bugün

hayatındaki eksiklikleri ve fazlalıkları doğum gününde fark etmektir.

insanlığın şekillendiği kıta üzerinde dünyaya geldiğimde insanların gezegeni “ülke” adını verdikleri bölgelere böldüğünü gördüm. Kendi ülkem ben doğana kadar üç etkin darbeyi geride bırakmıştı. Hiç birisi üzerinde doğduğum ülkenin kurucu unsuruyla paralellik göstermese de hepsi de kurucu unsurun maskesi ardında bu girişimleri gerçekleştirdiklerini iddia ediyorlardı… insanlar ne kadar kolay yalan söylüyorlar böyle!

Doğduğumda Fransız ihtilali çoktan olmuştu… Yetişemedim…
Doğduğumda Rönesans ve Reformlar Batı toplumlarını karanlık bir çağdan çıkarmışken Doğu, Batı’nın çıktığı o karanlık çukurun derinliklerine doğru süzülüyordu. Reformlara ve Rönesans’a yetişemedim. Ama Doğu’nun çukur sefasının tam da göbeğine doğdum… Dogmatik bir bağnazlık ve gözü kapalı itaat ile bilimsel bilginin aslında Tanrı ile Şeytan’ın esas simgeleri olduğunu fark ettim.

Leonardo Da Vinci ile, N. Tesla ile, Albert Einstein ile tanışma fırsatım olmadı. Adlarını “eskileri” anlatan yazınlardan gördüm sadece.

Sezar’ı, Atilla’yı, Timur’u, Büyük iskender’i, Cengiz Han’ı, Napolyon’u dünya gözüyle göremedim. Öğretildiği kadarıyla manipüle edildiğimi fark ettiğimde 20’li yaşlarımın başlarındaydım.

Bir de Mustafa Kemal ile emperyalizme karşı ayağımda çarıkla direnemedim… Bak bunu gerçekten isterdim işte!

Önüme üç seçenek sundular ve “inan" buyurdular… "Tamam, ama…" diyecek oldum "Höt!" buyurdular… Devlet politikasının manipüle ettiği biçimde tanıdım dinleri. Gerçekleri incelemek istediğimde "tehlikeli işler" uyarısıyla ilk kez yüz yüze geldim, henüz ergenliğimin en sivilceli evresindeydim… O günden beri "gerçekler" konusunda arzu dolu tavrımın azalmaksızın büyümesi dünyanın karanlığı ile ters orantılı seyretmekte…

Ben gelmeden önce, biz gelmeden önce buranın yerlisi olan doğayı küçük kazanımlar için büyük yok edişlere ittiğimizi gözlemlediğimde daha sabi sübyandım. O zaman bu zamandır doğa felaketlerindeki kayıplara pek üzülmem, “oh olsun!" da diyemem elbet ama bir "adalet sistemi" hissiyatım benliğime fazlaca hüznü enjekte ettirmez. Doğanın da bir hukuk ve adalet sistemi olacak elbette… insanoğlu da doğa nezdinde yargılanacak muhakkak… Bunu kim mi söylüyor? Yok, yok sandığın gibi değil, müspet ilmin ta kendisi…

insanların, sevmeseler bile durmaksızın bir sistemin içerisine entegre olma çabasını yadırgadım başlarda. O zamanlar fikrim “tanrı varsa, muhakkak ki küçük tanrıcıklar da olmalı" yönündeydi. Aksi halde (neredeyse) hiç bir insanın mutlu olmadığı sistemlere mutsuz ola ola niye entegre olmak istesindi ki insan? Kendi yarattığı sistemleri değiştiremiyor ve yeniden "uygun" ve "insancıl" hale getiremiyorsa muhakkak insanların da "insan" tanrıları olmalıydı diye düşündüm… (Bu fikrim muhafazalıdır…)

Hiç bir zaman o gibi ya da bu gibi olamadım. Ama yine de büyüdüm bir şekilde… Hatta bu durum ile alakalı şarkı karalamışlığım da var (Bkz: Onlar Öyle istedi)…

Sömüren ve sömürülen eğrisini “sömürülen" penceresinden tanıma fırsatım oldu. Arada yaklaşık bir 15 yıllık Mustafa Kemal süreci dışında “sömürülen" rolü bize düştü anlayacağın… "Sömüren rolü verilseydi yine de itiraz eder miydim?" sorusunu ahlakımın en derinliklerine sordum zaman zaman. “Vatan bu konumdayken mantıksız bir soru" cevabı daha bilimsel geldi hep, bir türlü "popülist" olamadım…

Neredeyse hiç bir şeyini seçmediğim ama muhteşem bir illüzyon ile herşeyi kendim seçiyormuş gibi hissettirildiğim evren denilen galaksinin dünya denilen gezegenine gelişimin yeni bir yıl dönümündeyim bugün. Ön görüm o ki daha biriktirilecek ve denge gereğidir ki tüketilecek çok şey var…

Sevinç ve hüzün belki
Zafer ve yenilgi muhakkak
Mücadele ve yılgınlık illa ki
Durağan ve hareketli dönemler
Sakin ve asi tavırla
Az ve çok denklemiyle
iki kere yok, bir kere var (yok-var-yok) (Yoktu, var oldu, yok olacak)
Öğrenmek, garipsemek, tiksinmek ve başkaları adına utanmak eğrisinin sürekliliği içerisinde!

ve illa ki

Dünden bugüne hayatımın zaman çizgisinde benimkiyle kendi zamanı paralellik gösteren irili ufaklı, dostlu düşmanlı, yokluğuna üzüldüğüm, yokluğunda varlığında kaybolan zamana üzüldüğüm insanları bir sene daha geçmişe öteleyerek…

Bazen kendine barışık, bazen inatla küskün…

Senin anlayacağın, bugün benim doğum günüm