önce kelime vardı, diye başlıyor yohannaya göre incil. kelimeden önce de yalnızlık vardı. ve kelimeden sonra da var olmaya devam etti yalnızlık... kelimenin bittiği yerde başladı; kelime söylenemeden önce başladı. kelimeler, yalnızlığı unutturdu ve yalnızlık kelimeyle birlikte yaşadı insanın içinde. kelimeler yalnızlığı anlattı ve yalnızlığın içinde eriyip kayboldu. yalnız kelimeler acıyı dindirdi ve kelimeler insanın aklına geldikçe yalnızlık büyüdü dayanılmaz oldu.
Atay'ın kişilerinin bugün bize en yakın gelen özelliklerinden biri, hayat
karşısında beceriksiz, "hayatın acemisi" olmaları. Tutunamayanlar'da Selim
Işık, Tehlikeli Oyunlar'da Hikmet Benol, düşünmekten yaşamaya fırsat
bulamamış, "hayat bilgisi"nden yoksun, bu yüzden de zihinlerindeki doğrularla
birlikte evde kalmış, çocuk kalmış kişilerdir. Herşey çok önceden belirlenmiş
gibidir: "Kitap kurdu, boş hayaller kumkuması, hayatın cılız gölgesi" Selim
çocukken ne futbol takımına girebilmiş, ne sınıf mümessili olabilmiş, ne
korkularını yenip çocukluk aşkının peşinden dut ağacına çıkabilmiş, ne de
büyüdükten sonra,kötü yaşarım korkusuyla hayata dahil olabilmiştir. Hikmet'in
içindeki çocuk da, "yaşamadığı için büyümemiş"tir. O da Selim gibi düşünmenin
kurbanı gibidir: Erkeklerin pijama ve terlikle dolaştığı, duvarlarına takvim
asılan evleri gülünç bulduğu için kendine bir hayat kuramamış, sahte olurum ya
da kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamamış, bir kere böyle düşündüğü için başka
türlü düşünememiş, sırf öyle söylediği için bütün hayatını "kelimeler uğruna"
harcamıştır. içlerinden bir tek "eyyamgüder" Turgut Özben beceriklidir:
Duraklara en kısa yollardan çıkabilir, dolmuşa herkesten önce binebilir; erken
yaşta, öğretmenin gözüne girebilmeninin bağırarak şiir okumaktan geçtiğini
keşfeder; ama o da bu beceresini, "hayat pasosu"nu Selim'i anlamaya çalıştıkça
kaybedecek, bir "deliler treni"nde bir istasyondan diğerine dolaşmayı
seçecektir. O halde bir kader birliğinden söz edilebilir: Bilinç insan
hayatın dışına itecek; beceriksiz, tutuk, acemi ve işlevsiz kılacaktır.(bkz: http://www.soruisaretleri...min-delisi-oguz-atay.html)
Malesef bir çok değerimiz gibi değeri öldükden sonra daha çok anlaşılan, başta (bkz: tutunamayanlar) olmak üzere, okumuş olduğum her eseri ile beni kendine hayran bırakan yazardır. Benzerleri içinde farklı bir yerdedir. Eserlerinde, mizah ,ironi ve eleştiriyi en iyi kullanan yazarlardan bir tanesidir.
insanların yeteneklerinin köreltilip küçümsendiği ülkemde,sanatın ve sosyal bilimlerin yerin dibine geçirilmesinden dolayı, mühendis doktor bankacı avukat vs. olup da sonradan sanatçı olmuş yapma demiyorum hobi olarak yine yaplarla büyümüş bir yazar daha. oldukça da iyi yazıyor.
zamanının çok ötesinde eserler vermiş olan, liseyi birincilikle bitirmesini sağlamış, mühendis olmasına yardımcı olan sayısal zekasını sözel zekasıyla çok ustaca birleştiren ve bunu müthiş ironilerle süslendiren adam.
kimi zaman selim' e güldürür, turgut' a ağlatır, kimi zaman hikmet ve hüsamettin albay' ın konuşmalarının eşsiz derinliklerine sokup çıkarır, selim'in günlüğünü okurken ağlatır. turgut ve selim'in konuşmalarıyla da yer yer güldürür.
çok erken gitti. o daha günümüzdeki aydın bunalımlarına da değinecekti. 'türkiye'nin ruhu' nu yazıp bizi bizden iyi anlatacaktı. yeni selimler, turgutlar, olricler çıkarıp insan ruhunun o kanamaya hazır bölgesini deşecekti.
--spoiler--
''Bana kitap kurdu, boş hayaller kumkuması hayatın cılız gölgesi gibi sıfatlar yakıştırılabilir. Şövalye romanları okuya okuya kendini şövalye sanan Don Kişot'a benzetebilirsiniz beni. Yalnız onunla bir fark var aramda: ben kendimi Don Kişot sanıyorum. Kitaplardan, yaşantılarım için yararlanamadığımı ve kendimi bir biçime sokamadığımı da yüzüme vurabilirsiniz. Ne yapabilirim? Kitap okumakla, manavın beni aldatmasına engel olamıyorum bir türlü. Manava inanmadığım halde beni aldatıyor namussuz. Ya inandığım dostlarımın beni aldatmasını önlemek: büsbütün imkânsız bu. Dostlarım alay ediyor benimle. Bu çocuğun sonu ne olacak, diyorlar. Hiç olmazsa kitaplardan kitaplar çıkarmalıymışım. Bunu da yapamıyorum, yazamıyorum. Kitapları işimde kullanılacak bir mal gibi göremiyorum: kapılıyorum onlara.'' Tutunamayanlar, Oğuz Atay, iletişim Yayınları, s.375-376
--spoiler--
"Galiba evde oturmaya o kadar alışmışım ki sanki evden çıkınca gerçek bir dünyada yaşamıyorum. Evin dışında her yer sanki aynı, sanki bütün insanlar birbirine benziyor. Ne acıklı değil mi?"
öncelikle belirtmek isterim ki aşağıda anlatacağım oğuz atay tamamiyle benim kişisel değerlendirmelerime göre yazılmıştır. katılana da katılmayana da bol şukulu günler dilerim
içinde bulunduğu dönem itibariyle kullandığı dil ve üslup açısından devrimci sıfatını köküne kadar hak eden yazardır. bir kaç eser hariç kendini tekrardan öteye geç(e)meyen türk edebiyatına alışılmışın ötesinde bir anlatım biçimi kazandırmıştır. aynı hikayeyi birden fazla kahramanın gözünden önümüze sermiş, bununla da yetinmeyerek işin içine kendine has karakterlere sahip iç sesleri de katarak 'insan' kavramının yaşadığı çelişkileri, bu çelişkilerin aslında işin özü olduğunu pek bi güzel bünyelerimize zerk etmiştir.
kendini, gerek içinde bulunduğu akademik veya mesleki gerekse kazanılmış veya devralınmış sosyal statüleriyle ayıran, ötekileştiren, farklı hiçbir şey üretmeyip farklıyım diyen, kısacası bir bok olduğunu sanan zümreye tutunamayanlar'ı bırakarak sağlam bir tokat çakmış ve titreyip kendimize gelmemizi sağlamıştır. bence özellikle tutunamayanları da verdiği zeka ürünü giydirmelerle bu zümre okusun ve aslında bir bok olmadığını anlasın demek için yazmıştır. yoksa bu zümre haricinde, allah rızası için bir tane bile noktalama işareti bulunmayan sittin sayfayı, gözleriyle noktasını, virgülü koymadan okuyabilecek bir tane babayiğit tanımıyorum. tanıyan varsa beri gelsin.
yavşak yavşak espriler yapmayıp güldürebilen, herhangi bir aforizma derdinde olmadan ardında sağlam cümleler bırakan, kişinin öz benliğine ultimatom vermeden, adam ol lan demeden iç hesaplaşmasını sağlayabilen hiç bitmeyecek bir yol'dur oğuz atay.
hele bir de aşağıdaki yazısı vardır ki senede bir kere gazetelere tam sayfa ilan verme sendromu başlatmıştır bünyemde. *
--spoiler--
Ey zavallı milletim dinle! Şu anda hepimiz burada seni kurtarmak için toplanmış bulunuyoruz. Çünkü, ey milletim, senin hakkında az gelişmiştir, geri kalmıştır gibi söylentiler dolaşıyor. Ey sevgili milletim! Neden böyle yapıyorsun? Neden az gelişiyorsun? Niçin bizden geri kalıyorsun? Bizler bu kadar çok gelişirken geri kaldığın için hiç utanmıyor musun? Hiç düşünmüyor musun ki, sen neden geri kalıyorsun diye durmadan düşünmek yüzünden, biz de istediğimiz kadar ilerleyemiyoruz. Bu milletin hali ne olacak diye hayatı kendimize zehir ediyoruz. Fakir fukaranın hayatını anlatan zengin yazarlarımıza gece kuluplerinde içtikleri viskileri zehir oluyor. Zengin takımının hayatını gözlerimizin önüne sermeye çalışan meteliksiz yazarlarımız da aslında şu fakir milleti düşündükleri için, küçük meyhanelerinde ağız tadıyla içemiyorlar. Ey şu fakir milletim! aslında seni anlatmıyoruz. Sefil ruhlarımızın korkak karanlığını anlatıyoruz. işte onun için sana yanaşamıyoruz. Senin yanında sığıntı gibi yaşıyoruz. Hiç utanmıyor muyuz? HiÇ UTANMIYORUZ. (Oğuz Atay - Oyunlarla Yaşayanlar)
--spoiler--
Olric muhabbetlerinden sonra bazı insanların kimdir bu Olric,neyin karakteri kim yazmış vb meraklarından sonra araştırıp bulduğu''Tutunamayanlar'' kitabının yazarıdır.
Malesef kadri, kıymeti bilinememiş usta bir yazardır. Fakat şunu da söylemeliyim ki, "Tutunamayanlar"ı okuduktan sonra, hala bir şeylere tutunamamış sanız, kanırta kanırta yok olursunuz.
mine urgan'ın hakkında ''koskocaman bir kediye benziyordu tıpkı. çok kocaman ve çok güzel bir kediye öyle benziyordu ki, ona elimi uzatınca 'miyaaav' diyeceğini sandım. miyavlayacağı yerde 'tanıştığımıza memnunum' deyince şaşırıp kaldım.'' dediği yazar.
Özellikle tutunamayanlar olmak üzere, yazdıklarını çoğu kişinin tam olarak anlayamadığı,anlamadığını dile getirmekten korktuğu, anlamak için bir kaç kez sindire sindire okumak gerektiğini bilmediği yazar kelimesinin yavan kalacağı harika mühendis insanı.
Bu aralar çok püpülerdir, bebeler ortalıkta tutunamayanları okudum diye dolaşırlar ama oğuz atay tutunamayanları okunsun diye değil anlaşılsın diye yazmıştır. öyle değil mi olric ? evet efendimiz.
-Sus Olric! Düşünüyorum.
-Düşünmek ne haddinize efendimiz?
-Descartes düşündükçe var oluyordu Olric.
-Descartes düşündükçe var olur, siz düşündükçe yok olursunuz efendimiz.