Mısırdaki devrimci kalkışma dolayısıyla gündemimize giren Müslüman Kardeşler (ihvanül-Müslimin) sadece Ortadoğunun değil dünyanın en eski, en güçlü, en etkin, en yaygın islamcı örgütü.
Müslüman Kardeşler, 1928de Mısırın ismailiye şehrinde Hasan el-Benna adlı bir öğretmen tarafından kuruldu. ismailiye, ingilizlerin büyük ortak olduğu Süveyş Kanalı Şirketinin merkezinin bulunduğu şehirdi. El-Bennanın ifadesiyle sömürgeciler lüks konutlarda otururken, işçiler izbe evlerde yaşıyor, yabancıların oturduğu sokaklarda tabelalar yabancı dilde yazılıyordu. Şirketin yabancı çalışanları Mısırlıları aşağılıyor, şehri neredeyse onlar yönetiyordu.
Gördükleri, el-Bennayı, Müslüman halkın adeta kanını emen, onu aşağılayan, kültürünü, dinini, ahlakını dejenere eden sömürgecileri ülkeden uzaklaştırmak için yollar aramaya sevk etmişti. El-Benna ve altı arkadaşının 1928 yılının mart ayında kurduğu örgüt, bir süre ismailiyede Sarhoşluk Veren Maddeleri Men Etme Cemiyeti gibi cemiyetlerle gençler arasında faaliyet gösterdikten sonra Ekim 1932de Kahireye taşındı ve Kahire Üniversitesinin saygın öğretim üyelerinden Şeyh Tantavi Cevheri aracılığıyla üniversite öğrencileri arasında örgütlenmeye başladı.
Müslüman Kardeşlerin kamuoyunun dikkatini çeken eylemleri Mısır Kralına, idarecilerine, önemli şahsiyetlerine, islam ülkelerinin, emirlerine, hükümet yetkililerine, aydınlarına uyarı mektupları göndermesiydi. Mektuplarda kanunların islama uygun yapılması, kamu görevlilerinin yaşantılarının kontrol altında tutulması, alkollü içki satan yerlerin kapatılması, ibadetini aksatanların cezalandırılması, bazı askerî ve idarî memuriyetlere el-Ezher mezunlarının atanması, karma okulların kapatılması, kız ve erkek öğrenciler için ayrı eğitim kurumları açılması, faizin yasaklanması, yabancıların elinde bulunan işletmelerin kamulaştırılması, düşük ve yüksek seviyeli memurların maaşları arasındaki farkın azaltılması gibi talepler vardı.
Filistin meselesinin avukatı
1936-1939 arasında Filistindeki Yahudi göçü ile bağlantılı olarak Kudüs Müftüsü Hacı Emin Hüseyni önderliğinde Britanya yönetimine karşı yürütülen genel grev, Müslüman Kardeşler hareketine yeni bir güç verdi. islamcılıkla milliyetçiliği ustaca birleştiren örgüt, 1938 yılından itibaren Dava Fonu adı altında halktan para toplamaya başladı, kırsal bölgelerde, izci birlikleri adı altında yarı askerî birlikler oluşturmaya başladı.
1940lı yıllarda, Mısırdaki ingiliz varlığına ve onların işbirlikçilerine karşı açtıkları amansız savaşla toplumun dikkatini çeken örgüt, Mısır ordusundaki milliyetçi subayları da etkiledi. Hatta, 1952de bir darbe ile iktidara el koyacak olan Cemal Abdül Nasırın başını çektiği Hür Subaylar hareketine fiilen katıldı.
Yerüstünde ve altında
1941de ingilizler Kral Faruka (1936da tahta çıkmıştı) baskı yaparak parlamentoyu feshettirdiler. Seçimleri seküler, Batı yanlısı elitlerin partisi Vafd kazanırken, Müslüman Kardeşler de seçimlere katılmışlar ancak parlamentoya üye sokamamışlardı. Ama böylece popülerliklerini arttırmışlardı. Bu tarihten itibaren örgüt orta ve alt sınıflara yönelik sosyal ve ekonomik faaliyetlerle, islam esaslarına dayanan bir toplum düzeni kurmak için terör dâhil her türlü yöntemi uygulayan illegal yapıyı paralel yürüttü.
1944te hükümetle Müslüman Kardeşler arasındaki ipler koptu. Rejim hareketin merkezine ve mallarına el koydu. Birkaç hafta sonra Mısır eski başbakanlarından Ahmed Mahirin öldürülmesinin ardından Hasan el-Benna ve arkadaşları tutuklandılar ancak delil yetersizliğinden serbest bırakıldılar.
Hasan el-Bennanın ölümü
1948 yılı sona ererken ingiliz yanlısı Başbakan Muhammed Fethi en-Nukraşi, Müslüman Kardeşleri yasadışı ilan ederek kapatılmasını emretti. Bu kararın bedelini 20 gün sonra canıyla ödedi. Suikastın sorumluluğunu Müslüman Kardeşler üstlendi. Rejim, intikamını almakta gecikmedi ve Hasan el-Benna, 12 Şubat 1949da Kahirede devletin ajanları tarafından öldürüldü.
Nukraşinin yerine geçen Nahas Paşa Hükümeti, 12 Ocak 1950de örgüte konan yasağı kaldırdı, bir yıl sonra da örgütün genel merkezini ve bazı mallarını örgüte iade etti. Ancak o sırada Müslüman Kardeşler, Kral Faruka darbe yapmaya hazırlanan Hür Subaylarla işbirliği içindeydiler. Öyle ki Kral Faruk hatıralarında; iktidarımı devirenler Müslüman Kardeşlerdi, devrim subayları onların elinde bir maşadan ibaretti diyecekti.
Hür Subayların sosyalist eğilimleri yüzünden bu ittifakı halka anlatmakta zorlanan Müslüman Kardeşlerin taraftarlarını ikna etmekte kullandığı argüman şuydu: Kuran ve hadislere dayanarak, kapitalizmden de, sosyalizmden de üstün, modernleştirilmiş bir Hazreti Ömer sosyalizmi kurulabilir! Hür Subaylar da Müslüman Kardeşleri, iktidara el koyduktan sonra bir islam devleti kuracakları sözünü vererek ikna etmişlerdi.
Hür Subaylar iktidarda
23 Temmuz 1952de Hür Subaylar bir darbe ile Kral Faruku devirdiler, darbenin görünüşteki lideri General Necip bir süre sonra yerini darbenin gerçek lideri Nasıra bıraktı. Yeni rejimde danışmanlık, radyo müdürlüğü, anayasa komisyonu üyeliği gibi çeşitli görevler üstlenen Müslüman Kardeşler Nasırdan verdiği sözleri tutmasını istediler. Ama Nasırın islam devleti kurmak gibi bir niyeti yoktu. Dahası, kendine has bir sosyalizme yönelmişti.
Taraflar arasında ipleri koparan olay, 19 Ekim 1954 tarihli Mısır-ingiltere anlaşması oldu. Müslüman Kardeşlere göre anlaşma ingiliz menfaatlerini korumakta, hatta Mısırın işgaline zemin hazırlamaktaydı. Dolayısıyla imzalanmaması gerekiyordu. Örgüt bu amaçla ülke çapında hükümet aleyhine gösteriler örgütledi. 26 Ekim 1954te iskenderiyede halka hitap eden Nasıra başarısız bir suikast girişimi yapıldı. Rejim bundan Müslüman Kardeşleri sorumlu tuttu. Kısa sürede örgütün 10 bine yakın üyesi tutuklandı, önde gelenleri ağır işkencelere uğradı, o sırada örgütün lideri olan Abdülkadir Udeh idam edildi.
Seyyid Kutub kimdir?
Bu furyada hapse atılanlar arasında ileriki yıllarda sadece Müslüman Kardeşler için değil tüm dünyadaki radikal islamcı hareketler için adeta ahir zaman peygamberi olacak olan Seyyid Kutub adlı sosyolog da vardı.
El Ezher Üniversitesinde eğitim ve pedagoji eğitimi almış Seyyid Kutub, üniversite yıllarında Batılı gibi giyinen, klasik Batı müziği dinleyen, Hollywood filmleri izleyen, Darwin, Einstein, Lord Byron ve Mary Shelleye özel ilgi duyan, Fransız edebiyatını (özellikle Victor Hugoyu) çok seven biri iken, 1930lu yıllarda Filistindeki Yahudi varlığına verdiği destek yüzünden ingiliz düşmanı olacak, 1940lı yıllarda Pakistanın kurulmasında büyük rolü olan Cemaat-i islamîye örgütünün kurucusu Ebulula Mevdudiden etkilenerek, sosyalizm, kapitalizm ve komünizm gibi ideolojilerle hesaplaşacak, Kuranı sadece dinî değil, sosyal ve ideolojik bir metin olarak yeniden keşfedecekti.
ilkel ve ahlaksız Amerika
Ama Seyyid Kutup esas dönüşümü 1948-1950 arasında Mısır Maarif Vekaleti tarafından sosyoloji eğitimi almak üzere burslu olarak gönderildiği ABDde yaşadı. Amerikan toplumunun pek çok şeyini ilkel, tiksindirici, çürümüş, akla ve zihne aykırı bulan Seyyid Kutub, kendi ifadesine göre, Hasan el-Bennanın öldürülmesinin ABDde sevinçle karşılanması, hatta bazı yerlerde törenlerle kutlanması üzerine, daha ABDye gitmeden temas kurduğu Müslüman Kardeşlere üye olmaya karar verdi.
Çözüm islamda
Ülkeye döner dönmez bu kararını gerçekleştiren Seyyid Kutub, Müslüman Kardeşlerin dergisinde (El-feth el-islam) yabancı işgali, köhneleşmiş çok particilik, anayasanın yapısal olarak bozulması, eğitimin iflası, Batı modasının taklit edilmesi, ateizmin yayılmasının yarattığı tehlikeler gibi konularda ateşli yazılar yazmaya başladı. Ona göre bu sorunları çözmek için, kökü 13. Yüzyıla uzanan Selefiye düşüncesine uygun olarak temel islamî kaynaklara (Kurana ve Sünnete) dönmek yeterliydi.
Elbette bütün otoriter rejimler gibi Nasır rejimi de muhalif seslere tahammül edemedi. 26 Ekim 1954te, Nasıra suikast planladıkları gerekçesiyle bir grup Müslüman Kardeşler üyesiyle birlikte tutuklanan Seyyid Kutub, düzmece bir yargılamadan sonra 15 yıl hapse mahkûm oldu. Hapishanede uğradıkları işkenceler öylesine korkunçtu ki, sadece Mısırda değil, Irakta ve Suriyede Nasır rejimine antipatiye neden oldu.
Zorlu hapislik hayatı Kutubu daha da radikalleştirdi, Cihat çağrısını daha güçlü yapmasına neden oldu. Cezasının 10 yılını tamamlamıştı ki, 1965te Kahireyi ziyaret eden Irak Devlet Başkanı Abdüsselam Arifin Nasırdan şahsen affını rica etmesi üzerine serbest bırakıldı. Ancak Seyyid Kutubun mücadelesine bıraktığı yerden devam ettiği görülünce, aynı yılın ağustos ayında tekrar zindana kondu. Bu sefer vatana ihanetten suçlu bulunarak bir grup Müslüman Kardeşi ile birlikte 29 Ağustos 1966da idam edildi. Ölümü şehadet olarak kabul edilen Kutubun zindanda kitaplara döktüğü düşünceleri islam dünyasında hızla yayılmaya başladı.
Cahiliyeden Hakimiyeye
Peki, neydi bu düşünceler? Ana hatlarıyla özetlemek gerekirse Seyyid Kutub düşüncesi, Cahiliye-Hakimiye kavram çifti etrafında örülmüştü. Bilindiği gibi Cahiliye, islamî düşüncede islam öncesindeki Arap toplumlarının durumunu; Hakimiye ise Allahın egemen olduğu nizamı ifade eder. Seyid Kutuba göre Cahiliye, insanın insana kul olduğu her türlü nizamın adıdır. Özellikle 20. yüzyılda dünyaya hâkim olan bütün nizamların (komünist ve sosyalist rejimler, Hıristiyan ve Yahudi dünyası, puta tapan toplumlar, Müslüman toplumlar vs.) hepsi Cahiliye döneminde yaşamaktadırlar.
Kutuba göre, modern Cahiliye islam öncesi Cahiliye döneminden daha kötüdür çünkü fen ve teknikle, nükleer güçle, gelişmiş silahlarla ve maddenin sağladığı başka güçlerle donanmıştır. Seyyid Kutubun Cahiliyeden kurtularak Allahın egemenliğini (Hakimiye) kabul eden bir toplumu, yani Darül-islamı kurmak için önerdiği yol ise, Cihattır ve Kutub için Cihatın kapsamına terör de, şiddet de girer.
Enver Sedattan zeytin dalı
Nitekim Seyyid Kutubun öğretilerini izleyen Müslüman Kardeşler, 1967deki Altı Gün Savaşında Mısır Ordusunun israil karşısında ağır bir yenilgi almasının yarattığı travmadan yararlanarak Nasıra muhalefeti ve terör eylemlerini tırmandırdı.
1970de kalp krizi sonucu hayata veda eden Nasırın yerine geçen Enver Sedat, 1967de kaptırdığı toprakların bir kısmını ABD ve SSCBnin baskıları sayesinde israilden geri aldıktan sonra ABD ile ilişkileri sıkılaştırdı. ABDnin telkinleriyle, Nasır döneminin bakiyesi sol grupları zayıflatmak için Müslüman Kardeşler başta olmak üzere islamî hareketlere rejimin içinde yer açmaya karar verdi. 1976da Tek Parti sistemine son verildi ve kısıtlı da olsa demokratik bir seçim sistemine geçildi. Müslüman Kardeşlerin de uzatılan zeytin dalını almaya eğilimli olduğu görülünce Müslüman Kardeşlerin Seyyid Kutub düşüncesine ihanet ettiğini düşünenler Kutubçular, et-Tekfir vel-Hicre, islamî Cemaat, islamî Cihat, Yeni Cihat, Askerî Teknik Okul Örgütü, Ateşten Kurtulanlar, Muhammed Gençliği, Şevkiciler, Nezir Grubu gibi adlarla radikalleşmeye başladılar.
Siyasete içerden muhalefet
Bu gelişmenin meyvesi kısa sürede alındı: Enver Sedat 6 Ekim 1981de islamî Cihat Örgütü mensuplarınca öldürüldü. Yeni Başbakan Hüsnü Mübarek, başlangıçta seleflerinin hatalarından ders almış gibi görünüyordu. Nitekim 1990lara kadarki dönemde özellikle ılımlı islamcılar olmak üzere pek çok muhalife siyaset kanallarını açtı. Müslüman Kardeşler de bu çağrıya olumlu cevap verdi, sistemin dışında kalarak değil, içine girerek muhalefet yolunu seçti. Örneğin 1984 seçimlerine (yüzde 8 olan seçim barajını aşmak için) seküler Vafd Partisi ile ittifak yaparak girdi ve oyların yüzde 15ini, 448 sandalyenin 58ini kazandı. 1987 seçimlerine işçi Partisi ve Liberal Parti ile ittifak halinde girdi. ittifakın kazandığı 60 sandalyeden 35inin Müslüman Kardeşlere ait olması Hüsnü Mübarekte alarm zillerinin çalmasına neden oldu. ilk işi seçim kanununun değiştirmek oldu. Bundan böyle sadece kanunlara göre kurulmuş siyasal partiler seçime katılabilecekti.
1991 Körfez Savaşı sırasında Mısırın ABD ile ittifakı radikal islamcılarla hükümeti karşı karşıya getirdi. Mısır islamî Cemaat adlı örgüt Batılı yaşam tarzını sembolize eden çeşitli hedeflere (sinema, tiyatro, turistler, elçilikler) yönelik şiddet eylemlerine girişti. Saldırılardan hükümet yetkilileri, güvenlik güçleri, Hıristiyan Mısırlılar (Kıptiler), faizle çalışan finans kuruluşları ve laik yazarlar da nasiplerini aldılar. 1990lı yıllarda iki bini aşkın kişi islamcı terör-devlet terörü sarmalında hayatını kaybetti.
Teröre mesafeli ancak...
Müslüman Kardeşler bu olayları desteklemedi ama açıkça kınamadı da. Bunun üzerine hükümet Müslüman Kardeşler üyesi 100 kadar kişiyi tutukladı. Muhtemelen buna misillime olarak 1995 yılının haziran ayında Mübareke yönelik bir suikast girişimi oldu. Hükümet daha da sertleşti. Bunlara rağmen Müslüman Kardeşler o yılki seçimlere katıldılar. Ancak sadece bir üyelerini parlamentoya sokabildiler. Onu da hükümet bir yıl sonra illegal örgüt üyeliği suçlamasıyla sınırdışı etti.
1996da Müslüman Kardeşler tarihinde ilk kez iç çatışma ile sarsıldı. Örgütün radikal gençleri, eski kuşakların otoriter yöntemlerine isyan ederek Müslüman Kardeşlerden ayrıldılar ve Hizbul-Wasat (Merkez Parti) adıyla bir parti kurdular. Ancak Mübarek rejimi bu tür eğilimlere kayıtsız kaldı.
Demokratik değişim
1999daki şaibeli başkanlık seçimini yüzde 94 oyla kazanan Mübarek, 2000 parlamento seçimlerine Müslüman Kardeşlerin katılmaması için elinden geleni yaptı. 500ü aşkın örgüt üyesi tutuklandı, seçimlere katılacak adaylara büyük zorluklar çıkarıldı. Buna rağmen, Müslüman Kardeşler 454 üyeli mecliste 17 sandalye kazandılar.
Bu seçimden sonra, Müslüman Kardeşler demokrasi meselesine daha farklı bakmaya başladılar. Örneğin 1995 seçimlerine Çözüm islam sloganıyla girmişlerdi, 2000lerin başlarındaki sloganları Demokratik Değişim idi. Bu strateji değişikliği konusunda iki görüş ortaya çıktı. Bazılarına göre Doğu Blokunun çökmesinden sonra tüm dünyayı saran liberalleşme ve demokratikleşme dalgası Müslüman Kardeşleri de etkilemişti, dönüştürmüştü. Bazılarına göre ise Müslüman Kardeşler, amaçlarına ulaşmak için demokrasinin en uygun ortam olduğunu fark etmişlerdi. Onlar için demokrasi bir değer değildi, işlevini gördükten sonra bir kenara atılacak olan bir araçtı. Nitekim 2005 yılı seçim bildirgelerinde şunlar yazıyordu: Bizler, Müslüman Kardeşlerin üyeleri, islam şemsiyesi altındaki bir cumhuriyete, parlamenter ve anayasal sisteme bağlılığımızı garanti ediyoruz.
islamcıdan demokrat olur mu?
2005 seçimleri ABDnin de bastırmasıyla önceki yıllara nazaran çok daha şeffaf geçti ve Mübarekin partisi (Milli Demokratik Parti) 454 üyelikten 311ini, seçimlere 11 farklı grubun oluşturduğu Kifaya (Yeter!) adlı ittifakla giren Müslüman Kardeşler ise 88ini kazanmayı başardı. Gerçi seçimlere katılma oranının çok düşük (yüzde 26) olması yüzünden bu zafer Müslüman Kardeşleri tatmin etmedi ama sonuçta, parlamentoda ilk kez Mübarekin partisinden sonra ikinci büyük grubu oluşturmuşlardı. Bu durum saygınlıklarını arttırdı, meşruiyetlerini güçlendirdi. Ama kuşkucuların islamcıdan demokrat olur mu sorularını ortadan kaldırmadı. Çünkü örgüt, Kuran ve Sünnetin egemen olduğu bir toplum düzeninden gayrısına razı olmayacak Selefiye doktrinine hâlâ sıkı sıkıya bağlı.
Eğer demokrasi güçleri Mübarek rejimine son vermeyi başarırsa, yeni düzende Müslüman Kardeşler kendilerine kuşkuyla bakan çevreleri mahcup etmek için tarihî bir fırsat elde edecekler. Gerçi, tarih iktidara gelmek için büyük sözler veren, hatta yalan söyleyen, ama hedefe vardıktan sonra bunlardan vazgeçen pek çok lider, örgüt, hareket (Stalinciler, Maocular, Naziler, Kemalistler, Nasırcılar, AKP?) kaydetti ama bu sefer farklı olması pekâlâ mümkün...
Ayşe Hür -taraf
bilen bilir, islamla aram pek yoktur. hele ki sünni islamla aram daha da kötüdür.
gelin gelelim bu vahhabi piçleri kadar dünya üzerinde nefret ettiğim çok az şey vardır. zamanında ingilizler'in osmanlı devleti'ne karşı arapları ayaklandırmak için yarattığı bir şerefsizliktir. ayakta işemek yüzünden bile insanları öldürürler. sünnete uymamanın cezası bile ölümdür. mezar ziyaretini şirk, heykeli put sayarlar. ama bu pezevenkler ateşli silahlara "peygamber zamanında yoktu" demezler. ikiyüzlülüğün de bokunu çıkartırlar böyle.
islam, tıpkı diğer dinler gibi, zaten ilerici bir şey değildir ama vahhabilik ve müslüman kardeşler gericiliğin ve yobazlığın en has hâlidir. bu konuda belki abd'deki mormonlarla yarışırlar ama mormonlar en azından ikiyüzlü değiller.
aşağıdaki videoda da göreceğiniz gibi bu sakallı cüppeli cihadist ibneler israil'in desteklediği terörist bölücü gerici bir örgüttür.
bunlar ülkeleri bölüp iç savaşa sürüklemek, insanlara işkence edip damdan atmakla ve ilkokul kızlarına burma giyerek toplumları geri götürmekle görevlendirilmişlerdir.
AKP'nin geçtiğimiz iki yıl içerisinde tam 2 milyar yardım yaptığı, hepsi de boşa gitmiş oluşum.
Türkiye bütçesi 232.2 milyar TL; 2011 bütçesi rakamlarıyla yardım bütçenin %1'ine denk geliyor. Türkiye'de bir yığın aç insan varken bu neyin yardımı? Ne oldu? Hepsi Nil'in sularına gömüldü.
ortadoğudaki en amerikancı örgüt. dindar bir müslüman olsaydım yerim kesinlikle bunların yanı olmazdı. abd işbirlikçisi türkiye tarafından yıllarca suriye'ye karşı beslendiler ve beslenmeye de devam ediyorlar.
Mısır'ı falan kurtaramayacak örgüttür. Amerikan emperyalizminin mübarek'in yerine hazırladığı, emperyalistlere el uzatmış, mısır direnişine ilk günden itibaren katılım göstermemiş oluşumdur. Türkiye'de öyle anlatılmıyor tabi.
mısırdaki 10 milyon hristiyanın güvenliğinin tek garantisi. aynı 1000 senedir anadoluda istediği gibi dinini yaşayan ve hala aynı şekilde var olan hristiyanlar gibi.
ama bunun tersi olarak balkanlarda osmanlının çekilmesinden sonra ne tek bir cami ne de bir müslüman kalmıştır.
islam dini insan yapısı olmadığından gerçekten de barış dinidir.
hristiyanlık ise savaş ve vahşetten başka bir şey getirmemiştir insanlık tarihine. bu dün de böyleydi bugün de böyle...
mısırın olası iktidarının sahibi. filistinde hamas, iranda humeyni önderliğinde şeriat yönetimi sonunda mısıra dayanacaktır. ortadoğunun makus talihidir. bir zalim gider öbür zalim gelir. merak edilen bundan sonra 10 milyon hristiyanın akıbetinin ne olacağı...
fikri kurucusu mason olan,
zamanında mısır medeniyetinin, uygarlığının ve topraklarının gerçek sahibi olan kıptilere sert eylemlerde bulunmaktan geri kalmamış, içerisinde potansiyel teröristleri barındıran teşkilat.