+ çeker misin?
- neden?
+ rahatsız oluyorum
- ama benim işim bu
+ böyle iş mi olur?
- bu hayatı ben seçmedim
+ seni ben seçtim ama
- pişman mısın?
+ hayır sadece sevmiyorum şu yaptığını
- aslında aramızda pek fark yok
+ nasıl yok, bal gibi de farklıyız
- ikimiz de aynı şeyleri yaparak para kazanıyoruz
+ ne?
- ben bir restoranda zemine paspas çekiyorum. sen ise bir plazanın kırk beşinci katında, proje müdürüne...
+ artık yeter!
- eeh sus lan.
bir akşam üstü,
gün batımına uzakta
seni düşünürüm
korkularıma çıkışarak.
temiz duygularımı
bir bir yargılayarak.
belki bir restoran köşesinde
belki de bir darülbedayi
ama paspas çekmektense,
ölürüm ben daha iyi.
duygularımın esiri bir adam olarak önüne geldiğimde onun, tüm masumiyetimle, tüm içtenliğimle kendimi açtığımın bir ertesi günü, olanlara tahammülün bir sınırı yokmuşçasına yaşanan sevişmelere engel olabilmeyi dilemiştim üçüncü postamda. artık yeter diye bağırtmayı diliyordum. dileğim gerçek olmuştu. ama bir şeyler yanlıştı sanki.
yılan hikayesine dönen bu zorlu çetin hayat mücadelemde bırak yanımda olmayı, arkamdan kuyumu bile kazmamıştı. ilgisizliğin bu kadarına pes demek geliyordu içimden. dışımdan ise tam bir süt dökmüş kediydim. kedi fantezisi ve bazı akşamlar telefonda miyavlaşmalarımız haricinde bu kedilik olayı hiç işime yaramıyordu. işime yarayan şeyleri ise öyle saçma sapan kullanıyordum ki zamanla zarar vermeye başlıyordu pamuk gibi kalbe sahip naçiz bedenime.
tek nefeste, klavyenin sesleriyle bütünleşen boş zihnimi takır tukur indirirken kelimelere, artık sıkıldığımı farkediyor ve yemeğe çıkmak için entryi burada sonlandırıyordum. beni takip edin istiyordum. belki biraz da sevgi bekliyordum insanlardan. ama insanlar dediğim şeyin burada yalnızca 16 yaşlarında 3-5 ergen olduğu gerçeği aklıma şişman yarağı gibi çarpıveriyordu birden. oy didem, sensiz nerelere gidem. oy didem.