pazar günleri çocukluktan tüm gün futbol programları seyredilmesi,anneminde beynimizin derisini soyarak bizi yıkaması anlamına gelirdi.O yüzden hep nefret edelim.Bide insan zamanla yanlızlaştığından pazar günleri daha bir boş geçer olduğundan daha bir sıkıcıdır.
80lerde çocuk olanlar bilirler. pazar günleri trt 1'de pazar konserleri verilirdi. tüm öğleden sonrayı kaplayan pazar konserleri(opera ve klasik müzik) seyredecek kanal altarnatifi olmadığı için tüm günü zehir sıkkım ederdi insana.
bir de tabi ertesi gün okul, işe gidenler için iş vardır ki o ondan da beter. tatilin bitişini simgeler pazar günleri. sırayla banyo yapmaca, ertesi gün mendil üzerine konacak ellerin temiz görünmesi için kesilen tırnaklar. cuma akşamını ve cumartesi gününü oynayarak geçirdiğin için pazar gününe sıkıştırılmış bir yığın ödev. tam bir işkenceydi pazar günleri. sevmemek için bir sürü bahane vardır pazar gününü. güneşli bile olsa hava pazar gününde, yine de kasvete boğar, hüzne gark eder insanı. sevmedim sevemedim pazar günlerini bu yüzden..
bazen içine düştüğüm durumdur. "evde kafayı yiyorsun ne güzel" şeklinde verilen ayarlara kulak asmayan bünyenin evde bilgisayarın başında bütün gününü harcamasıdır.
halbuki sevgiline sarılıp sahilde dolaşmak varken...
ertesi gün okul olmasından kaynaklı bir durumdur..
çocukken bir başka sıkıntılıydı bu gün.. iki günlük özgürlüğün sona ereceğin gündür pazar zira aynı saatte uyuyacaksındır. gün boyu aklında ertesi gün vardır. düşünüp sızlanıp durursun. için hiç rahat etmez. dışarda oyun oynamak istesen doğru düzgün arkadaş bulamazsın. herkes bir yerlere gitmiştir çünkü. o gün yaptığın her iş ertesi günü hatırlatır; ödevlerini tamamlarsın, tırnaklarını kesersin, banyo yaparsın vs vs.. bir de bizimkiler'i bile tam izleyemeden yatırır anne çocuğu. ah pazar ah..
hani o sabah, insanların sacma magazin programlarını yuksek sesle izledigi gun...
hani o sabah, kahvaltı icin saatlerce telas yapılan, on dakika icinde sofrasından kalkılan...
hani o sabah, uyumak istenildigi halde tamirat yapan birilerinin gurultu yaptıgı...
hani o sabah, pazartesi sendromunun ayyuka cıktıgı...
küçüktüm, küçücüktüm. o zamanlar okul yok, ders yok, dershane yok; sınavlar, vizeler, finaller yok. o günlerden sonra nefret etmeye başladım pazarlardan, hala da nefret ederim. o gün izleyecek maçların olması bile sevdiremedi bana pazarları.
kış yaklaştıkça artan nefret, benim için. cebimde de beş kuruş yok zaten. yarın okula gidip misyondu vizyondu manifestoydu, rönesanstı uğraş şimdi. düşünmesi de pazarlara kalıyor işte.
yine de, şimdilik şanslıyız. okul bitip işe girince her günden nefret edebilirim. şimdiden söyleyeyim de, cumalar cumartesiler alınmasın.
pazartesiye bu kadar yakın olmaktan dolayı duyulan bir rahatsızlıktır. bu sendorom bazı bireylerde (ki benim kesinlikle öyle) en sevilen günün cuma olması (önünde koca bir hafta sonu var) ve okulun son günlerinde devamsızlığı kullanıp okula gitmemeyi yaz tatilinden daha çok sevmek şeklinde görülebilir.
herkesin genelde evine çekilmeyi tercih ettiği haftanın son günü için duyulan nefret ya da pazartesinin getireceği devir daimden pazarı sorumlu tutmak.
ingilizcedeki anlami sunday ile alakasiz, bende bir siyahlik hissettiren gün. nedense pazartesi beyaz, cuma kahve rengi, cumartesi sari ve pembe rengi cagristiriyor bende. diger gunler icin bi renk yok su anda. çocukken, ertesi gün okul olduğu için bir daraltı olurdu. ama pazar, babalar icin kesinlikle en favori gündür.
eskiden "bizimkiler" dizisi ve ailece balık yeme günü olması itibariyle ağırlığı bir nebze hafifleyen gündü...
ve şimdi ;
televizyonda doğru dürüst bir programın olmadığı ,ertesi gün iş ,okul ,banka işlemleri vb..sıkıcı eylemlerin olduğunun hatırlandığı ,cumartesinin güzelliğinin bir gün öncede kaldığını gösteren ,kimsenin sevmediği dışlanmış bir gündür..
ertesi gün iş/okul olduğundan dolayı içi bir sıkıntı kaplamasıyla oluşan ve bu sebepten dolayı kişide oluşan mutsuzluğun dışa vurumudur. her pazar tekrarlanan histir ayrıca.