nilgün marmara

entry341 galeri24
    26.
  1. "en yakın yabancı sendin,
    daha sürülmemişken ışığın biberi
    yaramıza,
    yaslanırken boşlukta duran bir merdivene
    henüz.

    güzdü sonsuz bir çöle takılan bakışımız,
    ilkyaz derken -kışı gözden kaçıran
    yüzlerce eller yukarı, saygı duruşlarımız
    en güçsüz kollarla-

    çözüldü aşkın zarif ilmeği
    bulandı aynalar duruluğu.
    çok gizli bir doğru gecenin toyluğunda
    bilmedik çekenin yanlış bir uzaklık
    olduğunu...

    yabancıların en yakınıydın sen!"
    2 ...
  2. 27.
  3. ılık bir süzülüşle
    geri dön hayat,
    bırakma yeryüzü salına
    tünemiş pek kara kuşlar
    örtsün bakışımı,
    görmek acısı sürsün
    pencere tutsağının
    düşsün hayatı suya...
    2 ...
  4. 28.
  5. 29.
  6. 30.
  7. "nilgün ölmüş. beşinci kattaki evinin penceresinden kendini atarak canına kıymış. ece ayhan söyledi.
    çok değişik bir insandı zelda (bir adı da zeldaydı). akşamları belli saatten sonra kişilik, hatta beden değiştiriyor gibi gelirdi bana. yüzü alanır, bakışlarına çok güzel, ama ürkütücü bir parıltı eklenirdi. çok da gençti. sanırım, otuzuna değmemişti daha.
    bu dünyayı başka bir hayatın bekleme salonu ya da vakit geçirme yeri olarak görüyordu.
    dönüp baktığımda bir acı da buluyorum nilgünün yüzünde. o zamanlar görememiştim. bugün ortaya çıkıyor"
    *
    4 ...
  8. 31.
  9. " biraz büyük bir kız çocuğuydu, biraz küçük bir kadındı o...doğurganlığını reddeden...çoğalmak istemiyordu. neden çoğalmak istemediğini bir gün, gürültü yapan çocuklarını yüksek sesle uyaran ablası aylin'e anlatmıştı; 'işte bu yüzden, kendi çocuklarımı incitirim diye anne olmak istemiyorum.' bir başka sefer, ' mutsuzlar ordusuna yeni bir nefer katmamak için ' anne olmak istemediğini söylemişti. "

    perihan özcan
    k dergisi, 16 kasım 2007, s: 59
    8 ...
  10. 32.
  11. ÇOK GÜZEL

    Durma artık burada uysal âşık!
    Aydınlık milinin yatağında.
    Bilemiyoruz belki de meşe o ağacın adı,
    Anlayamıyoruz varolduğumuzu gölgesinde
    ağırbaşlılığının.
    Veda geliyor şimdi, öğretmek için
    sergilenmeyi, uçuşan geriye dönen
    vakitte.

    Kime, kime gönderiyor incelen yapraklarını
    yüzün, kavisin beyaz yanağıyla?

    Bu aklıkta, minarem mavi benim.
    Işığım denize kayıyor, bir sayıklama
    izleğiyle, bir zamanlar pay verdiğimiz
    insanlığa!

    Nilgün MARMARA
    4 ...
  12. 33.
  13. GÖKKUŞAĞINDAN DARAĞACI

    Şimdi'nin bedeni yok,
    Yontuyor geçmiş bilgisiyle
    gelecek belki olur diye taşı,
    taşını kokluyor
    yontu dağılıyor...

    Şimdi'si yitik
    bundan boyuyor
    boyuyor evine aldığı
    ağacın üzerine tüneyip
    duvarını, tavanını, geçmişi
    ve geleceği ve her yanını;
    dal kırılıyor...

    Şimdi'si yitik
    diziyor diziyor notalarını,
    göğe ışık üzerine boncuklarını,
    ucuza getiriyor varlığını
    sonsuzun sessizliğiyle
    sonlunun gürültüsü arasında,
    O bitirince kıyısında gezindiği
    yol çöküyor...

    Şimdi'si yitik
    bundan yazıyor
    yazıyor enine boyuna
    içini ve dışını ve yeri
    ve göğü ve suyu,
    bindiği kadırga
    o inince batıyor

    Ağustos 87
    3 ...
  14. 34.
  15. KAN ATLASI

    Emel'e
    "Ben babamın yuvarladığı
    çığın altında kaldım."

    Çolak mırıltılarla dövmelenen çocuk
    her gün her gece eğer adasında,
    Gözü ağzı elinden alınmış, yosunlar
    sarmış bedenini çığlıklarken bunu
    su içinde...

    Karada, hançer suratlı abinin rüzgarında
    uçar adımları.
    Geçmiş ilmeğinde saklıdır arzusu
    içinden karanlık, tekrar ve ilenç
    sızdıran hayret taşında.
    Soruyor hatırasında, "sırtımda ve
    sırtında gezinen bu ürperti kim,
    bir damla süt yerine bu ağu kim?"
    ay gözüyle bakmayan kavruk akıllara
    -boy atmış da salgıları,
    cücelmiş sezgileri-
    bir yanılgı rehavetinde debelenenlere...

    Ey, yüzleri
    bir babakuş gölgesine
    çakılmış olanlar,
    Üzgün adım, ileri marş!

    Aralık, 86
    2 ...
  16. 35.
  17. KUĞU EZGiSi

    Kuğuların ölüm öncesi ezgileri şiirlerim,
    Yalpalayan hayatımın kara çarşaflı
    bekçi gizleri.

    Ne zamandır ertelediğim her acı,
    Çıt çıkarıyor artık, başlıyor yeni bir ezgi,
    -bu şiir -
    Sendelerken yaşamım ve bilinmez yönlerim,
    Dost kalmak zorunda bana ve
    sizlere!

    Çünkü saldırgan olandan kopmuştur o,
    uykusunu bölen derin arzudan.
    Büyüsünü bir içtenlikten alırsa
    Kendi saf şiddetini yaşar artık,
    -bu şiir -
    Kuramadığım güzelliklerin sessiz görünümü,
    ulaşılamayanın boyun eğen yansısı,
    Sevda ile seslenir sizlere!


    Nilgün MARMARA
    1 ...
  18. 36.
  19. KUŞUM VE BEN

    Kuşum ve ben bir aynada
    uyuyoruz, kafesimiz yatağımız
    yüzlerimiz eşlerine baka baka
    sonsuz kar altında uyuyoruz
    kuşum ve ben.
    Eşim ve ben kızıl bir bağla
    bağlıyız birbirimize
    Çözülürse yoksulluk sevinir

    Aynamızın içinde tek bu bağ...
    Kızıl kıskanç eşim kuşum ve ben...

    Nilgün MARMARA
    1 ...
  20. 37.
  21. TOZ-DEM

    Kısacıktı
    karşı yolculuklarımız kara
    ve deniz üzerinde-

    Şafağın bodrumuna inerken sen,
    Hançerin ivmesiyle yükselirdim
    dul pencerelere.

    Azıcıktı
    köpük boz
    denizde ve karada
    Koyu bir saatin içinden
    çıkılamadı
    bir an yine de!

    Belki gülden
    kalma bir iz yanağındaki,
    Eski sabahın sarı gülünden
    üzerine deli gözünü bıraktığın...

    Öldüğünde,
    çekmecemde duran bu göz,
    incelikle çıkarılacak,
    bir jiletin enginliğine,
    Çözülecek gizi
    O çarpık retinanın, ağ tabakanın...

    Kasım, 1985

    Nilgün MARMARA
    2 ...
  22. 38.
  23. TOMORROW WILL BE ANOTHER DAY

    -sevim'e-

    Belki ona gideriz yarın,
    Belleksiz sevgiliye,
    Poplin elli korkak çocuğa,
    Duyarlığı, unutkanlığının kanı
    anaya-
    Ona belki gideriz yarın,
    Gören gözlü kör güzele,
    Çılgın gülüşlü bebeğe,
    Yüreği, sızlanan ruhunun göğü
    yavrucağa-
    Yarın gideriz belki ona,
    Unutuşun türküsü, bekleyiş
    tortusunda,
    Esnek kokulu çiçeğe,
    Kaynak bakışlı Venüs'e-

    Ya nasıl dönüş sonra?
    2 ...
  24. 39.
  25. Nilgün Marmara, şiirlerinde çoğunlukla, 1. tekil kişinin düşle gerçek arasında gidip gelen, kırılgan izleklerini kullanırdı.
    0 ...
  26. 40.
  27. Ancak Yazgıdır Bu

    Sen ne getirdin bana çocukluğundan? şen kahkahalar ulumalar dona kalmalar mı? Üzüncün senin hangi çağrışımlara uzandı benim eskil saatlerimde? geçmişsiz ve geleceksiz suç sevinçleri, deniz kıpırtılarınca yürek dalgalanmaları? titreyerek uçurulan köpükten balonlar, anlık aşkın tasarımlar mı?

    nasıl bir ak konutun isteklendiricisi oldun anılarıma düz baktıran ah, ben pembe fistanımla kuşanırdım dantelalı tafta yumuşaklıkla savaşırdım kovmaya, çifte yetkeyi hiçlemeye annemi ve uykuyu öğle sonlarında ürkünç odaların!

    diledin mi yanında tümden varolmayı an için ve bir kaç sonrasında hiç yokmuşçasına beklememeyi bir şey çevremdekilerin uyumundan başkaca?

    yok böyle bir şey yok! sunduğun sağaltımı kaçkın bir geçmiş, sayrılık tutsağı bir gelecek duyumu bulanık, sisi varlığının üzünç kanıtı bir vaktin şimd'i_ beni bağışlayan sarsan aşan bizleri mor birliktelik…

    Nilgün Marmara
    1 ...
  28. 41.
  29. Gizi Kazınmış Aynada Yüzyüze Geldiler.

    Pencerede elmas tanecikler ve çevresinde delikler. Göz için. Deli. Çöl faresi. Kum bekçisi. Cımbız gözlü. iğne burunlu. Eskiden bir yıldızmış. Göğünü yitirmiş. Kumda şimdi. Falına bakıyor. Yeniden dönecek mi? Taneleri kimi zaman tek çıksın diye sayıyor. Olmuyor, çift çıkıyor. Bazen 'çift' tutuyor içinden. Bu kez de tek çıkıyor.
    Bulamıyor gök kuma hangi sayıyla yazılmış. Geceleri iyice umutsuz, renk körü... Çölde her şey birbirine karışıyor. Yakınındaki ev bir canavar, kıpırtısız, tetikte. Penceresinde elmas tanecikleri var, bunun ayrımında. Ardında bir karaltı bazen; izleniyor, bunun da ayrımında. Cımbız gözlerini belli etmeden odaklıyor pencereye doğru, dönüp, dikeliyor. Işıklıysa zaman, maki şemsiyesinin gölgesine sığınıyor. Bulutlu günler saydığı bir yana aktardığı kum taneciklerinden oluşan tepenin üzerine tünüyor. Paranoyak bir fare. Canavardan çok korkuyor. Çöle eklenmiş denize bakıyor geride duran elmas çerçeveyi unutmadan. Her ikisini de anlamıyor. ikiye ayırıyor tek ve çift gibi. Arkadaki canavarın sayısı tek, önünde açılan mavilik çift. Suya varamıyor, ıslanma korkusu var, eve de dokunamaz her gün her gece orada tek başına; pencere; karaltı; canavar... Dehlize iniyor, ürpertiyle kıvrılıyor karanlığa. Çıkarsam, çıkarsam, bakacak aşağılıyarak, anlayışsız, ezercesine, bakacak bana. Denize bakıyormuş gibi yapıyor beni izliyor, saydığım tanecikleri, şemsiyemi, dehlizime inen delikleri... Gözlerime bakıyor. Gözlerimi cımbıza benzetiyor, iğne burunlu diyor bana, deli diyor, kum bekçisi diyor, göğünü yitirmiş bir yıldız diyor bana, kumda fal baktığımı sanıyor, gök haritasındaki yerimi bulmaya çalıştığımı. Renk körüymüşüm, paranoyakmışım, umutsuzmuşum, korkuyormuşum denizden evden ondan. Dehlizimde tetikte beklediğimi düşünüyor, tedirgin olduğumu. Bilmez ki tüyle kaplanmış et ve kanda akışan hayvan erincini. Diş ve tırnak ve kuymk ve kürk ve hız ve kayma ve... Dişlerini gösterecek bir gün, maskesi düşecek diye düşünecek. Hayvan dişlerini. Hayvan güldü. Güldü hayvan oysa, bilemez. Öfke sanacak, saldırıdaki inceliği öfke bilecek, kin kabul edecek tümünü, dişi, tırnağı, kuyruğu, kürkü, hızı, kaymayı.
    Her gün her gece her an önünü ve ardım düşünüyor. Hiç bir düş kurmadan, yalnızca ön ve art. Art ve ön. Uluma ve dokunma korkusunu yenerse suya dalabilir, yüzebilir, dönüp canavara tırmanabilir. Pencerenin elmas taneciklerinden birine yakın durup bir deliğe yaklaşarak dişlerini gösterebilir. Öç alma duygusuyla yanarak 'Neden büyüdünüz, genleştiniz, yayıldınız, gövdelerinizle, aletlerinizle, anlaklarınızla, aşklarınızla, ağlatılarınızla, güldürülerinizle, yüceliklerle, bayagılıklarla; bu yerküreyi nasıl iyeliğinizin bir yapıtı olarak algılıyor onu altetmeye çalışıyorsunuz? ' sorabilir. Neden ve nasılla, damarlarında akışan hınç dile, dişe gelir o zaman. Benden tiksiniyor. Donanımlı olduğumu sanıyor, kürkümün bir zamanlar olduğunu, sonra yokolduğunu varsayıyor.

    Nilgün Marmara
    2 ...
  30. 42.
  31. Manolya

    O zaman da aynı karanlık, aynı yarasaydı,
    Manolya delirmezden önce.
    Büyükannemizin kocaman bakla bir evi,
    Uzun pencereleri vardı, sedirinde
    Ölü doğmuş fareler pembeliği.
    Okurduk leziz balgamlı gazetelerini büyükbabamızın,
    Okşarken ve korkarken erkek anamızdan,
    Babamız bir gılman, pir şefkat,
    Acımızın cümbüşünde sarsak bir kukla,
    O yokuşta onursuz müezzin kuşları,
    Sabaha karşılar, akşama karşılar hep,
    Dizleri topunun diplerimiz olmuştu,
    Uzun uzadıya bir fener alayı...

    Karanlık aynı, yarasa aynı,
    Bu eller bu yüzden yıkandıktan,
    Manolya delirdikten sonra.

    Nilgün Marmara
    2 ...
  32. 43.
  33. Yitik Kaynak

    Unutuş bir kaynak olmalı
    Yeni’yi her an’a yaymak için
    Ben sana olmalıyım
    Bana ben bir kaynak

    Görüyorum geç,kıyım çok yakın!
    Biliyorum artık mut uzaklığını
    Sen yüzümü götürüyorsun
    Kendi gözünü bile!

    Gerçek bilirsin,diliyoruz.
    Düz,eğri,çapraz yada değirmi.
    Güzeldir açığa çıkışı yüreğin,
    Sen bil ki,ben de seveyim

    Nilgün Marmara
    1 ...
  34. 44.
  35. Zaman, Yer, Sonra

    Ayla örtünüyoruz çağlardır, buğulu camlar ve farklanmış yüzümüzle. Başkaları uygarlıktan söz ediyor, bilmeden her geriye dönüşün belki ulaşılmaz bir ileriye adım olduğunu. Tohumdan korkuyoruz, yeryüzünün ilgisizliği hafif kılıyor bedenlerimizi, bakışımız göğe yönelirken yürekler serin tutuluyor. Sonra her çınlamayla endişe güğümleri omzuma biniyor; toprağın değişmezliği, yapıların kalıcılığı, anaların istemi kadar tehdit edici yükler. Örümcek ağında gizlenen eski yazılar kinin kuşkusunu kusuyor. Yeniden hatırlanıyor bir zamanın beyaz evleri, dudakların uyarısıyla sonu ertelenen aşkın iyicil kucağı açılıyor, öte dünyanın gerçek konutlarında.
    Çerçeveleri yalnızlıklarımızdan oluşan, kapıları acılardan örülmüş, toz, taş, geçmiş ve şimdiyi saklayan güzellik! Hiç bitmesin diyoruz dingin tavrımız, bir kez seçilmiş uğraşı yaşamdan ayırmamakla. Arınalım, arınalım artık yolsuzluklarından şu densiz yeryüzünün kalık çirkefinden; sevgi yazısıyla!

    Nilgün Marmara
    1 ...
  36. 45.
  37. BIRILERI BENI ÇAGIRIYOR!
    -BURAYA GEL...

    Nilgun MARMARA "Kugularin ölüm öncesi ezgileri siirleri''ni birakarak 13 ekim 1987 de bekleme salonunu teketti. Ne beklenmeyen ne de garip bir varolustu bu. Zaten 29 yilini, hayatini, siirlerini ve rüyalarini ölümün kiyilarinda yasadi. ''Yerlesik yabanciginin acisini'' hissetti daima.

    Tutunamadi Zelda. Anlayamadi, anlamlandiramadi, alisamadi, varolamadi, katlanamadi. Ugrasti yazmaya calisti. Sayfalara kustu 29 yillik kisa yolculugunun gunluklerini...

    Kayip bir yolculugun hiç anlamsiz, trajik dizeleri kaldi geriye. Hissedebilenlerin hiçte yabanci olmadiklari kelimelerle dolu siirler, metinler ve bir de kirmizi-kahverengi bir defter... yitiris, tiksinti, kaybolus, kopus, ölüm!

    "Azimsanamayacak kadar ölmüsüm / Azimsanamayacak denli ölüyüm... Geliyorlar, bu evde dogan yeni bir ölümü görmeye; kosarak, düse kalka yuvarlanarak, sürünerek... Nasil olursa olsun; görmek için bu eski dostlarinin yeni cesetlerini ve göstermek için kendi dirimlerinin kivilcimlarini geliyorlar. Ölüm sessizligi, toz ve küf kokan evden ayrildiktan sonra seviniyorlar canliyiz diye."

    Hiçbir anlami yok hakkinda konusmanin yada cozmeye calismanin.
    Icine dustugu bu yasami sahiplenemeyen bir kucuk kizin varolus cigliklariyla tunellerde yiten yasaminin dingin melodileri sadece....

    Ve simdi yollarinda yasamin
    çiglik tünelleri kazimak
    ve susmak'i
    yazmak
    kalmistir
    isaretleyenlere..."
    2 ...
  38. 46.
  39. KUŞLARA iYi BAKIN !...


    KUŞLARA iYi BAKIN !...
    ________________ -Nilgün Marmara'ya-

    Gidiyor, her şeyi bırakarak
    Yaşamın kıyısında,
    Bir yavru ceylan gibi sekerek...
    Gidiyor vedasında,
    Hiç söylemediği sözcükleri,
    Kimsesizler mezarlığına gömerek...

    ***

    '' Ey iki adımlık yer küre
    Senin bütün arka bahçelerini gördüm ben''
    Nilgün Marmara

    Eyy ruhu dar saraylara sığmayan
    Kürdan kılıçlarla savaşan şair
    Ölüm aslında hiç asil değil
    Ama sen asildin
    Son mektubunda diyordun ya,
    '' Benden sonra kuşlara iyi bakın''
    Bu yüzden bütün kuşlara
    Bir dilim ekmek ve
    Bir yudum su vermek
    Boynumun borcu olsun Nilgün!...

    ibrahim Ormancı
    1 ...
  40. 47.
  41. Hiç ölü bir kadın sevilir mi ?
    Yıllardır, bu soruyu kendi kendime sormaktayım. Hiç ölü bir kadın sevilir mi sahi? 1989 yılında, benden 3 yaş büyük Enver Dayım, bir kuyuya astı kendini. Tam bu sıralarda, yeni yeni blinçlenmeye çalışan bir tıfıl olarak, Nilgün Marmara hakkında yazılanlarla karşılaştım. Nilgün Marmara'da, yaşamak yerine ölümü seçmişti. Kırmızı Pazartesi kitabını bir su gibi okuyup ezberledim.

    Geçenlerde, Radikal Kitap ekinde, Nilgün Marmara ile bir kez daha karşılaştım. Silvia Plath'ı anlatan çalışması ve Daktiloya Çekilmiş Şiirler kitabı yayınlanmıştı. Ne yazık ki, yaşadığım kentte, h emen bu kitapları temin edinemem. Nilgün Marmara'nın mahzun resmini görünce bir kez daha yüreğimden vuruldum. Sevgili Mehmet Başaran'ın kızı, Deniz Başaran gibi. Onun da intiharını Mustafa Ekmekçi'nin yazısından okumuş, ardından çıkan kitabı okumuş, hatta askerde, çarşı izninde Mehmet Başaran'ı bizzat ziyaret edip, bu yürek yarasını canlı canlı canlı tanık olmuştum. Neden şairler, intihara meyillidir? Yaşam yerine, ölümü seçmek, güçsüzlük müdür, yoksa güçlülüğün ta kendisi midir?

    Hiç ölü bir kadın sevilir mi? Şairse, adı da Nilgün Marmara ise sevilir derim.

    ibrahim Ormanci
    3 ...
  42. 48.
  43. Sana pek çok yazı ve şiir adadım Nilgün. Milliyet Blog'ta, 'Hiç Ölü Bir Kadın Sevilirmi?' diye yazım bile çıktı. Ancak resminin olmadığı, bütün yazılar, bütün bloglar öksüz Nilgün. Ben o buğulu resmi görsün isterim herkesin.. Ben o buğulu resim yüzünden, şiir yazarım hala. Çünkü, ilk şiire başlayışım senin intiharını öğrendiğim gündü. Bu kez blogumda resmini koyma cüretini gösterdim bağışla. Nilgün... Mezar adlı şiirini okuyorum, bir amentü gibi'.. Maskelerinizi kuşanıp yalanlarınızı çoğaltın/ Hepiniz mezarısınız kendinizin' demiştin ya hani.
    Sen, hep maskelerden, sahteliklerden yakındın. Sen hiç mezarlardan, ölümlerden korkmadın ki Sevgili Nilgün. Sen 'Uyanıyorum küstah sözcüklerle/ Ey iki adımlık yer küre/ Senin bütün arka bahçelerini/ gördüm ben' diyecek kadar, küstahdın belki. Ben seni, sırf o küstahlığın, ölüme, dünyevi her şeyi meydan okuyuşun için sevdim Nilgün. Sen dünyayı, iki adımlık yer küre olarak betimleyecek kadar alçak gönüllü ve dünyaya ilişkin hiç bir şeyi istemeyecek kadar yürekliydin.
    içimden kuşlar göçüyor. Acının türbelerine gömülü ömrümüz. Ahh be Sevgilim Nilgün, sen yoksun... Bu yüzden acı kokar, nikotin kokar, türkülerimiz bizim. Adını duyduğunda ağlıyorum. 'Erkekler ağlamaz' diyenlere inat. Yoksul anılarım, parasız yatılı okumuşluğum gelir aklıma... Senin gibi, şairler gelir aklıma ağlarım...
    Senin o buğulu resimlerinde, hep pencerede bakan hüzünlü bir yüz görürüm. Bu yüzden pencerelere bakarım ben. Gezdiğim yoksul sokaklarda belki seni görmek umuduyla. 'Seni ben yaman sevirem' Nilgün. Söz denizinde sözüm bitti, şiir denizinde imgem bitti. Senin bir şiirinle haykırıyorum yürek çağrımı..' Ilık bir süzülüşle/ Geri dön hayat/ Bırakma yeryüzü salına/ Tünemiş pek kara kuşlar/ Örtsün bakışımı/ Görmek acısı sürsün/ Pencere tutsağının/ Düşsün hayatı suya....'
    Sen rahat uyu Nilgün Marmara. Bu dünya bıraktığın gibi nasıl olsa!... Bütün Ölü şairlere benden selam söyle!...

    ibrahim Ormanci
    2 ...
  44. 49.
  45. ANCAK YAZGIDIR BU!
    Sen ne getirdin bana çocukluğundan?
    Şen kahkahalar ulumalar dona kalmalar mı?
    Üzüncün senin hangi çağrışımlara uzandı
    benim eskil saatlerimde?
    Geçmişsiz ve geleceksiz suç sevinçleri,
    deniz kıpırtılarınca yürek dalgalanmaları?
    Titreyerek uçurulan köpükten balonlar,
    anlık aşkın tasarımlar mı?

    Nasıl bir ak konutun isteklendiricisi oldun
    __________ anılarıma düz baktıran-
    Ah, ben pembe fistanımla kuşanırdım,
    Dantelalı tafta yumuşaklıkta.
    Savaşırdım kovmaya çifte yetkeyi,
    Hiçlemeye annemi ve uykuyu
    Öğle sonlarından ürkünç odaların!

    Diledim mi yanında tümden var olmayı an için
    ve birkaç sonrasında hiç yokmuşçasına
    beklememeyi bir şey çevremdekilerin uyumundan
    başkaca?

    Yok böyle birşey yok!
    Sunduğun sağaltımı kaçkın bir geçmiş,
    Sayrılık tutsağı bir gelecek duyumu bulanık,
    sisi varlığının üzünç kanıtı bir vaktin
    şimd'i-
    Beni aşağılayan sarsan
    Aşan bizleri mor birliktelik.

    EYLÜL, 1977
    NiLGUN MARMARA
    3 ...
  46. 50.
  47. gün yeni dogar, yol yine uzar, ben bir yolcuyum
    sus kalamadim, gün sayamadim, ben bir mahkumum
    ah ... Vaktim doldu, ah ... çarem yoktu
    hoscakal ...

    çöl firtinasi, gök haritasi, ev uzak bana
    ben gidemedim, gel diyemedim, dünya yasak bana
    ah ... Vaktim doldu, ah ... çarem yoktu
    hoscakal ...

    sıg ilişkiler, boş kelimeler, aşk tuzak bana
    Var olamadim, rol bulamadim, hayat tezat bana
    ah ... Vaktim doldu, ah ... çarem yoktu
    hoscakal ...
    "kış uykusundaki melek"

    Söz: Zeynep Özkal Arıkan
    Beste: Murat Köseoglu
    Beste tarihi: 14.01.1998
    Bu şarkı şair Nilgün Marmara ya ithafen yazılmıştır. Kimi imgeler kendi yazdıklarından alındı zaten (Kum Bekçisi, Çöl Fırtınası gibi). Dünyayla yaralı bir insan. Hayatın neresinden dönülse kârdır diyen bir insan. Şiir yazan, canına kıyan kadın diyen bir insan. Şarkının en sonunda söylenen tümce de ona ait: ;Kış uykusundaki melek. Belli ki, intihar fikri uzun zamandır kafasındaydı. Şarkının bitimindeki vokalli bölüm uzun bir ölüm yürüyüşünü betimliyor.

    *
    3 ...
© 2025 uludağ sözlük