2005 yapımı woody allen filmi. şansın çifte yüzünü gösteren bir yapıt. şeytanın ayrıntıda saklı olduğunu yüzük ile sembolize etmiş senarist abimiz, filmin sonunda yüzüğün düştüğü yer, filmin sonunu tayin etti. chris karakterinin karaktersizliğine ve bencilliğine o kadar çok kızdım ki başta, filmi yarıda bırakacaktım nerdeyse. müfettiş abilerin dediği gibi "karısını aldatan sıradan bir erkek." belki biraz daha fazlası fakat gerçekte de böyle değil mi? yani herkes az da olsa yanında yöresinde ya da kendinde ondan esintiler görmedi mi? büyüksün woody usta!
klişe olaya farklı bir sonuç bağlayarak etkileyen güzel bir film.
--spoiler--
filmin özellikle ilk kısmında olaylar gayet hızlı ve net ilerlerken (hatta aldatma olayındaki bütün klişelere yer verilirken)insan şüphelenmeye başlıyor zaten. bu film sadece aldatan bir koca hamile iki kadın olayından farklı ilerlemeli hissine kapılıyor. nitekim öyle de oluyor. her ne kadar filmin orta kısımları seyirciyi biraz bunaltsa da bir kaç metaforun buralara serpiştirilmesi (yüzük gibi) bu sahneleri de kurtarıyor. finali ise vay be dedirten kısım oluyor.
--spoiler--
şu son zamanlarda tazelenen aşk acıma ilaç gibi gelen film.
eski sevgiliyle ayrıldıktan * sonra ilk defa buluşulmuştur. ve bunun ertesinde aşk acısı çekmeye tekrardan başladığını hisseder gibi olunur ve bundan kurtulmanın yolunun yeni bir sevgili değil yeni bir aşk olduğu düşünülür.
bu filmi izledikten sonra tekrar anladım ki aşk ne menem bir şey. benden uzak dursun. spoylır geliyor.
aslında topun fileyi geçip geçmemesi şansa değil vuruşun yön ve hızına bağlıdır.ama film gerçekten çok güzel ve iananılmaz derecede şaşırtıcı kesinlikle izlenmesi gerek...
izlerken kimi zaman sıksa da, gerçekçiliğiyle "vallaha hep böyle oluyor" dedirten film.
--spoiler--
kahramanımız chris wilton, hayatında istediği yerlere ulaşamamış bir tenis oyuncusudur. gözü yükseklerdedir. teniste çok iyi olmasına rağmen en iyisi olamamıştır. karşısına çıkan tom hewett ve ailesi sayesinde hayatı değişir. iyi bir iş ve iyi bir eş şansını değerlendirir. o arada tom'un nişanlısı nola^ya tutulur. yasak bir ilişki başlar aralarında. istediği hayatı elde etmiştir bir bakıma. iş hayatındaki başarıları, onu seven ailesi ve yüksek yaşam standartları vardır. ama istediği şehveti nola'da bulur. ne var ki nola'yı sevmesinin tek sebebi onun cinsel çekim alanında olmasıdır. birbirleriyle konuşup dertleşemezler, aşk yoktur. başını döndüren bu durum için evliliğini yıkamaz. ne zaman karısıyla konuşsa onun sevilecek yanlarını görür. ona aşık değildir ama ona bu haksızlığı yapamaz. yasak ilişkisini gözden çıkarır, onun getireceği tehlikeleri de yok etmek ister. işte burda nola'nın ve evine kimseyi almayan komşusunun ne kadar şanssız olduğunu görürüz. chris'in işlediği cinayet yanına kalır. evet dünya'da adalet yoktur. günlük, polisin gördüğü rüya, suya düşmeyen yüzük gibi delil olabilecek hiçbir şey onu ele vermez. chris de yoluna devam eder.
yasak ilişkinin evliliği nasıl yıkabileceğini işleyeceğini düşündüğüm film bir anda bambaşka bir şeye dönüşmüştür.
--spoiler--
"it would be fitting if I were apprehended... and punished. At least there would be some small sign of justice - some small measure of hope for the possibility of meaning."
yani,
"yakalanıp cezalandırılmam, yerinde olurdu. en azından adaletin varlığına dair ufak da olsa bir işaret olurdu - ufak da olsa her şeyin bir anlam taşıdığı ihtimaline dair bir ölçü olurdu."
sözü de filmin anlam bütünlüğünü oluşturması açısından önemlidir.
film boyunca önemli sahne geçişlerinde bize eşlik eden, adeta filme ruh kazandıran o muhteşem melodi georges bizet'nin les pecheurs de perles operasının en bilinen ve söylenmesi en güç olan je crois entendre encore aryasıdır.
filmde kullanılan yorumunu ünlü italyan tenor enrico caruso seslendirmiştir.
temposuz, dingin, aralara scarlett johansson'lu sevişme sahneleri serpiştirilmiş bir film.
bir de tabi, "-iyi olmaktansa, şanslı olmayı yeğlerim- diyen adam, hayatı anlamış adamdır" sözüyle giriş yapan ve filmin genel hatlarını belirten, sophocles'in "hiç doğmamış olmak, belki de en büyük ihsandır" sözüyle de finalini yapan filmdir.
pek çaktırmasa da suç ve ceza'ya cevap olarak çekilmiş, ancak dostoyevski'ye nanik yapan bir woody allen filmidir. filmin havasını bozmamak adına detaylardan bahsetmiyorum ama dikkatli bir izleyici bunu mutlaka fark edecektir.
şansın ne kadar önemli olduğunu anlatıyor film, e anladık biz de. ilk sahneyle filmin sonundaki bağlantı güzel bir de scarlett johansson güzel.
ama başka bir numarası yok filmin, vasat bir yapım. gereksiz uzun sahneler, daha uzun üzerinde durulması gereken dinamiklerin kısa verilmesi filmi vasat kılıyor.
sonunun şaşırtıcı oluşu -ki bu bilgide bir spooilerdır gerçek film izleyicisi için-
beğenilmesindeki en büyük faktör bence.
harika kurgulanmış hayran olunası woody allen filmi. 'iyi biri olmaktansa şanslı biri olmayı tercih ederim" düşüncesiyle başlıyor film, ağır ağır sinsice alıveriyor sizi içine, bazen çok çok hızlı bazense aşırı yavaş ilerliyor ve harika bir sonla noktalanıyor...