bugün
- bir türlü ısınmayan ayaklar10
- 6 mayıs 2024 konyaspor fenerbahçe maçı12
- akp'nin galatasaray'ı destekleme nedeni19
- deniz gezmiş16
- hayvancılık destekleneceğine neden ithalat11
- kocaeli de fabrikada yaşanan cinsel grup seks32
- düşün ki o bunu okuyor15
- icardi'nin burnuna kafa atacak olmam13
- keki kabarmayan sözlük kızı20
- durduk yere tribe giren erkek18
- bik bik'in 18 saat 30 dakikadır sözlüğe girmemesi11
- iğrenç bir his tarif et29
- çağ dışı teknolojilere özlem duymak9
- beybi leydi13
- allah ile tanrının farkı var mı9
- 5 mayıs 2024 galatasaray sivasspor maçı19
- ali koç'un jose mourinho ile anlaşması8
- icardi190510
- anın görüntüsü10
- sözlük yazarlarına gelen son mesaj17
- bebeği gibi seven incitmeyen değer veren erkek35
- nervio13
- allah yerine hızır'dan yardım istemek8
- eksi ruyaları sözlük heyetinden istemek23
- hayatınız boyunca sizi en derinden yaralayan olay8
- türkiye toplumunun ahlaksızlığa pratik zeka demesi13
- uludağ sözlüğe nasıl düştünüz12
- sözlük kızlarının saç rengi18
- galatasaray12
- bülent uygun10
- hakim ziyech11
- eksi ruyalar ile yakaladığımız müthiş uyum21
- 170 iq üstü sözlük yazarları veritabanı18
- şöyle hanım hanımcık öğretmen bir kız bulamamak16
- bebeği gibi seven incitmeyen değer veren kadın10
- en yaşlı özelliğiniz9
- budweiser14
- kızların tipe bakmadığı gerçeği29
- bir kadın nasıl tavlanır19
- hemşire kızlar nasıl oluyor15
- diyanet işleri başkanına audi 6 tahsis edilmesi9
- bir gavatın soyadını nick yapmak10
- mert hakan yandaş13
- nude istemeyen erkek9
- dursun özbek gibi olsam utanırım8
- erkek çocuk için isim önerileri9
Pek burada değilim hep burada olduğum için…
Bu gün bana araba çarptı ve kimse dönüp bakmadı. izmir, metropol, bu gün bana araba çarptı, şoför arkasını dönüp bakmadı. Yalnızca bej burnunu hatırlıyorum arabasının. Hızla omzuma çarpan, ayağımın üstüden geçen iç organlarımı üzüm cingiliymiş gibi asılı oldukları yerden bir iki sallayan, ağzımda metalik bir tat bırakan bej bir burun. Hızlı bir burundu, nefes alıp vermekte güçlük çekiyorum. Dalgındım, evet. Şehrin her geçen gün artan kirli gürültüsünü duymamak için kulağımda kulaklıkla karşıya geçiyordum. Dalgındım, duymuyordum, evet suçluydum. Kafamı karıştıran yalnızca bir araç kullanıcısının bir insana çarpıp çarpmadığını hissedip hissetmediği. Hissetse dönüp bakardı. Tuhaf olanın birazı da şu: peki ben oturup ağladığımda niçin karşıdan baktılar o adamlar da gelip iyi misin demediler. Belki baktılar da görmediler. Giderek görmeyen, duymayan bir toplum oluyoruz… Sabah mahmurluğu diyorlar… Ne bitmek tükenmek bilmez sabah mahmurluğu… Eskimiş günaydınlarla yıkanan yüz örtüsü sabahlar, öğleye kadar ayılamadığımız sabahlar… toplu taşıma araçlarında üst üste, yığın yığına… Henüz birbirimize ayrılamadığımız sabahlar… uykumsu bir loşlukla başlayıp devam ediyor. Sonra uykuların organik anahtarları kahveler, klavyeler, frenler, kahveler, haberler, frenler, klavyeler, sigaralar… Büyük bir dalgınlığın battaniyesi altında iç üşümelerimiz. Belki de durmadan kelimeler giydiriyoruz sözcüklere ihtiyaç duymayan rol kabuklarımıza… rol kabuklarımız; yaya, sürücü…
Hep başka bir şey aklımızda ama hep buradayız. Şimdi şimdi anlıyorum dijital yaşantıların nasıl somut mekânlarda bir karmaşa yarattığını. Daha çok düşüncelerin uzamlarındaki mekânlarda yaşayan insanlarsanız, internette mekân duygusu veren sosyal ağlar zararlı. Bütün olmakları birbirine karıştırıyor. Müzikse başlı başına sevimli bir hayalete çevirebilir sizi ve somut dünyanın zaman zaman hoyratlaşan kuralları değişmez.
insan çarpmalar karşısında kalp olarak kırılır, beden olarak patlar, ruh olarak taşar…
Sürücü çarptı ve kaçtı. Neyi sürüyordu acaba… Belki de ümitsizliğinin izini sürüyordu… Ümitsizliğin izini sürmek. Kendini bırakmak. Kendini salmakla bırakmak arasındaki kararsız ayrım… Salmak olumlu gevşeme, salmak, çok fazla düşünmemek, rahatlamak… Bırakmak olumsuz gevşeme… Bırakmak, kendinden gideni önemsememek… Yere bırakılmış bir makara gibi ufuk çizgisinden kaybolup giden güneş gibi tükenişini izlemek çarpıp kaçtığın kişinin… tek fark o güneş ertesi sabah doğmayacak olabilir… Dalgınlık ve dal kırmak…
Trafik kazaları; iki insan arasına; sürücü ve yaya; giren metal yığınları taşıtlar. Duyarlılıkların metallerde iletkenlik özelliği yok mudur nedir, unutuyor çoğu zaman araçtaki kişi çarpıp kaçtığını…
Bu gün bana araba çarptı ve şoför dönüp bakmadı. Pek orada değildim hep orada olduğum için. Bir gün önceden bu çarpmayı önsezileten yegâne cümlem bu oldu. Düşünüyorum da trafik kazalarının çoğunun nedenini özetleyen bir cümle bu: “pek burada değilim, hep burada olduğum için” Her gün gelip gittiğimiz yollardır bize güven veren, hep orada olduğumuz yollar… Bu yüzden arada bir pek orada olmadığımızı önemsemeyiz bu güven duygusuyla… Ya da işte her neyse… Tek bildiğim duyarlılık konusunda artık insan için kullanılmayacak bir sözcük kullanmak istediğim: Yalıtkanlık! Duyarlılık yalıtkanlığımız giderek azalmış. Ses geçirmez odalarına gömülmüşüz içimizin. Hem yayalar, hem sürücüler. Kimse o bizim dışımızdaki karelerdekiler, bütün kötü şeyler onlara oluyor nasılsa, bizden uzakta. Dünyanın en korkunç ölümü bu olsa gerek; yaşayan bir varlık olan kendi bedenine gömülmek! Mezarlıkta gezmekten daha korkutucu olan bu işte; mezarlarıyla gezenler arasında yürümek!
Sussam iyi olacak diyorum ama bir tuhaflık var. Örselendim. Her şey sabah vapuru kaçırmam yüzünden başladı. Bütün büyük gemi kazaları bir yana, insanı en incitmeden gideceği yere götüren taşıt, vapur diye düşünüyorum. Nazlı nazlı gidersin denizin üstünde… Dalgınlığın dalgalarda güvendedir; düşlerin güvertede… Şiir de yazdıysan, vapur iskeleye yaklaşırken, loğusa narinliğinde mim sessizlik eşiğinde şafak gözleriyle oynaşırsın küçülüp cebine giren güneşceğizin… Düşünce dizgeni bozmaz hiçbir martı, balık… Bütün bir sabahla başlarsın güne… Kırpılmamış, yollarda savrulup atılmamış…
Bütün trafik kazalarından sonra savaşları düşünüyorum. insanın aynı zamanda ruhsal bir varlık olduğunun ayırtına varmayan o büyük savaşları… Bir savaşın ortasında örneğin, kimse çantasından bir ayna çıkarıp kaz ayakları için krem sürmez… Oysa yaşlanmak en insani yanıdır yaşamanın. Ve savaşlar olmazsa yaşlanabiliriz... Trafik ölümlerinin de dahil olduğu savaşlar… Çünkü en ilkin, şimdi giderken, diyorum bunu, insan kendine olan küskünlüğüne bir dur demesini bilmezse… işte ilk çıtırtı burada. Savaşları başlatan… Mutsuz bir insan. Kin tıkar bütün sevecen gözenekleri… Büyüklük, bizden geleceğe kalmasını dilediğimiz büyüklük su gibi duru olması kendimizle aramızın… Aramızdan su sızmaması… Çünkü diğerlerine yansıyacak olan da bu barışıklık duygusu…
Bu gün bana araba çarptı ve kimse dönüp bakmadı. izmir, metropol, bu gün bana araba çarptı, şoför arkasını dönüp bakmadı. Yalnızca bej burnunu hatırlıyorum arabasının. Hızla omzuma çarpan, ayağımın üstüden geçen iç organlarımı üzüm cingiliymiş gibi asılı oldukları yerden bir iki sallayan, ağzımda metalik bir tat bırakan bej bir burun. Hızlı bir burundu, nefes alıp vermekte güçlük çekiyorum. Dalgındım, evet. Şehrin her geçen gün artan kirli gürültüsünü duymamak için kulağımda kulaklıkla karşıya geçiyordum. Dalgındım, duymuyordum, evet suçluydum. Kafamı karıştıran yalnızca bir araç kullanıcısının bir insana çarpıp çarpmadığını hissedip hissetmediği. Hissetse dönüp bakardı. Tuhaf olanın birazı da şu: peki ben oturup ağladığımda niçin karşıdan baktılar o adamlar da gelip iyi misin demediler. Belki baktılar da görmediler. Giderek görmeyen, duymayan bir toplum oluyoruz… Sabah mahmurluğu diyorlar… Ne bitmek tükenmek bilmez sabah mahmurluğu… Eskimiş günaydınlarla yıkanan yüz örtüsü sabahlar, öğleye kadar ayılamadığımız sabahlar… toplu taşıma araçlarında üst üste, yığın yığına… Henüz birbirimize ayrılamadığımız sabahlar… uykumsu bir loşlukla başlayıp devam ediyor. Sonra uykuların organik anahtarları kahveler, klavyeler, frenler, kahveler, haberler, frenler, klavyeler, sigaralar… Büyük bir dalgınlığın battaniyesi altında iç üşümelerimiz. Belki de durmadan kelimeler giydiriyoruz sözcüklere ihtiyaç duymayan rol kabuklarımıza… rol kabuklarımız; yaya, sürücü…
Hep başka bir şey aklımızda ama hep buradayız. Şimdi şimdi anlıyorum dijital yaşantıların nasıl somut mekânlarda bir karmaşa yarattığını. Daha çok düşüncelerin uzamlarındaki mekânlarda yaşayan insanlarsanız, internette mekân duygusu veren sosyal ağlar zararlı. Bütün olmakları birbirine karıştırıyor. Müzikse başlı başına sevimli bir hayalete çevirebilir sizi ve somut dünyanın zaman zaman hoyratlaşan kuralları değişmez.
insan çarpmalar karşısında kalp olarak kırılır, beden olarak patlar, ruh olarak taşar…
Sürücü çarptı ve kaçtı. Neyi sürüyordu acaba… Belki de ümitsizliğinin izini sürüyordu… Ümitsizliğin izini sürmek. Kendini bırakmak. Kendini salmakla bırakmak arasındaki kararsız ayrım… Salmak olumlu gevşeme, salmak, çok fazla düşünmemek, rahatlamak… Bırakmak olumsuz gevşeme… Bırakmak, kendinden gideni önemsememek… Yere bırakılmış bir makara gibi ufuk çizgisinden kaybolup giden güneş gibi tükenişini izlemek çarpıp kaçtığın kişinin… tek fark o güneş ertesi sabah doğmayacak olabilir… Dalgınlık ve dal kırmak…
Trafik kazaları; iki insan arasına; sürücü ve yaya; giren metal yığınları taşıtlar. Duyarlılıkların metallerde iletkenlik özelliği yok mudur nedir, unutuyor çoğu zaman araçtaki kişi çarpıp kaçtığını…
Bu gün bana araba çarptı ve şoför dönüp bakmadı. Pek orada değildim hep orada olduğum için. Bir gün önceden bu çarpmayı önsezileten yegâne cümlem bu oldu. Düşünüyorum da trafik kazalarının çoğunun nedenini özetleyen bir cümle bu: “pek burada değilim, hep burada olduğum için” Her gün gelip gittiğimiz yollardır bize güven veren, hep orada olduğumuz yollar… Bu yüzden arada bir pek orada olmadığımızı önemsemeyiz bu güven duygusuyla… Ya da işte her neyse… Tek bildiğim duyarlılık konusunda artık insan için kullanılmayacak bir sözcük kullanmak istediğim: Yalıtkanlık! Duyarlılık yalıtkanlığımız giderek azalmış. Ses geçirmez odalarına gömülmüşüz içimizin. Hem yayalar, hem sürücüler. Kimse o bizim dışımızdaki karelerdekiler, bütün kötü şeyler onlara oluyor nasılsa, bizden uzakta. Dünyanın en korkunç ölümü bu olsa gerek; yaşayan bir varlık olan kendi bedenine gömülmek! Mezarlıkta gezmekten daha korkutucu olan bu işte; mezarlarıyla gezenler arasında yürümek!
Sussam iyi olacak diyorum ama bir tuhaflık var. Örselendim. Her şey sabah vapuru kaçırmam yüzünden başladı. Bütün büyük gemi kazaları bir yana, insanı en incitmeden gideceği yere götüren taşıt, vapur diye düşünüyorum. Nazlı nazlı gidersin denizin üstünde… Dalgınlığın dalgalarda güvendedir; düşlerin güvertede… Şiir de yazdıysan, vapur iskeleye yaklaşırken, loğusa narinliğinde mim sessizlik eşiğinde şafak gözleriyle oynaşırsın küçülüp cebine giren güneşceğizin… Düşünce dizgeni bozmaz hiçbir martı, balık… Bütün bir sabahla başlarsın güne… Kırpılmamış, yollarda savrulup atılmamış…
Bütün trafik kazalarından sonra savaşları düşünüyorum. insanın aynı zamanda ruhsal bir varlık olduğunun ayırtına varmayan o büyük savaşları… Bir savaşın ortasında örneğin, kimse çantasından bir ayna çıkarıp kaz ayakları için krem sürmez… Oysa yaşlanmak en insani yanıdır yaşamanın. Ve savaşlar olmazsa yaşlanabiliriz... Trafik ölümlerinin de dahil olduğu savaşlar… Çünkü en ilkin, şimdi giderken, diyorum bunu, insan kendine olan küskünlüğüne bir dur demesini bilmezse… işte ilk çıtırtı burada. Savaşları başlatan… Mutsuz bir insan. Kin tıkar bütün sevecen gözenekleri… Büyüklük, bizden geleceğe kalmasını dilediğimiz büyüklük su gibi duru olması kendimizle aramızın… Aramızdan su sızmaması… Çünkü diğerlerine yansıyacak olan da bu barışıklık duygusu…
pek burada değilim hep burada olduğum içindir.
güncel Önemli Başlıklar