bugün

bundan yıllaar yıllaaar once ben daha ilk okul zamanlarımdayken bir mektup arkadaşım vardı. başka bir ülkede yaşayan uzak bir akrabamızdı..nasıl heyecanla ona olanları yazar anlatırdım bir bilseniz. posta kutusuyla en haşir neşir olduğum güzel zamanlardı. şimdi yıllar geçti zaman değişti. artık posta kutusuna bile bakmıyorum. samimiyetsiz faturalar kapının altından atılıyor nasıl olsa.
O devirde keşke dünyaya gelseydim en güzel dönemlerdi. Bi mektup yazıyorsun ne yazıcak ne zaman yazıcak diye bekleyeceksin. Şimdiki gibi parmakların değil kalplerin konuştuğu zamanlarda olmak ne güzel olurdu.
Karşılıklı yapmıyorum fakat üzüldüğüm, kırıldığım veya kırdığım insanlara karşı mektup tekniğini kullanarak duygularımı dile getiriyorum. Konuşmaktan çok daha fazla işe yarıyor.
ben sevdiğimi özledim.. niye yarama tuz basıyorsun vicdansız sözlük?
Geçmişin en güzel adetlerindendir. Liseden en sevdiğim arkadaşımla, eski kelimeleri de kullanarak bazen mektuplaşıyoruz ve inanın çok keyifli oluyor. WhatsApp'tan 'nbr' yazmak çok saçma geliyor bir süre sonra.
ilkokuldayken, hangi derste hatırlamıyorum Türkçe falandır herhalde, mektup nasıl yazılır anlatmışlardı. işte o günün ev ödevi için de mektup yazıp birine göndermemiz istenmişti. Ben de o zamanlar okulu ne biçim seviyorum, çok hevesle gidiyorum ödevlerimi çok hevesle yapıyorum bilmem ne. Neyse. işte geldim eve, anne baba ben mektup yazcam dedim. Tamam dediler koydular kağıdı kalemi önüme, anneannemle dedeme yazıyorum. Güzelce dizdim incileri, bitirdim dedim hadi gidip postaneden gönderelim bunu. O zamanlar da ekmek alacak parayı güç bela yetiştiriyoruz, zarfa pula para vermek lüks sayılıyor. Dedemlerin evi de bizim eve yürüyerek on dakika ajshjda. Tabii benim aklım bunları alacak yaşta değil, anlatcak olsalar üzülürüm diye anlatmaya da yanaşmıyorlar, ödev yapmışım mektup yazmışım ya gönderelim diye tutturdum. En sonunda babam tamam ben göndercem diip alıp gitmişti de güvenip sevinmiştim.

Çok Seneler sonra bir gün aklıma geldi, o mektubu postaneden göndermedin değil mi baba gidip dedemlere verdin dediğimde tabii kızım deli misin demişti asajdhd.

Mektuplaşma denen şeyi hiç yapmadım. Bir kere mektup yazdım işte böyle, onu da cevap beklemeden yazmıştım zaten. Bir kere danimarka'dan mektup bir kere de japonya'dan kartpostal gönderdiler ama ikisine de cevap vermedim. Neden bilmiyorum, vefasız bir köpek olduğum için olabilir. Tembellikten de olabilir, emin değilim.

Mektuplaşma içimde ukdedir ama devir geçti artık. Teknolojinin sonunu gördüğümüz bir gün tadına varırım belki.
Hiç yaşayamadığım deneyimlerden biri. Hiç uzaklarda yaşayan arkadaşım ve akrabalarım olmadı. Ortaokulda bir arkadaşımla heveslenip birbirimize yazmıştık iki satır. O da elden teslimdi.
önceleri asker arkadaşımla mektuplaşırdım çocukluk arkadaşıma bayram kartı atardım.artık onlar demode oldu teknolojinin hızlı gelişimiyle tabi bu arada eski dostluklar arkadşlıklar yalan oldu bu dönemde.
teknolojinin örümcek ağı gibi hayatımızı sardığı bu dönemlerde pek yüzüne bakılmayan durum.

aslına bakılırsa mektuplaşmada yaşanan samimiyet ve hissiyat çok başkadır. bir kere onun heyecanı yeter. mektubun gelmesini beklemek, paha biçilemez. fakat günümüzde bunu yapmak zor gibi.

yani mektubu bekleriz, baktık ki gelmiyor hemen bir mail atarız ne oldu gelmedi mektup ? hayırdır !?

samimiyetsiz olur neticede. eskiden insanlar birbirini tanımadan sadece gazete vasıtasıyla ulaşıp birbirleriyle mektuplaşırlarmış. böyle tanışıp evlenen aileye sahip arkadaşlarım var. günümüze uyarlarsak mektuplaşma askerlik döneminde sıklıkla kullanılabilir. malum askerlik teknoloji imkanınız kısıtlı. tek çare o çeşit çeşit sevimli pullarla süslenmiş mektuplar.

aynı zamanda bu mektuplar sonra dizi ya da filmlerin veya şarkıların gazına gelerek yakılmamalıdır. sonrası büyük pişmanlık. pek tabi birçoğumuza marjinal gelebilir. bir ayin edasıyla mektupları yakmak , göz yaşı dökmek. fakat dediğim gibi sonrası büyük pişmanlık. velhasılı kelam geçmişe olan özlemin en nadide parçalarından biridir '' mektuplaşmak ''

- geçmişe dair notlar.
https://clyp.it/2mwkznvs
Devam etmesi gereken. En son 2008de yaptığım. O zaman mesajlar 2 kontör. 100 SMS verilen zamanlar.

Bugün yazsak bugün de güzel olur. Çünkü o e altında yazmak gibi değil kağıdı kalemi alıp yazmaya başlayınca insanın içi dökülüyor. Yapmayi düşündüm bak.
hayatımda ilk mektubumu aldım allah'ım öyle güzel öyle naif bir duyguymuş ki..
Franz Kafka ile Milena'nın mektuplaşmalarından daha güzel daha tutkulu olduğuna inandığım bir çift daha var. yirmi yıl boyunca birbirini hiç görmeden mektuplaşmışlardır.

Halil Cibran ve May Ziyade...

Halil Cibran, tam yirmi yıl boyunca, bir tek kez bile görmediği, bir tek kez bile sesini duymadığı, bir tek kez bile kokusunu koklamadığı bir kadına aşık olarak yaşamıştı.

Bir Arap entelektüeli olan, gazete yöneticiliği yapan, Mısır’ın sanatçılarını kendi salonunda toplayan May Ziyade ile sadece "mektuplardan" oluşan bir aşk yaşamışlardı.

Büyük bir ihtimalle "ilişki", Ziyade’nin Cibran’ın yazılarına duyduğu hayranlıkla başlamıştı.

Sonra yazışmaya başlamışlardı.

Harfler, sözcükler, cümleler birbirini hiç görmeyen iki insanı tutkulu bir biçimde birbirine bağlamıştı.

Hiç buluşmadılar.

Hiç karşılaşmadılar.

Ama aralarındaki "aşk", Cibran öldüğünde May’e "Hiçbir zaman bu kadar acı çekmemiştim, hiçbir kitapta bir varlığın bu kadar acı çektiğini, bu kadar büyük bir acıya katlanacak gücü bulacağını okumamıştım," dedirtecek kadar derindi.

Birbirlerine bu kadar tutkunken, birbirlerini bu kadar özlerken neden hiç buluşmadıklarını, neden birbirlerini görmek için çabalamadıklarını hep merak ettim.

Korktuklarını düşündüm.

Mektuplarını yazarken ruhlarını apaçık ortaya koyabiliyorlardı, neredeyse sınırsız bir özgürlükle her duygularını, her düşüncelerini söyleyebiliyorlardı, kıskanabiliyorlar, kavga edebiliyorlardı; onların ruhlarının önünde, ruhun yolunu kesecek, onu yolundan saptıracak, şaşırtacak bir beden yoktu, hiçbir yere, hiçbir tene sürtünmeden, eskimeden ilerliyordu.

Belki de bunu bozmaktan çekindiler.

Sadece zekalarının ışıltısıyla birbirlerini etkileyebileceklerini anladıktan sonra bedenlerinin, zekalarının o büyük çekiciliğine ayak uyduramamasından, arzularının, düşüncelerinin derinliğine ulaşamamasından korktular sanırım.

Özlediler birbirlerini.

Ümitsizce özlediler.

May Ziyade, bilmediğimiz mektuplarından birinde belki de bu korkuyu dile getirdiğinden Cibran onu ikna etmeye, korkusunu yatıştırmaya çalışan mektuplar gönderdi.

"Bana aşktan korktuğunu söylüyorsun, neden küçüğüm? Güneş ışığından korkuyor musun? Denizin gelgitinden korkuyor musun? Günün doğuşundan korkuyor musun? Baharın gelişinden korkuyor musun? Aşktan neden korktuğunu merak ediyorum. Sıradan bir aşkın beni memnun etmeyeceği gibi senin de sıradan bir aşktan hoşlanmayacağını biliyorum. Sen ve ben ruhtaki duyguları sınırlamakla asla doyuma ulaşamayız. Daha çoğunu istiyoruz biz, her şeyi istiyoruz."

Karşılaşsalar, aşkları "sıradanlaşır" mıydı?

Aşk sıradanlaşmaz, biter yalnızca.

Bitecek bir aşka "sıradan" gözüyle bakıyorlardı belki de.

Bitmesin istiyorlardı.

Hiç bitmesin.

May bazen korkuyor, bazen de aşkını açıkça yazıyordu.

"Aşkın eşlik ettiği yoksulluk ve sıkıntılar sevgisiz zenginlikten çok daha iyidir. Bu düşünceleri sana itiraf etmeye nasıl cesaret edebiliyorum. Tanrı’ya şükürler olsun ki bunları söylemeyip yazıyorum, çünkü şu anda burada olsan, hemen geri çekilip uzunca bir süre senden kaçarım ve söylediklerimi unutuncaya kadar da beni görmene izin vermem."

Karşılaştıklarında, kaçınılmaz olarak "bir kadın, bir erkek" olacaklardı, Cibran’ın peygamberce sözleri, May’ın derinlikli anlatımı yerini, onlara sıradan geldiğini sandığım "şehvete" bırakacaktı; o mektuplarda kendini gösteren ruhlar, birer beden kazanacaktı ve bedenin sınırları içine hapsolacaklardı.

Bu muydu acaba korkuları?

Peki, aşk korkar mı?

Korkmaz bence.

(bkz: http://www.hurriyet.com.tr/hic-gormeden-7292234)
Ayağımı kırdığım zaman depresyondan ne yapacağımı bilemez haldeyken internette tanıştığım çok tatlı yabancı bir kızla başlattığım olay. müthiş bir olay, bundaki tat hiçbir şeyde yok. mektubun 3-4 haftada ulaşması, ondan cevap gelmesi acayip bir şey. Bir yerden sonra paket göndermeye başlayınca kültürel hediyeler, gittiğimiz gördümüz yerlerden kartpostallar gönderdik birbirimize. Daha sonra Facebooktan twitterdan ekleştik ama oralar yalan dolan, mektubun verdiği hissi vermiyorlar, asıl duygu o bekleyiş anında. o içindeki kıpırtının oluştuğu an.
Hayatımızı kolaylaştıran bir çok şey aslında bizden aynı değerde başka şeyler çalıyor, duygularımızı ve mutluluğumuzu.

Edit: Tabiki sözlükten varsa mektuplaşmak isteyen buyursunlar gelsinler
Mektuplaşmanın tadını hicbirsey vermedi veremez. Mektubun naifliği,zarafeti; icinde yazanlarin size aidiyetini hicbiseyde bulamazsıniz,bulamayiz.
güzel olan ne varsa başına eskiden koyuyoruz sanırım. Günümüzde ayrılmak bile bu sms le. Duygulandıran başlık.
Yapmak istediğim eylem. Bir gün bir mektup arkadaşı edineceğim. Tabi internet üzerinden tanıştığım bir insana güvenebilirsem. Bu da bir on yıl sonra olur herhalde.
insanların bir zamanlar fazla sabırlı olduğunu gösteten haberleşme aracı.
Mail beklerken bile dayanamayıp saat başı kontrol ediyorum, günlerce mektup beklemek büyük sabır gerektiriyor. Gerçekten.

Not: sevgili mail buddy. Artık yaz.
süper bir şey. hala saklıyorum 2 adet mektubum var. hala okuduğum zaman o anki duyguyu veriyor insana *
nostaljik bir eylemdir. fakat bir güvercinleşmek kadar nostaljik değildir.
En bi sevilesidir, nostarjiktir lakin kimse yanasmaz.
E-mail cikti mertlik bozuldu sozluk.
özlenendir. 90'lı yıllarda kalmış maalesef milenyuma girememiştir. keşke biri çıksa da "gel biz başlayalım mektup arkadaşlığına mektup kültürünü devam ettirelim" dese de mektuplaşsak.
not:ilgilenen olursa buralardayım
eskide kalan ve kendisini özleten olay. şimdi yerini whatsapp'a bıraktı. keşke eskisi gibi olsa. Eskiden duygular mektuplar araciligiyla aktarılırdi simdi o duygular yerini tipsiz simaylilere birakti.
keşke eskisi gibi olsa da yazsak denilesi iletişim yoludur. arkadaş, kardeş, sevgili... hepsine uzun uzun yazılırdı be..
ac dc dinleyen kiz hatunumla yapacağımız eylem. Kokulu kağıtlar göndererek vuku bulacak hadise.

Edit: sende mi? Ahahah... bozdu ama tam yürüyüşlük.