Bin yıl sonra tekrar izledim az önce. Şimdiden bin yıl sonra tekrar izlerken de şarkıları ezbere biliyor olurum herhalde. Ama sık sık izlemeye gönlüm el vermiyor. Hayatımda bana hediye edilen ilk filmdi bu. Ne güzeldi. Ne güzel. Hala, hep, daima. Kulağı iyi müzikten biraz dahi olsa anlayan herkese huzur verecek bir bir-buçuk-saat.
izlediğim en güzel filmlerden. cıvık cıvık romantik filmlerden değil. hayatımıza dokunup giden, iz bırakan insanlar vardır. Yerleri dolmaz hani. Bu temayı harika şarkılar eşliğinde olduğu gibi anlatabilen bir güzellik. izleyin izlettirin. 9/10. Haa, bu arada if you want me...
--spoiler--
Glen: What's the Czech for... "Do you love him?"
Marketa: Noor-esh-ho?
Glen: So...Noor-esh-ho?
Marketa: Noor-ho-tebbe.
Glen: What?
Marketa: C'mon let's go.
Glen: What did you say? Tell me.
--spoiler--
John Carney imzalı, başrollerini Marketa Irglova, The Frames grubunun solisti Glen Hansard ve onun muhteşem şarkılarının paylaştığı sımsıcak, 2006 yapımı film.
Yarım kalmış insanların yarım kalmış öyküsü Once. Tesadüfen karşılaşıp, bir süreliğine birbirlerini tamamlamaya, onarmaya çalışmış insanların öyküsü. yakalanmış fırsatların, var gücüyle unutulmaya çalışılan keşkelerin, hayata rağmen dolu dolu yaşanmış o anların öyküsü...
--spoiler--
Kız; sokakta gözleri kapalı, hissederek, adeta yaşayarak şarkılarını söylemekte olan Erkeki izliyordur. Yanına sokulur hiç ses etmeden. Nakarat Erkek (hala da gözleri kapalı) şimdi gerçekten hissediyordur sözleri... Ağzından çıkan, buram buram kalp kırıklığı kokan her satır sızlatıyordur bütün bedenini... Gözleri kapalı... Ve şarkı biter. Erkek açar gözlerini ve karşısında onu şevkatle, ilgiyle izleyen güzel kızı görür. Kız alkışlar. Çok beğenmiştir şarkıyı. Size mi ait diye sorar şarkı için. Erkek, buruk, kaçırır bakışlarını. Evet diye cevap verir usulca...
--spoiler--
Filmdeki bütün şarkılar birbirinden güzeldir ama birtanesi vardır ki defalarca dinleyebilirsiniz ve asla bıkmazsınız.
Marketa Irglova'nın kadife sesinden dinlenmelidir; if you want me ...
akşam akşam ayarlarımla oynayan, sımsıcak sevimli mi sevimli bir film. izlemeden önce elbette içimde bir önyargı vardı. film başladığında da bu devam etti bir süre. ilk yirmi dakikadan pek bir şey anlamadım, çok amatörce çekilmiş bir film olduğunu düşündüm, çekimler, oyunculuklar olmamış dedim. ama sonra film öyle bir sarıyo ki, kendinizi hikayenin içinde buluyorsunuz. ve amatörlükler gözünüze gerçekçilik olarak yansıyor, öyle de zaten. özellikle final kısmı ve falling slowly şarkısıyla beni benden almıştır bu film. finaldeki her ne yaşanırsa yaşansın hayat devam ediyor alt metni de cuk oturmuş bu gerçekliğin içine. sevdim ben bu filmi.
birbirlerinin hayatlarına dokunan iki kişi arasında geçen kısa hikayesiyle, tadı damağımda, müzikleri kulağımda kalmış, kendini ikinciye izlettirecek olan film.
keşke her sokak böyle insanlarla dolu olsa.
bozuk süpürgelerle gezsek.
dükkanlara girip bedava piyano çalabilsek, korkmadan.
paramızı çalan birine ''neden söylemedin ihtiyacın olduğunu'' diyebilsek.
kirli olmak, parasız olmak, pis bir evde yaşamak.
korkunç değil.
bu film bize bunu verdi.
sonunda tekrardan döndük müziklerine.
günler geçti.
otobüslerde, okullarda eşlik ettiler.
ne zaman bir sokak müzisyeni görsem yanına gitmek isteği uyandıran film.