kişide bırakacağı etki yaş'la alakalıdır.
kimisinde tramva ya yol açar.
ergenlik dönemi ölen manita hayata küstürür, isyan ettirir.
bunalım için fetva ceptedir ve her daim tripli ve agrasif takılırsınız. unutulması çok çok zaman alır, anılarda yaşar.
altın vuruşu seçerek ölenlerimiz oldu, hiç unutmadım..
burada hep gırgır şamatası yapılan, ama ekşide çok kıymetli entrylere sahip bir başlık.
uzun uzun yazılan hikayelerden bir alıntı yapmayacağım, kısa olanlardan bir tane sadece.
''arkadasimin sevgilisi ölmüs ve uzerinden 3 yil gecmisti. "eger yasadigini bilsem adana'dan izmir'e yuruyerek giderdim hic dusunmeden" demisti. bu cumle o kadar sarsmisti ki beni. modern zamanin mecnun'u gibiydi farkinda degildi..''
sevgili değil, kim olursa olsun ölüm kötü şey. hele aile daha başka, allah korusun.
bir zamanlar ölüm var der haklı olsam susar, haklı olsam kırmak istemezdim.
3 senede çok değiştim.
kırdım, döktüm, darmadağın ettim. beni seven insanı, yeri geldi ailemi, bazen arkadaşlarımı.
2007 senesinin şubat ayında tamamen hoş bir tesadüf üzere tanışmıştık.bir ankaralı olarak istanbul'a alışma safhasındaydım.iş yoğunluğu ki sürekli devam eden kesintisiz bir stres,koşuşturmacalar ve şimdi bakınca çoğunun olmasa da olurmuş dediğim meşguliyetleri arasında kendimi kaybettiğim günlerdi.öyle ki ilaç gibi gelmişti, hani akşam elektrikler kesildikten sonra mal mal otururken birden odanın ışığı yanar da bi sevindirik olursun ya, biraz onun gibi işte. herşey harika gidiyor, birbirimizi tanıdıkça daha da fazla bağlanıyorduk.dersin ya işte bu! doğru insan doğru zaman,doğru,süper, mükemmel ve bilimum olumlu hangi tabir varsa durumun tek kelimelik özeti olabilirdi.
fazla uzatmamak gerekirdi, öyle ya hayırlı işlerde acele etmek gerek işin adını koyalım diye anlaştık.aileler konuyu biliyorlar, hertürlü psikolojik altyapı hazırlanmış vesaire önümüzdeki yaz herşey tamam olacak.bu arada sürekli geleceğe dair hayaller, çocuklara isimler, gezi planları ardı arkası kesilmeyen düşünceler paylaşımlar...yirmi beş yaşındaydım, kendimi tanıdığımı düşünüyordum ve bu tanıdığım kişilik kontrolsüz hiçbirşey yapmazdı.ancak mevcut durum tek şeritli karanlık bir yolda frenleri patlamış vaziyette 180 km hızla kamyon kullanan şoförün durumuydu benim için. herşey güzel giderken insan kötü sonuçların da olabileceği ihtimalini göz önüne almıyor, almak istemiyor belki.
tam bu aşamada bir gece yarısı telefonu.detay yok, herhangi bir ayrıntı yok, sadece " bir süre ayrı kalacağız, yurtdışına çıkmam gerekiyor, sana oradan ulaşacağım" temalı bir görüşme. şok halini atlattıktan sonra araştırıyorum, ortak tanıdıklarımıza soruyorum vs, babasının kronik kalp rahatsızlığı için ameliyat kararı alınmış.bunun için abd boston'da operasyon geçirecek, bizimki de ailenin tek dil bilen kişisi olarak refakat edecek.
günler sonra ulaşıyor bana.herşeyin yolunda gittiğini, hastanın kalbine stent takıldığı ve durumunun iyi olduğunu söylüyor.bir aksilik olmazsa iki ay sonra döneceğini söylüyor.ama bir gariplik sezinlememek mümkün değil.bunu da öğreniyoruz bir hafta sonra...
"biraz karnım ağrıyo, ben de muayene olmayı düşünüyorum burada ne dersin?"
" tabi ki aşkım, aman ha kendine dikkat et,uyku saatlerine yediğine içtiğine, sn şimdi kendini de çok üzüyosundur.."gibi anne misali öğütler veriyorum.tamam diyor. önümüzdeki cuma, sonuçları sana bildircem...hiç üstünde durmuyorum ne biliyim odun gibi bi adamım işte demek ki, önemsiz bi üşütme falandır, iklimden etkilenmiştir, havasına alışamamıştır falan diyorum...
tahlil>biyopsi>kanser teşhisi...
ve kamyon şoförü frene asılıyor, nafile...
tam da nişan için planladığımız tarihte ameliyatı var,herşeyimi planlıyorum yanına gideceğim, şiddetle karşı çıkıyor.neymiş efendim o halde kendisini görmemi istemiyormuş.n'olcak canım ben de saçlarımı kazırıp gelcem takılırız öyle falan diyorum güya moral vermek için ama çoktan knock out olmuşum hakem başımda geriye doğru sayıyor..3..2..1..
kemoterapi ve radyoterapi başlıyor, oldukça ilerlemiş hastalık ama şans yüksek deniliyor. edebiyat değil gerçekten, insan başkası yerine bu kadar fedakarlık yapmaya hazır hissedemez kendini ama elden bişey gelmiyor. bilemiyorsun işte sen şansı, kısmeti kovalarken herşey yine olacağına varıyor.
güzel bir mayıs günü ancak bu kadar kendisiyle tezat bir şekilde tezahür edebilir.yok...hiç ağlamıyorum, hatta dışarıdan gözlemleyen biri için oldukça serinkanlı görünüyorumdur belki de, ne tuhaf.ama işte o farkındalık yok mu...o gerçekle başbaşa olmak..hayatının merkezine konulan insan olur ya hani, hah işte siz o anlamı kaybedince hayat da bir anda flu hale geliyor gözünüzde..ilk kez hep şaşırdığım,hayatına sakin bir şekilde son verme kararı alan insanların durumuna şahit oluyorum ..öyle birşey işte..
evet,kamyon 180 ile kafadan, bodoslama giriyor.
son konuşmamızda kesinlikle olayı dramatize etmeksizin demişti ki "yine görüşeceğiz inşallah,bu son değil.ama sen mutlu ol..."
beş sene geçti...hayatım çok farklı bir mecrada devam ediyor..evet devam ediyor.mutluluk paylaşılabilen bir şeymiş, farklı şekillerde farklı tezahürlerde..unutmak mümkün değil ama bişeylere alışıyor insan, bir de o umut var ya...
ben 19 o da 17 yaşındaydı.
aynı mahallede yaşıyorduk.
çok uzun süre sadece bakıştık.
okuldan çıkıp evine gittiği yolda beklerdim onu.
yalnız, sap gibi beklemeye utanırdım.
yanıma hep bir arkadaşımı alırdım.
okuldan çıkıp beklediğim yerde yanımdan geçmesi 2-3 dakika sürerdi.
tabi o da hiç yalnız olmazdı.
yanımdan geçerken başını kaldırır gözlerimin içine bakardı.
bu en fazla 2 saniye sürerdi.
işte ben bu iki saniyenin gelmesi için 23 saat, 59 dakika, 58 saniye beklerdim…
ama bilirdim o iki saniyede onun da kalbinin yerinden çıktığını…
sonra uzun uzun ardından bakardım.
aylar geçmişti, hiç konuşma fırsatı bulamamıştık.
ancak başkasıyla konuştuğunda sesini duyardım.
sonra, arkadaşlarla haber falan yollamaya başladık birbirimize.
yazılı küçük notlar.
cep telefonu, whatsapp, face daha yoktu…
bana yazdığı ilk notu hatırlıyorum.
‘yarın benim için keten pantolonunu ve mavi gömleğini giyer misin?’
emri olurdu, başımın üstüne, giymez miydim?
ufak ufak konuşmaya başlamıştık.
hatta küçük buluşmalar.
bursa'da kuytu köşelerdeki çay bahçelerinin en kuytu köşelerinde…
bunların birinde bir iki kere eline dokundum.
ateş basmıştı her yerimi.
o da kızarmıştı.
'en çok neyimi seviyorsun’ diye sorduğunda,
'yeşil gözlerini’ dedim.
çok bozuldu.
'benim gözlerim mavi’ dedi.
utandım, oldum olası yeşil ve maviyi hep karıştırmışımdır.
sarı saçlı, mavi gözlü, narin yapılı, sanki bu dünyaya
ait değilmiş kadar güzeldi.
konservatuara da gidiyordu çok güzel şarkı söylediğini söylemişlerdi.
ben hiç duymamıştım.
bazen, keşke bu kadar güzel olmasaydı diye düşünürdüm.
biraz kusuru falan olsaydı keşke.
varmış zaten, sadece o an bilmiyormuşuz.
2 yıl falan geçti aradan.
herkesin dört gözle beklediği yaz mevsimi bizim kabusumuzdu.
çünkü yaz geldiğinde aylarca görüşemezdik.
dedim ya cep telefonu falan da yok.
okullar tatil olduğunda onlar ailece yazlığa gider
ben de bir kadın ayakkabıcısı dükkanında tezgahtarlık yapardım.
böyle günlerden birinde çalıştığım dükkana geldi.
hem de yalnız.
elim ayağıma karıştı.
bana dedi ki,
'akşama bilmem kim ablanın doğum günü var, sen de gelir misin?’
'sen istersen gelirim tabi’ dedim.
meali;
'gelirim tabi, koşa koşa gelirim, öyle hızlı koşarım ki ayaklarım götüme çarpar’
bilmem kim ablanın ailesiyle onun ailesi çok sık görüşürlerdi.
bilmem kim abla beni, bizi bilir, sokakta karşılaştığımızda,
hınzırca 'kim olduğunu biliyorum’ bakışı atardı bana.
akşam eve geldiğimde hemen duş aldım.
keten pantolonumu, mavi gömleğimi anneme ütülettim.
o seviyor diye yaz kış onları giyebilirdim.
tıraş oldum, yüzüme eyüp sabri tuncer limon kolonyası sürdüm.
saçlarımı taradım.
sonra aklıma babamın çam kokulu pino parfümü geldi.
kolonya sürdüğüm yerleri yeniden yıkadım, onu sürdüm.
bilmem kim ablanın evine gittim.
utangaç bir tavırla bir kenara iliştim.
bilmem kim abla bizden 7-8 yaş büyük olduğu için arkadaşları da büyüktü.
ortam, abla ağırlıklıydı.
bir ara hadi bakalım bize bir şarkı söyle dediler sevdiceğime…
o şarkıyı, o an ilk kez duymuştum.
hatırla sevgilim o mesut geceyi
bana sen öğrettin, aşkı sevdayı
ne çabuk unuttun beni sen hercâî
beni mecnûn ettin, sen de olasın
aşkımı inkâr edersen allâh'tan bulasın…
son iki dizeyi gözlerimin içine baka baka söylemişti.
abartmıyorum, hayatımda duyduğum en güzel sesti…
sanırım üçüncü yılımızdı.
artık herkes bizi biliyordu.
bilmiyormuş gibi davranan sadece onun ailesiydi.
fakat hala hiç öpüşmemiştik.
yazın sonbahara döndüğü zamanlardan birinde.
yazlık işimin son günleriydi.
iş bitecek okula dönecektim.
o gün bana uğrayacaktı.
plan yaptım.
bugün onu dudaklarından öpecektim.
şimdi size şaka gibi geliyor biliyorum ama gerçek bu…
3 yıl olmuştu ve biz hala öpüşmemiştik.
akşam üzeri dükkana geldi.
ortam hazırdı, yalnızdım.
içeri girdiğinde bir tuhaftı yüzü.
gözlerinde o bildik ışıltı yoktu.
ben senden ayrılmak istiyorum’ dedi.
dünya başıma yıkıldı…
'neden, ne oldu ki, ne yaptım’ dedim.
benim çocuğum olmayacakmış, haftaya yumurtalıklarımdan ameliyat olacağım’ dedi.
dondum kaldım.
ağlamaya başladı.
ağlamaya başladım.
'ben çocuk sevmem ki’ dedim.
'olmasın işte, ne güzel, her yer çocuk zaten’ dedim.
katıla katıla ağlamaya başladı.
dükkanı içeriden kilitledim, ışıklarını kapadım.
sarıldım, saçlarını okşadım, okşadım.
bir süre öyle kaldık.
ıslak, maviş gözleriyle gözlerimin içine baktı.
'doğru mu söylüyorsun ’ dedi.
'tüm kalbimle doğru söylüyorum’ dedim.
doğru söylüyordum.
dudaklarını uzatıp dudaklarımdan öptü beni.
narin bedenine sıkı ama onu incitmekten de korkarak sarıldım.
3. yılımızda ilk defa öpüşmüştük.
ameliyat olduğu gün hastanenin bahçesinde bekledim.
sadece bilmem kim abla ve arkadaşlarından durumu öğrenebiliyordum.
ameliyattan çıktı dediler, sorun yok, başarılı geçmiş.
sabah sekizden beri hastane bahçesindeydim ve gece yarısı olmuştu.
bilmem kim abla odasını dışarıdan tarif etti bana…
'bak şu işte üçüncü kat, soldan ikinci, ışıkları yanan,
perdeleri yarıya kadar açık olan var ya, işte o odada.’
sanki kalkıp pencereden bana bakacakmış gibi saatlerce perdeleri yarı açık odaya baktım.
aradan 3-4 gün geçti.
taburcu oldu evine geldi.
bana yine haber getiriyor arkadaşları iyi, merak etme diye.
ama bir şeyler ters gidiyor, biliyorum, hissediyorum.
sonra dediler ki yeniden hastaneye yattı…
neden?
kimse bilmiyor.
'yine ameliyat olacakmış’ dediler.
bilmem kim abla evimize geldi.
morali bozuk.
kan değerlerinde bir şeyler varmış.
tahliller kötüymüş.
elinde katlanmış bir kağıt vardı, bana uzattı.
okudum notu.
'bana bir şey olursa, eğer seni yeniden göremezsem çok üzüleceğim ama
mutlaka bir çocuğun olsun, keşke bunu sana ben verebilseydim,
sen, benim ilk ve tek aşkımsın’ yazıyordu.
boğazım düğümlendi derler ya.
boğaz, göz, ağız, burun düğümlenmemiş hiçbir şey kalmadı bende.
ertesi gün yine ameliyat.
sebebini sonradan öğrendim.
ilk ameliyatta doktor içinde gazlı bez midir nedir bir şeyler unutmuş,
ondan mikrop kapmış falan filan…
ameliyattan çıktı ama bu kez hastaneden çıkamadı.
tabutu, sanki içinde kuş varmış gibi hafifti.
çok kilo verdi, eridi dediler sonradan.
aradan çok uzun yıllar geçti, haliyle o anki yaşadıklarımı şu an kelimelere dökemiyorum.
3 yılda, 3-4 kez elini tuttuğum, 1 kez öptüğüm sarı saçlım, mavi gözlüm, ilk aşkım…
her zaman gölgesinde kalacaksın o adamın. ona saygı duyacaksın, onun hatıralarına, onu hatırladığında ağlamalarına, onunla olan şarkılarına, gezdiği yerlere, anılarına. ancak seneler üzerini iyice örttüğü zaman seni sevebilir ama aşk durumunu unutman gerekebilir. yarım kalan bir aşktır çünkü, daha büyüğü yoktur, daha güzeli, daha üstünü yoktur. ne sen ne de sonrası için.
insanlar bu konuda nasil troll yapiyor ya? sonucta guzel seyler yasadigin bir insani kaybediyorsun. ailenden sonra acisini atlatamayacagin bir travma oluverir. kimsenin basina gelmemeli.
Ne kadar rahat bir şekilde yazmışsınız biri gelir biri gider diye öyle olmaz işte. Eğer gerçekten düşünceniz bu ise üzgünüm siz sevmek nedir bilmiyorsunuz. Yazık.
Kızı seversin, kız ölür. Başkasını seversin tutar o da ölür. Hayat bu aynı yerden vurur, aynı yerden vurur da sen de daha deşilecek yer kaldı mı? Bi' kere daha sevdiğinin kanı elinde, kalbinde, yüzünde, her yerinde.. hele de senin gibisi.. senin gibi gözü karası.. hem de o babanın kızı.. her gün hedefte..... yazık lan bana.. senin kalbin kırılıyo, benim ki taş mı?
Lafla söylemesi kolay olan ama acisi tahmin bile edilemeyecek olan zor durumdur. Ne kadar kolay yazmış millet. Kaç yaşındasınız? Bı sevdiğim var çok deli sinirlendiğim an aklımdan geçse dahi düşüncemi savusturup kendime çeviriyorum. O ihtimali yazamıyorum. Hele ki böyle laf olsun geyik olsun diye nasıl yazıyorsunuz? Aileden birinden sonra tek tahmin yurutulemeyen acıdır bu. Şakası olmaz.