eski dönemlerinde black metal ve death metal tabanlı yapsalar da bu durum, onların progressive metal yaptığı gerçeğini asla değiştirmedi. kanımca az teknikle çok şey yapabilmiş bir grup. hatta bu yönleriyle bana "metal'in pink floyd'u" gibi geliyorlar. daha da açacak olursam: bilirsiniz, pink floyd müziğinde teknik anlamda "ortalamadan" öteye gitmemiş, sade şekilde -kasmadan efendi efendi- çalmış ama bir yanda da tüm duygulara tercüman olabilmiş bu sebeple benimsenmiş, yine epic ritimlerinin verdiği duygu patlamasıyla kısacası olgun müzikleriyle opeth'in pink floyd'un upgrade edilmiş halidir demek yadırganacak bir durum değil. biliyorum, eleştirecekler hatta abartıp eksileyip küfür edecekler de olacaktır; ama benim görüşüm bu. bu kanının filizlenmesinde, hey you şarkısının girişindeki arpejin, opeth'in In the Mist She Was Standing'in 05:33'teki arpejiyle benzerliğin payı yüksek.
bu pink floyd benzerliğinden sonra kişisel yorumuma devam edersem: opeth, benim için yeme, içme gibi ihtiyaç olan, aynı şekilde telefonun hafıza kartı dolduğunda yeni gruplardan albümler ekleyeceğim an silmem gereken dosyalar söz konusu olunca "asla silmeye kıyamayacağım" bir gruptur. her türlü duygumu dışa vuran bir gruptur.
son durumdaki müziklerine gelirsek: martin lopez ile yollarını ayırmalarıyla yadsınamaz bir değişim yaşadılar tabii düşüşe geçtikleri anlamına gelmez zira çıkan albümler gayet başarılı. bu değişim, progressive death metal tabandan daha soft türe kaymalarıyla oldu. buna rağmen dinleyicilerden olumlu tepkiler almayı başarabilmiştirler. tabii, sertliği seven bir dinleyici olarak eski opeth'i yeni opeth'e değişmeyeceğimi de belirtmek istiyorum. umarım sıradaki albümleri "dozu ayarlanmış" progressive'likle yapılır. dozun ayarlanmasından kastım, müziklerin eskisi gibi olması değil elbette, ama brutal vocal gibi opeth ile mütemmim cüzlerinden olan bir öğeyi serpiştirmek gerek yer yer, mikael'in "artık brutal vokal yapmıyom amına goyim" tavırlarını saygıyla karşılasam da biz, böyle yardırmalı-duygulandırıcı bir şekilde bağrımıza bastık opeth'i, şimdi geçmişinden soyutlanarak müzik yapmaya çalışması da abesle iştigaldir.
neyse hülasa, opeth candır, ilk albümü de son albümü de öpüp başıma koyarım.
6 seneden beri bıkmadan usanmadan dinlediğim tanrının bir lütfu grup. twilight is my robe adlı parçasıyla tanıştım kendileriyle gerek ritim gerekse sololarıyla kendine hayran bırakan isveçin meşhur progressive metal grubudur. ilk kurulduğu yıllarda johan defarfalla diye hayvani bass çalan değerli üyeleri egoistliği yüzünden grupla yollarını ayırmıştır. mikael grubun eli ayağı gözüdür tabi martin mendezi de unutmamak lazım fender jazz bass ı öyle konuşturan sayılı insanlardandır. her ruh haline göre müzik yapabilen kapasiteye sahip , şaheser diyebileceğimiz pek çok eser vermiş olan bu grup şu an dinlediğim parçayla bir kez daha beni kendine hayran bırakmıştır. grubun ilk çıktığı zamanlarda çıkardıkları sert albümler zamanla yerini soft müziğe bırakmıştır son çıkardıkları heritage albümünde bu durum oldukça göze çarpmaktadır. opeth tutkudur, aşktır, hayatın derinlerinden gelen nacizane amaçlar uğruna kendini kaptırmaktır, candır. dinleyen birinın kesinlikle bir daha dinlemek isteyeceği gruptur. gel gelelim sevdiğim parçalarına. en başta epilogue tabi ; günlük dinlerim sankinleşirim aklıma mazideki anılarım, hatalarım, sevinçlerim, opeth dinleyen eski sevgilim gelir. black rose immortal adlı uzun ama hiç sıkmayan, brutal pompası şaherleri vardır ki pek çok grup bunun yanına yaklaşamaz. bleak clean ve brutal arasında nasıl seri geçiş yapılır açıkça gösterir ve hoş parçadır. blackwater park tam headbang parçası fena çoşturur. the drapery falls akustik gitar nasıl öttürülür dersi verir. özetle: opeth ayricaliktir.
dili isveççe olan den standiga resan şarkısı ile beni tekrardan büyülemiş gruptur. böyle bir şarkıyı sitelerde en başlarda değilde, son sayfalarda bulduğuma inanamadım. dinlerseniz pişman olmazsınız.
demon of the fall'ı bile akustik çalarak metal müziği tamamen bıraktığının mesajını vermiş grup. pardon, bırakan mikael efendi. umarım yanılırım. anlam veremediğim nokta fredrik akesson un bu şekilde nasıl devam ettiği.
Yeni albümü all over the place için kralımız I. Michael'ın ''I think that's our strength, that we can do all these different things. We have a couple of calm songs, a couple of really heavy songs, one proper heavy metal song and I have one epic old-school Opeth song that reminds me of the first two records, with lots of riffs stacked up! I'm really happy with it all. I think we have something big on our hands this time.'' sözlerinden taze bilgi edindiğimiz dip grup, dinlendiğinde dibe vurulan grup.
Opeth'e tüm övgüler az kalır hakikaten. Ayrıca hakettiği değer verilmiyor gibi geliyor bana. Yani dinleyen hayranları çok seviyor ama amerikan veya ingiliz guruplara göre de tanınırlığı hakettiğinden çok daha az bence.
ilk albümler benim de en sevdiklerim. Belki daha çok zaman ayırdığımdan belki de gerçekten heritage'den çok daha iyi olduğu için. Heritage'de güzel parçalar var, her türlü dinlenir ama nerde o eski albümler? diye de sorası geliyor adamın.
Ayrıca Opeth progresif metali sevmeme neden olmuş, belki de seçici ve kaliteli bir dinleyici yapmıştır beni. Bu türde diğer çok büyük bir grup olan Dream Theater ile tanışmama da vesile olmuştur.
hayatımda dinlediğim en iyi albümlerden ikisine ** imza atmış , kişiye aynı anda birden çok duyguyu hissettirebilen onlarca şarkısı bulunan, progresif muziğin metalde en büyük temsilcilerinden, mikael akerfeldt'in herşeyi oldugu isveçli grup.