Hayatın nasıl bir ince çizgide ilerlediğini, yapacağımız en küçük secimin bizi bambaşka noktalara götürebilecegini anlattığı 4. Sezon 4. Bölüm ü izlemenizi öneririm. Bağımsız sade ve çok gerçek bir bölüm.
Onun dışında tüm bölümleri kaliteli bir icerige sahiptir. Gerçekçilik, ölüm ve hayat üzerinden kara mizah sunan bu efsane diziyi izleyin.
efsane ve artık kült haline gelmiş dizilerden biridir. ölüm gibi bir konu üzerinden ilerlerken bile sıkmamış gerek duygusal gerekse de zihinsel yönden geliştirici mesajlar vermiştir. finalin son on dakikası ayrı bir efsane olup izleyenlerini ağlatan cinstendir. bu diziden sonra izlemediyseniz dexter'a başlamanızı öneririm, sfu'dan sonra michael c. hall bağımlılık yaptı bende.
Six Feet Under, Batı medeniyetinin ürettiği en değerli ve ölümsüz eserlerden biridir. Hatta üretilen diziler arasında en sanatsal, en derini ve en iyisi olduğu hakkında bir şüphem yok. Daha iyisi yapılana kadar en iyisi bu" derler ya; işte bu söz bu dizi için geçerli değil. Çünkü daha iyisi yapılamayacak. Diziyi izledikten sonra dönem dönem konuşulan, Breaking Bad süper, Walking Dead en iyi dizi, G.O.T. en muhteşemi gibi çeşitli cümlelere cevap vermek yerine, sadece gülüp geçersiniz.
Refik Halit Karay'a ait şu sözün hakikatine karşın: "Hepimize ölüm, en yaklaştığı zaman bile uzak görünür."
Asıl olan meseleyi, yani ölümle yaşamın iç içe oluşunu şahsına münhasır bir üslupla işlemeyi başaran dizi. Bu diziyi izlerken, ölümün dışarıdan gelen bir olgu değil de; aslında, her zaman yanımızda taşıdığımız, içsel bir olgu olduğunun ayırdına daha net bir şekilde varıyoruz. Nitekim ölüm olgusunun, içkin bir şekilde hayatın özünde yer alması önemli bir meseledir...
Üstüne üstlük gerçeğin, allanıp pullanmadan, klişelerin ardına hapsedilmeden ve göze sokulan parmak misali faşizanca vurgulanmadan da yeteri kadar bağımlılık yapabileceğini gösteren bir görsel şölen olmuştur Six Feet Under bugüne dek. Modern insanın en büyük dertlerinden biri olan "sıradanlaşma" "ölüm korkusu"nu hücrelerine kadar hisseden karakterleriyle, birey ihtiyaçlarının "bencillik" adı altında suni ahlaki değerlendirilmelerle baskı altına alındığı bir dünyanın ve bu dünyadaki yaşamın ne kadar acı verici olabildiğini bu kadar akıcı ve sürükleyici bir şekilde anlatan ne bir edebi ürün ne de felsefi yaklaşımla karşılaşmamıştım Six Feet Under'a kadar. "Hayatın ve ölümün anlamına dair" şeklinde kulağa başta fazla ukalaca gelen, öz teması 5 sezon boyunca kendisini öyle güzel işledi, yaşamın katmanlarına öyle güzel yaydı ki, gün gelip bittiğinde bunun aslında dünyevi bir son olduğunu, yaşamın ve yaşayanların asla yokolmayacağına dair bir teselliyi de tuz misali serpti yaralı ruhlarımızın üzerine.
Şimdi son 4 bölümü üst üste izledim gözleerimdeki yaşı tutamıyorum şu an şok içerisindeyim efsane bir final olmuş hayatımda hep bir izi olucak bir dizi.
Sürekli her yerde önüme çıktığı ve çok övüldüğü için başlamıştım ama çok bir olayını göremedim. Hadi bir bölüm daha diye diye hep bir şeylerin olmasını, sürüklemesini bekledim ama sürüklemedi beni.
Az önce 5. sezon final bölümünü de izleyerek bitirdim. Hep bir aksiyon olacak diye bekleyip durdum. Başlarda Diziyi bırakmayı bile düşündüm. Ama sonradan diziyle birlikte yaşadığımı farkettim. Dizinin aksiyonsuz sıradanlığına dalmışım. insanı içine alıyor. Zaten sadece ödüllü final bölümü için bile geriye kalan 62 bölüm izlenir. O kadar güzel bir finali vardı. Yıllar sonra tekrardan izleyebileceğim bir dizi. Ancak yazmadan edemeyeceğim. Eşcinsellik normalleştirme ve güzelleme çabaları korkutucu.
ilk çıktığı yıllarda izlemeyi denemiştim hiç sarmamıştı. son bölüm de sarmamıştı.
o yıllarda prison break nip tuck falan vardı. saran dizilerdi. ama bu neydi be amk. özenti amerikalılar felsefe yapmış. sen yapma abdli. tadını kaçırıyorsun.