ne hasta bekler sabahı, ne taze ölüyü mezar
şeytan beklemez günahı seni sevdiğim kadar...
adı "beklenen" olan bu şiir, şair necip fazıl kısakürek'e aittir, mehmet akif ersoy'a değil.
yeri geldi yazıyorum: "bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün" diyen Celal Yalınız (1886 - 1962) Türk düşünür, nihrir--Sakallı Celal olarak bilinir. Bir kere daha anıyorum.
Az kalsın taliban sokacaktı namluyu kadınla röportaj yaptı diye. Direkten döndü şerefsizim. Adam silahı doğrultup gelirken ilk cümlesi "biz türküz" demek oldu. Akıllıca.
afganistan'da olmasına rağmen taliban ile ilgili gördüğü tüm olumsuzlukları anlatan gazeteci.
hatta akit tarafından ''olmayan görüntülerle taliban'ı karaladığı'' dahi iddia edilmiştir.
kendisi de bu iddialara ''bu zihniyetin Türkiye’de “müslümanları temsil ediyor” gibi görünmesine isyanımdır.'' diyerek cevap vermiştir.
yine inönü üniversitesi'nde yabancı öğrenci kabulü ile ilgili haberi kendisi vermiştir.
aktif bir gazeteci aynı zamanda.
libya iç savaşı sırasında hem isyancılar hem kaddafi ile röportajlar yapmış ve savaşı yerinden anlatmış; günümüzde de bizzat taliban'ın basın açıklamasına katılarak, kabil sokaklarında gezerek yaşananları yerinden anlatmaya devam etmektedir.
"Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?
Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!
Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun!
“Yandık!” diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun!"
"şu serilmiş yatan gölgeme imrenmedeyim *
ne saadet hani ondan bile mahrumum ben
daha yıllarca eminim ki hayatın yükünü
dizlerim titreyerek çekmeye mahkumun ben"
biraz mehmet akif ersoy övüp uyuyacağım, ben övdüm de geldim diyenler okumasın.
"sözüm odun gibi olsun hakikat olsun tek"
derken bile bütün lirik duygulu şairleri cebinden çıkaran istiklal marşı şairi.
safahat ın gölgeleri asımı her bölümü çok kıymetli ama özellikle manzum hikayelerindeki ***** muhteşem üslubu, en imkansız şiirleri bile su içer gibi yazması beni büyülüyor. dönemin istanbul'unu anlattığı toplumcu şiirlerde tezini, amacını hiç elden bırakmadan, edebi zevki en yükseğe çıkarmak, aynı anda bir de hikaye anlatmak inanılmaz bir güç. bunlardan ikisini nazım hikmet de yapar ama sayıklama halinde yapar. mehmet akif in şiirleri hem uyanık hem de hayali sürüklüyor peşinden. arada bir de tokat savuruyor; ne olduğunu şaşırır insan.
yetmiş beş yaşında hala çalışan seyfi baba ya söylettiği:
"kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası
dostun yüz karası, düşmanının maskarası"
"toprakta gezen gölgeme toprak çekilince
günler şu heyulayı da er geç silecektir
rahmetle anılmak ebediyet budur amma
sessiz yaşadım kim beni nereden bilecektir?" *
Mehmet Âkif Ersoy, 20 Aralık 1873’te istanbul'da, Fatih ilçesi Sarıgüzel mahallesinde dünyaya gelmiştir.
Annesi Buhara'dan Anadolu'ya geçmiş bir ailenin kızı olan Emine Şerif Hanım; babası ise Kosova doğumlu, Fatih Camii medrese hocalarından Mehmet Tahir Efendi'dir. Babası, ona ebced hesabıyla doğum tarihini ifade eden "Ragîf" adını verdi. Fakat telaffuzu zor geldiğinden arkadaşları ve annesi ona "Âkif" ismiyle seslendi, zamanla bu ismi benimsemiştir.
ilk öğrenimine Fatih'te Emir Buhari Mahalle Mektebi’nde başladı. iki yıl sonra iptidai (ilkokul) bölümüne geçti ve babasından Arapça öğrenmeye başladı. Ortaöğrenimine Fatih Merkez Rüştiyesi’nde başladı (1882). Aynı zamanda Fatih Camii'nde Farsça derslerini takip etti. Mehmet Âkif, rüştiyedeki eğitimi boyunca Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızca dillerinde hep birinci olmuştur.
Rüştiyeyi bitirdikten sonra 1885'te dönemin gözde okullarından Mülkiye idadisi’ne kaydoldu. 1888’de okulun yüksek kısmına devam etmekte iken babasını kaybetti. Ertesi yıl büyük Fatih yangınında evlerinin yanması aileyi yoksulluğa düşürdü. Babasının öğrencisi Mustafa Sıtkı aynı arsa üzerine küçük bir ev yaparak aileyi bu eve yerleştirmiştir.
Mehmet Âkif öncelikle meslek sahibi olmak ve yatılı okulda okumak istediği için Mülkiye idadisi’ni bıraktı. O yıllarda yeni açılan ve ilk sivil veteriner yüksekokulu olan Ziraat ve Baytar Mektebi'ne (Tarım ve Veterinerlik Okulu) kaydoldu. Okul yıllarında spora büyük ilgi gösterdi; başta güreş ve yüzücülük olmak üzere uzun yürüyüş, koşma ve gülle atma yarışlarına katıldı; şiire olan ilgisi okulun son iki yılında arttı. Mektebin baytarlık bölümünü 1893 yılında birincilikle bitirdi. Daha sonra bu okulda Türkçe öğretmenliği yapacaktır. Resimli Gazete’de Servet-i Fünun Dergisi'nde şiirleri ve yazıları yayımlanacaktır.
Mehmet Âkif’in hem öğrencilik hem de hocalık yaptığı bu mekânda bugün istanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi hizmet vermektedir. Mehmet Âkif ve arkadaşlarının yemekhane salonu bugün istanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Mehmet Âkif Ersoy Fuaye Salonu olarak kullanılmakta, iç kapı üzeri ve çevresini tam kıtalarıyla istiklâl Marşı ve Âkif’in büyük portresi süslemektedir. Aynı kampüste Mehmet Âkif Ersoy Tarım Müzesi de yer almakta ve gençlere her fırsatta büyük şairimizi hatırlatmaktadır.
ii. Meşrutiyet’in büyük etkisinde kalan Âkif, arkadaşı Eşref Edip ve Ebül’ula Mardin’in çıkardığı ve ilk sayısı 27 Ağustos 1908'de yayımlanan Sırat-ı Müstakim dergisinin başyazarı oldu. Balkan Savaşı, Çanakkale Muharebeleri ve Kurtuluş Savaşı dönemlerinde çeşitli görevlerde bulunup, Balıkesir'e giderek 6 Şubat 1920 günü Zağnos Paşa Camii'nde çok heyecanlı bir hutbe verdi. Halkın beklenmedik ilgisi karşısında daha birçok yerde hutbe verdi, konuşmalar yaptı ve istanbul'a döndü.
1921'de Ankara'da Taceddin Dergâhı'na yerleşen Mehmet Âkif, 500 lira ödül konularak açılan istiklâl Marşı yarışmasına başta katılmamıştır. Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey'in ricası üzerine arkadaşı Hasan Basri Beyin teşvikiyle ikna olmuştur. Onun orduya ithaf ettiği istiklâl Marşı, 17 Şubat günü Sırat-ı Müstakim ve Hâkimiyet-i Milliye'de yayımlanmıştır. Hamdullah Suphi Bey tarafından mecliste okunup ayakta dinlendikten sonra 12 Mart 1921 Cumartesi günü saat 17:45'te Milli Marş olarak kabul edilmiştir. Âkif, ödül olarak verilen 500 lirayı hayır kurumuna bağışlamıştır.
Kurtuluş Savaşı ve zafer sonrası uzunca bir süre Mısır’da yaşayan Milli Şâirimiz Mehmet Âkif Ersoy, 17 Haziran 1936’da tedavi için istanbul’a döndü. 27 Aralık 1936 tarihinde istanbul’da, Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nda vefat etti. Edirnekapı Şehitliğinde yatmaktadır. En önemli iki eseri istiklal Marşı ve şiirlerini yedi kitap halinde topladığı Safahat’tır.
Fesli bunak tayfasının kendisine olan nefreti büyük şairin abdülhamit muhalifliğinden gelir. Daha soft muhafazakarlar " daha sonra pişman oldu yav zaten" diye sallasalar da akif o mükemmel dizeleri kitabından asla çıkartmamıştır. Gerçek şu ki ne kendini osmanlı torunu sanan devşirme çomarlar, ne de osmanoğullarının bizzati kendileri akif'in tırnağı olamazlar.
100 yıl önce...nisan 1920...
istanbul'da "zafer" kod adlı karakol örgütü mensubu yenibahçeli şükrü'ye ankara'dan bir telgraf gelir.
şifreli gelen bu telgraf şöyledir;
"Burada ulemaya ihtiyaç vardır. Ali Beyle görüşülerek Hoca Fatin, Şair Mehmet Akif Efendilerin ve sair tensip edileceklerin sür'at-i sevkleri emrolunur-heyeti temsiliye reisi mustafa kemal”
101 yıl önce bugün ankara'ya gelip bu kızılca gün'de milli mücadele'nin ikinci safhasını başlatan mustafa kemal paşa, 4 ay sonra vatan şairimiz mehmet akif'i ankara'ya böyle çağırıyordu...
mustafa kemal paşa'nın 19 mayıs 1919'da samsun'a ayak basmasının ardından neredeyse 1 senedir bu çağrıyı bekliyordu mehmet akif...
istanbul'da yapılacak şey kalmamış, artık kuvayi milliye saflarında ankara'da mücadele etme vakti gelmişti...
bu şifreli telgraf sonrası mehmet akif bey, 10 nisan 1920 günü sabah namazının ardından bizzat atatürk'ün istanbul'daki sağ kolu olan topkapılı cambaz mehmet eşliğinde oğlu emin ile birlikte evinden ayrıldı.
ilk olarak üsküdar'daki kuvayi milliye'nin merkezi haline gelen özbekler tekkesi'ne vardılar. burada 1 gece konakladıktan sonra yanlarına katılan ali şükrü bey ile birlikte buradan ayrıldılar ve esat paşa'nın alemdağ'da bulunan baltacı çiftliği'ne ulaştılar.
topkapılı cambaz mehmet onları burada emin bir şekilde bıraktıktan sonra istanbul'a geri döndü.
baltacı çiftliğinde de 1 gece geçiren mehmet akif ve oğlu emin, ertesi gün izmit-adapazarı yolu üzerindeki kuvayi milliye kafilesine katıldılar.
geyve'de kuşçubaşı eşref ve yenibahçeli şükrü ile buluşarak buradan bir dekovil ile eskişehir'e, oradan da trenle ankara'ya ulaştılar...
ne yazık ki planlanan günden 1 gün sonra ankara'ya varabilmişler, 23 nisan günü yapılan tbmm'nin açılışına yetişememişlerdi.
24 nisan 1920 günü ankara'ya varan mehmet akif, doğruca tbmm'ye gitti. meclis koridorunda mustafa kemal paşa tarafından bizzat karşılanmıştı. mehmet akif'i gören mustafa kemal paşa;
"sizi bekliyordum efendim, siz istirahat buyurun, ben daha sonra bilahare size geleceğim" demiştir...
fakat dinlenecek vakit yoktu.
mustafa kemal ve mehmet akif derhal buluştular.
sahada kazanılacak bir savaş vardı ve mehmet akif de bu savaşı milletin gönüllerinde kazanmalıydı.
ankara günleri kısa sürdü mehmet akif'in...
anadolu'nun en ücra köşelerinde başladı faaliyetlerine.
bir gün kastamonu'daydı, bir gün çorum'da, başka bir gün sivas'ta...
zağanos paşa camii, nasrullah camii ve ulu camii vaazları ile kurtuluş savaşına destek veriyor, istanbul hükümeti'nin milli mücadele aleyhinde çıkardığı bütün şer fermanlarını gönüllerde yırtıp atıyordu mehmet akif...
ve 12 mart 1921'de o'nun yazdığı şiir, istiklal marşımız olarak tbmm'de oy birliği ile kabul ediliyordu...
"korkma..." diye başlamıştı sözlerine...
korkmuyordu...
o'nun ve kuvayi milliye'nin korkusuzluğu anadolu'nun dağına taşına, her bir ferdinin kalbine kazınmıştı...
bugün 27 aralık...
vatan şairimiz, bayrak şairimiz, milli mücadelemizin meşalesi mehmet akif ersoy'un aramızdan ayrılışının 84. yılı...