21 gram isimli bir film izlemiştim. filmde insan öldüğü zaman 21 gram hafiflediği söyleniyordu. bu azalma son nefes verildikten sonra uçup giden ruha atfediliyordu. bu kadar mı yani bizi yaşatan ruhun ağırlığı. oysa bazen nasıl da ağır gelir insana kendini taşımak.
insanın yarattığı ilk doğaüstü öğe. Yeni yeni sosyalleşmeye başlayan insanlar, belki kaybettikleri kişinin verdiği acıyı hafifletmek için, belki de kendi sonlarını merak ettikleri için, insan öldükten sonra varlığını devam ettiren "şey" ler yarattılar. Bu "şey"ler ölüden sonra belli yerlere gidiyorlardı, ya da diğerlerinin arasında dolaşıyorlardı. Zamanla bu kavramın sonucu olarak dinler ortaya çıktı.
Günümüzde hala bu kavramın gerçekliğine inanan belki milyarlarca insan vardır.
Maddi Kalbin boşluğunda bulunan; insanın anlayan, bilen ama görünmeyen prçasıdır. Damarlar vasıtası ile bütün vücudta dolaşabilir. Ruh Akıl ile anlaşılamıyan bir sırdır.
*) Lambanın aydınlattığı yerdeki ışık hayat ise; Lambanın kendisi Ruh tur.
beyine, bedene hükmeden enerji. varlığına inananların ve inanmayanların olduğu , en azından descartesın felsefesine göre kendisinden bahsedebildiğimiz için idea olarak var olan şey.
dogru düzgün cagrildiginda cikip gelebildigine inanilan seydir. demek ki buradan da anlasilacagi üzere mobil bir seydir. bedende iken bedenle birlikte gelir ama bedende degilse kendi gelir ve masaya üc kere vurur. (bkz: ruh cagirma) (bkz: geldiysen bir isaret ver) (bkz: ruh cagirma seansi diyaloglari)
yağmur'u bu kadar çok seven insan için felaket ironik birşey aslında.
ruh da insan şeklinde mi bilmiyorum.. çok isterdim ruhumu görmeyi.. rengi, yüz hatları.. parmakları, göz çukurları, kıvrımları var mı merak ediyorum.. erimeye, kendinden yemeye, hayat tarafından eğelenmeye başladığında gittikçe şekilsizleşiyorsa öncesinde nasıldı..
göz çukurları yüzüyle aynı hizaya geliyor, kolları vücudu ile birleşiyor, hatları kendine özgülüğünü kaybederek okyanus tarafından hissizleştirilmiş, karakteristiğini kaybetmiş, hiçbir keskin kenarı kalmamış niteliksiz bir taş parçası gibi sıradanlaşıyor.
yağmur altında bırakılmış kocaman bir buz parçasına benzetiyorum o zaman. işte kalbe ağrılar sokan tarafı da bu. hemen yokolmuyor.
örselemeden yenilgiyi kabullenip silinse gitse çok daha rahat ve acısız olabilirdi.
ama olmuyor. Bu kolaya kaçan bir fantezi sadece.
kaotik bir şekilde aslından, gerçeğinden, sahibinden başkalaşarak şeffaf ve hissiz bir kütleye dönüşüyor. ruh ölümsüz, sarkastik.
insanların saklamayı en güzel becerebildikleri parçaları. o olmazsa bakmanın gözleri açık olmanın hiç bir şeyin anlamının olmadığının farkında olmuşuzuzdur muhtemelen. ruhumuzun temizlenmesi için arınmasını beklmeyelim yasanması gerekenleri yaşarsak kendisiyle iyi bir ömür geçirebiliriz.
sağı solu aşağısı yukarısı ağırlığı ve bir hacmi yoktur. varlığı kabul edilir ya da edilmez. [edilmez]: ondan sonra "ben duygusal ilişkilerde neden anlaşılmıyorum bir türlü?" e ebenin örekesi. varlığını kabul etmediğin bir şeyin sana destek olması nasıl mümkün olsun ki ruhsuz!?
bir dudağın
bir çileğe yakışmasını gördüm
bir kokunun bir kokuya dokunmasını
bir uzun tırnağın bir tene seslenişini
gördüm.
bir parmak ucu ile bir kasığın
ne güzel anlaşabileceğini
bir terin bir boyundaki yolculuğunu
gördüm.
sıvıların karışımını
ve buharlaşan her bir damlanın kıskançlığını gördüm
geldim. gördüm.
gördüm. geldim.
yazdım.
soyut bir kavramdır. herkes kafasında çok farklı tasfir eder.
henüz 7 ya da 8 yaşlarımda falandım ve ruhu şöyle tasfir etmiştim kafamda; bedenimin hemen yanında ki casper tarzı bir şey. yani ben oturuyorum ve klavye ile bir şeyler yazıyorum yanımda da ruhum aynısını yapıyor yani bedenin yaninda ki başka bir görünmez beden ve dünyanın yanında ki başka bir görünmez dünya. aklımda hala böyledir ruh denen şey.