seneler seneler önce okuduğum ve hep zeze piçinin*mangaratiba isimli treni bekleyip, treni görmesiyle birlikte "katiiiiiiil" diye haykırması anını aklıma getiren şahane kitap.
ilkokuldaki çocuklarımıza öğretmenlerinin ödev olarak verdiği ve büyük çoğunluğun okuduğu kitaptır, josé mauro de vasconcelos un yazmış olduğu bu kitabın devamıda vardır. zeze nin gençliğini konu alır.
okunduğunda insanın içini dağlayan bir eser. her yerde adını duyduğum halde daha dün başlayıp bugün bitirdim. o zeze'nin hayal dünyası ve bir şeylere bakış açısı hem güldürecek, hem de düşündürecek cinsten. herkesin- hangi yaşta olursa olsun- okuması gereken kitaplardan biridir kısaca...
--spoiler--
Kötüsün, küçük isa! Ben ki bu kez benim için
Tanrı olarak doğacağına inaniyordum, bana bunu yaptın demek!
Neden beni de öbür çocukları sevdiğin gibi sevmiyorsun! Uslu
durdum. Kavga etmedim, derslerime çalıştım, sövmedim, 'kıç' bile
demedim. Neden bana bunu yaptın, küçük isa? Küçük portakal
fidanımı kesecekler, kızmadım. Yalnızca biraz ağladım.
Ama şimdi... şimdi...
--spoiler--
hangi yaşta ve kaçıncı kez okunursa okunsun, illa bir noktasında salya sümük ağlatan kitaptır.
--spoiler--
" - Bir şey daha var, küçük şeker portakalı fidanını hemen kesmeyecekler, kesildiğinde ise sen çok uzaklarda olacaksın. Fark etmeyeceksin bile.
Hıçkırarak bacaklarına sarıldım,
- Bu artık bir şeye yaramaz baba, hiçbir şeye yaramaz. Onu kestiler bile. Benim küçük şeker portakalı fidanım kesileli, bir haftadan çok oluyor. "
--spoiler--
jose mauro de vasconcelosun başyapıtlaeından biri olan şeker portakalı, insanı okudukça içine çeken, içine çektikçe sarmalayan, sarmaladıkça zihinde kalıcı bir yer kaplayan; kâh neşeli, kâh hüzünlü, ara sıra komik, bazen de yüreğinize hançer saplayan bir eser. Bu kadar tümleşik bir eser, gerçekten de kolay bulunmaz. Henüz okumadıysanız, alın okuyun. Hatta buraya kitapla ilgili de bir anımı yazayım.
Normalde pek kitap okuyan bir insan değilim. Hele hele yolculuklarda mümkün okumam. Yine bir tatil dönüşü üniversiteye gitmek için uzun yol otobüs yolculuğum vardı. Ben de o gün kitabı okumaya başladım ama gelen misafirlerin yanında bulunmak zorunda olduğumdan falan, kitabın anca yarısına yakınını okuyabildim. Nedense zaten o yolculuk yapacağım sabahın gecesinde misafir hiç eksik olmaz. Ha bir de biri gelip diğeri gider. iyice sinir ederler valla adamı. Yahu madem geleceksiniz, toplanıp hep beraber gelin. Giderken de xengin kalkışı yapın. Neyse, konuya dönelim. Kitabı bitiremediğimden dolayı, içimde merak oluştu. Acaba kitabı yanıma alsam mı almasam mı ikilemine düştüm ve sonunda aldım.
Hayatımda ilk kez otobüste kitap okuyacak olmamdan dolayı ve daha önce otobüste hiçbir kitap okuyan kişiyi gözlemleme ihtiyacı duymadığım için, başlarda kitap okuyan insanları gözetlemekle meşguldüm. Hani bir adabı, raconu falan varsa racona ters düşmeyelim diye. Neme lâzım belki otobüste kitap tutma şekli falan vardır. Ve gözlemlerim sonucunda da bir bok anlamadım açıkçası. Çünkü herkes farklı okuyordu. Hem kulaklıkla müzik dinleyen, hem de sakız çiğneyen kız aynı anda kitap da okuyabilince bir ara kulaklığımı takmayı ve sakız çiğnemeyi düşünmedim değil. Başka bir yolcu da kafasına takke geçirip bir şeyler okumaya başladı. Başka bir yolcu ise gayet artist bir şekilde kola içerken kitap okuyordu. işte o zaman anladım ki, otobüste kitap okumanın belli bir kuralı yok. Bildiğim duaları okuduktan sonra başladım şeker portakalını okumaya. sayfalar ilerledikçe içimi hüzün kaplıyor, bir önceki gün okuduklarımı hatırlayıp bir az olsun kendimi kitabın ilerisi için umutlandırıyordum. Her geçen sayfa da hüznüm biraz daha artıyordu ve sanki ben zeze oluyordum. yakıştıramıyordum kendimi manuel'in yerine. nedense hep zeze olmak geliyordu içimden. çocuk ruhluyumdur diye belki de, kim bilir...
Sayfalar ilerledikçe, daha da bir umutsuzluğa kapılıyordum. Derken 2-3 sayfa arka arkaya ağır dramaya maruz kaldığımı hissettiğim. Sahifeler hızla ilerlerken, gözümde biriken yaşlar usul usul, kimseye çaktırmadan intihar ediyorlardı. Ama hâlâ umutluydum. Kitap böyle devam edecek değildi ya... Ve tam da umduğum gibi oldu. Yeniden beni güldürmeye başlamıştı kitap. En az zeze kadar mutluydum belki de. Yüzümde anlamsız, çocuksu bir tebessüm ile okumaya devam ettim kitabı. işte o neşemin tavan yaptığı anlarda okudum o yüreğime hançer gibi saplanan cümleleri. Artık çok geçti gözyaşlarımın toplu intiharını engelleyebilmek için. Bir kere dokunmuştu ya yüreğimin o en hassas yerine o cümleler, artık kim engelleyebilirdi o sel gibi akan gözyaşlarımı. Bu arada her ne kadar kendimi sıksam da, tuhaf sesler çıkarmaya başlamıştım. Avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum lâkin ortam müsait değildi. O esnada yavaş yavaş insanların kıpırdanmaya başladı. "aaa mala bak kitap okuyup ağlıyor." demesinler diye ışık hızıyla sakladım kitabı. Resmen ağlıyordum, hem de hüngür hüngür. sessiz sessiz bağırarak ağlıyordum hem de. O anda yeryüzünde benden daha hüzünlü bir insan yoktu sanki. Sonra yan sıradaki koltukta oturan teyze "ağlamazsan sana şeker veririm." deyince, sustum hemen. Otobüste ağlayan çocukları susturmak için yanında şeker taşırmış hep. Ben de kestim zırlamayı aldım hemen şekerimi. Tabi bu teyze tamaen hayal ürünü ve şeker falan almadım. Anladım ki yazdığım dramatik hikayeyele boğdum sizi, biraz neşelenin istedim. Hikaye aslında şu şekilde devam etti. Yolcuların hemen hemen hepsinin bana baktığını gören muavin durumdan şüphelendi ve yanıma geldi. Bir sorunum olup olmadığını, dilersem elimi yüzümü yıkayabilmem için otobüsü durdurabileceğini söyledi. Ben de kendisine teşekkür ettim ve önemli bir şeyimin olmadığını, gözüme bir şey kaçtığını söyledim. inanmış gibi yaptı ve gitti. Halbuki gözüme değil, yüreğime kaçmıştı o eşsiz dokunaklı kelimeler...
Masum bir eser. O kadar masum ki bu kitap...Sıcaklığıyla sizi sarıverir hemen, zeze olasınız gelir, portuga olasınız gelir. Sizi alır götürür, sekiz yüz elli iki bin kilometre uzağa, öyle güzel bir eser.
kitabı okumadan önce okuduğum yorumlarda millet hep ağladığını yazmış. kendi kendime bur insan bir kitabı okurken nasıl ağlar diyorum? film falan olsa tamam, ama kitap lan?
neyse okumaya başladım kitabı.
okurken sık sık birçok satırda kitabın kapağını kapatıp uzun uzun düşündüğüm, bu düşünmelerim sırasında gözlerimin dolu dolu olduğu bir kitap.
öyle satırlar var ki, insanın gözlerinin olmaması işten değil.
ve o on ikiden vuran finaline de son noktayı koyuyor:
--spoiler--
o çağlarda, bizim çağımızda yani, yıllar önce bi budala prens'in, mihrabın önünde diz çökmüş budala'nın, gözleri yaşlarla dolarak ikonlara şunu sorduğunu bilmiyordum:
olup bitenleri çocuklara niçin anlatmalı?
gerçek, sevgili portuga'm; bunları bana çok erken anlatmış olmalarıdır...
--spoiler--
12-13 yaşlarımdayken babamın bir anda "hadi gel sana kitap alalım" demesiyle tanıştığım kitaptır.
fakat tuhaf olan şudur ki satıcı bu kitabı tavsiye ettiğinde babam etiketine bakıp kitabı geri bırakmıştı. ben de kitabın sadece ismini okuyup hafızamda tutabildim. sonra seneler geçti ben 19 yaşıma kadar kitap sayfası çevirmedim.
ah baba keşke o gün paraya kıyıp bu kitabı alsaydın bana. alsaydın da bu güzel zevkten 6 sene mahrum bırakmasaydın beni.
vasconcelos'un 12 günde yazıp bitirdiği ama "yirmi yıl yüreğimde taşıdım" dediği kitap. her anı acı ve sevgiyle karışık giden sımsıcak bir öykü. ben okurken öyle çok etkilenmiştim ki zeze hastalanınca ben de hastalanmıştım, ateşim çıkmıştı. üzüntüdendi belki. belki çok ufak yaşta okuduğum için fazlaca etkilenmiştim, bilmiyorum. şimdi okusam yine gözlerim dolar. zeze, portekizli ve şeker portakalı fidanı...hiçbir çocuk bu üçlüyü kolay kolay unutamaz.
şimdi acının ne olduğunu gerçekten biliyordum.ayağını bir cam parçasıyla kesmek ve eczanede dikiş attırmak değildi bu.acı,insanın birlikte ölmesi gereken şeydi.kollarda,başta en ufak güç bırakmayan,yastıkta kafayı bir yandan öbür yana çevirme cesaretini bile yok eden şeydi...
tesadüflerin kitabıdır.
hayatımda, bir roman karakterinde hiç bu kadar kendimi görmemiştim. zézé'nin çocuk dünyasına bile fazla gelen hayal gücü, ona bir şeker portakalı finadıyla konuşma şansı yaratmıştır.
benim için bu kitabın güzel ve farklı bir başlançgıç yapmasının sebebi ise şöyledir: kitabı henüz okumadığım zamanlarda, geçen haftalarda, bir erkek arkadaşımdan 'ben senin portugan değilim zézé !' şeklinde bir mesaj almıştım. buna karşılık, kitabın karakterleri dışında kitap hakkında hiçbir şey bilmememe rağmen o an içinden geçtiği şekilde 'ben de ağzım kapalı şarkı söyleyebiliyorum,içimden şarkı söylemeyi çok severim' diye bir mesaj atmıştım. böyle yazmamın altında, ne yatıyor bilmiyorum ama içinden sadece bunu söylemek gelmişti. arkadaşımın bir kaç gün sonra beni arayıp, sen o kitabı okumadın değil mi diye sorması üzerine merak edip ne oldu ki dedim. olayı anlatınca, telefonda iki saat karşılıklı şaşkınlık. meğer, bizim zézé'nin en sevdiği şey, 'içinden şarkı söylemek'miş. zézé de dudaklarını kıpırdatmadan bunu yapabiliyormuş.
güzel tesadüfler güzel. neredeyse, kitabın ilk sayfalarında geçenlerle aynı cümleleri kurmam. güzel.
hoca 10 kere oku dediğinde 10 keresinde de okumadığım kitaptır, ne kaybettiğimi hiç bilmem ama bi ortamda konusu açıldığında hep sus pus kalarak ezildiğim kitaptır.