Saat dört yoksun
Saat beş, yok
Altı, yedi, ertesi gün
Daha ertesi
Ve belki kimbilir...
Kitap okurum
içinde sen varsın
Şarkı dinlerim
içinde sen
Oturdum ekmeğimi yerim
Karşımda sen oturursun
Çalışırım,
Karşımda sen
En güzel deniz,
Henüz gidilmemiş olandır
En güzel çocuk
Henüz büyümedi
En güzel günlerimiz
Henüz yaşamadıklarımız
Ve sana söylemek istediğim
En güzel söz
Henüz söylememiş olduğum sözdür
O şimdi ne yapıyor?
Şu anda şimdi, şimdi, şimdi
Evde mi, sokakta mı?
Çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı?
Kolunu kaldırmış olabilir mi, hey gülüm
Beyaz kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi
O şimdi ne yapıyor
Şu anda şimdi, şimdi, şimdi
Belki dizinde bir kedi yavrusu var, okşuyor
Belki de yürüyordur, adımını atmak üzeredir
Her kara günümde onu bana
Tıpış tıpış getiren sevgili
Canımın içi ayaklar
Ve ne düşünüyor, beni mi?
Yoksa ne bileyim
Fasulyenin neden
Bir türlü pişmediğini mi?
Yahut insanların çoğunun neden böyle
Bedbaht olduğunu mu?
O şimdi ne düşünüyor
Şu anda şimdi, şimdi
Saat dört yoksun
Saat beş, yok
Altı, yedi, ertesi gün
Daha ertesi
Ve belki kimbilir...
Kimsesizliği sen bildiğim saatlerdeyim yine.. Vücut bulmuş insanlar etrafımda, yine sessiz ve kimsesiz kalmış ruhum.. Kim bilir hangi şehir hangi ülkenin sokağında, seni görüp fark etmeyen insanlar arasından geçiyorsun...
Korkum; sensizliğe, varlığından daha çok alışmak...
yaz başıydı gittiğinde. bir aşkın ilk günleriydi daha. aşk mıydı,
değil miydi? bunu o günler kim bilebilirdi? "eylül'de aynı yerde ve
aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. altına saat: 16.00
diye yazmıştın, ve saat 16.04'tü onu bulduğumda.
daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
takvim tutmazlığını
aramızda bir düşman gibi duran
zaman'ı
daha o gün anlamalıydım
benim sana erken
senin bana geç kaldığını...
"saat dort yoksun saat bes yok, saat alti gelmedin hala saat yedi..." diye giden bir şarkıydı ve bu yapısı itibariyle hep "bir mumdur iki mumdur üç mumdur da dört mumdur" şarkısına benzetirdim.