gökten ineni, sudan çıkanı
göğe ağanı, suya döneni
burak'ı, düldül'ü, bozat'ı
melezi, safkanı
seversin demek
doru, demirîkır, al
üstü çukur bal gözde
o derin şehlayı
deli bakış, gülen ayva
sakarı, sekiliyi, yılkıyı
kişneyişi hele!
o dudak gökte kahkaha
seversin demek
ucu çiy çiy ıslak burun
tok nefes, diri sıcak, nemli döş
süt köpük, eflatun dil, arı diş
yokuşta uzayan
inişte kazalan o boyun
çiftleşirken şuh eda
ince belde yayla gönül sırt
benim seni dinleyişim
gibi o baş sallayış
ağızda köpük uçup giderken
kuyruğundan okunur
yelenin rüzgârla konuştuğu
ova ruh, yakın temas, uzak yolcu
tek toynaklı kozmik kader
o büyük çarkın burktuğu dirim
yüzü kahırsız keder
dört ayağın buluştuğu o dört nal
az önce kalbimden geçip
giden tufan
metin göktepe'nin ardından yazdığı şiirle insanı ağlatan zalım şair.
ben gülümseyerek yaşadım dünyayı
gülümseyerek ölüyorum her gün sizlerle
baştan kendime basit bir yüz yakıştırmıştım
rüzgarıyla haşır neşir çıplak bir tepe
ve bir gök olsun istedim yüzümde, mavi, bulutsuz
metin olmaktan başka şansı var mıydı yoksulların
ben oldum işte, oldum ve öldüm
sorduğum tek soru vardı kendime
(öbürleri herkese ilişkindi)
şimdi gitsem benden ne kalır geriye
kaldı işte, ahtım kaldı dünyada
yaralı bir alın
gülümserken unuttuğum dudaklarım
ve yurdumu dolaşan kanım kaldı sizlere
kanım yer yere bulaşıyor
aşçının kepçesine, marangozun rendesine
silahın namlusuna, kalemin mürekkebine
yargıcın cübbesine, aşıkların neşesenie
çocukların oyununa karışıyor
dağılıyor, çoğalıyor, yalıyor sokakları
habere çıkardım, dünyanın yaradılışını görmeye
alevlerin kurşunların arasından sekerdim
ağaca bakar yaprak olurdum, köpeğe, göğe, serçelere
yaprağa bakar yaprak olurdum, tırtıla, kuşa, yaşlı teyzelere
umutsuzlara bakar iç çekerdim, hallaçlara, sütçülere, çerçilere
bütün otobüsler giderdi benle, istanbul-hafik, istanbul-refahiye
ev içlerine bakar ağlardım, buğday demetlerine, duvardaki aliye
cemlere, kahvelere, meydanlara bakardım
herkes gibi çopur yüzlüydü hayat
ama kibirliydi yoksullar, kibirli ve atak
sözcükler hırçınlaştıkça dilsiz ve bataktılar
böyle bir dünya dermiştim kendime
hakikat gizlenmişti buralarda bir yere
ne ölümler gördüm de yaşamak hırsızlık gibi geldi bana
bulmalı derim, bulmalı ölümün erken dilini
o da oldu. gördüm celladımın gözlerini ve gülümsedim
hepimize benziyordu, şaşırdım ve güldüm
bir duvar dibiydi sanırım, ıssızdım ve soğuktu gece
bir şey öğrendim ki söylemeliyim
hayat hepimizden daha geniş
ölüm her ömürden daha uzun sürermiş
dağları düşündüm, sokakları, ev içlerini
herşey olduğu gibiymiş, basit ve korkunç
dil susunca kan konuşur, kan konuşurmuş
kanım yurdumu dolaştıkça öğrendim.