Bir adamcagiz kötü yoldan para kazanip bununla kendisine bir inek alir. Neden sonra, yaptiklarindan pisman olur ve hiç olmazsa iyi birsey yapmis olmak için bunu Haci Bektas
Veli'nin dergahina kurban olarak bagislamak ister. O zamanlar dergahlar ayni zamanda asevi islevi görüyordu. Durumu Haci Bektas Veli'ye anlatir ve Haci Bektas Veli helal degildir diye bu kurbani geri çevirir.
Bunun üzerine adam mevlevi dergahina gider ve ayni durumu Mevlana'ya anlatir Mevlana ise bu hediyeyi kabul eder. Adam ayni seyi Haci bektas Veli'ye de anlattigini ama onun bunu kabul etmemis oldugunu söyler ve Mevlana'ya bunun sebebini sorar.
Mevlana söyle der:
- Biz bir karga isek Haci Bektas Veli bir sahin gibidir. Oyle her lese konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.
Adam üsenmez kalkar Haci Bektas dergahi'na gider ve Haci Bektas Veli'ye, Mevlana'nin kurbani kabul ettigini söyleyip bunun sebebini bir de Haci Bektas Veli'ye sorar. Haci Bektas da söyle der:
- Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana'nin gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayi o senin hediyeni kabul etmistir."
Mevlana'nın asıl adı Muhammed Celaleddin'dir. Mevlana ve Rumi de, kendisine sonradan verilen isimlerdendir. Efendimiz manasına gelen Mevlana ismi, ona, daha pek genç iken Konya'da ders okutmaya basladığı tarihlerde verilir. Bu isim sems-i Tebrizi ve Sultan Veled'den itibaren Mevlana'yı sevenlerce kullanılmış; Adeta adı yerine sembol olmuştur.
Rumi, Anadolu demektir.
Mevlana'nın, Rumi diye tanınması, geçmiş yüzyillarda Diyari Rum denilen Anadolu ülkesinin vilayeti olan Konya'da uzun müddet oturması, ömrünün büyük bir kismının orada geçmesi ve nihayet türbesinin orada olmasındandır.
Mevlana'nın doğum yeri, bugünkü Afganistan'da bulunan, eski büyük Türk kültür beldesi Belh'tir.
Mevlana'nın Doğum tarihi ise (6 Rebiu'l Evvel, 604) 30 Eylül 1207'dır. Bazı araştırmacıların tespitine göre, O'nun doğum tarihi 1182'dir.
Asil bir aileye mensup olan Mevlana'nın annesi, Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun; babaannesi, Harezmsahlar (1157 Dogu Türk Hakanlığı) hanedanından Türk prensesi, Melike-i Cihan Emetullah Sultan'dır.
Babası, Sultanü'l-Ulema (Alimlerin Sultani) ünvanı ile tanınmış, Muhammed Bahaeddin Veled; büyükbabasi, Ahmet Hatibi oglu Hüseyin Hatibi'dir. Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'den ayrılmak zorunda kalmış Sultânü'I-Ulemâ 1212 veya 1213 yılllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'den ayrılmıştır.
Sultânü'I-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuş burada tanınmış mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaşmışlardır. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.
Sultânü'I Ulemâ Nişabur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâ'be'ye hareket etmiştir. Hac farîzasını yerine getirdikten sonra, dönüşte Şam'a uğradı. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) gelip Karaman'da Subaşı Emir Mûsâ'nın yaptırdıkları medreseye yerleşmişlerdir.
1222 yılında Karaman'a gelen Sultânü'/-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kalmışlardır. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlenmiş bu evlilikten Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adlı iki oğlu olmuştur. Yıllar sonra Gevher Hatun'u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerrâ Hatun ile ikinci evliliğini yapmıştır. Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Âlim Çelebi adlı iki oğlu ile Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi.
Bu yıllarda Anadolunun büyük bir kısmı Selçuklu Devleti'nin egemenliği altında idi. Konya'da bu devletin baş şehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve Devletin hükümdarı Alâeddin Keykubâd idi. Alâeddin Keykubâd Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet edip ve Konya'ya yerleşmesini istemiştir.
Bahaeddin Veled Sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldiler. Sultan Alâeddin kendilerini muhteşem bir törenle karşıladı ve Altunapa (iplikçi) Medresesi'ni ikametlerine tahsis ettiler.
Sultânü'l-Ulemâ 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etmiştir. Mezar yeri olarak, Selçuklu SarayınınGül Bahçesi seçilmiştir. Halen müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'ndaki bugünkü yerine defnolunmuştur.
Sultânü'I-Ulemâ ölünce, talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplanmış Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak görmüşlerdir. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, iplikçi Medresesi'nde vaazlar vermeye başlamıştır.
Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaşmıştır. Mevlâna Şems'de "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını" görmüştür. Ancak beraberlikleri uzun sürmemiş Şems aniden ölmüştür.
Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 Pazar günü vefat etmiştir.
Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.
Kaynaksız yazılarla hain ilan edilmeye çalışılan, sözleri ve yaptıkları cahillerce hakir görülen fakat söylediği bir kelamı hakkıyla anlasalar aydınlanacak olan insanların iftira attığı pir, efendi, kuddise sirruhu.
'Gene gel gene gel, her ne olursan ol gene gel.
Kâfir isen de, Mecusi isen de, putperest isen de gene gel.
Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değil.
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da gene gel!.
sözünü söyleyebilecek kadar yüce bir karaktere sahip insan.
vahdet-i vücut savunucusudur. ona göre her varlık hakk'ın ayrı ayrı temsilcisidir. yani yaratılmışlara yapılan her muamele aslında yaratan'a yapılıyor demektir. soyut bi allah sevgisi yerine somut bi sevgi, hakk'ı halkta ve halkı hakk'ta sevmek gerekir.
mevlana'nın temsil ettiği değerlerin başında birlik fikri ve tolerans gelir. tolerans, mevlana'nın temsil ettiği değerlern başında, bizim ise kaybettiğimiz değerlerin başında. tolerans farklılıklara rağmen bütün içinde değerlendirmektir. tolerans kayıtsızlık hali değildir ki. insan sevgisi apayrıdır. sınıflara bölmez kimseyi. kırmaz, üzmez.
mevlana egosunun en karanlık köşelerine esir düşmüş insanlara kucak açmıştır.
--spoiler--
"gel ne olursan yine gel. ister kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol. bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değildir. yüz kere tövbeni bozmuş olsan yine gel"
--spoiler--
asıl konu insandı çünkü. insan! biçimine bakmıyordu. din, ahlak, felsefe..bunlar insanı daha mutlu etme yolundaki araçlardı. araca takılırsan amacına ulaşamazsın. amaç ne? amaç aşk. amaç sevgi. en katıksızından. bu sevgi hoşgörü ve vefa ile desteklenecekti.
--spoiler--
cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol
şefkat ve merhamette güneş gibi ol
başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol
hiddet ve asabiyette ölü gibi ol
tevazu ve alçakgönüllükte toprak gibi ol
hoşgörülükte deniz gibi ol
ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol
--spoiler--
bunu çok severim ben. genelde evlerin bi köşesinde de olur zaten asılı. ama uygulayan adam bulamıyoruz işte, o sıkıntı.
--spoiler--
yüzde ısrar etme doksan da olur
insan dediğinde noksan da olur
sakın büyüklenme elde neler var
bir ben varım deme yoksan da olur
hatasız dost arayan dosttan da olur.
--spoiler--
Ne olursan ol gel sözüyle ''gel de koynuma alam seni'' dememiştir. Orda demek istediği ''bu yol arınma yolu, günahlardan feragat etme yolu'' Anlamına gelmektedir. Ümid vaat etmektir amacı. mevlanın bile bir tövbeyle affedeceği günahı biz kimiz ki affedecegiz diyecek kadar ilim sahibi bir zattır. Öyle okumadan, onun faziletini müşahede etmeden yapılan yorumların sahiplerine de gel derdi. Ben de öyle diyorum, sen boşver dostum yavaş yavaş topla gel.