--spoiler--
nuh son anda bileğimi kavrıyor.
- çok dünya yutmuşsun! ama oldu işte. kurtuldun!
artık sus! sus ki, altlarından ırmaklar akan evler gerçek olsun. kilim silkelesin şehir çocukları tahta balkondan. genç ağaçlar yapraklarını döksün. gizleyelim mahrem yerlerini ruhumuzun. sus ki, ipil ipil yağsın yağmur!
sen yine hayat de adına, ben dallarından ölü serçeler sarkıtan söğüt.
--spoiler-- otuzuncu harf edebiyat ve düşünce dergisi Nurdal Durmuş 2008 Aralık
nurdal durmus basligini acmak isterken acilmis olan bu basligi gordum. hic entry girilmemis ne yazik...nurdal durmus 1 tanedir. "hayata baslik atamadim" kitabiyla hayranlarinin ona olan hayranligi artmistir.
her şeyden önce insandım, unuttum! diyerek (bkz: 16 mart dünya vicdan günü) için müthiş bir makale yazmış mütevazi edebiyatçı. sitesine uğrarsanız güne bakma durağı başlıklı günlüklerine göz atmayı unutmayın.
--spoiler--
Vicdan, dünyanın bütün adalet sistemlerini yanıltsak bile kendimizi mahkûm eden bir iç ses. Belki de en yalın ifadesiyle, yastığa başımızı koyduğumuzda olmadı, yanlış yaptın, yapmamalıydın diyen bir uyarıcı. Vicdan belli ki, vahyin insan içinde sürekli yaşayan tek yansıması. Dünyanın her yerinde, hangi siyasi görüşten, dinden, ırktan ve ideolojiden olursa olsun tüm insanların üzerinde mutabık kalacağı tek ortak düşünce.
Bu açıdan bakıldığında vicdan; bırakın tamamen ortadan kalkmasını, birazcık eksikliğinin bile dünyayı nasıl da yaşanmaz hale getirebileceğini gösteren tek gerçek duygu!
--spoiler--
devamı burada: http://www.nurdaldurmus.com/?p=1041
Kuruluşundan bugüne, yaklaşık 14 yıldır her türlü fedakârlığı göstererek emek verdiğim, bütün zor günlerinde yanında olduğum Özel FMden sürekli ayrılık kararı almış bulunmaktayım. Ayrılık kararının tek taraflı, tamamen kişisel bir karar olduğunu bilmenizi isterim. Hayatıma kattığı bütün değerler için, beni biz yapan mikrofondan hayata savurduğum bütün cümleler için, uzun yıllar emek verdiğim bu güzel kuruluşa müteşekkirim.
Başlangıcından bugüne kadar adımıza leke bulaşmadan, cümleleri yerlere düşürmeden ve kirletmeden, kimse arkamızdan ya da yüzümüze karşı kötü bir şey söylemeden bu yolda beraber yürüdük. Bu gönül bağı elbet de fiilen programcı olmasam da devam edecektir.
Bugüne kadar birbirimizi büyüttüğümüz, şiir okuduğumuz, kitap okuduğumuz, ayet okuduğumuz, şarkılara eşlik ettiğimiz, ıslık çaldığımız, umursanıp umursadığımız, şükrettiğimiz, el ele tutuşarak cümlelerden hayat inşa etmeye uğraştığımız bütün dinleyicilerime minnettarım: Hiç görmedikleri, tanımadıkları bir insana güvenerek dertlerini, sırlarını ve kapılarını açan güzel insanlara;
Şüphesiz aldığımız bütün ödüller, elde ettiğimiz başarılar, kazandığımız bütün dostluklar ve rütbeler sizlere aittir.
Bu bilinçle davranmış olsak da yine de kızdırdığım, bilerek ya da bilmeyerek kırdığım, bütün dinleyicilerimin, programıma katılan Türkiyenin seçkin sanat ve edebiyatçılarının ve bütün ukalalıklarıma rağmen kahrımı çeken çalışma arkadaşlarımın haklarını helâl etmelerini umut ediyorum.
LütfenSair Zamanlar yokken de Kendi dağlarımıza çıkarak yaktığımız ateşin etrafında birbirimizi aydınlatmaya ve durgun sulara taş atmaya devam edelim. istediğimiz aydınlığı ve dalgalanmayı bulana kadar
Ben, Yaz mevsiminin kuraklaştırdığı kalbimi, hazan mevsiminin yağmurlarında yıkamak ve yeniden taze bahar şarkıları söylemek üzere kendi kıyılarıma çekiliyorum.
Yaz sonu yeni kitap çalışmamı tamamlayıp başka bir radyoda ceplerime doldurduğum harflerden cümle kurmaya devam etme niyetindeyim.
Lütfen gidenlerin ardından dua etmeye ve şarkılarınızı söylemeye devam edin.
Kardeşiniz Nurdal Durmuş
helal olsun... ama bu vedanin sebebini merak etmiyor degiliz...
eğer bir gün susarsam, bu artık söylenecek hiçbir şey kalmadığı içindir,her şey söylenmiş,hiçbir şey söylenmemiş olsa bile!*
veda yazisina bu gun bu sozleri de eklemistir. ozletecek kendini illa ki...
yazarın bugün yayınlanan akla karşı tezler makalesinden birkaç alıntı.
--spoiler--
-Üstelik ağzımızdan dökülen ölü kelimeler, başkalarının
cümleleriyle taslanılan bilge adam rollerinin hepsi de enaniyet
kokmaktadır!
-aynı sofrada yemek duası ettiğimiz arkadaşlarımızın bugün edebiyata
...bulaşıp sofradan Tanrım ellerine sağlık! diyerek
kalkmalarını hazmedemiyorum!
-Gökyüzüne bakınca, yağmur yağınca, şimşek çakınca, denizin gözlerine
dalınca, mezarlıktan geçince, darlıkta ve yoklukta Fatiha okuyabilmeyi,
şükredebilme yetimizi şairlerin afili cümleleri çalmadı mı
Yeter!
Sizin yanınızda huzursuzum. Her niyetimi anlatmaya çalıştığımda herhangi
bir tez geliştirmeden karşı çıkışınızdan yoruldum. Bir köy kahvesinde
edebiyat, sanat, politika bilmeden sadece sıradan hayat konuşan amcalar,
sizden daha fazla haz veriyor. Kandil geceleri camide şerbet dağıtan
teyzeler, TV’den izlediği duaya evinde ‘Âmin!’ diyerek el kaldıran
insanları daha fazla önemsiyorum. Peygamber (s.a.v) adı geçtiğinde
irkilen, yerinden doğrulan ve salâvat getiren; ezan okunduğunda, selam
verildiğinde bacak bacak üstüne attığı pozisyonunu saygısından bozan
insanları daha çok önemsiyorum. Sizin edebiyata bulaştığınızdan beri
tanık olduğum ahlak ve insan olma ekseninden uzaklaşmanızdan, her türlü
kutsalı hafife almanızdan, Allah yerine tanrı deyişinizden yoruldum
artık.
--spoiler-- http://www.on5yirmi5.com/genc/koseyazisi.aspx?c=20604
blogunda sevdiği şarkıları paylaşmış güzel insan.
kafası epey karışık gözüküyor.
--spoiler--
Aklım, profilim ve masamın üzeri müthiş bir uyum içindeler. Karmakarışık! Bu durum dinlediğim şarkılara bile yansımış. Bu kadar farklı şarkı arka arkaya nasıl dinlenilir ve bu nasıl bir tarzsızlık, tutarsızlıktır bilemiyorum...Üstelik 3 cümlede üç kere 'bu' kelimesini nasıl kullanabildiğimi bir yazar olarak kendime bile izah edebilmiş değilim : ) [sizlerde listeye eklenmesini istediğiniz şarkıları yorum yazarak bildirebilirsiniz] neyse uykudan önce şarkıları desemde hepsini dinlemeye kalkarsanız birkaç gün uykusuz kalabilirsiniz.buyrun bütün aklı karışıklara karmaşık ama çok güzel bir şarkı listesi...dinlemek istediğiniz şarkının üzerine tıklatınız
"Libya sokaklarından kan nehirleri akacak!"
Seyfülislam Kaddafi
Ömer Muhtar'ın torunlarını çok seviyorum.
Zafer için bedenini savaş uçaklarına kalkan yapanların kanı Akdeniz’e dökülecekse durmasın!
Durmasın ki diktatörlerin kirli gömlekleri önden yırtılsın.
Yırtılsın ki bütün suçları yüzlerine vurulsun. “Günahsızım, kabahatim yok!” diyemesinler.
Diyemesinler ki demir yumruklarını tepelerinden indirmeden yönettikleri halkın elleri bütün riyakârlıklarını katletsin.
Katletsin ki 40 yıl hayatın sokaklarına saraylarının tepesinden bakan gözleri halklarının soytarı olmadığını görsün.
Görsün ki kibirli sağlam kaleleri yerle bir olsun, başlarına yıkılsın.
Yıkılsın ki “Ol!” emrinin sadece bir Allah buyruğu olduğunu modern dünya firavunları da öğrensin.
Öğrensin ki 30 sene 40 sene hep o ağlatan şarkıyı dinleyen çocukların da yüzü gülsün.
Gülsün ki "Devrime gittik, ama mutlaka döneceğiz!" notlarını başuçlarına bırakan babalarının ahı yerde kalmasın. Kanı yerde kalmasın. Canı yerde kalmasın.
Yerde kalmasın ki ölümün bir anlamı olsun, şerefi olsun.
Olsun ki modern dünya firavunları da ölümün, vatansızlığın, yok oluşun her şeyi kaybedişin boşluğuna düşmenin korkusunu yaşasınlar.
Yaşasınlar ki yer yarılsın da içine giremesinler. Kaçacak delik arayıp bulamasınlar. Ölmeye bile razı olsunlar da ölemesinler.
Ölemesinler de asıl zor olanın yaşamak değil ölememek olduğunu öğrensinler.
Öğrensinler ki sağlam kalelerinin, milyon dolarlarının, devrim muhafızlarının, lejyonerlerinin silahlarından çıkan kurşunların kimseyi yok etmediğini ve milyonlarca ölü ruhları yeniden dirilttiğine tanık olsunlar.
Tanık olsunlar ki kendi halkını bombalamayı reddederek uçaklarını Malta Adası'na indiren pilotların "Her şeyden önce insandık, unutmadık." duyarlılığı vicdanlarını kendine getirsin!
Kendine gelmezlerse yanan şehirlerin küllerinden özgürlük ve esenlik yükselten milletlerin kan nehirlerinde boğulsunlar.
kış mevsimini onun kadar şiirsel anlatan başka bir yazara rastlamadım.
--spoiler--
Sıcak bir odanın buğulu camından dışarıya bakınca kış; hiçbir zamanın olmadığı kadar şiirsel. Kar, şiiri bütünleyip çoğaltmak için bulunmaz fırsatların bohçasını açıyor önümüze. Unutmak için, acıların içimizi tırmıkladığı kanayan yerlere buz koyup yaraları hafifletmek gibi iyi geliyor kış! Aşırı buzlanma tabelalarını bile beyaz örtüyle kapatıyor şiir. Beyaz örtülerini giyecek gelinlik kızlar kadar heyecanlanıyor insan. Beyaz örtüleri kefen olmuş ölüler kadar cansızlaşıyor!
--spoiler-- link
--spoiler--
Bücürüğüm...
Kötü bir çocukluk geçirdim.
Kurbağalarla uyudum.
Dünya dönerken başım da çokça döndü.
Kimsenin oyun arkadaşı değildim.
Sonra büyüdüm.
işin doğrusu kızlar da beni sevmezdi.
Kimse sevmezdi
Kaç kişi tarafından reddedildim, itilip kalkıldım hesabını bilmiyorum.
Gururu incinmiş, aşağılanmış, deliye dönmüş, kendini kanıtlamaya çalıştıkça dışlanmış durmuşum.
Bakmayın Bruni ile takıldığıma falan, zaten o da yanımda durunca benden daha çok ilgi görüyor.
Kurbağalar bile öpmez beni.
--spoiler--
Aklınız durgundur.
Oturup “Hayat güzeldir.” diye yazmak gelir içinizden.
Gerçekleşmesini bekledikleriniz için “Umut büyüktür.” diye yazmak.
Belki “geçecek, her şey geçecek” diye yazmak,
Şiir yazmak,
Bir arkadaşınıza mektup yazmak belki de...
Belki radyo dinlemek geliyordur içinizden,
Belki sevdiğiniz bir şarkıya eşlik etmek,
Islık çalmak belki...
Ya da şiir okumak, deniz taşlamak, çizgi film izlemek, resim yapmak türünden şeyler.
Sosyoloji okumak istersiniz belki;
Edebiyat, psikoloji, felsefe, sanat tarihi...
Sevdiğiniz bir yazarın kitabını...
Gazeteden bir köşe yazısı…
Alıp başınızı gitmek istersiniz belki;
Uzaklara, bir arkadaşınızın yanına,
Annenize,
Bilmediğiniz bir şehre…
Okula, camiye, kırlara, ilk gençliğinize,
Çocukluğunuza.
Hep yaşamak istersiniz ama
Hiç ölmek istemezsiniz.
Kimse ölsün istemezsiniz.
Her şey geçsin, kötü günler geçsin istersiniz.
Gazeteler “Bugün hiç kötü haber yok!” diye manşet atsın istersiniz.
Haber bültenleri “Bugün hep güzel haberler vereceğiz.” diye başlasın.
Hayat, her gün bayram olsun istersiniz.
Ama olmaz işte!
“Ölüm, bomba, terör, çatışma, müdahale” kelimeleri önce kaleminizi kirletir.
Sonra mevsimlerinizi, şiirinizi, aklınızı, hayallerinizi, bildiklerinizi, okuduklarınızı, yaşama isteğinizi kullanılamaz hale getirir.
Bir haber duyar telefona sarılır ve sevdiklerinizi arasınız.
“Çok şükür iyisin!” dersiniz.
Ya iyi olmayanlar, ya tanımadığınız ölümler...
işte onlar var ya, o ölümler,
Önce duru aklınızı başkentinden vururlar.
Yaşama kaynağınız olan her şeyi...
Sonra şiirinizi, şarkılarınızı ve dualarınızı unuttururlar.
bugünkü yazısında nevruzu neden kürtlerin sahiplenmeye çalıştığı sorgulamış yazar.
ciddi eleştirileri ve umutları var.
`Siz ne yaparsanız yapın:
Bu ülkenin insanları kandil geceleri birbirleri için dua etmeyi bırakmayacaklar!
Bir bayram namazı çıkışında tanımadığımız insanlara sarılarak kardeş olmaya devam edecekler!
Kurbanlarını ayrım gözetmeksizin dağıtmaya; uzakları yakınlaştırmaya devam edecekler!
Siz ne yaparsanız yapın, bu toplumun insanları birbirlerini sevmeye, bir arada yaşamaya ve birbirlerine çorba pişirip götürmeye devam edecekler.
Siz ne yaparsanız yapın, zalim Kral Zuhakın elinden sizi kurtaran iyi insanlar var olmaya devam edecek.
Ve bahar kursağımızda bıraktığınız yaşama sevincine rağmen gelecek.`
intihar, korkunç bir ölüm şeklidir. Ona yol açan ruhsal ıstıraplar genelde uzun, şiddetli ve hafifletilemez olanlardır. Bu keskin acıyı yatıştıracak bir morfin yoktur. intiharda, ölüm çoğu kez şiddet dolu ve tüyler ürperticidir. intihar etme eğiliminde olanların acısı kişisel ve tarif edilemezdir; bu yüzden böyle bir ölüm geride kalan aile fertlerini, arkadaşları ve meslektaşları anlaşılamaz bir kayıp duygusu kadar suçluluk duygusuyla da başa çıkmak zorunda bırakır. intihar, kötü sonuçlarında tarifi imkânsız bir şaşkınlık ve yıkımı barındırır.
Birçok kereler intiharın eşiğinden dönmüş, yakın arkadaşlarından birinin intihar acısını yaşamış, psikiyatri profesörü unvanına sahip az sayıda kadından biri olan Kay Redfield Jamison intiharı ve kötü sonuçlarını böyle tanımlamıştır. Prof, Jamisonın depresyonel ve bipolar hastalıklar geçirmiş bazı şair ve sanatçıları ve bu hastalıkların nedenlerini araştırdığı Ateşe Dokunanlar; Manik-Depresif Hastalığı ve Sanatsal Mizaç adlı kitabında şairliğin aklî hastalıklara açık, klinik tedaviye en fazla başvuran mesleklerden biri olduğu belirtilmiştir. Kitapta özetle yaşamının merkezinde sürekli şiir olan insanların kendilerini sosyal hayattan gitgide soyutlayarak akıl hastanesine düşme veya intihar etme olasılığının yüksek olduğunun altı çizilmiştir.
Elbette şairlerin intihara neden bu denli istekli olabileceğini uzun uzun tartışıp, eylemin ahlâka uygunluğu ya da aykırılığı üzerine bir hayli felsefi çaba da harcayabiliriz. Ama her zaman daha önemli soru, intiharı düşünenler için ölümün değeri ve yararlılığı acaba nedir? olmalıdır. Şair, kendini imha için seçtiği akıl almaz metotlar ve geride bıraktığı intihar notlarıyla kime, ne anlatmaya çalışır? Hayatla bağlarını sessiz sedasız koparmak yerine, neden geride kalanları acı ve pişmanlığa sürükleyen ilginç ölümleri tercih eder? Niçin kendine sunulmuş yaşam hakkını intiharla, alkolle, bazen tıbbî müdahaleyi zehir ilan edip reddederek, bazen yazdığı her şeyi ondokuzunda yakıp silaha ve savaşa koşturan Rimbaud gibi hayatını acılarla yineleyip durur? Acaba şair yaşam boyunca şiirlerinde aradığı ilgi ve farkedilme beklentisinin zirvesine, yok oluşla mı ulaşır? J.Paul Sartrenin tespitiyle intihar, var olmanın bir başka yolu mudur? Ya da Zweigin tanımlamasıyla şair Bazen ölmeyi beceren ve ölümden zamanı aşan bir şiir yaratmayı bilenlerin uğraşı mıdır? Kısaca bu sorular felsefe, şiir ve sanatla uğraşan herkes niçin melankoliktir? diye soran Aristodan beri hep aynı
Şüphesiz karşılaşılan savaşlardan, ölüm, felaket ve sosyal hayat koşullarından en fazla etkilenen kişilerin şairler olduğu aşikârdır. Elleri kaleme, düşünceleri kelimelere tutunan nice şair, yazar ve edebiyatçının hak etmedikleri bir hayat yaşadığı; birçoğunun ömrünü yoksulluk, bakımsızlık ve hastalıkla mücadeleyle geçirdiği bilinmektedir. Bireysel mutluluklarından vazgeçip muhalif olabilen, düzenle hesaplaşabilmenin anahtarını şiir gören ve kırılgan bir kalbin sahibi olan bu insanların, şiirle kuvvetlenen ölüm duygusuna dirençlerinin hep sınırlı ve sıfır noktada olduğu söylenebilir. Sonuçta, kendini gaz odasına kilitleyen, elektrik direğine kravatıyla asan, naylon poşetle nefessiz bırakan, saçlarıyla kendini boğan, matkapla beyninde delik açan, usturayla şah damarını kesen ve intiharı sorunlarını giderici, çare bulamadığı acılarını dindirmeye yarayan, hayatı boyunca karşılaşamadığı huzur ortamını getirecek çözüm gören müntehirler hakkında yaptığımız yargılamalar maalesef bu gerçeği değiştirmeyecektir. Ölümle yüzleşmek için fazlasıyla cesur veya hayatla yüzleşmek için fazlasıyla korkak bir davranış olarak gördüğümüz intihar, şairler için genelde kötürüm hayatın en kolay çıkış yolu, çoğu kez mecbur hissedilen bir kurtuluş hamlesi olmuştur.
intihar eden kişilere toplumsal bakış açıları konusunda yapılan araştırmalar modern toplumların trajik ölümleri en fazla şairlere yakışan bir ölüm biçimi olarak algıladığı ortaya koyuyor. Yine aynı araştırmanın sonuçlarına göre modern toplumlar; sıradan kişilerin ölümlerini korkaklık ve kaçış olarak görürken; yazar, şair veya sanatçı intiharlarını destanlaştırıp, neredeyse intiharı gerektiğinde olumlu bir davranış olarak algılayabildiklerini ortaya çıkarmıştır. Oysa yaklaşık yüzyıl önce toplumların düşünce yapısı, gelenek ve görenekleri, inanç ve yaşam koşulları intihar girişimlerine genelde olumsuz tepki göstermiş, toplumsal kanun koyucular da, tek tanrılı bütün dinler gibi uyarı ve sert önlemlerle insanlığı bu korkunç eylemden korumaya çalışmıştır. Bu önlemler toplum medeniyetlerine göre farklılık göstersede genelde şair, yazar ve sanatçıların eserleri intihar vakalarından doğrudan sorumlu kabul edilerek sansürlenmiş veya imha edilmiştir. Avrupanın birçok ülkesinden intihar edenlerin kalbine kazık çakılıp, ruhu cesedinden çıkmaya fırsat bulamasın diye yoğun bir kavşağa atılmış, üzerine taş dökülmüştür. Örneğin Finlilerde müntehirler yıkanmadan, kıyafetlerine dokunulmadan ocak maşasıyla yüzüstü gömülmüş, Fransada cesetleri sokaklarda baş aşağı sürüklenmiş, daha sonra bir fosseptiğe ya da çöplüğe bırakılmıştır. Bir dönem ülkemizde de önlem olarak intihar haberleri yapmak yasaklanmıştır. Fakat özellikle yaşadığımız çağda kendini öldürme isteğine varacak kadar umutsuzluk ve çalkantı içinde olanlara merhamet gösterilmesi gerektiğini savunan görüşlerin kabul görmesiyle tepkiler yumuşamış ve müntehirlere bakış açısı da değişmiştir. Kısaca kimi zaman bir devlet adamı, üst rütbeli bir subay, şöhretin zirvesinde başarılı bir sanatçı, servet sahibi zengin bir işadamı veya genç bir şair hiç beklenmedik bir zamanda kendi hayatının ipini çekmektedir.
intihar vakalarında en çok merak edilen konu, müntehirleri bu ürkünç eyleme hangi sebeplerin götürdüğüdür. Tarih boyunca intihar vakaları konusunda yapılmış yüzlerce inceleme ve sosyal tahliller olduğu hepimizin malumudur. Fakat edebiyat ve intihar ilişkisi özellikle son çeyrek asırda araştırmacıların genel vakalardan ayrı tutarak bilimsel olarak incelemeye başladıkları yeni bir alan olmuştur. Özellikle şairlerin yaşamları, ilginç ölüm metodları, geride bıraktıkları notlar bir bütün olarak incelendiğinde kaçınılmaz olarak toplumları meraklandıran gizemli bir ilgiyi de üzerine çekmiştir. Pensilvanya Üniversitesinden araştırma görevlileri Shannon Wiltsey ve yazar James W. Pennebaker şairlerin intihar, ölüm ve akıl hastalıklarının nedenleri konulu bir araştırma yapmışlardır. Araştırma sonuçlarında birçok şairin intihara teşebbüs etmemiş olsa bile, hayatları boyunca bir çeşit depresif düzensizlik yaşadığı iddia edilmiştir. Şairler arasında intihar oranının diğer edebi yazarlar ve genel nüfusa göre daha yüksek olduğu belirtilen araştırmada, intihar eden şairlerin yazdıkları şiirlerde, intihar etmeyen şairlerden çok daha fazla oranda ben, benim gibi birinci tekil şahıs kelimeleri kullanmış oldukları gözlemlenmiştir. Ayrıca intihar eden şairlerin şiirlerinde, konuşmak, paylaşmak, dinlemek gibi sosyal bağlantı içeren kelimeleri olabildiğince az kullanmış oldukları da örneklerle ortaya konulmuştur.¹
Edebiyat, felsefe ve şiirle uğraşan yazarlarının ölüm ve intiharları üzerine kapsamlı araştırma yapan bir başka isimde Amerikalı bilim adamı Dr. James Kaufmandır. Muhtelif dönemlerde ölen veya intihar eden 1987 yazarın hayatını inceleyen Kaufman; araştırmasına konu olan yazarları romancılar, şairler, oyun yazarları ve diğerleri diye sınıflandırmıştır. Aralarında Türkiyeden de edebiyatçıların bulunduğu araştırmaya göre şairlerin, edebiyatın diğer dallarıyla ilgilenenlerden daha erken ölümle tanıştığı, bunun sebebininse şairler arasındaki intihar oranlarının yaş ortalamasını düşürmesi olarak tanımlamıştır. Dr Kaufman Journal of Death Studies dergisinde yayınlanan araştırmasında, şairlerin ruh hastalıklarına yatkınlığında en temel sorunları normal bir insandan daha fazla düşünme, yalnızlık hissini çok daha şiddetli yaşama, zirveye erken yaşta çıkma, içlerine kapanma ve sosyal hayatla olan bağlarının şiirle gitgide zayıflıması olarak sıralamıştır. Şairlerin yaşamla bağlarını erken koparmalarınıysa onların iç dünyalarında olup biten sancıları şiirle atlatmaya çalışmalarına ve bu duygular şiirin onaramayacağı bir dereceye eriştiğinde düştükleri ruhsal bunalımla kendilerini imha etmeyi son çare olarak görmeleriyle açıklamıştır. Şairliğin akıl hastalıkları ve depresyonla ilişkili olduğu düşüncesinin çok abartılan romantik bir adet olduğunu savunan karşı bir cephe olsa da; Kaufman şiirin kendine zarar vermeye yatkın insanlar için daha cazip bir uğraş olduğunu araştırmasında bilimsel olarak ortaya koymuştur. Dr Kaufman ayrıca, Kendi kendini imha konusunda, kadınların erkeklere göre daha aceleci davrandığını, kadınların ruhsal sorunlarla baş etme olasılığının erkeklere göre çok daha düşük olduğunu ve bu durumu, yirmi dokuz yaşında yaşamına son vermiş bir kadın şairin, Sylvia Plathın adıyla anıp, Sylvia Plath etkisi olarak adlandırmıştır.
Deliliğe Övgü
Sylvia Plath teorisin en temel özelliği özgün üretimle deliliğin bağdaştırılmasıdır. Teori özetle özgün üretim yapabilmek için insanın içsel duygularını normal insanlardan çok derin hissetmesi gerektiğini, bu derinliğin boyutlarının kontrolden çıkmasının şairi intihara kadar götürebileceği temeline dayanır. Aslında Plathın hayatı bu teorinin en belirgin örneği gibi ortada durmaktadır. ilk intihar denemesinden sonra depresyon tedavisi gören ve iyileşen Plath buna rağmen sırça fanus isimli romanında kimsenin bilmediği intihar girişimlerinden, yaşamla ölüm arasında sonu belli olmayan tehlikeli ara hamleler yapmasından ve kazandığını düşündüğü deneyimlerinden de övgüyle bahsetmiştir.
Yine yaptım, on yılda bir beceririm bunu ben!
Her şey gibi eşsiz bir ustalıkla yapıyorum bu işi,
Öyle ustaca ki insana korkunç geliyor
Öyle ustaca ki gerçeklik duygusu veriyor,
Bu konuda iddialıyım sanırım.
Şairlerin intiharı konusunda yapılan bütün araştırmalarda hayatı ve trajik ölümü incelenen ve en bilinen kadın şairlerden biri olan Plath, şüphesiz yazdığı şiirlerin yanı sıra kendini gaz odasına kilitleyerek ölüme gidişiyle de sembol olmuştur. Kaufmana göre, Plathın yaşamı boyunca intihara bu denli yakın durması, bütün bir hayatı ele alınınca oldukça dramatik bir anlam ifade etmesi ondan sonra gelen birçok kadın şair ve yazarı da etkilemiştir. Türk edebiyatında Nilgün Marmara intiharı Kaufmanın Sylvia Plath etkisiyle ilişkilendirilir. Plath hayranı ve Plathla aynı yaşta intihar eden Nilgün Marmara, Sylvia Plathın şairliğinin intiharı bağlamında analizi adlı tezinde şöyle yazmıştır: Çektiği acıyı mısralarıyla yenmeye çalışmışsa da, eserleri doğaçlama yaşanan bu tutkulu hayatın ölüme yenik düşmesinin kanıtıdır. Plath için şiir, dış dünyanın tehdidine katlanma ve izolasyon olasılığını sağlayan bir sığınaktır. Bu izolasyon gerçeklerden kaçış ama mutlaka fark edilme olarak yorumlanabilir.
Plathın neredeyse bütün kaosunu özetleyen Sırça Fanus adlı romanındaysa kendi hayatına ilişkin çarpıcı ipuçlarına rastlarız. içinde ölü bir kelebek gibi tıkanıp kalmış biri için dünyanın kendisi kötü bir düştür
Benim için şimdi sonsuzdur, sonsuz da sürekli olarak değişir, akar, erir. Yaşam bu andır. Geçip gittiğinde, ölüdür artık. Ama her yeni anla birlikte yeniden başlayamazsınız, ölü olana göre yargılamak zorundasınız. Bataklık kumu gibi tıpkı Daha başından umutsuz. Bir öykü, bir resim, heyecanı biraz yenileyebilir, ama yeterince değil, yeterince değil. Şimdinin dışında hiçbir şey gerçek değildir, daha şimdiden yüzyılların ağırlığının beni boğduğunu duyumsuyorum. Bir zamanlar, yüz yıl önce bir kız yaşamıştı, şimdi benim yaşadığım gibi. Sonra öldü. Ben şimdiyim, göçüp gideceğimi de biliyorum ama. Doruktaki o an, o parıltı gelip geçiyor, sürekli bir bataklık kumu. Ama ben ölmek istemiyorum
Plath, Temmuz 1950
Sonuç olarak; beynin bilinmeyen köşelerinden her parlamasında başka kıvılcımlar saçan bu tılsımın hayata tahammülünün az olduğu her halinden anlaşılıyor. Şairlerin normal insanlara göre duygularını çok daha şiddetli yaşayan, yaşadıkları için yazabilen, kitleleri bu derin duygularıyla etkileyebilen farklı insanlar olduğu bir gerçek olarak önümüzde durmaktadır. Sebebi ne olursa olsun belki de Ölmek istemiyorum diyen şairlerin, sürekli ölmek için çaba harcamaları ve ölümden bahsetmeleri ölüm ve yaşam arasında fark edilmenin, toplumsal bir tavrın, muhalif bir duruşun ve duygu derinliğinin içinden çıkılmaz son hamlesi olarak kabul edilebilir. Şairler ölmek istemezler, çünkü ölmek unutulmak, yok olmak demektir. Şairler ölmek isterler, çünkü ölerek yaşamak onlar için hep daha cezbedici bir duygudur! Bu açıdan bakıldığında şair belki de son hamlesini, hayata sınırlar koyan, onu basitleştiren bütün yaşam koşullarına şiirlerin ölümsüz dizeleriyle ölüm diye bağırarak yapar!
Şairin Son Sığınağı intihar Nurdal Durmuş
otuzuncu harf edebiyat ve düşünce dergisi beşinci sayı.
hiç sesler isimli kitabı çıkmıştır.
yazarın denemelerini okuyunca hayatınıza çarptığınızı hissedersiniz.
Yazmak, aslında bilmenin değerini başkalarına ulaştırmak için ortaya konulmuş ve hiçbir zaman aşılamayacak büyük bir icattı. diyor ve devam ediyor; Nuh son anda bileğimi kavrıyor:
Çok dünya yutmuşsun! Ama oldu işte. Kurtuldun!