"17 yaşında bir oğlanın (tamam gencecik, güzelim bir kızı öldürdü) yanında yer almamız gerektiği kadar yer almadık."
münevver karabulut'un ailesi için ise;
"... ailesi Cemin kendini öldürdüğüne inanmıyor, Parası var, başkasının cesedini gömmüşlerdir onun yerine şüphesiyle avukatlarını yolluyor. Soruşturma, kanıt talep ediyor...
Münevverin ailesi intikama doymuyor."
buyurmuş...
tayyip için ansiklopedi kalınlığında methiyeler düzmesini aldığı bol sıfırlı maaş çeklerine bağladık ama bu ne kardeşim...
kızcağızın ailesi toplumun ezici çoğunluğunun paylaştığı bir şüpheyle cesedin tarafsız mercilerce teşhis edilmesini istiyor abla türk filmlerinde evin oğlunun tecavüz ettiği gariban hizmetçiyi azarlar gibi;
"ama siz de uzatmayın artık" diyor...
medya ile hayyam garipoğlu arasında sıkı ilişkiler olmuştur her zaman. fatih altaylı bir zamanlar tmsf tarafından el konulan malları için köşesinde garipoğlu'nu avukatı gibi savunurdu mesela. akp gelip bu aileyi bataktan kurtarana kadar da yazdı. perihan mağden ve bu iğrenç yazıyı yazdıran patronlarının da bir avantası vardır muhakkak...
--spoiler--
Cem Garipoğlunun ardından yas tutarken, böylesine büyük bir azim ve kararlılıkla kendini öldürmeyi başaran bu gencecik çocuk için üzülürken, içim acırken, sızlarken bulmuşsam kendimi--
--spoiler--
cem garipoğlu'nun; münevver karabulut'un kafasını canlı iken kesmesini gençliğine ve türk tipi ilişkilere adapte olamamasına bağlayan, kendince empati yaptığını zannederek bir yazı yazmış yazar.
hepimiz o yaşları yaşadık; hepimiz aşık olduk. aşık olduğum kişiye sinirlendim, deli gibi kıskandım, çok üzüldüm çok ağladım ama hiç sinsi sinsi oturup kafasını kesmeyi planlamadım. sen planladın mı?
türk ilişkilerine ayak uyduramamış. yani perihan maden diyor ki; misal 3. kuşak alamancı vatandaşlarımız ülkemize döndüğünde hele bir de gençlerse, çok sevip de kıskandıkları birinin kafasını kesebilirler. çünkü bizim muhteşem ötesi örf ve adetlerimizle yetişmediler, bilmezler.
haftaya da kendisinden hüseyin üzmez'le ilgili empati yazısı bekliyorum. yaşlı başlı adam, 14 yaşında birini görünce.... of allahım ya!
--spoiler--
Çok küçüktü âşık olduğu kızı öldürdüğünde. Ve Münevverin anneliğinden, kendini öldürmüş Cemin anneliğine evrilirken söyleyeceğim bir çift söz daha var: Cem Türkiyeye, Türk ilişkilerine, bu cangıldaki oyunlara hazır değildi.
Hazırlıksız yakalandığı bir oyunda/ hayatta, hem Münevveri, hem kendini yok etti.
Cemin babası, TMSF mallarına el koyup da kendini hapiste bulunca , Oğlum yurt dışında dil öğrensin, burada okumak yerine, diye ilginç bir karara varıyor. Yolluyorlar Cemi.
Böylece Rusyada Rusça, ispanyada ispanyolca, Çinde Çince filan öğrenerek 12 yaşından 17 yaşına kadar yurt dışında dolaşan/ yaşayan Cem, döndüğünde bu acayip Türkiyeye, Türk Tipi ilişkilere hazır mıdır sizce?
--spoiler--
klasik mağden tadında bir yazı yazmış fakat sanal medya da ohaa falan yorumlarına mazhar olmuş hatun yazar. bu kadının ben empati yapıyorum şeklinde başlayıp empati derinliğine girmeyen nice yazısını okudum ki bu da onlardan çok farklı sayılmaz. türk tipi ilişkiler cangılı diye bir tabir uydurup yazısını bu kelamda noktalamış. geçenlerde bir haber okumuştum yurtdışında adam sürekli tartıştığı eşini öldürüyor,çanaklarda pişiriyor ve komşularına servis ediyor. daha sonra evden gelen yoğun kokular sonrası yakayı ele veriyor. yani bu örnekten kastettiğim şu: kavga ediyorlar, sürekli tartışıyorlar, ruh halleri bozuk diye bu işin içinden çıkabilir miyiz? bana kalsa ben münevver'in annesi olsam tadında bitmek bilmeyen cümleler kuracağına şöyle diyebilirsin mesela. insan doğası itibariyle şiddete meyilli, zaman içinde iyiden iyiye bencilliğe ve yalnızlığa evrilmiş aslında kendi pimini de çekmiş çaresiz bir organizma. insanın doğasındaki kötülük üzerine yaz o zaman da dünyayı yeniden keşfetmiş olmayacaksın ama en azından sebebe dair tutarlı bir yol izleyeceksin. yoksa ben münevver'in annesi olsamlı cümlelerle -sana geçmişe binaen hayli saygı duysam da- bu iş olmaz perihancım. harbi olmaz, böyle olmaz. farklılık yaratacağım edasında sıradanlaşıyorsun. sen anlamışsındır onu.
cem garipoğlu ile ilgili 16 ekim 2014 tarihli yazısının özeti;
ey hemcinslerim, biri size tecavüz eder ve tecavüz ettikten sonra öldürürse ona kızmayın, kesinlikle pişman olacak ve hatta olur ya daha sonra kendini öldürecektir.
o sebepten çok üzerine gitmeyin, sonuçta o da insan.
doğru diyor lan bu perihan.
yok cem böyle yok garipoğlu böyle.
artık öldüğü iddia edilen bu çocuk tek başına kafa mafa kesemez, belli ki aile çevresinden ve camiasından biri yaptı bunu ihale de buna kaldı.
artık rahmetli münevver karabulut, aile hakkında bir sır mı öğrendi, bir şeye mi şahit oldu bilmem. belli ki birisini çok feci kızdırmış. kızın kafasını kesmişler lan. ritüel bile olabilir. niye bunları hiç konuşmuyorsunuz amk. varsa yoksa cem'in aşkıydı, cem çok zengindi, çinceyi çok iyi bilirdi falan filan. götleri yemiyor kimsenin esas konuları konuşmaya, magazinle milleti uyutup, cem edebiyatı yapıyorlar amk.
cem garipoğlu intiharı ile ilgili yazısında, empati yaptığını sanan fakat empati yapmaktan son derece yoksun bir yazar olduğunu bizlere göstermiştir.
"kuzu" dediği adamın, kızın kafasını sadece kesmekle kalmayıp, türlü işkencelere maruz bıraktığını algılayamamış benim anladığım.
veya münevver karabulut'un otospi raporunu hiç okumamış.
sinirimi alamadım editi: cem garipoğlu'nun intiharına üzülmesi değil; kurduğu cümleler insanı çileden çıkaracak nitelikte. sanki münevver öldürülmeyi haketmiş gibi bir tavır takınmış. yok fakir kızmış ama takma tırnak takıyormuş. yok teğmenle mesajlaşıyormuş. sanane ulan?
"gözü karardı, münevveri'i öldürdü" demiş. gözü kararıp, anlık sinirle öldüren insan; öldürdüğü kişinin kafasına fantazi olsun diye sert cisimle defalarca vurmaz. kafa derisini kesmeye çalışmaz. 20 defa bıçaklamaz. kafasını kesmez. bacaklarını da kesmeye çalışmaz. olayı hiç okumadan, araştırmadan yazıp geçtiği çok belli.
bana kadınların kırıldığı şeylerin evrensel değişmezlikte olduğunu öğreten kadın. onu inciten ne varsa aynı yerden beni de incitti.
'' Çay fincanını anlatmama bile razıydın önceleri
Derken söyletmez oldun adımı
Senden bana, benden sana doğru
Yükselmekte ve alçalmakta derece
Odanın ortasında bir deniz başladı
Odanın girişine dair bir belirti
(Çayırda buldum seni. Çayırda buldum seni.)''
survivor izlemediğini söyleyip akabinde survivor'daki bir yarışmacı hakkında sayfa sayfa yazı yazmış yazarımsı, okurken karnım ağrıdı. küçük insanların küçük hesapları resmen, nokta dergisine yahut herhangi bir dergiye ve gazetelere bir şeyler yazan insan olsaydım kendimde potansiyel okurlarıma bir şeyler katmak gibi bir vazife görürdüm, bu kadın ise insanın var olan zekasını düşürür eğer okumaya kalkarsanız aşağıdaki yazısını, benden söylemesi. midem bulandı. bir de yazıda "önüne yatmak" kalıbını kullanmış falan semih'in önüne yatanlar diye.
bizim ülkede küçük bir denklem var kabaca;
az zeka + erkek + yazar = ya emin çölaşan aptallığı ya milli görüş çukuru
az zeka + kadın + yazar = ya pucca varoşluğu ya ben çok kadınsı zeki kadınım tavırları
işte bu hanım da ben çok kadınsıyım, ben önüne yatırırım, zekiyim havasında olanlarından. halbuki yazılarının hepsi paçavra. senede 1-2 kere bakarım, hep aynı az zekayı görür bu dünya ne çeşit salaklıklarla dolu diye hayret ederim kendimce. bir yazar olarak bu işe yaramak utanç verici olmalı.
Tek yanlılık. Oralarda HAKiKATTE ne olup bittiğinden bir türlü haber alamayışımız.
Kendini özel harekatçı sanan nasyonalist spikerlerin savaş alanlarından propaganda şovları.
Bunların yakıcılığı, yıkıcılığının akabinde; öldürülen kadınlar, tacize uğrayıp intihar eden kızlar, ne idüğü belirsiz yurtlarda sistematik olarak cinsel istismara maruz bırakılan küçücük oğlanlar.
Mühim olan bu yaralı kuzular değilmiş gibi, ağzından çıkanı kulağı duymayan bir kadın bakanın onuru etrafında kopartılan suni fırtınalar.
Biz de insanoğluyuz. Bunlardan, bu doz aşımından kaçmamız, tropiklerde ıssız bir adaya saklanmamız lazım.
Bizler de Survivor Adasına kaçıyoruz haftada dört gece.
AKP'nin popüler kültür bakanı Acun Ilıcalı'nın bizler için maharetle hazırladığı uyuşturucuda kendimizi kaybetmek üzere, Dominik Cumhuriyetindeki o olağanüstü güzel adaya ışınlanıyoruz.
Üstelik koltuklarımızın üstünden kalkmadan. Hiç aç, kolasız, uykusuz kalmadan. Üşüyüp kavrulmadan, yarışlarda tiridimiz çıkmadan tüymüş oluyoruz.
Ama Acun Ilıcalı'nın Survivor'ında bizleri acı bir sürpriz bekliyor!
''Oh, gündemden bir nefes!'' derken sinirden nefessiz kalıyoruz.
Zira adada bizi Tayyip amcasının miniskül bir kopyası bekliyor: Huzursuzluğunuzda Semih Öztürk!
Acun Ilıcalı maharetle bu korkunç irritanı adaya yarışmacı olarak yerleştirmiş meğer.
Ayrıca amcasının modeli, Gönüllüler arasında her hafta birinci çıkıyor! Halk onu seçiyor.
Yani onu adadan yollamanın, kurtulmanın imkan ve ihtimali yok.
Bu denli pis ''oynayan'', amcasının tüm taktiklerini uygulayarak halkının teveccühlerini her hafta kazanan Semih, sinirlerimizi lime lime lime etmeyi başarıyor. Ağır çekim çenesi bi dakka kapanmıyor.
Semih sayesinde anlıyoruz ve biliyoruz ki; bize kaçıp kurtuluş yok!
Hiç kimse Türk Halkıyla irrasyonalitesinin, bakar körlüğünün, feci tercihlerinin, özdeşleşmeyi yeğlediğinin arasına giremez!
Stadımızın açılışını, en illet olduğumuzun yapması, bizlerin içeri sokulmaması gibi aynı.
Sağolsun; Acun Ilıcalı'nın başarılı implantı sayesinde, bu memlekette sürekli NELERE maruz kaldığımızı / kalacağımızı unutmanın, bir nefesçik olsun dahi almamızın imkansızlığını, yüzümüze gözümüze yiyoruz.
Semih bir yıl boyunca yarıştığı Ütopya'nın (1 başka Acun Ilıcalı eseri) ikincisiymiş. Meğer.
O yarışmadan kimler kimler gitmiş; ama Semih hep kalmış. Hep başa yarışmış.
Ben Ütopya'yı hiç izlemediğim için, Semih'i Google'ladığım anda o yarışmadaki Masturbasyon Skandalının kahramanı olarak çıktı karşıma!
Orda bir yarışmacı kızla feci yakınlaşıyor (halen de sevgilisiymiş o kız) ikisi bir koltuktayken harbiden ''Aaa, herif resmen 31 çekiyor!'' dedirten görüntüleri ortalığa saçılıyor.
ilginçtir (Ilıcalı productions!) milli televizyonumuzdaki bu skandalda yer yerinden oynamıyor.
Feci bi öz-savunma usstası olan Semih baygın ve bayıltan üslubuyla kendini savunuyor, Acun Ağbisi ona inanıyor ve Semih hayran kitlesinin gönüllerine (bu vakasıyla da olsa gerek!) taht kuruyor.
32, 33, 34- yürrü Semih! Denilmiş olsa gerek. Vazgeçilemiyor bu oy ve reyting makinesinden.
E, Türklere lider/ rol model gerek. Kendilerine benzeyenle özdeşleşmesinler de- ne halt etsinler?
Semih'i Google'lamak zorunda kaldım; zira sürekli ''Semih Öztürk şudur! Semih Öztürk budur!'' diye atıp tutup çok mühim ve meşhur biriymiş gibi davranıyor.
Kıskanıldığını, altının oyulduğunu, mücadeleden yıldırılamayacağını ilan etmelere doymak bilmiyor.
Ele güne karşı yapayalnız tiyatrosu. Semih'in Semih'den başka dostu yok dünyada. Stratejik derinsizliğinde (yancıları hep dibinde ama) bir asil başına!
Sanırsınız Ertuğrul Özkök'ün veliaht prensi!
Sanki Aydın Doğan kapıp Semih'i; E. Özkök'ten beri tammm doldurulamayan Melanet Boşluğunu onla dolduruyor,
dolduracak.
Zira çok ünlüymüş, mühimmiş, herkes onu kıskanıyormuş, ününden kuduruyormuş sanrılarıyla kavrulan Semih'de fizik
de yok, müzik de.
Marmara Üniversitesi Tiyatro Bölümü mezunuymuş!
Ama birbirine yakın şehla gözleri (şaşı demeyelim), hafif kambur duruşu, çakma hamasi çeyrek lümpen yavaştan yavaştan konuşma stiliyle Semih burda ve dünya piyasasında tek bir rolde oynayabilir.
Düşünüp taşınıp anca bulabiliyorum.
O da, Dimitri Karamazov'un dövdüğü sefih adam rolü: Hani ilyuşa'nın babası.
Bir temiz dövülen adam rolü, Dostoyevski tarafından Semih'e (mi) yazılmış yani.
Onun dışında oynayacağı başka bir rol olmadığından olsa gerek, Semih bir yılını mı ne, Ütopya yarışma mekanında geçirmiş. Birkaç ayını da Survivor adasında geçirdi, geçirecek.
Atamazsın Semih'i girdiği bünyeden.
Onun işi bu yani: kıl olmak. Kıl etmek. Geçimini inatçı geçimsizliğiyle temin etmek.
Semih'in alameti farikası, haksızken haklıymış GiBi yapmak esasında.
Haklıyken haksız çıkmanın adaletsizliğiyle, her Allahın günü unufak edildiğimiz bu ülkede; Semih yüzsüz ve arsız külliyen haksızların, öyleyken haklıymış pozunu iffetsizce takınanların şansız bayrağını dalgalandırıyor.
Bilmem bu özellikler size birilerini, birilerini hatırlatıyor mu?
Diyelim hayranları (insanı asıl kahreden bu ''unsurlar'') Semih'in sürekli büyük haksızlıklara uğradığı konusunda, ısrarcı mı, kararlı. Nuh diyor, adalet, hakikat demiyorlar.
Yarışmanın ta başında, yok diğer yarışmacılar Semihciklerinin yemeğini yere bırakmışlarmış, yok ona önyargılı ve nezaketsiz yaklaşmışlarmış! (Muhtar bile olamazsın demişlermiş.)
Semih ajan provokatörlüğün el kitabını her gün yeniden yazıyor bu arada!
Hiç durmayan ağır çekim çenesiyle millete demediği laf, sokmadığı an yok.
Yarı siyahi bir yarışmacı olan Efecan'a günlerce Çitlenbik diye hitap etti, elemek için ismini Efecik diye yazdı mesela.
Dünyanın en efendi yarışmacısı olan Gizem Memiç'e ''Şehvetli'' lakabını taktı! Diğer yarışmacılara Obur, Tembel, Sinsi, Öfkeli lakaplarını takarken!
Yani Semih'in sözel saldırganlığının ve pis irritanlığının sonu gelmeyecek, gelmiyor.
Dokunulmazlık yarışlarında yancısı Tuhaf Kadın'la birlikte kıllık olsun diye (Survivor tarihinde bir ilkmiş) yarışmıyor.
Gıcık gıcık oturup fısır fısır takım arkadaşlarına bok atıyorlar.
Yarışlar esnasında dahi münafıklık ve sinir bozuculuk düğmesini 1 an olsun kapatmıyor Semih. Aksine.
Ama hayranlarına göre o onurunu, gururunu koruyan bir kahraman! Müdafaada bi aslan! Tapmalara doyamadıkları pek zeki, çevik ve duruşlu bi süper insan!!
Birinci olduğunda korkunç nasyonalist bir şiir okudu. Arif Nihat Asya'nın ''Bayrak'' şiiriymiş.
''Bayram değil, seyran değil; bu nasyonalist bizi niye öptü'' dememize kalmadı-
Meğer, rol modeli Tayyip Amcası (Semih diğer yarışmacıların amcası olduğunu iddia ediyor zira ikide bibuçukta) stat açılışında Bursaspor'a okumuş bu kıymetli şiiri!
Semih de Bursalı. Hem ordan, hem Tayyibistlerden gelecek oyları çarpacak yani.
Böyle de 1 Şark kurnazı!
Oy devşirme ayak oyunlarının, mutlak üstadı.
Daha önce de 1 Necip Fazıl şiiri okudu. Şair tercihleri de çakalca ve nokta atışçı yani.
Kütlesinin sinir ayarlarıyla oynayıp, oy toplamada eline su dökemiyor CHPli izmirli çocuk kimliğindeki diğer Gönüllüler.
Yarışlarda, en güçlü yarışmacı olan Atakan'ı yalnızca 2 (iki) kez yenmişliği var. Mesela.
Diyelim Atakan ve Yattara'nın dörder kez kazandığı Kıbrıs'a bilet kolyesini daha bir kez dahi kazanamadı.
Ama yakında kazanacakmış ve sonra daima o kazanacakmış! Bunları sırıtarak söylemekten imtina etmiyor.
Aksine. Çok başarılı bir yarışmacı olduğu ilüzyonunu da çene azmiyle yarattı. Yalnızca en zayıf yarışmacılarla yarışarak istatistiğini de fena tutmuyor ayrıca.
Böyle hesap kitaplarda acayip iyi Semih. Küçük Sezar'ın hakkı, amcasına.
Aynı rol modeli gibi, büyük hezimetleri kapıda bekleyen başarı, yarattığı tüm çalkantıları nefsi müdafaa, neden olduğu tüm istikrarsızlıkları başkalarının eseri gibi yansıtmakta 1 kopya kedi olarak, mide bulandırıcı, sinirden göz karartıcı bir başarısı var yani.
Semih Semih'tir. Besbelli tedaviye muhtaç, öz önemsemeden, aşağılık ve yükseklik kompleksi sarkaçında gidip gelmekten başı dönmüş bir gariban, acıklı vaziyette biri.
Peki ya Semih'in; onun ve modelinin önüne habire yatmaktan imtina etmeyen hassstaları? Hayranları?
Şakşakçıları? Zafere taşıyıcıları?
O kadar çok ve o kadar körlüklerine adanmışlar ki-
Yanmışız biz.
Survivor adasında da hakikat müptelalarına huzur, rahat yok yani.
--spoiler--
Eskiden akp tarafından davar gibi güdülen tipik bir cihangir s*lcusudur. Radikal gazetesi ve taraf gazetesi yazarıdır. Elbette her solcu gibi ağır kürtçüdür. Münevver karabulut'un kafasını kesen cem garipoğlu'nu savunmuştur. Karabulut'un ailesi doğal olarak kendisinden şikayetçi olmuştur. Radikal gazetesinin tüm yazarları gibi ruh hastasının tekidir..
eskiden böyle bir karikatür şahsiyet vardı. iğrenç ötesi sesiyle durmadan kemalizme saldırır ha saldırır, car car car yıllarca kafa nickti.
Ne zaman ki türkiyede sert otoriter bir rejim inşa edildi, solcular ve liboşlar hükümetten desteğini çekti o özgüvenden ibaret balon kadın sönüp unutuluverdi.