her şeye rağmen olmamış bilader olmamış diyeceğim filmdir..
--spoiler--
haluk bilginer oyunculuğyla yine her zamanki gibi on numaraydı... *
hatta bir kaç sahnede al pacino izlermiş gibi hissettim kendimi
müzik açısından kesinlikle sınıfta kalmış bir film... elimde iyi bir ses sistemi olmasına rağmen konuşmalarla müzikler sık sık birbirine girdiler. sevmedim. ayrıca seçilen müziklerde de hoş bir orjinallik falan yoktu.
çekimler ve sahne seçimleri gayet güzeldi ellerine sağlık yapanların.
konu olarak fena değil diyebilirim ama yine de genele bakıldığında kötüydü. absürd bir film yapmaya çalışırken ortaya dibi tutmuş bir sebze çorbası çıkmış.
en gereksiz sahne piknik sahnesiydi. en muhteşem replik ise :
...
+o denize attığımız adam da mı annesinin yanına gitti
-o mu ? o anasının şeyine gitti ...
özgü namal her zamanki gibi olağanüstü bir güzelliğe sahipti. ama oyunculuğuyla değil güzelliğiyle ve saçmalığıyla göz doldurmuş. *
sürekli çocuk polisi yeleğiyle gezen tip anormal kötü bir oyunculuk sergilemiş .. piyasada adam mı yoktu ? bu adam bu rolü oynamak zorunda mıydı ? demekten kendimi alamadım. *
çeşitli ufak tefek ironiler ve alaylar filmin seyredilebilirliğini artıran etkenlerden bir tanesiydi.
bana göre filmin en sonundaki ricası ise son derece gereksizdi tıpkı piknik sahnesindeki zırvalıklar gibi.
içinde bir çok filme, karaktere hatta sinema tekniğine gönderme yapılan absürd bir film. Ancak güzel olmasının sırrı da zaten absürd olması. Türkiye'de daha hiç görülmemiş* tarzda bir film denemesi olması da filmi ayrıca çekici kılıyor.
Filmin orta yerinde bir yerde, Musa Rami yürürken bir taksicinin ısrarla ''Bana mı dedin, bana mı dedin''* sahnesi çok hoşuma gitti. Burada taxi driver'a gönderme yapılmış, hem de acaba filmin orta yerinde böyle bir şey koysam izleyici sıkar mıyım korkusu olmadan. Bu pervasızlık hoşuma gitti*.
Diğer bir etkilendiğim sahne ise, gerek mafya adamlarının silahlarını Musa Rami'ye doğrulttukları sahne* ve başkomiserin sürekli etrafında dolaşan polis ya da detektifler. O Japon filmlerinde gördüğümüz salak insan modellerine güzel bir gönderme olmuş.
haluk bilginer'in müthiş bir profil çizdiği vasatın altındaki film. hatta bana sorarsanız kötü bir film. lakin ne umutlarım vardı, ilk ciddi kara film(film noir) olabilirdi ülkemizdeki. olmamış.
türk sinemasının halet i ruhiyesini görmek için izlenilmesi gereken bir yapım. senaristlerin değişik ve denenmemişi yapma arzusu ilerisi için sevindirici.
film ise çok daha güzel yapılabilirdi.
--spoiler--
filmin ortasından itibaren acaba haluk bilginer şizofren mi diye düşünüyorsunuz. hatta film ilerleyince "kesin şizofren canım, hatta filmin sonunda bir hastane odasında olur bu." dersiniz. bazı sahnelerin tekrar tekrar çekimi filme hiçbir mana katmamış, en azından bağlayamamışlar.
sonu gerçekten bir garip, nasıl bitti lan, diye düşünüyorsunuz. ahan da buraya yazıyorum; bu filmin ikincisi çekilecek ve haluk bilginer şizofren çıkacak.
--spoiler--
toplumda asayişi ve anayasal düzeni korumak adına devletin kolluk kuvvetlerinden biridir.Görevi ceza vermek değil, suçluyu bukul adli kurumlara teslim etmektir.Bu görev tanımından sonra kısaca profillerine bakıcak olursak;
tamamına yakını ezik memleketin çürümiş tipleridir. bari bişi olamadıysan polis ol diye atasözü bile vardır. devletin kendilerine verdiği yetki salahiyetinden çok kendi kendilerine verdikleri yetkilerle dünyayı kurtardıklarına inanırlar. Sistemin yılmaz bekçileridir. izm'in ne olduğu önemli değildir, zira düşünmemeleri için beyinleri alınmıştır. Aslında tek tek incelendiklerinde çok azı cesur ve dobradır. Üniformaları sayesinde caydırıcı olduklarını unuttukları anda yani mesai dışında götlerinde korkudan uçuk çıkar. Nereye gitseler işlerini gördürebilmek için ben polis memuruyum diye ya bağırınırlar yada telsizlerinin sesini sonuna kadar açarlar. Bu durumda da mevcut yalakalardan biri varsa ortamda abi hangi karakol diye söze başlar. Yurdmun hırsız ve kapkaç bekçilerinden öteye gidemezler.Trafik polisleri hakkında yazmıyorum bile zira o kadar vaktim yok. devletin verdiği maaşla basit bir devlet memurudurlar. O yüzden suçlu yakaladıklarında kahraman denmesine gerek yok, mesela siz başka bir devlet dairesinde iş yaptırdığınızda karşınızdaki memura kahraman diyormusunuz ? Neyse kısaca bi sürü odunun yer aldığı kurum.
son zamanlarda türk filmi kalıplarını zorlayan tek filmdir, evet filmde çok kişi ölmüştür ama yönetmen usta bir şekilde izleyicinin dikkatini ölenlerin yasını tutma modundan çok musa ve funda'nın aşkına yöneltmiştir, ve şunu diyebilirimki evet çok zor bir meslektir polislik hepsine allah kolaylık versin.
--spoiler--
şimdi mafya amcalar bizim musa rami abimize aile fotoğrafını göstererek birini seç diğerlerini birer birer öldüreceğiz derler. musa rami ise çok etkileyici bir tonda küçük oğlum haluk, haluğu öldürmeyin der. mafya napar tabi ki ilk önce küçük oğlu haluğu hem de musa rami'nin gözü önünde öldürür. o an hakikaten vay be demiştim. bu film bence harikaydı çünkü neden, sanki ben de musa ramiyle beraber cami duvarlarına kafamı vuruyordum, ben de musa ramiyle namaz kılıyordum sanki benim de ağzımdan kan geliyordu ve sanki ben de fundaya evlenme taklif ediyordum. işte öyle bir film, adeta musa ramiyi yaşıyorsunuz. kesinlikle tavsiye ederim.
--spoiler--
duygusal bi gününüzdeyseniz izlememeniz gereken film. o kadar ufak ayrıntılara bile duygu yüklemişler ki insan hiç ummadığı bir yerde bile başlıyor hüngür hüngür ağlamaya.. haluk bilginer'in harika oyunculuğuyla her duyguyu yakalamak mümkün. özellikle fonda çalınan klasik müzikler ve diğer müzikler konseptle harika bir ahenk yakalamış.. izlenmesi tavsiye edilen filmlerden.
çıkan güvenlik yasası ile copunu kullanırken elinde yasal belge de bulunduran kurum elemanıdır. her an durdurulup kimlik sorabilir ve parmak izinizi alabilir. tavsiyem direnmeyin acısını çekmeye bakın! aslında bu direnmeyin zevkini çıkarmaya bakın olmalıydı ama ne yazık ki burası türkiye!
sanki bu filmin yönetmenine, izlediğin bütün filmlerden meydana gelen bir kolaj çalışması yap demişler. o da bu filmi ortaya çıkarmış. filmi izlerken mantığınızı devre dışı bırakın, yoksa filmin sonunda bu neydi şimdi demek zorunda kalırsınız.
çok kötü bir film, hakkında fazla yorum yapmaya bile değmeyecek kadar. senaryosu berbat ayrıca farklı filmlere göndermeler çok ayrıksı ve rahatsız edici duruyor. kısaca olmamış.
film başından sonuna kadar insanda bir tiyatro havası yaratıyor. repliklerden davranışlara kadar herşey sanki insana bir tiyatro senaryosunu ve oyunculuğunu izlediği izlenimini yaratıyor. sürükleyiş açısından film çok güzel. yalnız o da ne? film senaristleri başından beri ilginç senaryosuyla izleyicinin merakla beklediği o "son" u getirememişler gibi. filmi çok gerçekçi bitirmişler. yani izlediğimiz filmlerdeki "vay be" li sonlardan değil. çok sıradan. yalnız böyle sürükleyici bir senaryosu ile tiyatro havasında geçen bir filmin çok sıradan bitmesinden de hoşnut olmuş değilim.yani film güzel ama kendine yakışan bitirişi yapamamış.
izleyecek olanlara şunu söyliyebilirim. hani dondurma yersiniz, külahın altındaki çukolatalı kısmı yani dondurmanın en güzel yeri elinizdedir. tam mideye indirecekken düşürürsünüz o en güzel yerini.aklınız o son kısımda kalır. işte böyle birşey... ****
eski yunanda kent devletlerine verilen isim..bir tür küçük devlet organizasyonudur.diğer bir deyişle bildiğimiz köydür.polisin karşılığı olarak kimi bilim adamları tarafından 'cemaat devleti' veya 'toplum devleti' gibi nitelendirmeler de yapılmıştır.
"...
Hani eski kanepenizin yerine yenisi geldiğinde yadırgarsınız ya; Polis Türk sinemasının o yeni kanepesidir kanımca. Bu yüzden biraz garipsenmiştir ki kurgusal biçimler konusunda ezber bozmak da her yiğidin harcı olmasa gerek. O yiğit çıkıyor, tutup bir hikayeyi en anlatılmamış, en bakir haliyle anlatıyor. En olmadık sahnelerle, en "acayip" diyaloglarla da iyice süslüyor uslarımızı. Evet hepimize ilginç geliyor, şaşırıyoruz; ama iyi ki yapıyor. Sinemaseverler olarak heyecanlanıyoruz, hem de çok...
Filmin yönetmeni ve senaristi Onur Ünlü, Âh Muhsin mahlaslı şiire yeni bir soluk getiren bir şair aynı zamanda. Ve filmin bir şairin elinden çıkmış olduğu her sahnede açıkça görülebiliyor. Bir polisin hikayesi ne kadar şiirsel olabilir ve o şiirsellik sinemada ne kadar tutunabilir diye düşünmeden edemedim filmi izlemeden önce. Sonra filmin bir afişi var ki; bir polis ve "Şiddete meyyalim vallahi dertten"; cümlesi... insan ister istemez düşünüyor filmin sosyal içeriğinin nasıl olacağına dair. Ancak atlamamak gerekiyor ki gerçeklik kaygısı taşımayan bir film için, sosyal içerikli bir önyargı son derece yanılmış bir önyargıdır. Polis, hiçbir kaygısı olmadan ilerleyen bir film; ama bu kaygısızlık hiçbir şekilde duyarsızlığa eş değil. Bir filmden yahut bir şiirden açık seçik bir 'mesaj';, açık seçik bir 'gerçeklik' bekleyenleri şaşırtmış ve hayal kırıklığına uğratmış Onur Ünlü; bence iyi de yapmış.
...
Kısacası, Polis'in damaklarda bıraktığı tat "öylesine" bir tat değil. Edebiyatın ve sinemanın birleştiği yerde duruyor filmin her sahnesi.
O gerçekten "başka" bir film. Bir görsel şiir... Raflardan çıkarılıp çıkarılıp tekrar tekrar izlenesi...
filmin ilk sahnesinde musa hoca 4-5 kisinin hakkindan burnu bile kanamadan gelse de, kahramanlar piknikte dans figuleri esliginde dans etseler de, aile yok oldugunda cesetleri ustleri kapatilmadan sira sira dizilse de, annesi intihar eden ece bu duruma gereginden fazla kayitsiz kalsa da, 'buyuk oglan' piknikte, ya da babasinin dogum gununde dahi arkasinda cocuk polisi yazan yelegi giyse de, babasinin evlenme teklifi edecek kadar asik oldugu funda'ya orospu diyerek onu oldurmeye calissa da, hatta ve hatta filmde oynayanlarin yazildigi yazi asagidan yukariya dogru cikmaya basladiginda 'yok canim, yine geriye donecekler herhalde' diyerek umutla beklesem de film gayet guzeldi.
cunku musa 2 ay sonra olecegini ogrendiginde doktora funda'nin buyuk, guzel gozlerinden bahsetti icli icli. sonra namazin sonunda 'amin' derken bir anda aglamaya basladi. funda sarkiyi cok etkileyici soyledi ve gozyaslari icinde 'seni seviyorum' dediginde, musa 'yalan soyluyorsun!' diye bagiriverdi izleyenlerin tuylerini diken diken ederek. muziklere zaten diyecek yok.
---spoiler---
sonuc olarak gidilir yani bu filme, bence pisman olunmaz, olunamaz.
filmi izlemeyi ertelemek, kayıtsız kalmak ve de hafife almak gibi ölümcül günahlardan birini işlemek üzereydim ki, dün gece kıl payı sıyrıldım günahkÂr olmaktan. beni sarsan nadir filmlerden olmakla birlikte, şiirin üç boyutlu halidir bence, müziğin görselliği damardan vurduğu, tiyatral anlatımın altın vuruş yaptığı bir kesik damardır türk sinemasında.. ağlatmak bir kriterse eğer, bu anlamda babam ve oğlum un önüne geçmiş, evet birçok değişik anlatımın bir arada kullanıldığı bir deneme tadında olsa da, sonu olmayan bir kompozisyon oluştursa da, nasıl bittiğini, sonra ne olacağını önemsetmeyecek kadar; kendisine, filmin anahtar deliğine çekiyor kendini, ordan gördüğünüzle yetiniyorsunuz, kapının açılıp açılmaması umrunuzda olmuyor pek. haluk bilginer tek başına oynamış gibi görünse de, yan karakterler tamamlayıcı unsur olmaktan çıkmamış bence. olumsuz eleştiriler; kurgusal anlamda yetersizlik gerekçesiyle sanırım, "insanların sadece gerçeklerle yetinebilmesini anlayabilmiş değilim"..
ve filmin kılcal damarlarından sızan şiiryuvarları;
"+beyninde çok büyük bi' ur var musa; kocaman.. kansersin.. beyin kanseri..en fazla iki ay...
-çok güzel gözleri var.. böyle kocaman kocaman... "
"bir gün bir şölene davet edilirsin, bi' bakarsın yemek listesinde senin de adın yazılı... "
"ne zaman biri sevgiden bahsetse, elim tabancama gidiyor... "
"n'olur ölme baba, ben şunları bırakıp geleyim, burda bekle; ölmek yok baba... "
telefon kulübesinde;
+...
-hı?
tabi seviyorum nihat; sen benim büyük oğlumsun"
"insanların sadece gerçeklerle yetinebilmesini anlayabilmiş değilim"
ayrıca; dünya tuhaf-iye.. telvin suresi.. ironiler..
ve de ailenden birini seç onu öldürmeyeceğiz dediklerinden sonra ilk önce haluk'un gözlerinin önünde öldürülmesiyle musa rami'nin kafasını duvara vurması; o çarpmanın şiddetini hissettirir direk.. etkileyici sahneler çoğaltılabilir...
eğer bu mesleği yapan kişi sevgilinizin babasıysa, eğer küçük bir kasabada yaşıyorsanız hayatınızın zindan olması işten değildir. hiçbir zaman elele sokakta rahat dolaşamazsınız, gideceğiniz kuytu yere kasabanın çevresini dolaşarak ulaşırsınız, ne zaman bir polis arabası görseniz heyecana kapılırsınız. iyi yönleri de vardır tabi, misal hiçbir zaman kafe veya buna benzer bir yere gidemeyeceğinizden paranız cepte kalır imf bile sizi yıkamaz. velhasıl kelam zordur polis mesleği kendi dahil birsürü kişiye eziyet verir lakin en kutsal mesleklerden biridir saygı duyulması gerekir.
--spoiler--
Onur Ünlü tarafından yönetilen, başrollerinde Haluk Bilginer, Özgü Namal, Ragıp Savaş ve Sermiyan Midyat'ın bulunduğu film. Onur ünlü'nün ilk yönetmenlik denemesidir.
Filmde, musa rami adındaki polis memurunun yaşadıkları anlatılır. Musa rami, bir yandan izmitliler adındaki mafya ailesinin peşinden koşturur, bir yandan kendisinden bir hayli genç üniversite öğrencisi funda nın peşinden koşturur, bir yandan da ailesiyle ilgilenirken beyninde ur olduğunu ve iki ay içerisinde öleceğini öğrenir. Filmde bu noktadan sonra yaşananları izleriz.
Onur ünlü film boyunca iyi bir atmosfer yakalamış, bu atmosfer izleyiciyi sürekli olarak filmin bir yerlere varacağı konusunda motive ediyor. Işık ve ses kullanımları ve oyunculuklar da bu düşünceyi pekiştiriyor.
Bu durumun yanında filmde kasıtlı olarak konulduğu düşünülen absürtlükler var. Kimi oyuncular durup dururken dans etmeye başlıyor, haluk bilginer sinema tarihindeki en saçma ve gerçekçilikten uzak dövüş sahnelerine imzasını atıyor, burunlarda sigara söndürülüyor, kollar kopuyor, içinden uyuşturucu dökülüyor, birileri denize atılıyor vs. vs. . .
Tüm bu anlatılanlar kendi içinde bir mantık ya da mantıksızlık çerçevesine otursa amenna. Ama filmin sonunda tüm bunların filmin ana unsuru olduğu birilerinin hayal ürünü ya da bilinçaltından çıkmadığı ortaya çıkınca polis filmi de bir anda berbat bir film olarak sinema tarihindeki yerini alıyor. Bu arada izleyicisinin iki saate yakın zamanını ve bir miktar parasını çalmış olarak.
Film boyunca, benim kişisel görüşüm, filmde anlatılanların musa rami karakterinin düş ürünleri olabileceği yönündeydi, musa rami emniyette basit bir polis, ya da sakat birisi filan olabilirdi ve tüm anlatılanlar onun beyninin ürünleri olabilirdi. Bir ara bu sonu herkesin tahmin edebileceğini düşünerek senaryo yazanların numaralar çevirme ihtimalini göz önüne aldım ve bu anlatılanların, musa rami nin çocuk olan torununun büyüyünce kurduğu şizofrenik hayaller olabileceğini de düşündüm. Çünkü film boyunca bu yönde verilen çeşitli ipuçları da vardı.
Sonuçta yanılmıştım. Onur ünlü film boyunca bize izlettiği saçmalıklarını gerçek bir öykü olarak sunmuştu bize. Belki de amaç budur. O kadar çok lynchvari filmler çekiliyorki, onur ünlü bunlarla dalga geçmek istemiş olabilir.
Filmin en iyi yanı, intiharın eşiğindeki raminin kuran dan okunan sureleri duyduğu sahneydi. Filme iyi yedirilmiş bir dini motif örneği görmeyeli çok zaman olmuştu.
Sonuç olarak, sanırım, onur ünlü, bir gün otururken şiddete meyyalim vallahi dertten sözünü bulmuş ve
- ulan ben bu söz üzerine bir film çekmezsem, okuduğum onca okula yazıklar olsun.
Demiş olabilir.
--spoiler--