necip fazıl kısakürek

entry2608 galeri265 video20 ses1
    33.
  1. bekleyen şiiriyle beni mest etmiş kelime sihirbazı, büyük üstad.

    Sen, kaçan ürkek ceylânsın dağda,
    Ben, peşine düşmüş bir canavarım!
    istersen dünyayı çağır imdada;
    Sen varsın dünyada, bir de ben varım!

    Seni korkutacak geçtiğin yollar,
    Arkandan gelecek hep ayak sesim.
    Sarıp vücudunu belirsiz kollar,
    Enseni yakacak ateş nefesim.

    Kimsesiz odanda kış geceleri,
    için ürperdiği demler beni an!
    De ki: Odur sarsan pencereleri,
    De ki: Rüzgâr değil, odur haykıran!

    Göğsümden havaya kattığım zehir,
    Solduracak bir gül gibi ömrünü,
    Kaçıp dolaşsan da sen, şehir şehir,
    Bana kalacaksın yine son günü.

    Ölürsün... Kapanır yollar geriye;
    Ben mezarla sırdaş olur, beklerim.
    Varılmaz hayale işaret diye,
    Toprağında bir taş olur, beklerim...
    11 ...
  2. 32.
  3. solculanın nazımı varsa sağcıların necibi var dedirtiyor. şiir sevmediğim okumadığım için ikisine eleştiremiyeceğim ama iki grubun şiir bayraklarıdır.
    9 ...
  4. 31.
  5. Zindandan Mehmet'e Mektup

    Zindan iki hece Mehmed'im lafta!
    Baba katiliyle baban bir safta!
    Bir de geri adam boynunda yafta...
    Halimi düşünüp yanma Mehmed' im!
    Kavuşmak mı? ... Belki... Daha ölmedim!

    Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,
    Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
    Bu yolda tutuktur hapse düşeli...
    Git vegel... yüz adım... Bin yıllık konak.
    Ne ayak dayanır buna, ne tırnak

    Bir alem ki, gökler boru içinde!
    Akıl olmazların zoru içinde.
    Üstüste sorular soru içinde:
    Düşün mü, konuş mu sus mu unut mu,,?
    Buradan insan mı çıkar, tabut mu?

    Bir idamlık Ali vardı, asıldı
    Kaydını düştüler, mühür basıldı.
    Geçti gitti, Bir kaç günlük fasıldı.
    Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;
    Bahçeye diktiği üç beş karanfil...

    Müdür bey dert dinler bu gün 'maruzat'!
    Çatık kaş... hükümet dedikleri zat...
    Beni Allah tutmuş kim eder azat?
    Anlamaz; yazısız, pulsuz dilekçem...
    Anlamaz ruhuma geçti bilekçem!

    Saat beş dedi mi, Bir yırtıcı zil;
    Sayım var, Maltada hizaya dizil!
    Tek yekün içinde yazıl ve çizil!
    insanlar zindanda birer kemiyet
    Urbalarla kemik, Mintanlarla et.

    Somurtuş ki bıçak, Nara ki tokat;
    Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...
    Yalnız seccademin yüzünde şevkat;
    Beni kimsecikler okşamaz madem;
    Öp beni anlımdan, Sen öp seccadem!

    Çaycı, getir ilaç kokulu çaydan!
    Dakika düşelim senelik paydan!
    Zindanda dakika farksızdır aydan.
    Karıştır çayını zaman erisin;
    Köpük köpük, Duman duman erisin!

    Peykeler duvara mıhlı peykeler;
    Duvarda, başlardan, yağlı lekeler,
    gömülmüş duvara, baş baş gölgeler
    Duvar katil duvar, yolumu biçtin!
    kanla dolu sünger... beynimi içtin!

    sükut... kıvrım kıvrım uzaklık uzar;
    Tek nokta seçemez Dünyadan nazar.
    Yerinde mi acep ölü ve mezar
    yer yüzü boşaldı, habersiz miyiz?
    Güneşe göç varda kalan biz miyiz?

    Ses demir, su demir ve ekmek demir...
    istersen demirde muhali kemir,
    Ne gelir elden kader bu emir...
    Garip pencerecik, küçük, daracık;
    Dünya ya kapalı, Allah'a açık.

    Dua dua, eller karıncalanmış;
    Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
    gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış...
    Bir soluk, Bir tütsü Bir uçan buğu
    iplik ki incecik, örer boşluğu.

    Ana rahmi zahir şu bizim koğuş;
    Karanlığında nur, yeniden doğuş...
    Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş!
    Sen bir devsin yükü ağırdır devin!
    Kalk ayağa dim dik doğrul ve sevin!

    Mehmed'im sevinin başlar yüksekte!
    Ölsekte sevinin, eve dönsek de!
    Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
    Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
    Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!
    15 ...
  6. 30.
  7. şairliğiyle hatırlansa da, bence düz yazı konusunda birçok yazarın eline su dahi dökemeyeceği bir üstaddır.
    13 ...
  8. 29.
  9. 28.
  10. 27.
  11. BiR YALNIZLIK GECESiNiN VEHiMLERi
    ?????????..
    "Büyükbabam gözümün önünde öldü. Yorganın altından fırlamış, yeşile çalan sarı renkte kupkuru bir ayak... Buruşuk bir yorgan... Arkasına yastıklar doldurulan hasta, yatağa yarı oturmuş vaziyette, baygın gözleriyle uzak, göz alabildiğine uzak bir âleme dalmış...
    Tam bu vaziyette, enseye incecik bir iplikle bağlı gibi duran kafanın göğse düşüşü...
    Ne o? Gayet ufak bir hâdise!... Bir baş göğüse düştü... Bu adam öldü mü? Bu adam yok mu artık?
    Nasıl olur? Ömrü buna göre ne hâdiselerle dolu olan bu adamın bu kadar ufak bir hareketle içimizden büsbütün gittiğine, yok olduğuna nasıl inanırız?
    Mümkün değil, çıldırırız, yine inanmayız. Halbuki çıldırmayız. O halde inanır mıyız? inanmayız da... Hattâ öyle anlarımız olur ki, "bak bak, deriz; şimdi, şimdi kapı açılacak ve büyükbabam içeriye girecek sanıyorum!" inanmayız da, onsuz yaşamaya nasıl razı oluruz? Razı da olmayız. Herşeye rağmen onsuz yaşamaya alışmamak elimizde değildir. Ah, alışmak!... Hislerimizin şimşeğini bir saniyenin ummânında bir katre kadar yaşatıp yutan dipsiz uçurum...

    Edebiyatı kullanış şeklini hayran olduğu yazılarında ve şiirlerinde gayet samimi içten yazar
    14 ...
  12. 26.
  13. ismi zikredildigin tüylerimin ürperdigi büyük üstad.

    Lakin bir gun vapurda bab-i aliden eski bir arkdasına rastlar. Necip Fazıl'ın son gunleridir ve sakal bırakmıstır. Arkadaşı necip fazılın o halinin alaya alarak;
    -yahu necip, ne zamandır gormuyordum; su haline bak yahu maymuna donmussun.

    necip fazıl istifini bozmadan yanıtlar;

    +iyi o zaman arkamı doneyim.

    -honk...
    ??!!
    27 ...
  14. 25.
  15. 24.
  16. Batılılaşmaya karşı çıkan, islamcı görüşe bağlı siyasal bir organ olan büyük doğu'yu aralıklarla, dergi (1943-1978), gazete (1951, 1952, 1956) biçiminde yayımladı. Vatan gazetesi sahibi ahmet emin yalman'ın malatya'da bir fanatik dincinin saldırısına uğrayarak yaralanması olayıyla ilgili görülerek tutuklandı ve yargılandı (1952). 1934'ten sonra nakşi şeyhi abdülhakim arvasi'ye bağlanarak onun tasavvuf ve din görüşlerinden büyük ölçüde etkilenmiş ve şiirinin amacını "mutlak gerçeği aramak" diye tanımlamıştır. Mutlak gerçeğin ise tanrı olduğunu savunmuştur.
    15 ...
  17. 23.
  18. FEZA PiLOTU

    Yirminci yüzyılın ablak yüzlü pilotu
    Buldun mu Ay yüzünde ölüme çare otu ?

    Bir odun parçasına at diye binen çocuk
    Başında çelik kulaf, sırtında plastik gocuk.

    Uzakları yenmiş Fatih edasındasın|
    Dipsizliğin dibini bulmak sevdasındasın...

    Allah'a dil çıkarır gibi küstah bir yarış...
    Farkında değilsin ki, Ay Dünya'ya bir karış.

    Fezada milyarlarca ışık, yol, mesafe;
    Seninki, saniyelik zafer, ilmi hurafe.

    Kavanozda, kendini deryada sanan balık;
    Ne acı vahşet, mağrur ilimdeki kalabalık;

    Fezada 'Allah diye bir şey yok' iddiası
    Gel gör, kaç füzeye denk, bir mü'minin duası;

    Rafa kaldırmak için ruhlarını dürdüler;
    Güneş diye kalpteki güneşi söndürdüler.

    Bilmediler; kalptedir, kalptedir asıl feza;
    Kalptedir, olumsuzluk kefili kutsi imza.

    Sayıdan sonsuzluğa sınıf geçirtecek not;
    Bizdedir ve bizdedir Arş'a giden astronot,

    Ve mekandan arınmış ve zamandan ilerde,
    Fezayı teslim alma sırrı bizimkilerde.

    Bizimkiler ışığa gem vururda binerler;
    Yerden göğe çıkmazlar, gökten yere inerler..
    25 ...
  19. 22.
  20. Akrostiş
    ihtilal acentası...
    Solun tam da ortası.
    Moskof'un oltası..
    Eli, zulüm muştası.
    Tek ümidi, cuntası

    inkılap, avantası...
    Nemrut, onun atası...
    Ölüm yolu, rotası..
    Namlı servet çantası..
    Ünlü küfür softası..

    (1968)
    Necip Fazıl Kısakürek
    43 ...
  21. 21.
  22. içerisinde inanılmaz betimlemerin bulunduğu üstadın şaheseri..

    sakarya türküsü

    insan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
    Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.

    Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
    Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.

    Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
    Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.

    Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
    Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat?

    Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
    Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;

    Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
    Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?

    Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
    Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur.

    Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
    Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük!..

    Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
    Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

    insandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.
    Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,

    Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
    Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.

    Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
    Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!

    Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
    Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?

    Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
    Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?

    Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
    Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!

    Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
    Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

    Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
    Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

    insan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
    Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.

    Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
    Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?

    Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
    Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!

    Sakarya; sâf çocuğu, mâsum Anadolu'nun,
    Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!

    Sen ve ben, gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız;
    Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!

    Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
    Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!

    Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
    Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!

    Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
    Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..
    38 ...
  23. 20.
  24. 19.
  25. çile şairi olarak da bilinen yazar, şair...
    18 ...
  26. 18.
  27. CANIM iSTANBUL

    Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
    Onu istanbul diye toprağa kondurmuşlar.

    içimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim;
    O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.

    Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
    Ay ve güneş ezelden iki istanbulludur.

    Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
    Ve kavuşmuş rüzgar onda, onda misale.

    istanbul benim canım;
    Vatanım da vatanım...

    istanbul,
    istanbul...

    Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
    Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...

    Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at;
    Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...

    Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
    Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare?..

    Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
    Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...

    O manayı bul da bul!
    ille Istanbul'da bul!

    istanbul,
    istanbul...

    Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
    Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği.

    Oynak sular yalının alt katına misafir;
    Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.

    Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
    Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar...

    Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?
    Cumbalı odalarda inletir "Katibim" i...

    Kadını keskin bıçak,
    Taze kan gibi sıcak.

    istanbul,
    istanbul...

    Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
    Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...

    Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
    Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.

    Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
    Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından.

    Ana gibi yar olmaz, istanbul gibi diyar;
    Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...

    Gecesi sünbül kokan
    Türkçesi bülbül kokan,

    istanbul,
    istanbul...
    39 ...
  28. 17.
  29. 26 Mayıs 1904'te, Perşembe günü sabaha karşı, istanbul'da büyük bir
    konakta doğdu.
    Kayıtlı bir şecereyle, Alâüddevle devrinin Şeyhülislâmı Mevlâna Bektût Hazretlerine dayanan ve Osmanoğullarından daha eski bir familya olan Dülkadiroğullarına bağlı "Kısakürekler" soyuna mensuptur.
    Babası, Mekteb-i Hukuk mezunu, Bursa'da âzâ mülazımlığı, Gebze savcılığı ve kısa ömrünün son senelerinde Kadıköy hakimliği görevlerinde bulunmuş, gayet enteresan ve alakaya değer bir insan olan Abdülbâki Fazıl Bey (öl. 29 Kasım 1920); annesi, Girit muhacirlerinden bir ailenin kızı, kayıtsız şartsız teslimiyet örneği, derin ve fedakâr bir müslüman-Türk kadını Mediha hanımdır. (öl. 10 Haziran 1977)
    18 ...
  30. 16.
  31. muhafazakar döneminin öncesi halini şu şiiriyle mükemmel anlatan şair

    tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum
    gökyüzünden habersiz uçurtmalar uçurmuşum
    47 ...
  32. 15.
  33. hüseyin üzmezin ahmet emin yalmanı vurması sonucu "biz ayağa kalk sakarya dedik onu bir hüseyin anladı ama o da amuda kalktı" diyen büyük şair.
    46 ...
  34. 14.
  35. beni; şiir yazsında ne yazarsa yazsın diye düşünderecek kadar ahenkli şiirler yazan ve okumaktan bıkamadığım şair..
    32 ...
  36. 13.
  37. Necip Fazıl KISAKÜREK vapurla Karaköy'e geçerken, yanına biri yaklaşıp, ''Üstad, peygamberlere ne diye gerek duyuldu., biz kendimiz yolumuzu bulabilirdik'' diye sorunca Necip Fazıl, okuduğu kitaptan başını kaldırmadan, ''Ne diye vapura bindin yüzerek geçsene karşıya'' cevabını vermiş..
    133 ...
  38. 12.
  39. 11.
  40. 10.
  41. şeriatçı değil,türkçü şair...
    28 ...
  42. 9.
  43. keske siir, portika ve felsefe dısında bilmedigi konular hakkında yazmasaydı, keske bu kadar milliyetci olmayıp herkesi mezhepsizlik, inkarcılıkla suclamasaydı dedirten polemilk ustadı.
    20 ...
© 2025 uludağ sözlük