ingmar bergman enteresan bir yönetmen. çekim tekniği açısından olsun, kullandığı değişik imgelemeler olsun, tanrı kavramını ve kişiliği kurcalayışı olsun sinema seven insanı bir şekilde mutlaka etkilemiş bir yönetmen kendisi.
garip bir hastanede başlıyor film. bir piyes canlandırırken, hayatın anlamını bulmuş gibi öylece kalan ve o andan itibaren konuşmayı reddeden bir aktris ve aktristin bakımını üstlenen genç bir hemşirenin arasında döner kurgu.
diyalog yerine monologlar halinde devam eder. aktristimiz konuşmak istemediği için, hemşirenin hayat hikayesine ve yaşadıklarına odaklanırız daha çok. bir süre sonra monologlar hemşireyi rahatsız etmeye başlar ve farkında olmadan bir kişilik bunalımının içerisine düşer. enteresan yan karakterler vardır filmin içerisinde, müzik olarak tabir edebileceğim şeyler yerine, garip ve rahatsız edici sesler duyarız daha çok.
seyirliği yüksek, biraz rahatsızlık verici ve olayı tam kavrayamadan ilerleyen bir film. bergman yapımları hakkında herhangi bir fikriniz yoksa, apışıp kalabileceğiniz türden bir film olmuş.
çıkartabildiğim iki ayrıntı; en başta dediğim gibi bu adam tanrı kavramını seviyor. suskunluk/susmak isa peygamberin ibadetidir hristiyan inancında. bu şekilde boş konuşmalar olmaz ve kullanılan dil yalan söylemez. aktristimizi, bu noktada isa peygamber ve ibadeti ile ilişkilendirmiş olabilir yönetmen.
ikinci nokta ise hemşirenin konuşkanlığından. anlattığı şeylerin derinliği ve bozukluğundan. insanın ancak ve ancak kendisini, yaşanılan şeylerden ötürü yargılamayacak ve mutlak bir dikkat ile dinleyecek bir birey karşısında perdelerini açıp gerçek kişiliğini ön plana çıkartabilir. geri kalan durumlar ise dünya denilen koskoca tiyatro sahnesinde etik, ahlak ve din kuralları çerçevesinde, bize verilen rol dağılımında görevimizi yerine getirmek ve iç dünyamızı bir şekilde bastırmak zorunda olduğumuzdur.
yanılıyor da olabilirim tabi ki. ilk izlenim ve intiba bu yönde sadece.
teknik anlamda film çok büyük övgüler almış, sinema tekniği kapasitem yetersiz olduğu için bir şey diyemiyorum. film içerisindeki sahne geçişleri, yüzlere yapılan zoomlar, açılışta gösterilen enteresan kareler, müziksizlik ve şu an aklıma gelmeyen başka teknik alt yapılar birleşince evet, gayet güzel bir film olmuş diyebilirim. bu tarz çekim tekniklerinin kullanıldığı başka filmler nelerdir derseniz aklıma gelen tek şey funny games filmindeki kameraya karşı konuşma sahnesi olur.
Psikolojide carl jung’ın aynı adı taşıyan persona teorisi etkisinde oluşturulmuş 1966 yapımı bergman’ın psikolojik sanatsal gerilim filmi.
Üstteki çoğu entryde yer aldığı üzere kişilik çatışması, kişilik bölünmesi falan filan tarzındaki açıklamalarla alakası yoktur.
filmde de belirtildiği üzere Düşünce ve davranışların kopukluğu sonucu bir karakterin diğer karaktere kişiliğini yansıtması etkisi altına alması aynılaştırması söz konusudur. Ki yine filmde alma’nın hemşire üniforması giyerek son sahnelerde görünmesi davranışsal olarak elisabethten farklı olduğuna kendini ikna etme kaygısı teslim olmak istememe çabasıdır son bir çırpınıştır adeta. Çünkü düşünceleriyle tamamen artık aynı kişiliğe bürünmüştür.
Ayrıca persona bireysel bilinç ve toplum arasındaki karmaşık ilişkiler sistemidir. Bir yandan başkaları üzerinde kesin izlenim yaratmak diğer yandan bireyin gerçek doğasını gizlemek için tasarlanmış yeterince uygun bir tür maskedir. Toplum her bireyden kendisine verilen rolü mümkün olduğunca mükemmel oynamasını bekler. Daha doğrusu beklemek durumundadır. Yani bir papaz resmi işlevlerini nesnel şekilde uygulamasının yanı sıra her dönemde ve her koşulda rahip rolünü mükemmel şekilde yerine getirmek zorundadır. Toplum bunu bir tür teminat olarak kabul eder.
Herkes kendi yerinde kalmalıdır. Bir yanda tamirci diğer yanda şair bulunmalıdır. Hiç kimseden her ikisini de olması beklenmez. "Garip" karşılanacağından her ikisi de olmak uygunsuzdur. ikisini de olan bir kişi diğer insanlardan "farklı" olacak ve güven vermeyecektir. Bu kişi akademik dünyada amatör, politikada "öngörülemez", dinde özgür düşüncelidir. Kısaca sürekli güvensiz ve beceriksizmiş hissi verir. Çünkü toplum sadece şair olmayan bir tamircinin ustaca tamir yapabilmesine ikna olmuştur. Dünyaya dolambaçsız bir görünüm sunmak pratikte önemli bir konudur. Yani toplum için ortalama bir insan bir şeyi değerindeyken başarmak için o bir şey üzerinde durmalıdır, iki çok fazla olacaktır. Toplum işte bu tür bir ideal üzerine kuruludur. O nedenle ilerlemek isteyen herkesin bu beklentileri hesaba katmak zorunda olması şaşırtıcı değildir. Lakin hiç kimse kişiliğini bu beklentiler içerisine tam olarak daldıramayacaktır. Bundan dolayı suni bir kişilik yapısı kaçınılmaz bir gerekliliktir. "Uygunluk" ve "görgü" talepleri bir maskenin olduğunu varsaymak için ilave bir kandırmacadır. O nedenle maskenin ardında süren şeye "özel yaşam" denir. Persona işte bu özel yaşamı maskenin altında tutmaktır.
derin bir ingmar bergman filmi. hemen hemen tamamı iki kadın arasında geçen film insan ruhunun, kadın kişiliğinin derinliklerine dalıp dalıp çıkıyor. yer yer dingin, yer yer gergin modda 1 saati aşkın süre hiç de sıkmadan seyrdiliyor. izleyiniz.
ingmar Bergman tarafından yönetilen 1966 yapımı bir psikolojik dramadır. persona, Carl gustav jung'ın analitik kuramında yer alan kişilik arketiplerinden biridir de. Jung bu kuramı, kişinin diğerleri üzerinde bir izlenim bırakmak için tasarladığı bir tür maske olarak tanımlar ve aynı zamanda birey bunu gerçek doğasını gizlemek için kullanır. Tüm bunlar filmi okumak için birer ipucu niteliğinde. Filmde de iki kadının yüzlerindeki maskeleri ve dahi bunların iç içe geçtiğini görüyoeuz. hatta bir yüzün yarısını diğerinin yarısıyla birleştirildiği bir sahne vardı; bunun üzerine bibi Andersson(alma), kendisinin ve liv Ullmann'ın(Elizabeth) yüzlerinin üst üste getirildiği bu sahneyi ilk gördüğünde rahatsız edici ve korkutucu bulduğunu söylemiş bergman ise "sinemanın en büyük konusu insan yüzüdür" diye cevap vermiştir, bu bağlamda her iki aktörün de benzer görünmesi tesadüf olmasa gerek.
https://galeri.uludagsozluk.com/r/2113925/+
Elizabeth ve Alma iki ayrı karakter fakat film boyunca iki ayrı kişiliğe sahip iki ayrı kadını aynı ve tek kişi gibi izliyoruz. Filmde dikkate değer pek çok sahne var birine değinsek diğerinin boynu bükük kalır ezcümle Elizabeth, kendisi olmayı seçer; fakat Alma, Elizabeth olmamayı seçecek kadar güçlü değildir.
Ingmar Bergman ın 1966 yapımı psikolojik filmi.
bir kadının olmak istediği kişiyle olduğu kişiyi birlikte izliyoruz.
film, insanın toplum için oluşturduğu ben kimliğinin yalan olduğunu ve onu kullanmaktan gerçeği unutup aynı zamanda yabancılaşıp karmaşıklaştığını ve tüm bunlardan kaçıp gerçek kalabilmek adına susmanın tek çare olduğunu anlatıyor. aslında çok şey anlatıyor, kaliteli bir film.