1931 yapımı kült bir film.
--spoiler--
Filmin sonunda ağlayan annenin "biz de çocuklarımıza göz kulak olmalıydık." Demesi filmin önemli noktalarından. ironi yatıyor, zira hukuk sistemindeki açık burada gözü yaşlı bir anne tarafından dile getiriliyor özeleştiri adı altında. hans beckert'in onu cinayete zorlayan dürtü ve kendisini sahte bir mahkemede yargılamakta olan sahtekar insanlara olan eleştirisi, yönetmenin onu filmin başından beri neden sessiz bıraktığını iyi özetliyor. zaten bu "sahtekar insanlar" siyah deri eldivenleriyle dikkat çekiyor filmde. Sanki o eldivenler onları kendi pisliklerinden koruyormuş gibi.1931 yılında çekilmiş bir film olarak şimdiki filmlere amiyane tabirle bin basar. hele elsie'nin öldürüldüğü sahnede yuvarlanan topu ve kaçan balonu. ki o balon daha sonra hans'ı ters köşeye yatıracaktır. filmin başlarında birbirini itham eden insanlar, suçlu avına çıkanlar ön planda. öyle ki herkes birbirinden kuşkulanır duruma gelmiş.
Hans'ın sırtına vurulmuş m(mörder) damgası ise filmi özetleyen bir unsur. ve o damgayı küçük kızın temizlemeye çalışması ise ayrı bir detay.
"Sessizlikte bile kendimi duyuyorum. kendi kendimi takip ediyorum." Cümleleri ise hans'ın durumunu özetleyen alıntılardan.
--spoiler--
izleyenlerin favori filmleri arasına gireceğini tahmin ettiğim bir film. Zaten imdb'deki sıralaması da bunu gösteriyor. holivudun zengin , ukala ve gösterişçi gençlerinin hayatını izlemekten zevk alan kitle içinse tavsiye edilmez. daha ilk dakikasında kapatırsınız gençler, benden uyarması.
Yine kusur bulamadığım bir film, bu yüzden; 10/10
not:film zevkinin olmadığı çok açık tvaylaytçı. beğenmediğin noktayı eğer film eleştirme yetisine sahipsen mesajla belirtebilirsin. öpüldün.
--spoiler--
katili onca kisinin arasinda gözleri görmeyen birisinin buluyor olmasinin bence en saglam mesaj oldugu yapim yili 1931 olmasina ragmen yüzyillar boyunca izlenebilecek mükemmel sayilabilecek bir film.
--spoiler--
--spoiler--
Peter Lorre 'un mahkemede ki itiraf sahnesi akıllara zarar..sanki o sahneyi oynamamış,gerçekten yaşamış gibi..sadece o sahne için bile izlenebilir.
--spoiler--
1931 iki ilginç hikayenin kesişimidir. almanya da nazi hareketinin gittikçe güçlendiği yıllardı, fritz lang adındaki savaş gazisi ve henüz ilk filmlerini çeken parlak bir yönetmen, nazilerin halkı halka hedef gösterip birbirine düşman kılmasından, bu yöntemlerle de topluluklar üzerinde baskı kurmasından kendi adalet sistemlerini yaratmalarından şikayetçiydi. 1. dünya savaşının yaralarını henüz saramamış olan almanya ekonomisi ve psikolojisi bozuk kitlelerle doluydu.
halk içinde barındırdığı şiddet eğilimini ve açlığın, sıkıntıların verdiği öfkeyi nazizimle dışa vurma yolunu keşfetmişti. herkesin ben de bir naziyim dediği yıllarda ''ben sizden değilim'' mesajı veren bir film çekmekte ancak fritz gibi engin bir yönetmene yaraştı.
işte ''m'' filmi böyle çıktı ortaya, 1931 yılında giyotinle idam edilen Peter Kürten nam-ı diğer Düsseldorf Vampiri alman halkının bozulmuş psikolojisinin en korkunç örneklerinden biriydi. belki de filmindeki çocuk katili fikrini burdan almıştı fritz.
--spoiler--
filmde tüm bir şehrin başka derdi yokmuş gibi bir çocuk katilinin peşine düşmesi öyle bir anlatılır ki, sizde bir anda kendinizi o öfke seline kaptırıp katilin bir an önce bulunmasını ve idam edilmesini istersiniz. sanki böylece şehirdeki çok önemli bir sorun ortadan kalkacak, seyirci de suçlunun cezasını bulmasıyla vicdanı rahat bir şekilde filmi alkışlayacaktır. ama öyle olmaz. fritz lang, mahkeme sahnesindeki katil rolündeki peter lorre'un tiradıyla izleyiciye şöyle okkalı bir naah çeker.
o sahneden sonra artık suçlu sandalyesindeki kişi çocuk katili değil, onu yargılayan ve vicdanını paklamak için kullanan iddia makamı güruhtür ve giderek tüm bir toplumdur.
film katil üzerine değil, katili aramaktan çok daha öteye giden şehrin insanlarını anlatan bir film. bütün herkes katili arıyor ama herkesin arama sebebi kendi çıkarları doğrultusunda bencilce sebepler. kimileri suç üzerlerine kalmasın diye, kimileri itibarlarını kurtarmak için, kimileri katilin kurbanı olmamak için, kimileri de kahraman olmak için... cezayı kendi yöntemleriyle verebileceğini düşünen, başınabuyruk hareket eden, bir katilden farkı olmayan toplumla, kendi kurallarını koyan, istediğini öldüren, istediğini yaşatan faşist almanya toplumunun (nazizim) nasıl oluşmakta olduğu gözler önüne sermiştir bu filmle. ama mesaj alınamamış olsa gerekki nazizim yükselişe devam etti.
son sahte mahkeme sahnesinde fritz izleyiciyi ikilemde bırakır, ama sonunda mesajı açıktır, adalet, kanun sistemimiz her ne kadar ağır aksak işlesede toplumun zorbalığından daha iyi birşeydir. çünkü toplum suçu sadece suçluda arar...
Peter Lorre Yahudi olduğundan filmin yayımlanmasından kısa bir süre sonra Nazi zulmünden korkup almanya'dan kaçmıştır. Yarı Yahudi olan Fritz Lang ise onu iki yıl sonra takip etmiştir. Nazi baskısı o kadar çok artmıştıki filmin sonundaki ünlü mahkeme sahnesinde çekimleri denetleyen gestapolar 24 oyuncuyu tutuklamışlardır. zaten filmde 1934 yılında naziler tarafından yasaklanmıştır. acaba fritz'in bu tehlikeyi erkenden hissetmesinde o yıllarda parti üyeliğine kabul edilen eşi Thea von Harbou'nun payı varmıdır bilinmez...
Anlatım üzerinden ses kullanımı, zamanında çığır açan yeni bir teknik olarak bu filmden sonra benimsenmiştr.
--spoiler--
1931 yılında bu bakış açısıyla ve bu konuyla filmde çekiliyor işte. Günümüzde bile rastlayamadığımız derinlikte bir pedofili konusu, kısıtlı imkanlara rağmen bir başyapıt haline gelmiş. Ancak filmin ilk yarısı daha çok tartışmalar şeklinde geçiyor. Pedofili hastalığı olan bir insanın bakış açısına fazla inilmemiş. O konu derinliği ilk yarıda maalesef ki sağlanamamış. Ancak ilk yarısından sonra öyle bir tempo esir alıyor ki filmi merak uyandırmaya başlıyor olaylar. Halkın önünde yargılanan bir psikopat ve onun yaşadıklarını kendi ağzından dinleyebiliyoruz. Tabii bu arada halkın değer yargıları da gözardı edilmemiş. Çocukların ne kadar değerli olduklarını ve onlara zarar veren birinin cezasının mutlaka ölüm olacağını düşünüyorlar. Bunu yaparken kanunlar önemli olmuyor. Çünkü kişiler adalet kavramını yaşadıkları acı çerçevesinde yeniden tasarlıyorlar. Artık bu yargılara göre hareket etmek istiyorlar. Aslında her şey çok kısa ve basit bir şekilde filmin sonuna indirgenmiş diyebilirim. Eğer filmde kişinin bakış açısıyla yaşadıkları, işledikleri suçlar büyük bir derinlik içerisinde işlenseydi kesinlikle çok daha değerli olacaktı gözümde. Zaten pedofili hastası karakteri çok iyi seçmişler. Manda gözü edasıyla bakışları verdiği hastalığın ruhsal bir yansıması niteliğinde. Filmin ilk yarısı imparatorluk dönemi, ikinci yarısı ise makineleşmeye geçiş dönemidir benim için.
1931 yapımı film. filmde vahşet görüntüleri fazla ortaya çıkarılmamışsa da katil, toplum ve polis psikolojisi o zamana göre harikulade anlatılmaktadır.
psikolojik-gerilim, polisiye sever izleyicilerin izlemesi gereken filmdir.
izlediğim en eski tarihli seri katil filmi. fritz lang'ın dehasına saygı duymaktan başka bir şey gelmiyor insanın elinden. daha "seri katil" diye bir kavram yokken adam bir şekilde bu dünyayı keşfetmiş, ve net bir biçimde tarif etmiş. filmde verilen argümanlar, suçlunun ağzından öldürme sebepleri gerçek bir kaynaktan alınmış, bu çok açık.
finalde, mahkeme gibi bir ortamda bulunan ve bir seri katilin kafasının içine giren diğer -normal- suçluların nasıl rahatsız olduklarını, onun zihninin nasıl farklı ve şeytani olduğunu görebiliyorsunuz.
savunma avukatına da hasta oldum, bildiğin modern avukatlar böyle iyi savunamazdı mahkumu. işin ilginç yanı, bugün seri katiller, genelde akıl hastası olarak kabul edilmeyip, cezai ehliyeti yerinde kişiler olarak yargılanıp hüküm giyiyorlar. ama bu abi "bu adam hastadır" dedi net bir biçimde. savunma avukatı ne de olsa.
"katil" rolündeki peter lorre abimize de saygılar sunmaktan başka bir şey gelmiyor elimizden.