az önce atv de izleme sansina sonunda erisebildigim film. bir sinema-tv ögrencisi gibi terminelojiye hakimiyetim olmadigi icin afili laflarla film elestirisi yapamam belki ama, hic de yabana atilmayacak rafine bir film zevkim olduguna eminim. aylar öncesinde bu filmi yazan yöneten kisilere fikirsel anlamda yakin oldugunu düsündügüm islamci bir cevre tarafindan abartili bir reklam/promosyon bombardimanina tutulmustuk. abartili bir tanitim ve övme sözkonusuydu. bütün o bombardiman son sirasi acikcasi benim bile merakim uyanmisti. sonunda izledim de rahatladim.
sonuc:
benim icin haluk bilginer güzelligine ragmen cekilmez bir filmdi. son zamanlarda bu kadar kötü bir film izlememistim. bir kuran seansi, bir cuma namazi selami, bir rab'den bahsedis bu kadar mi pohpohlattirir bir film mi allah askina!
edit:
ustalardan film hakkindaki görüsleri derledim söyle bir ortaya karisik, buyrun burdan okuyun bir de:
"...Polis'in derdi farklı bir öykü anlatmak değil. Yönetmen Ünlü daha çok anlatım biçimine yaslanmak ve seyircisini bu yolla şaşırtmak istemiş. Bunu da başardığını söylemek mümkün. Fakat filmin ciddi bir devamlılık sorunu var. Bunu sahne devamlılığı anlamında değil, tempo ve enerjisi anlamında söylüyorum. .."
"Polis' bence daha genel bir problemin de habercisi; farklı olma telaşındaki bazı Türk filmlerinin savruk eklektizmleriyle, farklı 'ton' arayışlarında düştükleri alacalı bulacalı durumlarla ilgili bir şey bu....
"'Polis' gibi anlatımının fiyakasına inanmış filmler şu soruyu sorduruyorlar olsa olsa; ille de ve ille de 'farklı arayışlar' içindeki Türk yönetmenin derdi nedir? Muhtemelen bu sinemada, bu televizyonlarda anlatılan hikâyelerden sıkılmış olmak, ama onları aşacağım derken seyirciyi sersem etmekle başlayıp giderek kahkahalara boğmayı yeni olmakla karıştırmak...
"Polis'teki 'limonata içer misin'le biten 'üç alternatifli' sahne ya da tepeden düşen anne ise neredeyse kronolojik bir kültürel öykünme mantığıyla, son zamanlarda farklı olmak isteyen yönetmenlerimizin takıldıkları filmlere öykünüyor. (Kieslowski? Haneke? Yukarıdaki diğer yönetmenler?) DVD'den en son filmleri seyretmek aslında genç yönetmenlere zararlı mı, sinema festivalleri hayra vesile oluyor mu, yenilik arayışı nedir ne değildir gibi sorular akla geliyor.
"Polis'te dinle ilgili birtakım sayıklamalar da var ama bunları ciddiye almak gerçekten zor. Galiba, kahramanımızı 'hem şeytan hem melek olarak' görmemizi isteyen Tarot kartı kıvamında mistik bir fikriyat ki, film satrançla ne kadar ilgiliyse dinle de o kadar işte..
bugün atv'de yayınlanmış sanat filmi. görüntüler çok iyidir. pekçok kimse bir şey anlamasa da, yönetim olarak bile takdire şayandır.
ayrıca, uyduda, atv avrupa'da -atv türkiye'de uğradı mı bilmiyorum- gram sansüre uğramamış filmdir. "amın evladı", "orospu çocukları" gibi replikler aynen geçmiştir. vallahi helal olsundur.
Ülkemizde zamanında lise mezunu,kalifiyesiz kimseleri kadrosuna katan ve şuanda bu kişilerin memur olarak görev yapmasından ötürü saygınlıgını yitirmiş meslek gurubu
gerçeklikle alakalı olmamak sanırım bir sinema türü. kesişen hayatlar türü gibi.
daha dakika bir, gol bir bir dövüş sahnesiyle alaycı sırıtışlarım baş göstermiştir. cüneyt arkın'ın malkoçoğlu'sunun 21. yüzyıl polis versiyonuydu karşımdaki.
dövüş sahnelerinde öteden beri sakil ve itici bulduğum nokta işte bu.başrolün herkesi dövebilmesi. üstelik başrol, filmdeki gibi 60'lı yaşlarında , yürürken bile her an düşecekmiş gibi duran biri olsa da. o atletik olmayan fizikten çıkan''önüme gelene bin tekme''fırlatışlarına sırıttım taa derinden.
gerçi başta da belirttiğim gibi bu tür filmlerin sanırım sinema tekniği ve/veya sanatsal açıdan bir anlamı var.fakat ben filmde gerçeklik aradığım için böyle absürt, sürrealist filmlerden zevk almıyorum. ve yerdikçe yeriyorum.
bir kere oradan buradan kopyala yapıştır gibi bir film. özellikle de kill bill'den.
filmin müziklerinde bile yer yer aşırmalar var.ayrıca bazı müzikleri, bazı sahnelere yakıştıramadım. rap müzik var mesela arada. ne alaka çözemedim. gerçi ben filmin genelini çözemedim.
musa rami'nin çocuklarından biri istanbul'u terkediyor ya. işte yolu dolanarak gidecekler mafyaya yakalanmamak için. ama tabi yakalanıyorlar ve öldürülüyorlar, trafik kazası süsü verilerek. işte bu trafik kazası televizyonda gösteriliyor. ama bütün ölüler, mozaiklenmemiş bir şekilde , kanlı kanlı , ayan beyan gözüküyor. hiçbir tv kanalı ölüleri bu şekilde göstermez. bu bir.
musa rami, arabada annesi deli olan torunu ile konuşuyor:
torun:sınıfta bir çocuk var, sürekli saçımı çekiyor.
musa rami: belki sevdiğindendir.
torun: sevdiğinden mi? seviyorsa niye saçımı çekiyor?
musa rami: bunu anlayamazsın.
torun: büyüyünce anlarım herhalde.
yeter, artık yeter. vallahi burama kadar geldi. bıktım artık dizilerde, filmlerde boyundan büyük laf eden veletlerden. şimdi bütün senaristler, yönetmenler ve yapımcılar. hepiniz beni dinleyin. yok kardeşim, böyle çocuk yok, olmaz. 8 yaşındaki veletlerden böyle akıllıca laflar çıkmaz. sizin bu yaptığınız, düğünlerde 5 yaşındaki kız çocuğuna gelinlik, erkek çocuğuna takım elbise giydirmek gibi.sırıtıyorum mütemadiyen.*
filmi bir kez izlediğim için çok net hatırlayamıyorum ama filmde sanki fon yoktu. yani arka planda bir tane insan yoktu. hani yoldan geçen adam falan. ı-ıh. işte o zaman düşündüm bir ara, hani bu musa rami'nin beyninde ur var ve ara ara bilinci gidebilirmiş ya, acaba dedim onun iç dünyasında mıyız?ama bu dediğimin cevabını bulamadım.
bu arada beynindeki urdan söz etmişken, 2 aylık ömrü kalan adamın yapabileceği en doğru şeyi yaptı kendisi. namaza başladı. ben de misal bikaç aylık ömrüm kaldığını öğrensem hemen dünya işlerinden elimi eteğimi çeker, kendimi dine imana verir, günahlarımın affı için yalvarırdım. gerçi şu an bile birkaç aylık ömrüm kalmadığını kimse iddia edemez ya neyse, o başka bir konu.
şimdi türk filmlerine çamur atarak karizma yaptığını sanan insan modeli yaftasına hazırım, ve diyorum ki beğenmedim. ama şunu da belirteyim. türk sineması açısından iyi bir adım denebilir. güzel şeyler bunlar. siz çekeceksiniz, biz eleştireceğiz, siz çekeceksiniz, biz yine eleştireceğiz.eleştireceğiz ve sonunda bakacağız ki türk sineması almış başını yürümüş, hollywood'a parmak ısırtmış.
vasat ve hayli boşluğu olan karakterlerle kurgunun yan yana ilerlediği kötü bir türk filmi. haluk bilginer'in canlandırdığı musa rami'de oluşturulmaya çalışılan anti kahraman tiplemesi, amerikan filmlerindekilere benziyor; bunun sonucunda her ne kadar bir türk olduğu gözümüze gözümüze sokulsa da, musa rami bir amerikalı olmaktan öteye gidemiyor.
filmin en düzgün ve de gerçeğe yakın karakteri özgü namal'ın canlandırdığı funda. o sayede belki de özgü namal'ın oyunculuğu diğerlerine oranla daha iyi. üniversiteyi bitirmekte olan şapşal genç kız tam da özgü namal'a uygun bir rol kanımca.
--spoiler--
yönetmen kardeşim! trafik kazasında ölen insanların fotoğrafları haberlerde mi veriliyor? hem de öldükleri yerdeki fotoğraflarıyla; hem de "dan dan dan" şeklinde efektlerle bir magazin programı edasında.. helal olsun, müthiş olmuş gerçekten...
--spoiler--
gecenin bir yarısı saklambaç oynadığın için küfür yediğin, gerçekleri söylediğinde ta.ak mı geçiyosun diye bir soruyla karşı karşıya kaldığın oysa sadece güvenle uyuman için bir yerlerini yırttıklarını iddaa edebilen rütbeleriyle çoğu kişinin sevmediği meslekten olan kişiler.
işte şu işi yapan kişidir polis. http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=239606
okumayacak olanlar için kısaca özet geçeyim. avcılar'da, bir parkta bira içen iki kişiye polis kimlik soruyor ve gitmelerini istiyor. elemanlar "mahallenin çocuğuyuz" diyorlar ve -muhtemelen- bir arbede çıkıyor. polislerden biri, attığı bir tekmeyle bira içen elemanlardan birinin ölümüne sebebiyet veriyor.
...
şimdi ironi filan yapmadan yazalım. olur ya, bir allah'ın kuluna "ulan yoksa?" dedirtiriz. efendim bunu yapan kişi tek bir polistir. evet, bu haliyle olay münferittir. bu olayın münferit olduğunu ve tüm polis camiasına mal edilemeyeceğini söyleyebilmek içinse, bu polisin görevden uzaklaştırılması gerekir. ama daha önce de defalarca olduğu gibi, bu polis uzaklaştırılmayacaktır. eğer öldürdüğü kişi solcu olsa terfi de alırdı, ama bu gibi durumlarda adam öldürenlerle terfi veriyorlar mı bilmiyorum. polis teşkilatı şöyle bir açıklama yapmış;
işte bu açıklama münferit değildir. adam öldüren polisi, bir insana o insanı öldürebilecek sertlikte müdahale eden polisi korumaya çalışan "içki de içeriz, nara da atarız dediler ama" diyerek polisin yaptığını, legalize edemese de meşrulaştırmaya çalışan polis ahlakı, polis kafa yapısı münferit değildir. gene tek tek bakınız mı verelim, festus okey diye, esmeray diye, uğur kaymaz diye? polis, budur.
ps: ayrıca polis salahiyet kanunu, meclis tatil edilmeden bir gün önce, hiçbir toplumsal mütabakat olmaksızın çıkaran rte-baykal ikilisi de burada anılmayı hak ediyor. baykal'la zaten işim olmaz, ama allah'tan korktuğunu söyleyen rte, polise verdiğin bu inanılmaz yetkiler yüzünden ölen insanların vebali senin boynunda değil midir? kendi inancına göre, kul hakkıyla allah'ın karşısına çıktığında ne halt edeceksin? böyle zamanlarda, allah'ın var olduğuna inanmak istiyorum.
yönetmenliğini ve senaristliğini şair onur ünlü, başrollerini haluk bilginer, özgü namal, ragıp savaş, sermiyan midyat, müziğini ceza'nın üstlendiği film. mevcut türk sineması ürünlerine göre çok farklı bir anlatımı var. biraz da quentin tarantino'luk... konusu ise şöyle: başarılı polis meuru, yaşlı kurt, musa rami, izmitliler adı ile nam yapmış, mafya ailesinden birini öldürür. işte bu vukuatı sonun başlangıcı olur. aile de musa rami'den intikamını yakınlarını bir bir öldürerek alır. bu arada kendisi de beyninde ur olduğunu ve birkaç aylık ömrünün kaldığını öğrenir , üstüne üstlük kendisinden kırk yaş küçük bir kıza aşık olmuştur. filmin sonunda bütün yakınları ölmüş, sevdiği kız kendisini reddetmiş, ölümünü beklemektedir.
her insanın davranış şekli, kültürü, sosyal çevresi, eğitim durumu, psikolojik yapısı farklıdır. bu nedenle doğası gereği insanla uğraşmak dünyanın en zor ve zahmetli işidir. eğitimciler, otobüs ve taksi şoförleri, sağlık görevlileri ve bunlara benzer bire bir insanla muhatap olunan meslekler gerçekten çok zor ve sıkıntılıdır. polis ise sürekli ve kesintisiz olarak toplumun en sorunlu ve suç potansiyeli yüksek olan kitleleri ile muhatap olmak durumunda kalması nedeniyle çok daha zor ve meşakkatli, bir o kadar da fazla stresli bir meslek icra etmektedir.
gelişmiş ülkelerin hiçbirinde bir polis'e, normal görevinin yanında sağlık görevlisinin, taksi şoförünün, postacının veya itfaiyecinin yapması gereken işi yaptıramazsınız. ancak ülkemizde polis, çoğu zaman bu saydığımız meslek mensuplarının görevlerini de yapar!
nasıl mı? trafik kazası olur yaralılara çoğu zaman ilk müdahale eden polistir. alkollü veya yardıma ihtiyacı olanların evine bırakılması görevini yaparak taksici olur bir anda, itfaiye ile birlikte yangına müdahale eder, tebliği gerektiren evrakları adreslere götürerek postacılık yapar vs. böylece zaten zor olan polislik mesleği türkiye'de kat be kat daha zordur.
yine gelişmiş ülkelerde suç ve suçluya ulaşılmada halkın duyarlılığı nedeniyle ihbar mekanizması yüzde %80 ulaşmaktayken, bizde tam tersi olur. bu nedenle ülkemizde suç yine suçluya türk polisinin kişisel gayretleri ve özverisi ile ulaşılır. bu zor ve olumsuz şartlara rağmen suç ve suçluya ulaşma başarısı çoğu gelişmiş ülkelerin çok çok önündedir. buna rağmen ne halk ne de yöneticilerinin nazarında "çoğunlukla" saygı ve takdir görmez. hele karşısındakinin makamı, konumu veya maddi durumu iyi bir kimse ise "sen benim kim olduğumu biliyor musun?" türünde sözlere bile muhatap olur. haklı bile olsa çoğu zaman karşısındakinin konumu itibariyle haksız duruma düşer ve aşağılanır.
bu sebeplerledir ki stresin çok yoğun olarak yaşandığı bir ortamda polisin de çok normal davranışlar sergilemesi beklenemez. iş yükü ve stresin etkisiyle çoğu zaman vatandaş ile gereksiz tartışmalara girilir ve zaten kötü olan polis imajını ne yapılırsa yapılsın bir türlü düzeltilemez. bu durum da bir kısır döngü içerisinde döner durur.
polisin içinde bulunduğu durum göz önüne alındığında bir de siyasilerle olan ilişkileri vardır ki, bu polis müessesesinin ne denli zorluklar içerisinde kaldığını göstermektedir. emniyet genel müdürü, genel müdür yardımcıları, daire başkanları ve il emniyet müdürleri başta olmak üzere polis teşkilatını yöneten kadrolar; hükümetler, hükümetlere yakın siyasiler ve devleti yöneten diğer güçlü unsurlarca atanan kişilerden oluşmaları nedeniyle hiçbir zaman teşkilatın ilerlemesi ve gelişmesi için cesur adım atabilecek kişilerden oluşamaz. çünkü atacakları her adım kendilerini atayan kişilerin menfaatlerine ters bir durum oluşturması halinde koltuklarını kaybetme riski ile karşı karşıya bırakabilmektedir. bu nedenle durumun vahameti ne olursa olsun sessiz kalmaya mahkumdurlar. teşkilat lehine veya aleyhine gelişmeler ne olursa olsun, dışarıdan konuyla alakalı veya değil teşkilat hakkında herkes fazlasıyla yorum-eleştiri yaparken, teşkilatı yönetenler sürekli sessiz kalırlar. Çünkü onlar 657'ye tabiidirler, haklarını arayacak sendikaları dernekleri vs. yoktur, olamaz da! bu durum son yıllarda öyle bir hal almıştır ki, bu sessizlik nedeniyle teşkilatta çalışıp ta genel müdürünün kim olduğu dahi bilmeyen memurlar vardır. Konuşan hemen susturulur ve ya sürülür.
teşkilatın sorunlarını bildiklerini iddia eden siyasilerin büyük çoğunluğu muhalefette oldukları sürede sırf oy kaygısı uğruna polise sahip çıkıyormuş gibi görünmekte, iktidara geldiklerinde ise görmezden gelmektedirler. meslek içerisinden yükselen siyasetçiler bile teşkilat hakkında nutuklar atmakta, ancak daha sonra teşkilatı görmezden gelmektedir. hatta bu ülkede kendi kaprisleri uğruna polisleri azarlayan hatta ve hatta dayak atan siyasiler bile görülmektedir. hükümette hangi parti olursa olsun; sorunlar yumağı haline gelen teşkilata sahip çıkması gereken içişleri bakanlığı ve emniyet genel müdürlüğünce, klişeleşmiş ve teşkilatta çalışan herkesin nefretini kazanan "teşkilatın sorunlarını biliyoruz", "çalışmalarımız sürmekte" ve yıllardır bir türlü sonu gelmeyen ve hiç kimsenin inanmadığı ve bıktığı sözler sarf edilmekte, ama nedense yıllardır bu çalışmalar bir türlü bitirilememektedir. bazı zamanlarda siyasilerin teşkilata yaptıkları müdahaleler ayrıca haksızlıkları artırmakta ve meslek mensuplarının mesleğe küsmelerine ortam oluşturmaktadır. örneğin; emekliliği geldiği halde şark görevine gitmeyen personel, amirlik, yurt dışı ve diğer mesleki sınavlarda yapılan adam kayırma operasyonları, tayin ve atamalarda yapılan tavassutlar-kayırmalar bunlardan bir kaçıdır.
polis teşkilatına hiç bir yardım yapılmadan sadece "hep beklemek" polis teşkilatını halk ile birleştirmek, polis'in öcü olarak görüldüğü yerlerde polis-halk diyaloğunu kuvvetlendirmek, türkiye cumhuriyeti'nin ayrılmaz bekçileri olan polisleri anlamak bu kıstası tüm ülkeye yaymak en başta halk için, teşkilatın sağlam kalması ve işini en iyi şekilde yapması adına kaçınılmaz olacaktır.
toplumun güvenliğini sağlamak için çalışan bunu yaparken kimilerinin ceza keserek devlete para kazandıran kimi ahmaklarında toplumun güvenliğini, refahını, düzenini düşünmeyerek rüşvet alarak kendine para kazandıran devlet kurumudur.
devletin kendilerine verdiği yetkiyi kendi egolarını tatmin etmek için kullanan, memur olmaktan başka seceneği olmayan ve genelde sırtını devlete yaslama mantığına sahip, memurluğu elinden alındığında bir boka yaramayacak insanlardır geneli.
ayrıca bunlar insanları korumaktan ziyade zarar verirler ve bir çok insan kendilerine uzak olmalarını isterler ve rüşveti kendilerine hak sayanları da mevcuttur ki, rüşvet istediklerinde kendilerii terslediğinizde sizi bir güzel dövdükten sonra polise mukavemetten yani karşı koymaktan da kelepçelenip, ardından biber gazı sıkıldıktan sonra karokola götürülüp orda da dayak yedikten sonra saatlerce nezarette bekletilip it muamelesi gördükten sonra da önünüze uzatılan dilekçeyi imzalamanız karşılığında serbest bırakacaklarını ve olayın kapanacağını söylemelerinden dolayı ''lanet olsun'' diyerek dilekçeyi imzaladıktan sonra serbest bırakılırsınız ve bir kaç hafta sonra evinize savcılıktan duruşma kağıdı gelir.
polisler size dava açmışlardır ve suçunuz polisin anasına küfür etmek gibi bir sürü iftira ile haksız yere yargılanmanızı sağlayan, devletin vatanşı koruyan koluna ait kişi...
ismi tanınır olması itibariyle Ceza'nın sahiplenilmesi aksine, müziklerin çoğunu düzenlemeleri ile sanata yadsınamaz katkıda bulunan Özgür Akgül ve Memet Erdem'in DUO isimli grubunun yaptığı enteresan gerilimli film.
bizim memleketimizin polisleri için söylüyorum:
kendi halkına, insanına bu kadar eziyet edebilen, şiddet uygulayabilen, insanlıktan nasibini almamış, hayatta hiçbir vasfı olmayan sadece emir alıp elinde jop ile insan dövebilenlerin seçtiği meslektir.
Kapitalist oligarşilerin iktidarını ve çıkarlarını emekçi ve işçi sınıfına karşı korumakla mükellef devlet
totalitarizminin simgesi ve uygulayıcısı olan faşist teşkilatın militanıdır. iyi polis kötü polis yoktur sadece faşist polis vardır. Mantıklı polis mantıksız polis yoktur sadece emir alan ve uygulayan polis vardır. Sınıflı toplumun ve devletlerin ortaya çıkmasından bu yana kapitalist piramid içerisinde ruhbanlar , aristokratlar , krallar , bürokratların kapitalist hegemonyası ile asalak burjuva sınıfının ortasında yer alan kapitalizmin askeri kanadının bir ferdidir. Görevi ise emekçileri , işçileri sömürü düzenine karşı gelecek herhangi bir eyleminde etkisiz hale getirmektir.
(bkz: http://upload.wikimedia.o...alist_Sistem_Piramidi.gif)
ben küçükken gördüğümde asker selamı verdiğim abilerdi polisler. hem korkardım hem özenirdim. ama büyüdükçe ikisi de kayboldu. önce korkum kayboldu çünkü büyüdükçe anladım polis korkulacak bir şey değildi, insanlara zarar vermezdi. aksine onları korur, onların huzurlarını sağlardı, buydu görevi. sonra biraz daha büyüdüm ve anladım ki özenilecek meslek değil polislik 3 kuruş maaşa hayatlarını ortaya koyuyorlar gibi gelirdi bana öyle sanardım. sonra ben yine büyüdüm ve nefret etmeye başladım polislerden. tanıdığım tüm polisler çıkarcıydı, kanunları kendilerine göre uyguluyorlardı. sırf siyah giyiyoruz diye hakkımızda hiçbir şey bilmeden oturduğumuz banklardan kaldırdı bizi. ve yanımızda arkadaşın babasının avukat olduğunu öğrendiğinde çekip gitti. tanıdğım bir polis yanından geçen kıza oruçlu olduğu için laf atamadığını ve çok üzüldüğünü söyledi. oysaki polis değil midir o kıza laf atılmasını, o kızın taciz edilmesini engelleyecek olan.
ben sevmiyorum polisleri ve sevmeyeceğim. ama biliyorum benim küçüklüğümün polisleri de var bu hayatta. belki sayıları çok fazla değil ama varlar. bazen çıkıyorlar karşıma. ve ne zaman onlardan biriyle karşılaşsam hala durup asker selamı vermek geliyorum içimden.
diğer insanların sandığı gibi çelikten sinirleri taştan kalpleri olmayan insanlardır.
zerre hazzetmedikleri bir devlet adamına silah doğrultulması durumunda o namluyla kodomanın selülitli göğsü arasına kendi genç ve sağlıklı vücutlarını siper edebilecek insanlardır.
suratında gaz maskesi olduğu için kendisini tanıyamayan eylemci kardeşinden tekme yiyip yere yıkılan bir ömür boyu l5-s1 ağrısı çekecek insanlardır.
karakola silah çeken şahsı bacağından vurduğu için 2 yıl mahkemelerde gezen, devlet suçluya ücretsiz avukat tutarken kendilerinin avukat masrafını karşılamak için eşlerinin bileziklerini bozdurdukları insanlardır.
suçluya ateş etme yetkileri ellerinden alındığı gün bu kararı protesto etmek için meydanları dolduran ve maalesef meslektaşları tarafından kendilerine ateş açılan insanlardır.
ekip otosunun taranmasıyla psikolojisi bozulan ve bu rahatsızlıklarından ötürü açığa alınan ancak askerlik mesleği için şubeye götürdükleri tabiri caizse deli raporunun çakı gibi adamsın gerekçesiyle geri çevrildiği insanlardır.
bir parkın ismi alpaslan türkeş' ten uğur mumcu' ya çevrildiğinden dolayı olay çıkmasın diye günde 26 saat* mesai yapan insanlardır.
binlerce şehit meslektaşının ruhundan af dileyerek teröriste gerilla diyen çok şerefli bazı adamlar öldürülmesin diye kapılarında nöbet tutan insanlardır.
gizli gizli ağlayan ama şöyle ağız dolusu gülemeyen insanlardır.
bir onur ünlü filmi. aslında daha da ötesi. müstear isim ile yazdığı bir şiirinde filmin ipuçlarını da vermiştir bize. kitanovari bir ilk sahne ile açılan film daha sonra yer yer şiirsel göndermeler ile devam eder.
haluk bilginer olmasaydı bu filmde belki musa rami havada kalırdı. onur ünlü bu ilk film denemesinde genel anlamda başarılı bir portre çizmiştir. kaldı ki musa rami/haluk bilginer kafasına silah dayadığında giren tekvir suresi ise bize her şeyi anlatır. şahsi kanaatim filmin en vurucu sahnesi bu sekanstır.
futbol vb. müsabakalara girişte bozuk parayı içeriye sokmayan fakat içerde 1 milyonluk suya 5 milyon verdiğinizde 4 milyon para üstü verilmesine seyirci kalandır.