    saflarından bir rahiplik kurumu oluşturdular. Rahipler, eğitimi kontrol
    edip, sınıf ayrımını kurumsallaştırdı ve sosyal davranışlarına yön
    verdikleri geniş ölçüde bilinçsiz halkı güdecek bir değerler sistemi
    yarattılar.
    Ama denilebilir ki, tarihsel gelenek daha dün başlamıştır; Thorstein
    Vebren’in insan gelişiminin “yırtıcı dönemi” olarak adlandırdığı şeyin
    üstesinden hiçbir yerde gelebilmiş değiliz. Gözlemlenebilir ekonomik olgular
    bu aşamaya aittirler ve onlardan çıkardığımız yasalar da diğer aşamalar için
    uygulanabilir değildir. Sosyalizmin asıl amacı tam da bu durumun üstesinden
    gelmek ve insan gelişiminin yırtıcı dönemini aşmak olduğuna göre, ekonomi
    bilimi, mevcut haliyle, geleceğin sosyalist toplumuna pek fazla ışık
    tutamaz. ikinci olarak, sosyalizm sosyal-ahlaki bir amaca doğru yöneltir.
    Bilim ise amaçlar yaratamaz ve onları insana aşılayamaz; bilim, olsa olsa,
    belli amaçlara ulaştıracak araçları sunabilir. Fakat amaçların kendileri,
    yüce ahlaki ideallere sahip kişilikler tarafından tasarlanır -eğer bu
    amaçlar ölü doğmuş değil, aksine canlı ve güçlü iseler- ve yarı bilinçsiz
    bir biçimde, toplumun yavaş evrimini belirleyen çok sayıdaki insan
    tarafından benimsenir ve ileriye doğru taşınır.
    Bu nedenlerle, sorun insan sorunlarına dair olduğu zaman, bilimi ve bilimsel
    yöntemleri abartmamaya dikkat etmeli, toplum örgütlenmesini etkileyen
    sorunlar üzerinde söz söyleme hakkının yalnızca uzmanlarda olduğunu
    sanmamalıyız. Bir süredir, sayısız ses, insan toplumunun bir krizden
    geçmekte olduğunu ve istikrarının ciddi bir biçimde tahrip edildiğini
    söylüyor. Böylesi bir durumda bireylerin kendilerini, ait oldukları küçük ya
    da büyük gruba kayıtsız, hatta düşman hissetmesi karakteristiktir. Söylemek
    istediğimi daha iyi anlatabilmek için, kişisel bir deneyimimi aktarmak
    istiyorum. Geçtiğimiz günlerde, zeki ve iyi niyetli birisiyle yeni bir savaş
    tehdidi üzerinde tartışıyorduk. Bana göre, insan varlığını ciddi bir biçimde
    tehlikeye atacak olan bu tehdidi önlemenin tek yolu, uluslarüstü bir
    örgütlenmeydi. Bu sözlerim üzerine, ziyaretçim, oldukça sakin ve soğukkanlı
    bir biçimde, bana, “insan soyunun yok olmasına neden bu kadar karşısınız?”
    dedi.
    Eminim ki, bundan yüz yıl önce, hiç kimse, bu türden bir sözü bu kadar
    düşünmeden sarf etmezdi. Bu söz, kendi içinde bir denge kurmak için boşu
    boşuna çabalamış ve sonunda, az ya da çok, başarı umudunu yitirmiş birisinin
    ifadesidir. Bugünlerde çok sayıda insanın yaşadığı o acılı yalnızlık ve
    yalıtılmışlığın dile getirilmesidir bu. Peki bunun nedeni ne? Bir çıkış yolu
    var mı? Bu soruları sormak kolay, onlara garantili bir yanıt bulmak zordur.
    Yine de, duygu ve uğraşlarımızın çoğu kere birbirine çelişik ve anlaşılmaz
    olduğunu, basit ve kolay formüllerle dile getirilemeyeceklerini bilmeme
    rağmen, bu soruyu yanıtlamaya çalışacağım. insan, aynı zamanda hem tek
    başına, hem de toplumsal bir varlıktır. Tek başına bir varlık olarak,
    kendisinin ve ona en yakın olanların varlığını korumaya, kişisel arzularını
    tatmin etmeye ve doğuştan olan yeteneklerini geliştirmeye çalışır. Toplumsal
    bir varlık olarak ise, diğer insanların onayını ve sevgisini kazanmaya,
    zevklerini paylaşmaya, üzüntülü anlarında onları teselli etmeye ve onların
    yaşam koşullarını iyileştirmeye çabalar. insanın o özel karakteri bu
    çeşitli, sık sık çelişen çabaların varlığı sayesinde oluşur ve bunların
    özgül bileşimleri, bireyin, kendi iç dengesini sağlama ve toplumun
    geleceğine katkı yapabilme düzeyini belirler. Bu iki dürtünün göreceli
    gücünün, esas olarak kalıtım tarafından belirlenmiş olduğu kuvvetle
    muhtemeldir. Fakat sonunda ortaya çıkan kişilik, geniş ölçüde, insanın
    gelişmesi sırasında kendini içinde bulduğu çevre, içinde yetiştiği toplumun
    yapısı, o toplumun gelenekleri ve belli davranış türlerini onaylaması
    tarafından biçimlenir. Soyut “toplum” kavramı, birey için, çağdaşları ve
    daha önceki kuşaklar ile doğrudan ve dolaylı ilişkilerinin toplamı demektir.
    Birey kendi başına düşünebilir, hissedebilir ve gayret sarf edebilir; ancak
    fiziksel, entelektüel ve duygusal bir varlık olarak topluma öylesine
    bağlıdır ki, onu toplum çerçevesi dışında düşünmek ya da anlamak mümkün
    değildir. insana yiyecek, giyecek, ev, iş aletleri, dil, düşünce biçimleri
    ve düşüncenin içerdiklerinin çoğunu sağlayan toplumdur. insanın yaşamı,
    hepsi de o küçücük “toplum” sözcüğünün ardına gizlenmiş olan geçmişteki ve
    bugünkü milyonların çaba ve başarıları ile olanaklı kılınır.
    Demek ki, bireyin topluma bağımlılığı, tıpkı karınca ve arı örneklerinde
    olduğu gibi, yok edilemeyecek bir doğal olgudur. Bununla birlikte, karınca
    ve arıların tüm yaşam süreci, en küçük ayrıntısına dek, katı kalıtsal
    içgüdüler tarafından belirlenmişken, insanın sosyal seyri ve karşılıklı
    ilişkileri çok çeşitlidir ve değişime açıktırlar. Bellek, yani yeni
    bileşimler oluşturma yeteneği ve sözlü iletişim, insanlar arasında,
    biyolojik gereksinimlerin dikte etmediği gelişmeleri mümkün kılmıştır. Bu
    türden gelişmeler kendilerini gelenekler, kurumlar ve örgütlenmelerde;
    edebiyatta, bilimsel ve mühendislik başarılarında, sanat yapıtlarında
    gösterir. Bu durum bize, insanın kendi davranışları sayesinde kendi yaşamını
    etkileyebildiğini ve bilinçli düşünce ve arzulamanın bu süreçte nasıl rol
    oynadığını belli bir noktaya kadar açıklar.
    insan, doğarken, kalıtım sayesinde, insan türüne özgü doğal güdüler de dahil
    olmak üzere, sabit ve değişmez olduğunu düşünmemiz gereken biyolojik bir
    anayasa edinir. Ayrıca, yaşam süresi boyunca, iletişim ve diğer etkilenmeler
    yoluyla toplumdan adapte ettiği kültürel bir anayasa da kazanır. Değişime
    açık olan ve birey ile toplum arasındaki ilişkiyi büyük ölçüde belirleyen de
    bu kültürel anayasadır. Modern antropoloji bize, sözde ilkel kültürlerin
    karşılaştırmalı incelenmesi sayesinde, insan sosyal davranışlarının, yaygın
    kültürel modellere ve toplumda egemen örgütlenme tiplerine bağlı olarak
    büyük farklılıklar gösterebileceğini öğretmiştir. Bu temelde, insan türünün
    yaşama koşullarını iyileştirmeye çalışanlar umutlarını şuna bağlayabilirler:
    insan, biyolojik anayasası gereği, birbirini yok etmeye ya da kendi
    yarattığı insafsız bir yazgının kurbanı olmaya mahkûm edilmiş değildir.
    insan yaşamını mümkün olduğunca yetkinleştirmek için toplumun yapısının ve
    insanın kültürel duruşunun nasıl değiştirilmesi gerektiğini soracak olursak,
    değiştiremeyeceğimiz bazı kesin koşullar olduğu gerçeğinin sürekli
    bilincinde olmalıyız. Daha önce belirtildiği gibi, biyolojik insan doğası,
    ne amaçla olursa olsun, değişime açık değildir. Üstelik, son birkaç yüzyılın
    teknolojik ve demografik gelişmeleri, artık kalıcılaşan bazı koşullar
    yaratmıştır.
    0 ...
  20. 44.
  21. her şeye karşın türkiye'den bakınca güç kaybeden ufalan fakat dünya' ya dikkatli bakınca tekrardan tartışılmaya başlayan sistem. şimdi onlarca laf edildi, yazıldı çizildi. fakat bunca laf edilmesine, yazılmasına karşın şu basit parolalar anlaşılamadı. sosyalizm basit bir eşitlik tutkusu değil, ürettiğin kadar tüket, emeğin kadar üretime katıl! evet bu olay budur. sosyalizmde henüz sınıflar kaldırılmamıştır, kol emeği ile kafa emeği arasındaki sınıfsal fark devam edecektir fakat üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet bitmiş yerine kollektif-herkesin katıldığı, bulunduğu- bir üretim sistemi kullanılmaktadır. üretim araçları herkesin ortak çıkarları adına üretmeyeb başlamıştır kar için değil.

    üzerinde durulması gereken bir nokta insan bilincinin sömürmekten yana olduğudur. fakat günümüzde tarihsel olaylara baktıkça kölelik bitmektye yerini sömürü almaktadır. fakat bundan çok eski çağlarda insanoğlu sömürmek gibi bir ihtiyacı bulunmadığından birbirinin üstünden asalakça geçinmezdi. bu laflar yüzlerce ve binlerce kez söylenese de anlaşılmayacağını bildiğimden sözlerimi daha fazla uzatmak istemem. ne de olsa herkesin tuttuğu kendine!
    5 ...
  22. 43.
  23. kapitalizmin mutlak çöküşünden sonra geçilecek olan sistemdir. mesele kapitalizmin ne zaman çökeceğidir.
    0 ...
  24. 42.
  25. cemaatci abi ve ablalarımıza
    -bir gün bu ülkeye sosyalizm hakim olacak dediğimizde
    -sosyalizm geldiği gün şeraat bu ülkeya hakim olacak diye
    aldığımız cevaptır.
    sosyalizm ortak üretim, ortak paylaşım, ortak mutluluk, ortak ekmek, ortak iş, ortak aş... yani herşeyin ortaklaşa kullanıldığı herkesin eski türk filmlerindeki kadar mutlu olacağı yönetim şeklidir
    1 ...
  26. 41.
  27. düşünce olarak insanlık adına güzel bir yöntem olarak gözükse de insanoğlunun bünyesinde barındırdığı bencillik, sömürme, kazanma hırsı gibi kavramlar neticesinde pratikte hiç bir işe yaramayacak sistemdir.
    0 ...
  28. 40.
  29. Sosyalizme inananlar, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kamu mülkiyetine geçmesi ile tüm sorunların çözümleneceğini iddia etmiyorlar. Sosyalizm, ne şeytanları meleğe dönüştürecek, ne de cenneti yeryüzüne indirecektir. iddia edilen şey, sosyalizmin kapitalizmin büyük kötülüklerine çare bulacağı, sömürüyü, sefaleti, güvensizliği, savaşı ortadan kaldıracağı ve insanlar için daha büyük bir refah ve mutluluğun kapılarını açacağıdır.

    Sosyalizm, kapitalizmin yırtıklarınını yamanarak düzeltilmesi değildir. Sosyalizm, devrimci bir değişme, toplumun büsbütün farklı bir çizgide yeniden kurulması demektir.

    edit: kaynak adı geçen webadresinden değil, uzun yıllar önce not olarak aldığım defterimdendir.
    2 ...
  30. 39.
  31. cnn muhabiri devrim sonrası bir cüba köyüne gider.sırtında küfeyle tütün tarlasından dönen kübalı yaşlı kadını durdurur ve sorular sormaya başlar.
    -ülkenizde devrim olalı beş yıl oldu ve görüyorum ki yaşam biçiminizde çokta bir değişiklik olmamış.insanlar yoksullukla boğuşuyor,yiyecek sorunu yaşıyorsunuz en basitinden elektrik bile yok şuan evinizde...
    +evet devrim sonrası ambargo dan kaynaklı çeşitli sıkıntılar yaşıyor olabiliriz.evet şuan evimizde elektrik olmayabilir ama eminim şuan fidelin evindede elektrik yoktur.eşitlik böylebirşey olsa gerek...*
    7 ...
  32. 38.
  33. köy bakkalındaki tozlu raflarda kalmış bayat gofret. severiz özleriz o ayrı.
    2 ...
  34. 37.
  35. özellikle sağ partilerin değerler, aidiyetler üzerinden prim yapmaya, kar ve/ veya oy kapmaya çalıştığı bir dönemde belki de en çok ihtiyacımız olan; eşitlikçi, özgürlükçü, demokrat, laik, birlikte yaşamı savunan güzel düşünce.
    1 ...
  36. 36.
  37. gorkinin 'ana' kitabı sosyalizmi anlatan en iyi kitaplar arasındadır.
    2 ...
  38. 35.
  39. toplumculuk.

    ülkemizde bir çok kişinin sandığının aksine ilk kez karl marx tarafından ortaya atılmamış, aksine yakın çağın başlarında teorize edilmiştir.

    sosyalizm denilince akla "herkesin eşit ücret aldığı, tek tip kıyafet giydiği, pirinç yediği, açlıktan kıvrandığı bir sistem" gelmemelidir. ki, sosyalizm temellendirilirken bu gibi yaklaşımların uzun vadede büyük enkazlar yaratacağı bilinmekteydi. sosyalizm temelde, toplum kontrolüne dayanan bir servet dağılımı amaçlar. yani paranın, devletin yaptığı yatırımların halkın ihityaçları doğrultusunda kullanılmasını ve astronomik gelir farklılıkları olmadan sosyal eşitliğin sağlanmasını savunmaktadır. devletin döndürdüğü paranın halkın gözü önünde, şeffaf alanda olması gereklidir. kısacası özü "devlet halk içindir" felsefesiyle açıklanabilir. tam burada klasik toplumculuk marxist sosyalizmden ayrılır, zira marxizm toplumun kendi rızasıyla-yada proleterya diktatörlüğüyle- oluşan yüzde yüz eşitliği gibi "ütopyaları" da ön koşul olarak içermektedir.

    günümüzde toplumculuğu en iyi şekilde, ister inanın, ister inanmayın, iskandinav devletleri uygulamaktadır. devlete giren para, belirli bir miktarı olası bir kriz durumu için saklandıktan sonra sosyo-ekonomik gelişim için kullanılır(yol, su, elektrik, altyapı, dsl ulaştırımı, köy okullarına bile bilgisayar sistemleri kurulması, işşizlik maaşı, sigorta ücreti, bedava eğitim ve sağlık hizmetleri vs vs. ve evet, sözde değil, özde) . harcanan her kuruş için devletler halka hesap verir. şeffaflık taviz verilemez bir öğedir, zira 70lerdeki gibi "trank" diye gensoruyu basabilirler hükümete. yani "uygulanamaz kardeşim, hayal bu!" denilmesi yersizdir. yeter ki akla sscb ve çin halk cumhuriyeti gibi felaketler gelmesindir. belki de sscb ve çin'in sosyalizmi uygulayamayışının temelinde marxist görüş yatıyor olabilir. bilemem. ama "toplumculuk(her hangi bir çeşidi) uygulanamaz" diye bir şey kesinlikle yoktur.
    4 ...
  40. 34.
  41. işi artık vahşet boyutlarının ötesine taşımış olan ilk bakışta mantıklı gibi gelen ama pratiğiyle beraber boktanlığı anlaşılan sistemdir.Kollektivizasyon gereği herkesin malına el konulur,özel teşebbüs kalkar.Her şey devlet tekelindedir.Propaganda filmlerinde mutluluktan yudum ayçiçek yağlı yemek yemiş gibi uçuşan insanlar gösterilir.ama gerçekte bu sistemde insanlar 'ben'kelimesini unutmuş,tek düzeleştirilmiş,mutluluğun m sini unutmuş insanlardır.Tarihte sosyalist sistemin tek bir memnun edici yönü gösterilemez.Her türlü gelişim için 'biz'den evvel 'ben' şarttır.bunu söylemek bir bencillik değil gelişim için elzem olan bir şeydir.
    1 ...
  42. 33.
  43. 1- Bilimsel Sosyalizm :(Marxizm)
    Sosyalist toplumun tarihin zorunlu bir sonucu olarak , zorlama ve ihtilalle ortaya çıkacağını savunan görüştür.
    2- Demokratik Sosyalizm :(Parlementer sosyalizm)
    Sosyalist ekonomik düzeni demokratik yolla gerçekleştirme çabasıdır . Sosyalist bir ekonomik düzen ile demokratik bir siyasal düzenin birleşmesi sonucu ortaya çıkan rejimdir .
    3- Devrimci Sosyalizm :(ihtilalci sosyalizm)
    Sosyalist düzenin devrimle kurulacağını savunan görüştür .
    4- Ütopik Sosyalizm : (Ülkücü sosyalizm)
    Sosyalizmin , tarihin zorunlu bir sonucu olarak değil , daha insancıl ve adil bir dünyanın yaratılması için
    insanların iyi niyetlerine dayalı olarak kurulacağına inanan görüştür .

    Yukarıdaki sosyalizm biçimlerinden en "fısssss" olanı ütopik sosyalizmdir.Yine en radikal , kanlı olanı ise Devrimci sosyalizmdir . Bilimsel sosyalizm daha önce SSCB'de denenmiş ve ne yazık ki başarılamamıştır . Günümüzde ise avrupalı sosyalistler siyasi ve ekonomik programlarını demokratik sosyalizm doğrultusunda planlamaktadırlar .
    3 ...
  44. 32.
  45. tek ülkede varsa eğer ve o ülkenin dışında çok güzel bir dünya olduğu tv'lerde gösteriliyorsa insanların ordan kaçması kendilerine göre son derece mantıklıdır. sosyalist olmayan ülkelerin yaptıkları ile kıyaslanınca (ırak, afganistan, somali, cezayir, bosnahersek......) yaşamak için emek güçlerine gerek duyan insanların bilmesi, öğrenmesi, yaşaması gereken sistemdir, başkalarının sırtından geçinme çabasında olanlar için ise sırtlarındakileri silkelemeyi başarırlarsa dünya zaten onlar için cennettir.
    1 ...
  46. 31.
  47. bilimsel sosyalizm ve ütopik sosyalizm olarak ikiye ayrılır. ütopik sosyalistlere göre üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet bir sorundur, fakat bundan doğan artı-değer nasıl sınıflandırılmalıdır, işte bunun açıklamasını yapamaz ütopik sosyalizm. çünkü ütopik sosyalizm olayı yalnızca bir ekonomik mücadele biçimi olarak görüp mücadelenin aslını kavrayamamaktadır. çünkü sorun sınıflı toplumların sorunudur. üretim araçlarının gelişmesini engelleyen her karşıtlık eskimeye mecburdur ve bu yüzden yıkılmaya. işte bilimsel sosyalistler bunun bir sınıf kavgası olduğunu söyleyerek mücadelenin ekonomik, siyasal ve ideolojik olması gerektiğini beliritir.

    bilinç insanların maddi dünyalarını etkileyen bir kavramdır. üstyapı kavramı altyapıyı etkiler. fakat aynı şekilde altyapı kavramı yani maddi dünya da bilincimizi yani üstyapıyı etkiler. bu nedenle kapitalist toplumun bilincine göre yetiştirilen bireyler sosyalizm bir hayal olduğunu düşünürler. kendilerince haklı bir iddia fakat yanlış bir iddia. bunu bir örnekle vermek gerekirse rus devrimi sonrası lenin şöyle konuşmuştur; "Gerçekten de ülkemizde, devlet iktidarı işçi sınıfı tarafından kullanıldığı ve devlet bütün üretim araçlarını elinde bulundurduğu için, bize de nüfusu kooperatifler içinde bir araya getirmekten başka bir şey kalmıyor. Nüfus kooperatifler içinde en yüksek derecede toplanınca sosyalizm, eskiden haklı alaylara, gülümsemelere, sınıflar savaşımının, siyasal iktidar vb. için savaşımın zorunluluğuna pek haklı olarak inanan kimselerin küçümsemesine yol açan o sosyalizm, kendiliğinden gerçekleşiyor." (Lenin, Ekim Devrimi Dosyası, Sf. 618, Kooperatifçilik Üzerine) işte burada belirtildiği gibi devrimin ertesinde halkla beraber sosyalizm kendiliğinden kuruluyordu. fakat biliçli bir şekilde bunu yapmaktaydılar.
    4 ...
  48. 30.
  49. sosyalizm kelimesi 19ncu yüzyıl avrupa'sındaki işçi sınıfı hareketleriyle doğdu. ingiltere'de ilk kez robert owen'in öğrencileri için 1822 yılında, fransa'da 1831'de kullanıldı. antik çağdan itibaren kullanılan kelime komünizmdi. bu bakımdan sosyalizm kavramı eski de olsa sosyalizm kelimesi oldukça yenidir.
    2 ...
© 2025 uludağ sözlük