bugün

espressonun daha süslü versiyonudur ;fakat espressodan farkı bol köpüklü içilir ****
(bkz: starbucks)
italya'da yaşlı bir fırıncının eseridir. öyle bir tadı vardır ki; insanı mest eder. bebek starbucks'ta içilmesi şiddetle tavisye edilir. Boğazın muhteşem hışırtısıyla bu tadın birleşimi, mutlaka yaşanmalıdır.
normal espressonun üzerine 1 kaşık* süt köpüğü koyulmasıyla elde edilen espresso çeşitidir.
vize ve final gecelerinin vazgeçilmez içeceği. bir bardağı insanı iki gün ayakta tutabilir.
maçiyato diye düzeltmeye çalışır bazı garsonlar, doğru okunuşu makkiyatodur.
ortam insanı içeceği.
sıcak bir yaz gecesini frappe içip sarışın ve güzel komşumla salıncakta sallanarak geçirmek yerine yeliz'i telefonda dans kursunda partneri olmayacağıma dair ikna etmekle harcamıştım. 2 saatlik konuşmanın sonunda, eğer beni bundan sonraki ilk kız arkadaşıma, bir önceki kız arkadaşıma kendime araba aldırdığımı söylemekle tehdit etmezse; bende onun erkek arkadaşına son erkek arkadaşından ayrıldıktan sonra evini, hemde çocuk resmen kovduğu halde, terketmediğini söylemeyeceğime ikna ederek nihayet telefonu kapatabilmiştim.

zaten yorucu bir gündü bugün. bir de yeliz'in ısrarları duvara dayamıştı. yatağa kafamı koyar koymaz uyumuşum...

ve güzel bir pazar sabahına uyandım. bütün günümü camdan bakınarak geçirmek istiyordum bugün. camdan bakınmak güzel bir şey. sıkıntının bir yaşam formuna dönüştüğü bir günümdeysem hele daha da güzel bir şey. şu günlerde zaten benden bağımsız bir organizmaydı yalnızlığım. dışarıda insanlar, cıvıl cıvıl bir gün. fakat göztepe'nin bu muhteşem atmosferinden salt onlara bakınmak, ruhumu dizginlemek için onları izlemek istiyordum.

tam ben bu huşu içindeyken mithat çıkageldi panik içinde. 'halı saha yapıcaz, yürü piç' dedi. ağzı bozuktu mithat'ın. bende arkamı dönüp suratına baktım, 'siktir git' dedim. benim de ağzım bozuktu biraz. mithat siktirip gitmişti ama o sırada tüm o kasvet-i ruhiyemin içine de etmişti. zaten arkadaş ben ne zaman böyle kalabalıkların içinde kendimi yalnız hissetsem illâ ki biri gelip o hüzünlü atmosferin amına koyar.

dışarı çıkayım bari, biraz dolanayım. belki can sıkıntıma iyi gelecek bir meşgale bulurum dedim. mithat'ın halı saha teklifine sıcak bakmamıştım, çünkü o an hiç içimden bir topun peşinden koşturup terlemek gelmemişti. hâlâ da gelmiyordu. bu yüzden nedensizce yürümeye karar vermiştim kordon'da.

ne kadar 50+ insanoğlu varsa hepsi yürüyüş yapıyordu. ikinci baharlarını yaşayan çifte kumrular, tikiler, tüm enstrümanlarını sırtlanmış bisikletçiler, 'ben çok atletiğimdir' mesajı veren badici abiler ve çekirdek çitleyen (yahut çiğdem yiyen, hangisini seviyolarsa..) kalburaltı tayfa oradaydı. kalburaltıyı da şimdi uydurdum, fena da olmadı bence.

öhm, neyse; millet akmıştı kordon'a yaau. benim ne eksiğim vardı ? biraz yürüyüş yapıp kalori yakar sonra pier'de börgır king'e uğrar 1 lira 75 kuruşa çikınburger'imi yer verdiğim kalorileri geri alırım diye düşünüyordum. bende bu sikindirik haftasonumu böyle değerlendirecektim işte. her haftasonu kankişlerle yalıda cheateu yudumlayacak değiliz ya!

bir yaz yağmuru yağıyormuş gibi taktım kapişonumu kafama. yalnızlığımı dolduran önemli bir faktördü çünkü kapişonlu. taktım ve hızlı hızlı yürümeye koyuldum bir bok varmış gibi. karşıdan müzik dinleyerek bana doğru yürüyen, ağzındaki sakızı cakkıdı cakkıdı çiğneyen tikican'ı görünce aklıma pantolonumun sağ cebindeki aypod'um geldi, ben de takayım şunu lan, şekil olur dedim. cebimden çıkardım, kablolar birbirine girmişti gene. öfledim, püfledim. düzeltmeye koyuldum. sonra kablonun ucundan tutup tişörtümün içinden elimi göğsüme doğru sokaraktan aşağıya sallandırmaya çalıştım aypod'umu. iyice elime dolandı kablo. dışardan da bir kısmı fışkırıyordu. gayet saçma bir pozisyondaydım anlayacağın. tam da o anda 'aa merhaba' deyiverdi bir ses. güzel bir ses.

bu selin'di. sarışın, güzel, alımlı selin. benim karşıma geçmiş sırıtarak 'merhaba' diyordu bana. şu 2 haftadır arkadaşın çalıştığı mağazaya uğradığımda gördüğüm iş arkadaşı taş selin. 'm-merhaba' dedim bir yandan elimi göğsümden çıkartmaya çalışırken. tişörtümün altından aypod sallanıyordu. gözü takıldı, 'eheh' diye gülüp aypod'u kavradığım gibi cebime soktum. 'nasılsın' dedim, 'iyiyim, pier'e gidiyordum ya sen napıyorsun?' dedi. 'bende iyiyim, aa ne tesadüf bende pier'e gidiyordum' dedim. der demez bu 'aa ne tesadüf..' öbekli sinematografik cümlenin çok aşırı olduğunu düşünüp pişman oldum. 'beraber gidelim öyleyse...' dedi. o da çok sinematografikti. rahatladım.

beraber pier'e gittik. saatçiye girdik. hemen yanıbaşımda, daha elemanın ilk gösterdiği modeli beğenip satın aldı. 250 gayme saydı tırank diye. daha doğrusu saymadı, tek slip geçti. içimden 'ulan kesin sevgilisi var, ona alıyor bunu.. hem zaten uzak durayım bu kızdan, 250 liralık saat alan 500 liralık hediye bekler amk..' diye geçirdim. mağazadan çıktık, 'ee sen ne alacaksın ?' dedi sanki pier'e gelen herkes bir şey satın almak zorundaymış gibi. ama öyle sevişgen bir kızdı ki selin, o konuşurken bile orgazm olup dağlara taşlara yağmur olup yağmanız işten değildi. bende tam bu yüzden ani bir refleksle 'ben bir macchiato içecektim aslında, sen de içer misin ? =))' dedim bir sevgi kelebeğine dönüşerek. böyle hoş bir teklifi rededecek kadar öküz değildi o da. 'hay hay =)' dedi, has kahve evi'ne oturduk.

'starbucks'takinden daha güzel yapıyorlarmış' dedi derin kahve kültürüne dayanarak. bende 'evet kesinlikle, hele sen beyaz çikolatalı limemocha'larını denemelisin' dedim sanki çok bi' bok biliyormuş gibi. meğersem yanıbaşımızda duran garson bizi dinliyormuş, hemen lafa atladı pezevenk 'bizde beyaz çikolotalı mocha yok, ki o limemocha da değil. beyaz çikolatalı olanı da zaten sadece gloria jeans'te var' dedi. hayatta şöyle çok orospu çocuğumtırak anlar vardır. buna genelde katıksız orospu çocuğumtırak görünümlü piç kuruları neden olur. işte tam o anlardan biriydi şimdi. ve 'garezin ne be pezevenk' günün en anlamlı cümlesiydi.

yapacak bir şey yok, garsonun azizliğine uğramıştım. selin'e baktım, karşısında rezil olmuş bir erkek varmış ifadesi takınmıştı suratına. sanki kendisi utanılacak bir şey yapmış gibi kafasını önüne eğmiş alt dudağını ısırıyor, ardından küçük tebessüm patlamaları yaşıyordu. çok tatlıydı esasen ama bu durumda isterse pudra şekerine bandırılmış olsaydı gene de kâr etmezdi çünkü bariz bir şekilde 250 grama doğru giden bir yolculukta sıçım sıçım sıçmıştım. türlü şebeksel hareketlere girişerek cehaletimi örtbas etmeye çalıştım. olmadı. daha fena tebessüm patlamaları yaşıyordu. ben de ona katıldım bir ara, kendime gülmeye başladım. fakat onun gülmeleri sonlandı bu sefer. demek ki daha beter sıçmaktaydım. bir şey yapmalıyım acilen diye düşünüp panikleyerek sağıma soluma baktım. bir bok göremedim konu açacak. iyice kızardığımı hissediyordum çünkü ateşim çıkmıştı. televizyondaki rugby maçını işaret parmağımla hedef göstererek 'bak bak ne güzel değil mi? ehehe.' deyip saçmalayarak konuyu değiştirmeye çalıştım. sanırım artık sıçma evrem sonlanmış iyiden iyiye sıvamaya başlamıştım. son espri denememden sonra 'hıhı' deyip saatine bakmıştı. suratıma bakmıyordu bile, gözleri tiksinti veren bir böcekmişim gibi saliseler içerisinde kaçıyordu benden. garson iki dakikada işin içine etmişti, ne güzel de getirmiştim onu kahve içmeye; üç kuruşluk bir mocha uğruna 250 gramdan olacaktık yok yere!

toparlanmam lazımdı, 'hemen geliyorum' diyerek tuvalete gittim. giderken garsonla yüzyüze geldik, elimle boğazıma paralel bir çizgi çekerek 'sen öldün' hareketi yaptım. pisuarda işerken acil durum masası oluşturdum kendi içimde. toplantıda alınan ilk karar garsona beddua etmekti. ve hemen ilk maddeyi uyguladım; 'hay garson gibi, senin allah belanı versin' dedim. sonra aklıma muhteşem bir şekilde yeliz geldi. yeliz'in o muhteşem fikri, benim o muhteşem hatam.. ama sanırım kıvıracaktım yine...

masaya döndüm. 'ama insanlar muhteşem hatalar da yapabilir, kızmamalısın =))' dedim en rutkay aziz'in tok ses tonumu takınıp. gülümsedi bu sefer. aynı kahve içme teklifini yaptığımda yüzünde oluşan tebessümdü bu. 'gel' dedim, 'gel seni bir bilinmeze götüreyim'. 'nereye' dedi kıkırdayarak. 'şş, sus ve gel sadece' dedim. şirindim. elimi uzattım, tuttu.

içeriye girdik, kurs başlamıştı. burası yeliz'in beni bir bütün gece getirmek için uğraştığı ve hatta çirkefe bağladığı dans kursuydu. etrafta bir sürü terli göğüs ve basen vardı. göğüssüz çirkin yaratıklar da rastlamıştı radarıma, alt taraflarında bir çıkıntı mevcuttu. hemen radarımın ignore tuşuna bastım ve onları görüş alanımdan çıkardım. hocayla konuştuk, ders daha yeni başlamış. kıyafetlerimizi değiştirdik hemen koşa koşa. selin hâlâ kıkırdıyordu. etek giymişti ve kalçalarını çılgınlar gibi dolgun gösteren pantolonundan daha güzel durduğuna yemin edebilirim. ve o gün ilk dansımızı ettik. sanırım o'na tarrango'da aşık oldum. deli cesaretiyle dudaklarına yapışmamdan anlaşılan o ki evet, uzun bir süre sonra aşkı yeniden bulmuştum...

3 ay sonra..

hometown'da 3. ayımızı kutluyoruz. o'na 250 €'a küçük bir siyam kedicik aldım, istiyordu bunu. bütün günümüzü kediyle geçirdik zaten. şimdi sıra benim hediyemdeydi. fakat o da ne ? 3 ay önce çıkmaya başladığımız gün benim yanımda, kimliği meçhul bir şahısa aldığı saat dönüp dolaşıp kürkçü dükkanına, bana gelmişti. bu nasıl bir terbiyesizlikti şimdi !?

tebessüm ederek aldım hediyemi. bütün gece aşkımıza en ufak bir sorun yaşatmadan kalktık mekandan. takside omzuma yaslanıp uyudu. eve geldiğimizde ayakkabısını çıkartmasına yardım ettim. sonra yatak odasına geçtik. bıraksam uyuyacaktı. 'uyuma' dedim. sevişeceğimizi düşünerek soyunmaya başladı. çırılçıplaktı karşımda. emir kipli cümlelerden hoşlanıyordu. hoş, ben de hoşlanıyordum yatakta hitler kesilmekten. 'mızıka çal biraz' dedim. her zamanki gibi güzel bir mızıka çaldı. sonra pantolonumun fermuarını çektim, elimi cebime attım. 200 € çıkartıp fırlattım önüne. hadi sana iyi geceler deyip ceketimi alıp gittim...

pier'deki çalışan arkadaşımdan duyduğuma göre geçen gün saati iade etmeye gitmiş.

ha bi de, aşkı nah bulmuştum.
espressonun süt köpüğü ile yumuşatılmış hali, gel gelelim her boku bildiğini sanan starbucksa machiatto dediğinizde size caramel machiato filan diyorlar.gloria jean' s' in gözünü seveyim ben.
gerçek bir macchiato yapabilen yer sayısı çok azdır.
espresso fincanının yarısını kahveyle doldurup üzerine biraz sıcak süt eklendiğinde elde edilen kahvedir. sıcak sütün köpüğünü koyduğunuzda daha da güzel olur.
güzel bir espresso türevidir. bir macchiatoyu macchiato yapan yegane şey üzerindeki süt köpüğüdür. karmelli olanı genelde daha yaygın olarak içilir. sırf italyanca okumak için okunuşunda 'ç' harfini kullananların aksine doğru okunuşu makiyato dur. marjinal görüneyim derken rezil olacaklara duyurulur.
latte macchiato "latte maçiyato" diye okunmaz.
"latte makiyato" diye okunur. (italyanca ch-k)

sütlü espressodur.
nasıl yapıldığı hakkında hiç bir bilgim olmayan, bir çeşit kahve....

görsel

bir arkadaş almanya' dan gelirken, hediye olarak almış bana, ama bu nasıl yapılıyor ki ? nescafe mantığı gibi mi merak konusu... lan ayrıca teknoloji devi almanya' dan gelirken, hediye olarak kahve almak nedir ?

hazırlanışnı bilenler yeşillendirsin.
görsel