bugün

Yarak kafalı Kafka'nın hezeyanları Seviyorsan git sarıl söyle dokun amq mal gibi yazmak da nesi.
Ki eğer sen bu isen, özür dilerim. Bilmeden sevdim...
Kafkanın en beğendiğim kitabıdır. Kitaplığımda senelerdir yerini koruyan albert camus’un yabancı kitabından sonra en sevdiğim kitaptır.
Milena’ ya aşık bir adamın yolladığı mektupların kitap olmuş hâli. Kitabın ara ara sayfalarında Milenanın’ da birkaç mektubunun olmasını isterdim. internette kitabın kendisi ince gözüküyor, yan şekilde gözüktüğünden olmalı. Fakat kitabın kendisi kalın ve okurken sabır isteyen türden. Okurken birisinin günlüğünü okuyormuşum gibi hissetmiştim ki zaten bir nevi günlüktü.
Kafka'nın "üstünde ne var?" diye sormadığı mektuplardır.
kimi cümleler vardır, o an için kullanmamız elzemdir, tam o içinde bulunduğunuz durumu anlatıyordur çünkü ama “şimdi bunu söylersem çok klişe bir cevap olacak.” dersiniz içinizden ve söylemezsiniz. aslında bu tarz cümleler klişe değil, klasiktir. bu kitap da öyle işte. kafka'nın mevcutta çok şey anlatan bir dolu eseri var. bu eserler de en sığından tutun da en birikimlisine kadar okunan eserler. milena'ya mektuplar aşk temasını o denli güzel yansıtmış ki, okurken bir an “acaba özel hayatlarını okuyor olmam etik mi, doğru mu?” sorusunu sordurdu bana ama elden bırakmak mümkün değil, tam baş ucu kitabı. kitap, içerisinde aşık olmuş bir insanı uysallaştıracak bir çok cümle barındırıyor.
örneğin;
“bazen sanki karşılıklı iki kapısı olan bir odadaymışız gibi hissediyorum, ikimiz de kendi kapı kolumuzu tutuyoruz ve birimizin göz kırpmasıyla diğeri hemen kendi kapısının arkasına geçmiş oluyor bile. hele birisi diğerine söz söyleyecek olsa, diğeri kapıyı kapatmış ve çoktan gözden kaybolmuş oluyor. birisi kapıyı tekrar açmak durumunda, çünkü bu kimsenin terk edemeyeceği bir oda. birincisi diğerine benzemese bu kadar, sakin olabilse, diğeriyle ilgilenmiyormuş gibi davransa, o zaman odada yavaş yavaş düzeni sağlayacak. ama bunun yerine o kapıda aynı şeyleri tekrar etmeyi sürdürüyor, hatta her ikisi de bazen aynı anda kapının arkasında duruyor ve güzelim oda boş kalıyor.”
“tanıdığınız birisine rastladığınızda ansızın “2x2 kaç eder?” diye sorarsanız, bu akıl hastalarına yönelik bir soru olur ama diğer yandan aynı soru ilkokula giden birisi için de yerinde bir sorudur. milena benim size sorumda hem akıl hastanesi hem ilkokul olmak üzere her iki unsur da var.”
“sanki bir hafta boyunca bir çiviyi kayaya çakmakla görevlendirilmişim, üstelik hem çivi hem çiviyi çakan benim milena.”
“seni hiç görmesem bile bana aitsin.”
“tek bir kelime bile yeterli, fakat bu öyle bir kelime olsun ki pazartesi günki mektubunuzdaki sitemleri yok etsin ve mektubu okunacak bir hale getirsin.”
“başıma konan bu talih kuşu nedeniyle korkmuşken nasıl uyuyabilirim ki? çelimsiz çocuklar olarak anlatılan peygamberlerin duyduğu korkudur bu (uzun zamandır ve hala süren), kendilerine seslenen sesi duyar fakat ürkerler, gitmeye gönülsüzdürler, ayak sürürler, beyinlerini ağrıtan bir korkuya kapılırlar, daha önce de sesler duydukları doğrudur ama bu sesteki korkutucu çınlamanın kaynağının onların kulaklarının zayıflığından mı yoksa sesin kudretinden mi olduğunu bilemezler, çocuk oldukları için sesin onları yendiğinin ve bu korku nedeniyle sesin onlardan kökleştiğinin farkına varamazlar. fakat bir çok kişinin ses duyması sebebiyle bu onların peygamber olduğu anlamına gelmez, dürüst olmak gerekirse peygamberliği hak edip etmedikleri bile şüphelidir.”
“yeryüzünün bu kısa geceleri o sonsuz geceyle ilgili insana fazlasıyla korku veriyor.”
“mektubumuzun da dikenleri var elbette, vücuduma batan ve senin yönettiğin dikenler.”

ve içimi en çok acıtan sözlerden biri ise;
“hepsi bu. daha başka bir şey söylemeye cesaret edemiyorum, bu söylediklerim bile fazla, havadaki hayaletler onları doymak bilmez iştahlarıyla gırtlaklarından aşağıya yuvarlıyor. ve sen de zaten mektubunda bundan çok daha azını anlatıyorsun. genel durum iyi mi, katlanılır gibi mi? çözme imkânım yok. elbette, insan kendininkini bile çözemiyor, tıpkı ‘korku’ gibi.”
Orospu milena.
ne çok kez okudum şu kafka’nın milenasını. uzun bir hikayenin başlamasında belkide başlangıç kitabıydı şu güzelim eser. “milenagibi” lakaplıydı ötekinin biri. sonra kafka öldü. kendi karanlık düşleri olan kapalı kafesinde.
görsel
Olasılıklar sonsuzdu ve insan hayattayken de ölebilirdi.
Şu an okuduğum kitap.

Kafka Milena'ya aşıktır, ancak birbirlerine çok uzaklar. Mektup göndererek görüşüyorlar ve bu mektuplaşma yaklaşık altı yıl sürüyor. Kitapta sadece Kafka'nın mektupları var.
Arada Milena 'nın evli , Kafka'nın nişanlı olması gibi bir durum var. Bir nevi imkansız aşk...
Kafka , Milena ile daha rahat görüşebilseydi; bu aşk olmazdı.
Kafka , Milena'yı sevmeyi sevmektedir.
Milena, yardım et bana. Söyleyebildiklerimden daha fazlasını anla!

Kafka bebeyim de aynı dertten muzdaripti. Ben de anlatmaya çalışıyordum hep sonra bıraktım. Anlaşılmak pek de önemli değil artık.
Kafka karaktersiz insanın teki. 4 tane sevgili değiştiriyor. Hatta milena ile konuşurken julie ile birliktedir. Bu kadar karaktersiz ve kendisini edebiyata adamak için her türlü iğrençliği yapan, kendisini ve insanları aşk üzerine kandıran bir insanın yazdığı gerzek edebiyatı kesinlikle savunmayacağım. Gerçekten istiyorsanız kendi kültürümüzden karakterli ve saf sevgiyi anlatan insanları okuyun. Cemal süreya okuyun. Ahmed arif okuyun.
milena git başımdan ben sana göre değilim
Ölümüm birden olacak seziyorum.
Bi hevesle aldığım o kadar sıkıcı bi kitap ki. Yarısına gelmeden rafa kaldırdım.
okuyorum okuyorum bitiremiyorum dediğim kitap. iyi güzel de çok sıktı be abi. bırakamıyorum da.
"Mesela neden senin odanda duran, sen sandalyende ya da çalışma masanda otururken, uzanırken ya da uyurken (iyi uykular diliyorum), seni bütünüyle gören mutlu bir dolap değilim? Neden değilim?"
Ben bu dünyada, hiçbir masalda, benim kendi içimde senin için verdiğim mücadeleden daha büyük bir mücadele verildiğine inanmıyorum.

Okuyalı yıllar oldu, bir dipnotta gözüme ilişen bu cümleyi unutamıyorum.
"çünkü daha da gerçek olanı bütün gün buradaydı; odada, balkonda, bulutlarda... "
***
Burada olmadığınızı söylersem aslında kendime deli demeliyim. O kadar kuvvetli bir şekilde hissediyorum ki burada olduğunu…
***
23 haziran 1920

bugün bir viyana haritası gördüm, senin sadece bir odaya ihtiyacın olduğu halde böylesine büyük bir şehrin inşa edilmiş olmasını bir anlığına aklım almadı.


f.
Bu Kadar Kavuşamayacak Ne Vardı Milena?

Yani ki, en iyi bildiğim şey sensizliğin dili; ondan da her gün sınıfta kalıyorum… Hasretle gözlerinden öpemem, selam ederim ancak. En içten selamlarımla. Sizin F. Kafka

Bu kitabı ne zaman okumaya başlasam aklıma hep “beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek” dizesi gelir. Evet, Kafka’yla Yavuz Sultan Selim’in birbirini tanımış olma gibi bir durum ortada yok. Ama şiirdeki bu dizeleri alıp Kafka’nın yazdığı mektubun sonuna iliştirince sanki kitap tamamlanmış gibi oluyor. Sakın yanlış anlamayın, kitap zaten başlı başlına bir yapıt. Ama bu dizeler bir kelebek gibi konsaymış kitabın sayfalarına, resim tamamlanacakmış, renkler birbirine kavuşacakmış gibi.

Yine senin için tutuyorum elimdeki kalemi. Önce ona anlatıyorum yazacaklarımı. Duyunca şaşırıyor; bunca acıyı benim gibi aciz bir kaleme yüklemeye utanmıyor musun diyor? Ona sıra gelene kadar benim acım içimde kaç duraktan geçiyor nerden bilsin. O kadar mektubu bir defada okursanız olacağı budur işte. Sürekli bir mektup yazma isteği içinizi sıkıştırıp durur. Kendinizi Prag’da, üzerinde basılmamış bir karışı kalmayan sokak kaldırımı gibi hissedersiniz. Acınız da, taşın soğukluğunu deler geçer. Milena’ya Mektuplar’ı okumadıysanız bugüne dek, bu saatten sonra da hiç okumayın zaten. Acı nedir, özlem nedir, beklemek nedir şahit olmamanız en büyük kazancınızdır. Kitabın neresinden alıntı yapsanız, o cümle hakkında bir kitap yazılabilir. Hammaddesi kendi içinde öylece gizlidir. Dolu doludur; size ancak nefes alacak boşluklar bırakmıştır Kafka.

Kendisiyle çok barışık olmayan hasta bir adamdır. Gazetecilik yapan Milena’dan, öykülerini çevirmesini istemesiyle başlar her şey. Nisan ayında Milena’ya yazdığı ilk mektup da bu kısa ama ölümsüz aşkın ilk adımı olmuştur. “Yardım edin bana Milena! Söylediğimden fazlasını anlayın!” diye yalvarırcasına içinden dökülür cümleleri. Hayatta kalabilmenin anlaşılmaktan başka yolu yok, anlamıyor musun? Sen de beni anlamasan, bu zavallıyı anlamaya kimse tenezzül etmeyecek. “Uykusuz gecelerden ve baş ağrısından neredeyse saçlarım beyazlayacak.” diyorum ve sen hala “Gelmiyorsun; çünkü gelmeye kendin ihtiyaç duyana kadar bekliyorsun.”

Hep olmayacak zamanlarda, hep olmayacak günlerde, hep o gelmeyecek baharlarda ve o hep bir tarafı kırık banklarda imkânsızca oturuyorum. Mutlu olmayı bilmeyen birinden onun tarifini istiyorlar. Kimse anlamaz mı dert nedir, anlamaz mı halden; anlamak için kesilmiş vahiylerden idrak mı mayalamam gerek? “Üçüncü bir yolda ilerlemek istiyorum; sana ya da ona değil, yalnızlığa çıkan yolda.” Böylece biraz kendimle kalıp dindirebilirim sızılarımı. Hiçbir yara iyileşmesini bilmez Milena. Bunu, aklını yitirince anlayacaksın. Bu zavallı bedenim ciğerlerine söz geçiremeyecek kadar aciz. Öksürük nöbetlerinde kaç kez kendime yakalandım. Senden şifa bulmayı dilemiyorum, yanlış anlama; mektupsuz bırakma yeter. “Bu mektubu alınca bana bir telgraf çeksene! Bu bir rica değil, haykırış. Ancak içinden gelerek yap bunu.”

Ah Milena, zamanı gelmiş olsa da seninle şehrin sokaklarında çocukça koşup oynayabilsek. Sen görmüyorsun ama sana gelmek için kalkıyor içimden trenler. Bu bir, bu iki, bu üç… Yaramın acısından bir yaram olduğunu bile unutuyorum çoğu zaman. insan istese her şeyi bir hıçkırıkta silebiliyormuş, anladım. Acıyan her şeye senin sevgini sürüyorum: “Seni sevdiğim için (evet seni seviyorum budala; tıpkı denizin, kendi dibindeki küçücük bir çakıl taşını sevmesi gibi, işte sevgim seni öyle kaplıyor ve Tanrı izin verirse, senin yanında bu kez ben bir çakıl taşı olacağım) bütün dünyayı seviyorum.

Şimdi nasılsın diye sordu, ancak bu kadar imkânsız olunabilir dedim. Kapattık defterleri, oyunlar masada yarım kaldı. Ben yine sınıfta kaldım. Nerede o mâhûr beste, kim gelecek benimle ağlaşmaya? Karadır kaşların ferman yazdırdın bana Milena.
efsane cümlelere ev sahipliği yapan kitaptır. kafka'nın nasıl deli sevdiğini gösterir.

"...mesela neden senin odanda duran, sen sandalyen ya da çalışma masanda otururken, uzanırken, ya da uyurken(iyi uykular diliyorum!) seni bütünüyle gören mutlu bir dolap değilim? neden değilim?"
severek okuduğum, franz'ın aşktan kafayı yediğini gözler önüne seren eser.
Bu aşk iyiki Türkiye'de yaşanmamış.

-Milena, neden ben otururken, uzanırken ya da uyurken -iyi uykular dilerim- seni bütünüyle gören mutlu bir dolap değilim?

-ya nerden buluyorsun böyle lafları.

-hiç ya işte heheh.

-geliyor musun hiç viyana'ya felan.

-bir kere içinden geçmiştik.

olmuyor işte aga. Türkiye'de aşk etli dolma ve yaprak sarmasıyla doğru orantılı.
Kaç yıl mektup arkadaşlığından sonra aşka dönüşen hikayenin meyvesi... Kafkada milenada birbirlerini normal gerçek halleriyle tanımışlardır birbirlerini bir tek onlar anlayabiliyormuş gibi arkadaş olmuşlar, bu bağ ise aşkın en büyük bağlarından birine dönüşmüştür. Artık kafka demek milena ,milena demek kafka olmuştur. Okuyun bu kitabi dostlarım...
ilk cümlesiyle kendine hayran bırakan eserdir.