bugün

Tek başıma, yavaş adımlarla ilerliyorum yokuştan aşağı doğru. Her zaman gittiğim yere doğru götürüyor beni ayaklarım. Duvarın yanına yaklaşıyorum iyice ve duruyorum. Boğaz'ın nefis yüzünü seyrediyorum. Gecenin karanlığı siyah dantelalı bir peçe gibi örtmüş istanbul'u. Tam göremiyorum gerçi, ama bu esrarengiz bir çekicilik katıyor ona.
Bakışlarımı yavaşça duvarın hemen ardındaki uçuruma çeviriyorum. Dibi görünse de, gece ona da sonsuzluktan bir pay vermiş sanki. Çekici ama ürkütücü geliyor bana. Yine de korkunun verdiği o değişik hazzı tatmak için duvarın tepesine oturuyor ve ayaklarımı uçuruma doğru sallandırıyorum. Sanki ayakkabılarım düşecek ve arkasından beni de sürükleyecek gibi. Ürkeklik ve korku, teslimiyete dönüşüyor yavaşça. Her an düşebilecek olmak, acayip ve huzurlu bir dinginlik aşılıyor bana.
Bir sigara çıkartıp yakıyorum, ellerimi rüzgara karşı siper ederek. ilk nefeste acı bir tat bırakıyor ağzımda tütün. Ve gözlerimi kapatıyorum. Kapkaranlık oluveriyor her taraf. Bir an için yokluğa dalıyorum sanki. Yavaşça göz kapaklarımı araladığımda sanki her şeyiyle mükemmel bir düşe uyanmış gibi hissediyorum, gerçeklikten daha gerçek bir düş...
Sol tarafta kızkulesi var, sağda Galata... Gelinle damat gibi... Nişanlanmış ama bir türlü kavuşamayan iki sevdalı ya da... Bense ortada, olan biteni izlemiş, izleyen, izleyecek binlerce insandan biri. En kötüsü de, sevdasızlık.
Keşke, diyorum, yine bir sevdanın pençesine düşsem... Tutulsam bir güzele, onun güzelliğine. Kavuşamasam ona. Ama hep benimle olsa o... Hep benimle... Kaçmak istesem ondan, ama kaçamasam. Ona ulaşmak istesem, ama ulaşamasam. Herşeye rağmen sevdalısı, tutuklusu olsam onun. Sevdamdan vazgeçmesem, vazgeçemesem...
Galata bir gururlu damat... Yanıp tutuşsa da içten içe, hiç belli etmez. Sevgilisinin kendisine gelmesini bekler daim.
Kızkulesi de sevdalı... Ama zincirlenmiş Üsküdar'ın karşısına. Ne kaçıp gidebiliyor, vazgeçebiliyor sevdasından... Ne de sevgilisine varabilir. Aşk ateşi ikisini de yiyip bitirmektedir. Ama bitmez ki onlar yanmakla... Kendi ateşlerinden doğarlar mum misali yeniden...
Ben... Sevdasız, hayatsız, mutsuz seyirci... Bakıp duruyorum ikisine de... Derinden, arıyorum belki de... Feryatlarını duyuyorum istanbul'un sessiz gecesinde.
Ve bakışlarımı kendime yöneltmekten çekiniyorum, korkuyorum belki... Çünkü manzara vahim gönlümde... Çorak bir araziye benzer gönlüm. Sevdasız, susuz, sevgisiz... Hem sevmeye muhtaç, hem sevilmeye. Ama bir boşvermişlik var hayata. Beni hayata bağlayan hiçbir ip yok orada.
(bkz: sevdalı)
(bkz: aşksız prens)