bir türlü nedenini anlamadığım bir yasaklamayla türkiye'de gösterimine izin verilmemiştir. bu film gerçekleri yansıttığı için mi? yoksa gerçeklerimizden utandığımız için mi? o 9 köylü adamın yeni bir hayal kurup güzel bir yarınlara adım atmanın peşinde koşturmaları sırasında yaşadıkları o anlık travmalar bize çok mu yabancı yoksa çok mu ayıplıyoruz bir köylü insanımızın uçurumları görüpte bunu sorgulaması? yoksa yüce devletimiz bu sorgulamayı yapabilirler ne de olsa bunlar özde değil sözde vatandaş güruhu olarak düşündüğü için mi? daha aslında yasaklamanın sebepleri sorgulanır ama yasaklamanın nedeni anlamsız olduğu kesindir. şu doğaya baktığımız zaman yasak denilen herşey yasak olduğu için çekici gelmiştir. adem'le havva'da rahat bir yerdeyken yasak olan meyvenin tadını merak edip bizi bu dünyaya sürgüne göndertmemişler midir?.
bu filmde eğer o sergel meydanına polis merak edip otobüsün içine bakmasaydı benim içimde o otobüstekiler ömür boyunca orda kalırlardı diye bir his dolaşıyor. çünkü bizim saf ve bilinçlenmemiş insanımız içinde bulunduğu kötü durumu kendi lehine çevirmesi çok güçtür. bu gücü ancak bir grup liderinin yeteniğiyle kurtulabilir. eğer o filmde 9 kişiden birisi liderlik vasfı gün yüzüne çıkmış olsaydı o otobüs o meydanda kalır kendilerini kurtarır, parasını alan yavşak adam da rahat rahat gidemezdi. işin garip tarafı parayı alıp kaçan adamın gittiği havalimanın da herkes rahat bir şekilde geçer sadece adamların tipine bakan polis sıra parayı alıp kaçmaya çalışan adama gelince ''şüpheli'' biri olarak algılanır ne de olsa onun görünüşü avrupalı değildir o da o köylü adamlar gibidir sonuçta sadece onları kazıklayabilecekbir kapasiteye ulaşmıştır ve her neyse onu kontrol ederler nesi var nesi yoksa en son birşey bulamazlar ve adamı bir odaya alırlar ve adamın anüsüne bakıp birşey olup olmadığını anlamaya çalışırlar. kendini uyanık sanan adamda medeni sandığı adamlardan parmak yer!. aslında bir bakıma çelişkilerde vardır bu filmde.
belediyelerin şehir içi toplu taşıma aracı olarak hala inatla kullandığı kırmızı ikaruslar otobüs klasmanın en güzide elemanlarıdır. kışın popo donduran oturgaçlarıyla, zeminindeki yolu izleyebileceğiniz delikleriyle ve muhtemelen açılmayan arka kapılarıyla tarihe geçmiş icattır.
ayak kokusu, limon kolonyası, ağlayan çocuk, tekerlek üstü, aradan esen kapı yanı, omuzda horlayarak uyuyan salyalı zoraki komşu, mola yerindeki zift gibi çay ve bağırtılar, gece ansızın ölümcül koku ile uyanıp hava almak zürafa gibi boynunu uzatmak. en kötüsüde uykulu beyinle kaptanın uykusunu düşünmek.
1975' ten bu yana bazi seylerin hic mi hic degismedigini, sadece sekil degistirdigini hatirlatan, hissettiren, gosterime girdiginde tu kaka edilip yasaklanmis bir tunc okan filmi. basarili yonetmen oyuncu olarak ta filmde yer almistir.
uluslararası alanda 8 ödül birden almış tunç okan filmi. filmde şöyle bir kare vardırki hafızama kazınmıştır. resimdekilerin hepsi amatör oyuncudur. üstte soldan ikinci vatandaşa dikkat.
Toplu ulaşma-ulaşamama aracı.
Arka koltuktaki adamın (genellikle erkekler yapıyor) ayaklarını ön koltuğa tamda belinizin hizasına dayaması ve sizin bunu hissetmenizi sağlayacak hareketlerde bulunması sonucu cinnet geçirdiğiniz yer.
Acaba nasıl bir duygu diye denemek istedim ayaklarımı ön koltuğa,tamda öndeki kurbanın beline doğru uzatıp hareketler yapayım dedim ama bacaklarım yetişmedi.Nasıl bir beceriymiş be hakkaten yetenek gerektiriyormuş.
Yalnız bi gün bu yüzden cinayet işlenir ben burayada yazıyorum.
cahillik ve medeniyetin iki aşırı uç kısmını gözler önüne seren bir başyapıt. filmin çekildiği sene 1976, isveç şu anda nerede biz neredeyiz? filmi ilk kez çok küçük yaşlarda çocukken izlemiştim ve inanamamıştım böyle şeyler olduğuna, ancak filmi az önce yeniden izledim ve bu olayların olmasına sebep bizim cahilliğimiz değil, o insanları o durumlara sokanlarındır diyebilirim, yani kısacası eğitim sistemimizde...
milyonlarcamızın yıllar boyu dile getiremekte zorlandığı gerçekleri 30 yıl önce görüntüye yansıtarak, popülist türkleri aşağılama modasından faydalanmadan, her türk insanının kaldıramayacağı bir üslupla ele alan, kimi zaman gerçekçiliğinde üstüne çıkan, hafif kara mizah soslu zehir zemberek bir film.
otobüsün çekildikten sonra, iki isveç polisinin aracın içerisine girdiklerinde karşılarında gördükleri kaçak işçilerin yüz ifadeleri, çaresizliğin ortaya çıkardığı acziyetin kare kare görüntüsüdür. sessizlik orada çaresizliği ifade eder. otobüsten indirilmeye çalışılan kaçakların polise direnmesi, adeta bütünleştikleri sığınakları otobüsten ayrılmak istememeleri oldukça hazin bir sondur. hüzünlendirir.
kandırılan masum köylüler yine kendi ülkelerinin vatandaşı tarafından dolandırılmışlardır. zira, türkün türkten başka dostu yoktur düsturu bir bakıma yalanlanarak, kendimize en fazla zarar verenin yine bizler olduğu kanıtlanmıştır.
düşünüyorum da, eğer polisler gelip onları otobüsten çıkarmamış olsaydı, sonsuza dek orada kalacaklar mıydı?
Bir tunç Okan filmi olmanın ötesinde türk sinemasının yüzakı olan, realist sinema anlayışının en güzel filmlerinden biri. Filmin genel karakteristiğini analiz etmeden bu filme dair yapılan tüm yorumlar, sadece yazmak için yazmak klişesinden öteye geçemeyecektir. Bu filmin genel karakteristiğini incelediğimizde feodalizm ile modern batı toplumu arasındaki temel farklılıkların ortak insanımsal yaşanımlar üzerinden çok keskin bir dil ve olabilecek en yalın dil ile ortaya konulduğu görülür. Bu film bir çatışma filmidir, daha net bir ifade ile söylersek medeniyetler çatışması dediğimiz postülanın paradigmasının özünü oluşturan ''içselleşmiş yabancılaşma'' dürtüsünün en yalın şekilde ortaya konulduğu filmdir.
Yeni bir hayat kurabilmek umuduyla topraklarını terkedip gurbet ellerinde çalışmaya gitmek için bir serüvene atılan insanların, isveçe geldiklerinde ''insanlık''kavramından soyutlanıp, insancıklar kavramının altına indirgenildikleri apaçık bir şekilde görülür, batı toplumunun sevdayı,aşkı,birlikteliği,eğlenceyi tüketme tarzları ile feodalizmin hüküm sürdüğü topraklardan gelen insancıkların tarzları arasındaki jilet gibi kesen farklılıklar karşısında insancıkların farkındalıklarında ortaya çıkan travmanın dillendirişili muazzam bir şekilde yansıtılmıştır. Bir fare deliği olarak betimlenebilecek otobüsün içinde yaşayan insancıkların geceleri peynir bulabilmek için delikten teker teker çıkmaya başladıkları o anları her gördüğünüzde, birazdan yeni bir yozlaşma edimiyle karşılaşacağınızı anlarsınız, delikten çıktıkları anda artık her yer onlar için bir fare kapanı ambiansına bürünmektedir, bu bir sanrı olmanın ötesinde bir gerçekliktir, uğruna terkedilen toprakların mı,yoksa terkedilmek uğruna gelinen toprakların mı bir gerçeklik olup olmadığı bir metafordur artık, varolan tüm terminolojiler birleşse bile bu metafor devam eder. insancıklardan birinin telefon kulubesinde şehvetle şevişen isveçli çifti gördüğünde, köyünde tarlada çalışırken öpmeye bile kıyamadığı yavuklusunu gözünün ününe getirmesi anında sürüklenmiş olduğu başıboş boşluk o kadar derindir ki, o derinlik diğer insancığın nehire düşmesi esnasında oradan geçen isveçlinin suya bakıp ''pislik'' dedikten sonra yürümeye devam etmesi sahnesini gördüğümüz anda bizide nefessiz bırakır, o buz gibi suyun içinde debelenen ''o kişi yada o insancık''değildir, tüm bir insanlıktır.