7 tanesi akademi ödülü * olmak üzere toplam 22 ödül kazanan, meryl streep* ve Robert Redford* in basrollerini oynadiklari, gerçekte yaşanmış özel bir aşk hikayesinin anlatıldığı, adından da anlaşılacağı üzere konusu hayatın doğduğu topraklarda geçen hollywood sinema tarihinin başyapıtlarından biridir.
Yazımın Buradan sonrasında spoiler içeren kısımlar olabilir, bu sebepten uyarmak isterim.
Filmin kahramanlarından birisi olan ve meryl streep in canlandırdığı karen blixen, aslen hollandalı zengin ve asil bir kadındır. sirf barones ünvanını alabilmek için bror blixen * ile evlenir ve kahve yetiştirmek üzere afrikada toprak satın alır ve burada yaşamaya başlar.
Zamanla kocası ile arası bozulmaya başlar zira kocası uzun süreler evden uzaga iş için gitmekte ve çoğu zaman onu aldatmaktadır. Bunun farkında olan ancak elinden birşey gelmeyen karen, kenyada tanıdığı birkaç amerikalıdan birisi olan Denys Finch Hatton * ile tanışır ve zaman içerisinde ona aşık olur. yapı olarak özgürlüğüne inanılmaz derecede düşkün biri olan denys ile evcimen bir yapıya sahip ağırbaşlı karen arasında ilişkide yaşananlar, zaman zaman insana durağan gelebilecek bir anlatımla izleyicilere sunulmuş.
Filmde belkide sadece aşk anlatılsa bu kadar etkileyici olmazdı, ancak bu hikaye olayların geçtiği yer olan afrikanın o büyülü ortamıyla birleşince ortaya enfes bir hikaye çıkmış.
Unutmayın bu hikaye gerçekten yaşanmış. Sonu pek çok aşk hikayesi gibi hüzünlü bitiyor.
şunu söylemeden geçmiyim, filmi izlerken denys'in aslanlarla arasinda gizemli bir bağ olduğunu görüyorsunuz. Denys öldükten sonra , vasiyeti geregi karen tarafindan ngong tepelerine gomulmustur. Bugun , mezarı ziyaret edilebilir.
Rivayet odur ki, aslanlar zaman zaman bu mezara gelip uzerine yatarlarmış ve uzun saatler orada vakit gecirirlermis...
1913, afrika, güneş, doğal yaşam, sempatikleştirilmeye çalışılan emperyalist ataklar, kusursuz doğa görüntüleri(uçtukları sahne özellikle)ve flörtöz hayatlar ve o kadar...süper doyurucu/besleyici olduğu söylenemez. ancak belirtmeden geçemeyeceğim bir sahne var:
güneşli bir günde, açık havada merly streep'in saçları şampuanlıyken robert redford yavaşça su döküyor. merly gözlerini açıyor. ve evet sanmıyorum ki merly hayatının geri kalan kısmında (filmde ya da reel hayatta) bir daha bu güzellikte, bu çarpıcılıkta, bu tanrıçalıkta görünsün. ben görmedim şahsen.
iki veda sahnesiyle ve söylenenlerle akılda yer etmiş filmdir.
* - güzel bir veda öpücüğüydü.
- hoşgeldin öpücüğüm daha iyidir.
* "veda etmek garip bir duygu. içinde biraz kıskançlık da var. erkekler cesaret sınavından geçebiliyorlar. bizse olsa olsa sabır, onlarsız yapabilme ve belki de yalnızlığa katlanabilme sınavından geçebiliyoruz. ama ben bunu zaten hep biliyordum. bunun için savaşa gerek yoktu.
.
..
...
* hemencecik kayıp gittin.şanın fani olduğu sahalardan. başındaki defne tacı hemen büyüdü ama bir gülden bile daha çabuk soldu. artık şöhretlerinden çok yaşayan gençleri tezahüratlarını işitemeyeceksin. şanların ötesine geçen isimleri kendilerinden önce ölen adamların ve o erken taçlanmış başın etrafında toplanacak aciz ölüleri seyretmek için ve bukleli saçlarında bulacaklar solmamış çelengini. bir kızınkinden bile daha kısa ömürlü olan.
şimdi onun ruhunu geri al. onu bizimle paylaşmıştın. bize mutluluk verdi. biz de onu çok sevdik. o bize ait değildi. o bana ait değildi."