Küçük çocukların aklını karıştırmak için okutulan kitap.
Türklerin beyin yıkama metodu. Kitap evrensel fakat dünyanın hiç bir yerinde on yaşındaki çocuğun eline zorla verilmez. Ayıp be.
Küçükken okumak için elime aldığımın her defasında bir aksilik sonucu yarım bıraktığım kitap , sonra da kayboldu zaten. pişmanım sözlük , şimdi mi alıp okusam ?
"Zeze - onemi yok onu öldüreceğim
Portuga - ne diyorsun sen küçük babanı mı öldüreceksin!
Zeze - evet yapacağım bunu. Başladım bile. Öldürmek , buck jones'un tabancasinı alıp güm diye patlatmak değil! Hayır. Onu yüreğimde öldüreceğim, artık sevmeyerek...bir gün büsbütün ölecek"
Koca koca adamların, kadınların yapamadiklarını yapan bir zezeyi içinde barındıran bir kitaptır.
vasconcelos'un 12 günde yazdığı kitaptır. nasıl bu kadar kısa sürede böyle güzel bir kitap yazdığını soranlara 'ben o kitabı 25 yıldır kalbimde taşıyorum' demiştir.
yoksulluğu, sevgiyi, arkadaşlığı, acıyı sıcacık anlatır.
portakal ağacı ve kurbağasıyla arkadaşlığı insanı ağlatır. çocuk yaşına rağmen bakış açısı çok farklıdır. kitap bitince insanı mahveder.
bitirdiğimde saatlerce hıçkıra hıçkıra ağladığımı hatırlıyorum. çünkü okuduğumda 12 yaşında falandım.
hayata daha duygusal yaklaşmamı sağlayan kitaptır. küçük olduğum için mi bilmiyorum ama zeze'yle kendimi bütünleştirmiştim sanki. ablasının onu her dövmesinde, portakal ağacından ayrılmasında, portuganın ölümünde, her hayal kırıklığına ağlamıştım.
ölmeden önce okunması gereken kitaplardan biridir benim için. portuga öldüğünde zeze şöyle der:
'şimdi acının ne olduğunu gerçekten biliyordum.ayağını bir cam parçasıyla kesmek ve eczanede dikiş attırmak değildi bu.acı insanın yüreğini paralayan, sırrını kimseye anlatmadan birlikte ölmesi gereken şeydi.kollarda, kafada en ufak güç bırakmayan yastıkta kafayı bir yandan öbürüne çevirme cesaretini bile yok eden şeydi.'
sevgi üzerine kurulmuş sıcacık bir hikayedir. ağaç, yarasa gibi yok edilemez dostlukları olan masum bir çocuğun ağzıyla anlatılır. fakat sanıyorum kitabın anlatmak istediği asıl mesele, son kısımdan da anlaşılacağı üzere çocukların dışarda tutulmaması gerektiğidir. çünkü çocuğu aşağıda bırakmak demek geride kal demek. ve bu korkak tutum onların dünyayı geç keşfetmelerinin sebebi. e bu halde, hep koşan, sorgulayan, olmazı arayan, yere düşen, ayağa kalkan, hata yapan, pişman olan özleyen, ağlayan zeze'nin, her çocuk için iyi bir örnek olduğunu inkar edilebilir mi? yasaklanması, uzaklarda tutulması gereken kendisi değil de, ona şiddet uygulayan, önünü kesip, tek bir sokağa kıstırmaya çalışan günümüz beyinsizlerin ta kendisi, değil mi?
bir çocuğun ilk kez acı çekmenin nasıl olduğunun farkına varması .güzel bi kitap ama ilkokulun müfredatında okutulmaması gereken kitaplar arasındaymış maalesef.
uyuyalım. insan uyudu mu her şeyi unutur. sayfa 52 *
José Mauro De Vasconcelos'un kitabıdır. Okunmalıdır, insanın ruhunda izler bırakır. Çocukken de okunabilir ancak olgunluğa erdikten sonra kitaptan çıkarılan anlamlar bambaşkadır.
bu ülkeye kitap yasaklarının her zaman işe yaradığını gösteren eser. herhangi bir kitapçıya girin ve en çok satanlar rafında olmasa bile en yakınında bu kitabı göreceksiniz. türkiye ye kitap okutmanın tek yolu o kitbı yasaklamak ya da benzeri işlem uygulamaktır.
zaman zaman yaramazlıklar yapıp sürekli hırpalanan ve sevgi yoksunu bir şekilde türlü çaresizlikler içerisinde kalan bir çocuğun hikayesini konu alan ve ülkemizde müstehcen bulunan bir kitaptır.
bu kitabı 4 gün önce aldım.
2 günde bitirdim.
2 günden beri de mastürbasyon yapıyorum. *
olm o kadar güzel ki. türlü türlü seks hikayeleri ile donatılmış. * ya mükem.. oyşşş..
Türk milletinin çoğunun şu ana kadar haberi olmayan bir kitaptır. Türk milleti sizinde bildiğiniz gibi ''Yapma'' denilen şeyi yapmayı, ''Okuma'' denilen şeyleri de okumayı çok sever. Şeker Portakalı kitabı yasaklanma mevzuları çıkınca Türk milleti tarafından benimsenilen bir kitaptır.
bir çocuk ve onun bütün yaralarını bir gölgede unutmak istemesi. bir çocuğun kalbinden. ne bukowski ne de sade. şeker portakalı'ndan onu okuyan çocuğa bulaşacak(!) en kötü şey, bir gün bir tren düdüğü duyduğunda babasının dizine sarılmak olacaktır. ama tabi, kime, neyi anlatabilirsin?
zeze'ye dil uzatanlar oturma odalarına koşup gri bir çerçevenin içinden bir insanın unutmak istediği her şeyi gözüne sokan televizyonlarıyla yüzleşsinler. lütfen.