Otobüsteydik yine. Hava yanıyordu. içerideki oksijen yetersizliğinden yolcular alternatif solunum şekillerine geçmişlerdi. Sonra uzaklardan “bir cam açın" sedi duyuldu. Bir kaç kişi denedi,açamadı. Sonra bir kaç kişi daha... Ama sonuç değişmedi. Ne yağız delikanlılar bu yolda mağlup sayıldı.
Ben ise otobüs içerisinde hiç bir yere tutunmadan surf yapmaya çalışıyordum. Cam açmayı deneme sırası bana gelmişti. Popescu'nun arsenal'e atacağı son penaltı gibiydi. Birazcık çekinerek yeltendim ve ilk seferde açtım. Arkadan alkışlar duyuluyordu. Birisi abartmış konfeti falan parlatıyordu.
ekşi sözlükte gezerken denk geldiğim bir hikayedir çok etkilendim, sizinle de paylaşmak istedim.
sene 1999, depremin olacağı gece yani tarihler de 17 ağustos'u gösteriyor (ya da 16 mı bilemiyorum şimdi) o tarihte ben 7, kardeşim ise 2.5 yaşında. yalova'da anneannemlerin yazlığında tatil yapıyoruz, yazlık dediğime bakmayın 5 katlı binalardan oluşan, tam denizin dibinde bir site; adı da yüksel sitesi oraları bilenler hemen çıkaracaktır zira.
annemle babam boşanma kararı almışlar ben tabi bir şey anlamıyorum, "iyi takılın işte ben yüzmeye gidiyorum" kıvamındayım. gerçi annemin gözlerini aça aça canhıraş bir şekilde olanları bana en az zarar verecek şekilde anlatmaya çalışması hala aklımda. nasıl aklımda olmasın, ona dair hatırladığım nadir şeylerden biri.
depremden 3 gün önce babam da geliyor, beraber yüzüyoruz ediyoruz sonra tam deprem gecesi işleri dolayısıyla o ankara'ya gidiyor biz kalıyoruz. annemin de planı ertesi gün ankara'ya gidip boşanma işlemlerini başlatmak. öldüğünde çantasından alay edercesine 18 ağustos tarihli otobüs bileti çıkıyor zaten.
kardeşim dünyanın en mülayim çocuğu, benim aksime dünya olgunu. 2.5 yaşında çocuk koskoca bir adam gibi davranıyor, ağladığı görülmüş iş değil. öyle değişik bir çocuk. mesela çocukluğun verdiği kıskançlıkla ona yapmadığım eziyet kalmamıştı ama bir kere olsun ne şikayet etmişti ne de ağlayıp zırlamıştı. bir gün hariç; kardeşim deprem gecesi ortalığı birbirine katmış, saatlerce ağlayıp eve girmek istememişti. belki de hissetmişti bilmiyorum. annemse bağıra çağıra sokmuştu onu içeri. çocukcağızın ağlayışları da göçük altındayken sesi titreyerek "anne" diye bağıran komşu kızın sesi gibi kulaklarımda.
normalde annemin yanında duvar kenarında ben yatıyordum, o gece kardeşim huysuzluğun cılkını çıkarmış annemle beraber uyumak için ortalığı yıkmış, bütün siteyi ayağa kaldırmıştı. normalde de hayatta yerini vermeyecek ben nasıl olduysa "aman iyi be yat" diyip onunla yer değiştirmiştim.
sonuç: yattığım yerin tam yanındaki kütüphane üzerime devrilen bacayı engellemişti, ben kurtuldum. annemle kardeşiminse üzerine direkt duvar düşmüş, kurtulamadılar. ve ben canı gönülden inanıyorum ki el kadar velet, yüzünü bile sadece fotoğraflardan hatırlayabildiğim kardeşim bilerek, isteyerek, bilinçli bir şekilde beni kurtardı. senin yaşayacak çok şeyin var dedi.
haklıydın be minik dana, o kadar çok şey yaşadım ki sıkıntısıyla mutluluğuyla. hani milyonlar verseler başka birinin hayatına değişmem, tek bir anı kırıntısından dahi vazgeçmem. sadece bazen merak ediyorum biliyor musun, çıldırırcasına merak ediyorum yaşasaydın nasıl biri olurdun. bi de seninle şöyle saç baş giriştiğimiz bir kavga bile edemeden gittin ya kızıyorum biraz sana.
teşekkür ederim kardeşim, sırf bir gün kavga edebiliriz, belki ben senin hoşlandığın kıza burun kıvırırım, belki kıyafetlerini giyerim, belki beraber kahvaltı yaparız umuduyla öbür dünya inancımı canlı tutmaya çalışıyorum.
bazen biri hatırıma geliyor. epeydir görüşmemiştik diyorum. o gün ziyaretime geliyor. millete beyanmı oluyor nedir. bugünde oldu. epeydir olmayan yazar nerededir diyordum baktım gelmiş.
ne kadar doğaüstü bilmem ama anlatmak istedim. bundan 7-8 sene öncesi falan. bir rüya görmüştüm. rüyayı hala net bir şekilde hatırlıyorum. akşam karanlığında mavi renkli bir villanın önünde okuldan 3 arkadaşımla duruyoruz ve birbirimizi içeri girmek için ikna etmeye falan çalışıyoruz. en sonunda önden biri giriyor ve arkasından ben takip ediyorum. sarmaşıklı bir tünelden geçip saçları altın gibi parlayan bir kızla karşılaşıyoruz ve tünelin sonunda kız bize altın gibi parlayan mezarını gösteriyor, içine bir şeyler atmamızı falan istiyor. ertesi gün kuzenimle buluşuyoruz ve ikimiz de aynı anda "dinle bak rüyamda ne gördüm" diyoruz. önce ben başını anlatıyorum sonra o da şaşırıyor ve "oha ben de aynısını gördüm" diyor rüyanın devamını anlatıyor. gerçekten de benim gördüğüm rüyayla aynı çıkıyor. iki insan aynı gece aynı rüyayı nasıl görebiliyor gerçekten çok ilginç. sonrasında rüyayı herhangi bir olaya yormadık, altın saçlı kız da görmedik zaten ama aynı rüyayı görmek enteresandı.
4-5 sınıfa gidiyor olmam lazım bilemiyorum doğum günüm ve amcam tarafından ailecek sinemaya götürülüyoruz. seans bitti avm kapandı biz arabaya doğru yürürken bir adam gördüm sokağın ortası değilde avm lerde açık park yerlerinde büyük bir boşluk olur ya bir ucundan bir ucuna gitmek insanin 15-20 dakikasını alır çok hızlı koşuyorsan yine 5-10 dk sürer yani. neyse efendim oraya baktım bir adam kapşonlu ve bizi izliyor kapıyı açtım (saliseler içinde) geri dönüp baktım ki adam yok. kimdir neyin nesidir seneledir düşünür dururum. acaba beni hala uzaktan izliyor mudur ki lan ?
bundan belki 10 sene önceydi, öyle otururken, aklıma amcamın evindeki fotoğraf geldi, amcamın öldüğünü ve tabutun önünde birinin o fotoğrafı taşıdığını gözümde canlandırdım. aradan iki gün geçti en büyük amcam hayatını kaybetti. bu olay beni çok etkilemişti, onca sene oldu hala dün gibi hatırlarım.
ne zaman çok yoğun bir şekilde aklımdan birini geçirsem mutlaka beni arar ya da bir şekilde o kişiden haber alırım. bunu ilk defa 15 yaşımda fark etmiştim ve hâlâ böyle. ama isteyerek değil de böyle aniden aklıma düşmesi ve bir süre o kişiyle alakali düşünmem gerekiyor. 24 saat dolmadan ya arar, ya mesaj atar ya da yolda belde karşılaşırız. tabii bazen bu o kadar da hoş bir haber olmaya da biliyor. (bkz: ölüm haberi)
Çocuğum 12-13 yaşlarında. Okuldan çıkıp otobüse bindim, (evet bizimkiler taşındıktan sonra da aynı okula gönderdiler beni) kartta para yok. Korkarak şoförün yüzüne baktım, geç demedi... Üzülerek, ne yapacağım şimdi dercesine aşağıya inecektim ki, arkamda bulunan yaşlı bir adam 'geç delikanlı' deyip benim yerime kart bastı. Otobüs de o esnada hareket ettiği için oturacak bir yere koştum hemen. Oturduktan sonra da dayıya teşekkür edeyim diyecektim ki, dayı ortalarda yok. Ne otobüste, ne aşağıda... Karta bastı ve kayboldu birden...
Geçenlerde bir yerde öylece dururken herhangi bir insanla 10 dakika kadar konuştum. Gerçi bu onun için olağanüstü ama sonuçta benim de bazen aşağılara inmem olağanüstü oluyor.