O kadar sevdim ki resmini işte bugün konuştu benle
Yorulmuştum çalışmaktan karda uzun yürüdük senle
Geceleri resmine baktım olanları anlattım
Seni bir görsem diye diye uyudum yağmurun sesiyle
O kadar sevdim ki resimini
Biliyorum görünce beni hep tanıyordum diyeceksin
Rüyalarımda hep sen vardın hep tanıyordum diyeceksin
Okuduğum her cümlede, konuştuğum her insanda,
Gördüğüm her güzellikte sende varsın
Sen hep varsın
O kadar sevdim ki resmini işte bugün konuştu benle
Yorulmuştum çalışmaktan karda uzun yürüdük senle
Geceleri resmine baktım olanları anlattım
Seni bir görsem diye diye uyudum yağmurun sesiyle
O kadar sevdim ki resimini
Biliyorum görünce beni hep tanıyordum diyeceksin
Rüyalarımda hep sen vardın hep tanıyordum diyeceksin
Okuduğum her cümlede, konuştuğum her insanda,
Gördüğüm her güzellikte sende varsın
Sen hep varsın
Ya resim, zavallı resim ne işe yarar bunca çılgın bir ortamda ?
Belki hiç bir işe yaramaz.
Ama belki bir bayraktır resim.
Bir beraberlik çağrısı, kara kadere isyan, bir çeşit küfür, bir soru, güzel günlere ağıt ya da korkuları dağıtan çocuksu bir oyun.
Kara içinde bir umut, bir sevinç kıvılcımı ne olursa olsun. *
bütün hepsi sarardı, bir seninki hâlâ taze!
dört kenarı dört ayrı mevsimde kesilmi$!
makas dola$mı$ tenine!
sağ tarafında, geldiğin evlerin soğukluğu
sol tarafında, plaja giden kızların $akala$ması
üst kenarından a$ağı sarkıyor bütün güzelliğin
alt kenarında, sızmı$ bir $arapçının yazgısı
sonsuza kadar bende kalacaksın bu senin tek yasal gerçeğin!
pimi çekilmi$ bir el bombası gibi duruyor avcumda resmin!
bizim, minyatürden yağlıboya resme geçişimiz, düpedüz batılı resim sanatına öykünmekle başlar. şeker ahmet paşa'nın, osman hamdi bey'in, paris güzel sanatlar okulu'nda loui boulanger, léon gérom gibi öğretmenlerden öğrenip dönüşlerinde yurdumuza yerleştirdikleri, yüksek devlet okullarımızda da öğretilmeye başlanan batı deseni, bu geçişin başlangıcıdır. ikinci kuşak, izlenimci resmi getirdiğinde bu geçiş daha da pekişmiş oldu.
gérom'u, boulanger'yi unutanlar, "işte batı öykünmeciliği!" diye başladılar, "bizim değil bu resim, kendi resmimize dönelim." hangi kendi resmimiz? siz, ahmet şeker paşa'yı, osman hamdi bey'i anımsatınca da, "o iş bir kez olmuş bitmiş, artık değiştirmeyelim," dediler.
oysa, değiştirmeyelim dedikleri bu sanat anlayışı, alıştığımız bu doğu benzeri resimler, gerçekte batı'nın, tepki gösterdiği eski toplumsal koşullarından çıkma, yaşama olanağını yitirmiş dünya görüşlerinin ürünüydü. çok yıl önce olup bitmiş bir olayı, neden baş tacı etmek zorunda olduğumuzu anlamak güçtür. çünkü, bu davranışın şaşırtıcı yanı, ille de eski batı anlayışında ve beğenisinde kalmamızın istenmesidir.
insanın içine huzur veren, sıcaklığına sıcaklık katan, ' iyi olmuş da yapmış demir demirkan abimiz bu şarkıyı' dedirten, sonlarına doğru gelen gitar solosuyla da, her tür müzikten hoşlananlara selam çakmış, hoş mu hoş bir adet demir demirkan şarkısı..
koyu mavi gözleriyle baktı... birşeyler söylemek ister gibi. ama söyleyemezdi. bu ilkti. zaten ne söyleyebilirdi ki? sadece bekleyebilirdi. sonunda ne olacağını bilmeden... çocuk farkında bile değildi üstündeki mavi gözlerin. bilse memnun olurdu tabii ki, ama düşünmüyordu bile. olamazdı. neden olsun ki? neden sınıfın, hatta okulun, daha da fazlası dünyanın en güzel kızı ona baksın ki? ama bakıyordu işte... neden olmasın? çocuk da fena değildi hani diğer züppelerin afili kıyafetleri gibi bir jelatini olmasa da üstünde. sadece arabasından, ne kadar bastığından, üstündeki kazağın ne marka olduğundan, yılbaşında hangi çok pahalı gece kulubünde hangi kızı tavladığından bahsetmiyor diye mi?
farkındaydı güzelliğinin yosma. çok kişi peşinde diye değil, biliyordu işte. aynalar yalan söylemiyordu. bas bas bağırıyorlardı; "şu dünyada yoktur senden daha güzeli" diye. peki neden bakmıyordu bu çocuk? neden farkında bile değildi? bilmiyordu ki içten içe yandığını. bilmiyordu ki sessizliğinin arkasında çığlık çığlığa "seni seviyorum" diye haykırıyordu evrene. uyumak zordur aşıksan. çocuk onu düşünüyordu yine. çoktan uyuması gereken saatler öyle hızlı gelip geçiyordu ki her akşam. her akşam kafasının arkasında birleştirip ellerini o kadar çok seyre daldı ki tavanı. karanlık odanın karanlık tavanı. "artık yeter" dedi seslice. "ne yeter?" diye sordu kendisine. "bu kadar uykusuzluk yeter oğlum, bıktım artık her akşam onu düşünmekten". bir an durup kızdı kendine; "yo, hayır hayır... onu düşünmekten bıkmadım, beklemekten bıktım". kesin karardı sanki bu defa. ama nasıl?
yorgunluktan kapanan gözler açıldı okul yolunu tutmak için. ama midesi ağrıyordu. boğazına düğümleniyordu dalgınca ev arkadaşına bakarak yediği zeytin, ekmek, peynir. kalktı aniden. hazırlandı. içindeki heyecanı büyüterek ilerledi kampüse. yine geç girecekti derse. yine mor gözler, yine şişmiş. "girebilir miyim?" dedi iki kere çalıp açtığı kapının aralığından. mavi gözler oradaydı. kalbi daha hızlı atmaya başladı. daha çok döndü başı. nefes alamıyordu. her zaman oturduğu yere doğru yönelmedi bu defa. herkesin onu izlediğini bile görmüyordu. umrunda da olmazdı zaten. ilerledi. ilerledi. ilerledi... ve durdu. mavi gözlerin tam karşısındaydı. herkes nefesini tuttu. yutkunamıyordu. söylemek istediklerini söyleyene kadar da yutkunamayacağını biliyordu. kekeledi... "be..be..ben.." biraz daha bekledi. başka hiçbir şey söylemedi. söyleyemedi. çok seviyordu. gerçektende de çok seviyordu. döndü ve yerine ilerledi. her şey bitmişmiydi!?...eve gitmeye karar verdi. yeterince rezillik yaşandığını düşünüyordu. dersin bitmesini beklerken uyuyakaldı. rüyalar ile çabucak geçti ders saati. ders sonu gürültüsü ile irkildi. ovuşturdu uykusuz gözlerini. topladı hiç açılmamış kitabını, defterini. ayağa kalktı ve... işte yanındaydı. oracıkta öyle duruvermişti. neden? ne diyecekti? fazla merakta kalmadı; "bir şeyler içelim mi?". cevap ortadaydı...
hani aradan üç yıl geçmişti geçmesine ama hissettiklerinde hiçbir şey değişmemişti. sadece güzellik değildi ki sevdiği ondaki. o çok farklıydı. diğer zengin arkadaşları gibi değildi. burnu güzeldi ama havada değil. seviyordu çocuğu be. çok seviyordu hemde. o çok özeldi, o çok farklıydı, o çok çok çoktu... nazar boncuğu bile takmalarını istedi arkadaşları. o kadar çok seviyorlardı ki arkadaşları onları. aslında sadece onları değil, aşklarını da seviyorlardı. film gibiydi. harikaydı. rüya idi.
rüya! nasıl bitti peki bu rüya? neden ayrıldılar? aradan tam bir yıl geçti hem de. ama sorular aynı acımasızlığı ile çocuğun beyninde oyuklar açmaya devam ediyordu. "çok seviyorlardı birbirlerini be oğlum" diyorlardı okuldaki çocuklar. kızlar "nasıl olur bu?" diye soruyorlardı birbirlerine. ne de olsa rüya idi onlarınki! ama kimse bilmiyordu ki çocuğun her akşam o resim ile uyuduğunu, sıkıca göğsüne bastırıp saatlerce, hıçkıra hıçkıra ağladığını. tanrıya "neden?" diye bağırdığını bilmiyorlardı ki! bilmiyorlardı ki her gün anasonlu melodilerle şişeleri masa üstüne dizen çocuğun gözyaşları rakı kokuyordu... kolay mı sanıyorsun beyninin her kıvrımına kazıdığın yosmanın bacaklarının arasında başka birinin gidip geldiğini hayal etmek her akşam? her akşam düşünmemek için o sahneyi yastığı kendini boğarcasına yüzüne bastırmak...
okul bahçesi... sapsarı güneş o kadar büyük ki bugün... sımsıcak. okulun son günü olmasa bu kadar insan da olmayacaktı hani... çocuk çok yavaş geldi ortaya. herkes gördü ki onu birdenbire uğultu kesildi. yüzler titreyen ellerinin üstüne çevrildi. hani o mavi gözleri seven eller. hani o sarı saçları okşayan eller. hani o her akşam mavi gözlerin resmini sımsıkı saran eller... kız, kabacana sarılmış olan yeni sevgilisinin kollarından sıyrıldı ani hareketle. ona baktı. hâla ne kadar çok sevdiğini düşündüğü çocuğa. ne yapıyordu? niye orda öylecene durmuş yere bakıyordu? neden ağlıyordu? çocuk elini cebine attı... gördü kız cebinden çıkan fotoğrafı. hani o beraber martılara simit attıkları gün çektirdikleri en sevdiği resim var ya. hani çocuğun her akşam bağrına basıp şişeleri boşaltırken gözyaşlarını doldurduğu resim. öyle bir baktı ki resime çocuk, milyonlarca kelime etse anlamazdı kız o an anladıklarını... çocuk bir daha attı elini beline... bir resim daha mı çıkacaktı? kız görmedi resim falan. kimse görmedi. siyah, mat bir çelik çıktı... sıkıca tuttu kabzasından katilin... parmağını geçiriverdi tetiğe. resmini son kez koydu kalbinin üstüne... onun üstünede çeliğin ağzını! gömüverdi oracıkta resimdekileri layik olduğa yere; çığlıklar ve de mavi gözlerin eşliğinde...
yeteneği olmayan insanların, gerçek yaşamda kuramayacakları hayatları, reesim tualine de dökemeyecekleri için, üzülmeleri gereken sanat dalı. *
(bkz: büyük resim)
(bkz: büyük resmi görmek)