bir ders kitabında geçen pasajda okumuştum. bu şehirde dışarıda sigara içmek ve alkol kullanmak yasakmış. ayrıca metroda iki koltuk kullanarak uyumanında cezası varmış. *
işşiz ama parası çok olan insanların yaşadığı yer. zira iphone ps3 vb gibi yeni şeyler çıkınca önlerinde upuzun kuyruklar görürsünüz veya yine bir film için uzun kuyruklar olabilir.
5 senedir kendisiyle icten ice nefret besleyerek yasadiktan sonra artik yavas yavas sevmeye basladigim dunyanin baskenti. hic uyumayan sehir. gecenin 3unde 4unde metrolar tiklim tiklim doludur. gurultusu kafanizi siker. polis, itfaiye, ambulans her yerdedir. turistik amacli gelirseniz hayran kalirsiniz, ama yasamaya gelirseniz boyle ilk seneleriz benim gibi, herkes gibi mutlaka bok gibi gecer. alismaniz baya bir zaman alir.
efenim new york'tan kasit, manhattan adasinin central park'inin altinda kalan yani 59th st'in alt kismidir. new york'la ilgili butun kartpostallar, resimler her turlu bok kisimda yer alir.
resmi isimlere bakarsak new york abd nin kuey dogusunda yeralan, new england ın da buyuk kısmını sınırlarına dahil eden buyukçe bir eyalettir. baskenti albany olan eyaletin en buyuk kenti ise new york city dir. ancak dunyanın geri kalanında new york denilince insanların aklına eyaletten ziyade sehirin kendisi gelir.
ilk adı new amsterdan olan new york a once hollandalılar gelmiş ancak ingilizlere pek de dayanamadan sehirden silinmişlerdir. new york ilk gunden beri hep bir kultur karmasası olmus ve bu gunumuze kadar katlanarak devam etmişrtir.
sehre birkac acıdan bakalım once:
abd lilere gore new york abd değildir. amerikanın geri kalanında new yorklu lar kaba uc kagıtcı en azından tehlikeli olarak gorululer new york sehrinin kendisi de son derece tekinsiz kalabalık ve yorucudur. işin aslı new york amerikalılara da bir avrupalı ya da asyalıya oldugu kadar yabancı gelir. klasik bir amerikan sehri değildir new york. diğer sehirlerin aksine insanların coğunlugu (turkiye de oldugu gibi) apartmanlarda otururlar ve cogunlugunun arabası olmaz, işlerine cogu avrupalı gibi metro veya taksi ile giderler. bu acıdan amerikanın diğer sehirlerinden epey farklıdır new york.
dunyanın geri kalanı için ise new york hep ulasılması veya en azından gezilmesi hedeflenen ruyaların veya kabusların sehridir. dunyanın her noktasından ama her noktasından insanlar hayallerini gerceklestirmek için new york a gelirler. sadece bu durum bile new yorkluya basarma azmi ve yaratıcılık pompalar.
new york a ya aşık olunur ya da new york tan nefret edilir. ortası yoktur
new yorkya zengin ve fakir yoktur, çok zengin ve çok fakir vardır. (elbette orta sınıfa yaklasan insanlar vardır ama onlar sehir dısında ikamet ederler )
new yok city beş bolgeden ve 4 ada ve 1 yarım adadan oluşur. mahattan adası ve bolesi new yorkluların city derken bahsettikleri yerdir. unlu new york silüeti aslında manhattan siluetidir. manhattan dışında queens, brooklyn, bronx ve staten island sehrin diğer bolgeleridir.
her çağda dunyanın bir baskenti olmustur. bu baskentler dunyanın butun renklerinin ve uygarlıklarının zirvesini içererek bulundukları doneme damgasını vururlar. roma, istanbul, paris, londra ve nihayetinde new york.. çağımızın basketin new york elbette diğer çağların baskentlerine gore daha da canlı buyuk ve ihtişamlıdır.
aslında dunya ekonomisini ceviren ve dunya siyasetine iyi kotu etki eden şirketlerin pek çoğunun merkezi new yorkta değildir.(coca cola: atlanta, microsoft: seattle, mc donlads: chicago, general motors: detroit) bununla beraber dunya uzerindeki kayda değer her buyuk şirket new york borsasında işlem görürür. new york un baskentliğini tescil eden biraz da budur. bunun yanında çağımız her ne kadar sanat çağı olmasa da sanatın merkezi de 1940 lardan itibaren paris in dususe gecmesi ile new york olmustur. silicn vadisi new yorkta olmasa da buradaki şirketlerin hisseleri de nwe york un diğer dev borsasında işlem görür.
son soz olarak eger bu sehirden nefret edenler değil de aşık olanlar listesindeyseniz, new york u terkeder terketmez bir seyler sizi oraya cekecektir. niç bir şehir sizi kesmeyecek gordugunuz her seyi new york ile kıyaslayacaksınız ve vizyonunuzun zirvesini gormus olacaksınız demektir. ayni istanbuldan sonra turkiyenin her yerinin size sakin ve renksiz geldiği gibi new yorktan sonra belki dunyanın geri kalanı size bu sekilde gelecektir.
hayalıyle yasadıgınız,gercekten de guzel olan ama bana ıstedıgımı veremeyen sehır...biz alışmışız istanbul gibi bize tarihi anlatan sehırlere..orda hayat ışıltılı,o kadar beton ve demir yığınları arasında central parkı korumayı basarmıslardır..yemyeşildir..hele sonbaharda mukemmel goruntu alır...eger istanbul u kullanabılsek oraya 10 basar...ama bız de var hata..sahıp çıkamıyoruz degerlerımıze...
Şimdilerde turistlere rahat gelmeye başladı ama 1970'li yıllarda New York'ta öyle dolaşmak, eğlenmek filan imkansızdı. Tehlikesi hayli fazlaydı şehrin.
Hatta şehrin belirli yerlerini dolaştığınızda ölmeniz bile kesindi. Bu benimki durup dururken ortaya çıkan nostalji bir hatıralar seli filan değil. Sadece geçenlerde 'Taksi Şoförü' filmini seyrettim. Film 1970 New York'undan geçiyor. Benim yıllardır anlattığım, kitabını bile yazdığım şehrin o zamanki hallerini, ne durumda olduğunu görmek isteyenlerin, o filme tekrar bakmaları gerekiyor.
Filmde Robert de Niro karakterini delirmeye iten şehirde beladan başka bir şey yok. Arka planda görüyorsunuz, belalı adamlar, fahişeler, pezevenkler ve ölüm havası geziniyor şehir sokaklarında.
Filmin başlarında Robert de Niro, Cybil Sheppard'ı, (Mavi Ay dizisindeki fıstık) 42. Sokak'taki bir sinemaya götürüyor.
Bu aralar Disneyland'e dönüşmüş olan 42. Sokak'ta o zamanlar fahişeler, pezevenkler ve kerhaneler doluydu. Filmde gösterilen sinemayı bilirim ben. 24 saat durmadan porno oynatan sinemalardan bir tanesiydi. O sinemaya gittiğimizde etrafa fazla dokunmamaya dikkat ederdik. Çünkü o dönemde sinemalarda açıkça mastürbasyon yapmak serbestti. Daha sonra anlatacağım oral seks de serbestti. Gayet tabii ki marihuana içmeye de kimse bir şey demezdi. işte Robert de Niro'nun filmde daha sonra delireceği buradan belliydi. Çünkü kadınla ilk buluşmalarında onu böyle bir yere götürdü adam. Ben bu sinemalarda, soğuk günlerde çok oturmuşumdur, esrar içmezdim ama şişem elimde kafayı çekerdim. (ileride iyi bir gazeteci olacağım o günlerden belliydi). Bela belaya buluşmadığı için bir defa hariç başım hiç belaya girmedi orada. O gün ise böyle bir sinemanın tuvaletine gitmek zorunda kaldım. içeriye girer girmez gördüğüm manzara aynen şuydu: Bir adam vücudunda başka yumuşak doku kalmadığından göz altından esrar iğnesini yapmaya çalışıyordu. Bir adam pisuvar yerine dönmüş odanın ortasına işiyordu, falan filan. Bütün bu hengame arasında küçük tuvaletinizi yapmanızın kolay olduğunu sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Ama insanoğlu zorlanınca her şeyi yapıyor işte. Yaptım ve sakin bir şekilde geri çıktım. Çıkarken sakin görüneyim diye ıslık çalmayı denedim ama nedense ıslık çıkmadı bir türlü.
Bu küçük anekdottan da anlayacağınız üzere o yıllarda New York'ta yaşamak bir anlamda freni olmayan bir kızakla dağ aşağısına kaymaya benziyordu. Sonunda bir yerlere çarpacağınız ve başınıza bir kaza geleceği kesindi. Ama ecel gelmeyince de gelmiyor işte. Her şeyin bir vakti var. Alınyazısı galiba bu. O yılları nasıl sağ çıkardım, nasıl kurtardım kendimi hâlâ daha anlamış değilim. Anlamadım ama yeni yeni korkmaya başladım. O yıllarda genciz işte, korku yok. Ama şimdilerde o anılarım bile korkmaya başlamama yetiyor. 'Taksi Şoförü' filmi işte bu tür hatıraları geri getirerek korkuttu beni. Çevremde ölüm ve vahşet olurken yere kıvrılıp bir parkta sabaha kadar uyuyabildiğim, dibi görünmeyen ve kapkaranlık olan her merdivenden aşağıya indiğim, iki ucu tutulmuş sokaklardan kurtulduğum günleri hatırladım ve sanki bugün oluyormuş gibi titredim 'Taksi Şoförü'nü seyrederken.
Belki de ben sadece bu nedenle yıllardır bıkıp usanmadan dönüp dolaşıp hep New York'a gidiyorum. Belki de gitmek zorundayım hatıralarım yüzünden. Eski deli cesaretim de yok, ama olsa da gerekmiyor. Çünkü eski New York artık yok ve hiç olmayacak, belki de böylesi daha iyidir ne bileyim ben.