arkadaşlara raporu hazırlatıyorum, deliller sağlam. en kısa zamanda moderatöre sunup, bu entelijansiyasına yan yatırdığımın logaritmik canlısını yedinci nesil ibne diye tescil ettirip tüm sözlük alemine yaymayı kendime görev edindim.*
hakkımdaki düşüncesiyle götümü kaldırmış yazardır.
o gün bugündür oturamıyorum lan. alışık değilim ben pof poflanmaya. sert davrancan bana reis,vurcan kırbaçı bana...
edit = cimbomlu olarak an itibarıyla şu espirisiyle yarmıştır. #10877940
(bkz: #10736907) entrysini okuyunca, malum başlığa yazmaktan vazgeçtim.
çünkü yazdıklarının bir benzerini daha teknik olmayan bir dille yazacaktım.
lakin arkadaş, daha güzelini hem de kitabi bir dille açıklamış. kendisine tamamen katıldığımı bildirir,
yazılarının devamını dilerim. feyse ekledim kanka!
doğu felsefesinin mükemmel bir şekilde işlendiği kitaptır bu yüzden de adının buddha'dan gelmesi normaldir. buddha'nın nirvanaya ulaşmadan önceki adıdır.
ve her sözlükte alınan nicktir. buranın da buddha'sı var imiş selam dünyalı!
tarihinde destan yazamamış, devlet kuramamış, millet olamamış etniğine tarihe gerçeklerle yüklenildiğine dayanamayıp baştan aşağı türk ırkına hakaret olan şu entrysini yazmış tosun. (#10394562)
türk tarihinin türkçülerden iyi bildiğini sanıp bir de ''osmanlı türk döğüldü1!!'' ayaklarına girişmş hemen. ulan biz bir osmanlı'mıyız? sen en fazla türk devletinde paşa olurken türkler mısır'dan sibirya'ya, orta asya'dan viyana'ya hakimdi.
bu yazarımızın nickini her gördüğümde fatih ürek şarkılarını söylemeye başlıyorum. niye böyle bir şey yapıyorum bilmiyorum. kendisini de tanıyorum. refleks gibi bir şey de olmadı lan. isteyince durduruyorum.
bu yazarımızın nickini her gördüğümde "siddartha da ankaralım sidaaaaartha" diye söylemeye başlıyorum. niye böyle bir şey yapıyorum bilmiyorum. kendisini de tanımıyorum. refleks gibi bişey oldu lan. durduramıyorum.
siddhartha, giysisini yolda rastladığı yoksul bir brahmana verdi. kendisi edep yerini örten bir bez parçası ve haki renkte dikişsiz bir üstlükle kaldı. günde yalnız bir öğün yemek yiyor, pişmiş şeyleri hiç ağzına koymuyordu. on beş gün oruç tuttu bir defasında, bir defasında da yirmi sekiz gün.kalçalarındaki et eriyip bitti. büyümüş gözleri sıcak düşlerle yandı, tutuştu, kuruyup incelmiş parmaklarında tırnakları iyice uzadı ve çenesini çalı gibi bakımsız bir sakal kapladı. bakışları buz gibi soğudu kadınlarla karşılaştıkça; şık giyimli insanlarla dolu bir kentten geçerken ağzı küçümsemeyle büzüldü.tacirlerin ticaretle uğraştığını, prenslerin avlanmaya gittiğini, yaslıların ağlayıp sızlayarak ölülerin yasını tuttuğunu, fahişelerin gelip geçenlere kendilerini peşkeş çektiğini, hekimlerin hasta tedavisi ile uğraştığını, rahiplerin ekin ekilecek günü saptadığını, sevgililerin seviştiğini, annelerin çocuklarını emzirdiğini gördü, ama bütün bunlar gözlerinin bakışına değmeyecek şeylerdi. hepsi yalan söylüyordu, hepsi pis pis kokuyor, yalan dolan kokuyor hepsi, hepsi soyluluk, mutluluk ve güzellik bağışlayan şeylermiş gibi sahte bir izlenim uyandırmaya çalışıyordu, ama her şey gerçekte çürüyüp kokuşmaydı yalnızca. dünyanın acı bir tadı vardı. eziyetti yaşamak...
bir hedef bulunuyordu siddhartha'nın önünde, tek bir hedef: arınmış olmak, susamalardan arınmış, istemelerden arınmış, düşlerden, sevinçlerden, acılardan arınmış. ölerek kendinden kurtulmak, ben olmaktan çıkmak, boşalmış bir yürekle dinginliğe kavuşmak, benliksiz düşünmelerle mucizelere kapıları açmak, işte buydu onun hedefi. ben tümüyle saf dışı bırakılıp öldürüldü mü, gönüldeki tüm tutku ve dürtülerin sesleri kısıldı mı, işte o zaman gözlerini açacaktı en son şey, varlıktaki artık '' ben '' olmayan öz, o büyük giz...**
Hikmetini ve içyüzünü öğrenmek istediğim şey, Ben'di.
Kurtulmak, alt etmek istediğim şey Ben'di. Ama alt edemedim, sadece yanılttım, sadece kaçtım ondan, sadece saklanıp gizlendim. Doğrusu, dünyada benim bu Ben'im kadar, bu yaşıyor olduğum, başkaları gibi ve başkalarından ayrı biri olduğum, Siddhartha olduğum bilmecesi kadar kafamı başka hiçbir şey kurcalamadı. Ve dünyada kendim kadar az bildiğim başka hiçbir şey yok. Ben'in bana böylesine yabancı, böylesine bilinmez kalışı bir nedenden, bir tek nedenden kaynaklanıyor: kendimden korkuyordum çünkü kendimden kaçıyordum! Atmanı, yaşamı, tanrısalı, o en son nesneyi ele geçirmek istiyordum. Ama bunu yaparken kendi kendimden oldum. Bundan böyle kendimi öldürüp, kendimi parçalara ayırıp da yıkıntılarn ardında bir giz aramaya kalkmayacağım. Bundan böyle kendi kendime öğretmenlik yapacak, kendi kendimi tanımaya, Siddhartha'nın gizinin tanıyıp öğrenmeye çalışacağım..
Amaç ve öz nesnelerin arasında bir yerde değil, onların içinde, herşeydedir.. Anlamını çıkarmak istediği bir yazıyı okuyan biri, işaretleri ve harfleri küçümsemez; yanılsama, rastlantı ve değersiz bir kabuk diye bakmayıp okur, inceler ve sever onları, her harf karşısında böyle davranır. Oysa dünya kitabını ve kendi varlığımın kitabını okumak isteyen ben ne yaptım, önceden varsaydığım bir anlam uğruna işaretleri ve harfleri hor gördüm, görüngüler dünyasına yanılsama dedim, kendi gözümü ve kendi dilimi nasılsa var olmuş değersiz nesneler saydım. Artık uyandım, ancak bugün açtım dünyaya gözlerimi..
(bkz: hermann hesse)