doğum gününü unutsamda gönlünü alıcağım yazar. başkadır o sanki benim için. güven verir, az konuşur, çok dinler. bazen bana da dinlemem gerektiğini öğretir muhteşem şarkılarıyla.. huzur gibi bir şey sanki. sen hep mutlu ol güzel adam. her şey gönlünce olsun.
ayrıca 5 yıl sonra evleniceğim adam belki unutmuşsundur diye bir hatırlatma yapayım dedim.*
Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu kesmemeye
Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
Yatakta yatmayı bildiğin kadar
Sayın Tanrıya kalsa seninle yatmak günah daha neler
Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
Bütün kara parçaları için
Afrika dahil
Senin bir havan var beni asıl saran o
Onunla daha bir değere biniyor soluk almak
Sabahları acıktığı için haklı
Gününü kazanıp kurtardı diye güzel
Bir çok çiçek adları gibi güzel
En tanınmış kırmızılarla açan
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
Birlikte mısralar düşürüyoruz ama iyi ama kötü
Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse değerlendiremez
Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
iki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
Kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
Padişah gibi cesaretti o alımlı değme kadında yok
Aklıma kadeh tutuşların geliyor
Çiçek Pasajı'nda akşam üstleri
Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
Bütün kara parçalarında
Afrika hariç değil.*
kulaklarım patlıyor sessizliğinden, yorgunluğundan ölüyorum
sinekler yapışıyor vücuduma gitmiyorlar, yayılıyor kanları vurduğumda
denizi araladım geçtim bir aşktan, attım kum torbalarımı döktüm yaprakları
ama sanki uzandın tenime hissettim, terim aktı parmak aralarından
kanım hızlanıyor bazen damarlarımda, kan çanakları aynada levham boynumda
bir yapbozu tamamlarken bakıyorum büyük parçan eksik, kalbin olduğu..
bazen bir vücudu sarıyorum, banıp parmağımı tadına bakıp
gözümü sevmeye karartıp yapamıyorum...
acı bir tat kalıyor ağzımda, bazen yutup unutup bazen tükürüyorum
bazen ayılıp uyanıp bir nefesle yanımda adı yok sırtı var, bana dönük bükük
soğuğa çeviriyorum suyu ağlıyorum, bakıp içine ayılamayıp anlayamıyorum..
derimin altında başarılı ayrılık notları, yazılmış, çöpe atılmış intihar mektupları..
vuruyorum sokaklara bedenimi hayallere hayatımı..
yine omuzlarıma acımı alsınlar diye sığınıp kurtaracak kadınlara 15 dakikamı
bitti..
zor oldu ama bitti..
yapamadım benim başka bir kalbi, bedenin zayıftı, kalbin güçlüydü belki
haritası ama çok silikti, sert bir şeydi iliklerimde aşk..
dayandım , ittim sığmadı , kanırmadı girmedi, ama sıktım pis kanı akıttım yaramdan,
iyileştirmeye yaladım geçmişti sanki,soktum neşteri göğsüme
inanmaya halim kalmadı diye..
bitti..
zor oldu ama bitti...
korkma bilirim acıyı tedaviyi, imkansızlığın kekremsi tadını..
dün insanlara baktım kendi kirli camımdan, terkedilmişler çoktan yaradan tarafından..
ben kesilene kadar yüzdüm ama, görünmeyince karan bıraktım kendimi..
battım bir taş gibi, yanmıştı , çizilmişti ama seyrettim ağlayarak sabredip, çok sevdiğim bir filmi..
artık yalnız senin için üzülüyorum..
bitti..
zor oldu ama bitti...
benim de zaten hiç gücüm yok, yüzüm yok hiç umudum yok
ama bil ki farklı bir hayaldi, işkenceydi bazen bazen çok güzeldi..
ama anlıyorum sesinden, kurtulmuşsun sen
nokta konmuş, bitmiş, en güzel hikayem...
az önce evlenme teklifi etmiştir. 1.87 boy şartı var ama ben 1.92yim ve devlet memuruyum. evlenme teklifini ben edecektim ama o etti. dünya değişiyor sözlük...
Tek kulaklı bir adamdı ve yakın akrabaları dışında hemen hemen hiç kimse bunu bilmiyordu. Fark edilmesin diye saçlarını uzatıp kulağının üstüne bırakırdı her zaman, olan ve olmayan kulağının. Yağmurlu bir akşam işinden çıkıp evine giderken dört yol ağzında bir ihtiyar gördü. ihtiyar titriyordu ve kaybolmuştu. Elinde bir kâğıt vardı. Yağmurda buruş buruş olmuş, mürekkebi akmış o kâğıdı, sanki hayattaki bütün varlığı oymuş gibi tutuyordu. Kâğıtta ihtiyarın adresi yazılıydı. Adam kâğıdı aldı, yolu aydınlatan elektrik direklerine doğru yürüyüp okuyabileceği bir ışık kaynağı ararken dünya birden karardı. Gözünü açtığında hastane odasındaydı. Adama bir motosiklet çarpmıştı ve bir bacağını kesmişlerdi. Henüz bundan haberi yoktu. Bacağının kesildiğini öğrendiğinde aklına gelen ilk şey, bunu nasıl saklayacağı oldu. Olmayan bir bacağı bir kulak gibi kolayca saklayamazdı. Ama yeterince düşünebilirse olmayan bir bacağı da varmış gibi gösterebilmenin bir yolunu bulabileceğini hissediyordu. Karısı hastane odasının bir köşesinde, adama, saklamaya çalıştığı bir hüzünle bakıp gülümsüyordu. Adam, düşünce akışını bozduğu için karısının bakışlarına ve zorlama gülümsemesine kızıyordu. Kendisine bakıp gülümsemeye çalışmamasını, başka bir yere bakıp ağlamaya çalışmasını söyledi.
Adam işini bırakmıştı, onun yerine bol bol okuyordu artık. Bir gün bir kitapta kendisine ilaç gibi gelen bir cümleyle karşılaştı. insan eğer tek bacaklı olsaydı uçabilirdi, diyordu o cümle. Çünkü insan tek bacaklı olsaydı kolları da ona göre şekillenip kanat biçimini alabilirdi. Adam bu teoriyi uzun uzun düşündü, sonra da rüyalarında kendisini uçarken görmeye başladı. Bir gece yine böyle bir rüyada, bir elektrik teline takıldı ve kollarının yandığını gördü. Sadece kolları akıma kapılmış, elektrik direğine asılı kalmışlardı. Adam aşağıdan ağlayarak kollarına bakıyordu. Dehşetle uyandığında, kollarının yerinde olduğunu görüp rahatladı, rüyadan kalma gözyaşlarını kollarının dışına sevinçle sildi. Ama ertesi gece çok daha acayip bir rüya gördü. Bu sefer uçmuyordu, iki bacağı da sapasağlamdı, kollarıyla bacaklarına vurup yollarda manasızca yürüyerek bunun tadını çıkarıyordu. Ama birden kollarının bedeninden ayrılıp başka bir yöne gittiklerini gördü. Güneşli ve kalabalık sokaklarda kollarının peşinden koştu ama onları yakalayamadı.
Dehşetle uyandığında hiç uyanmamayı tercih ederdi. Yerlerinde olup olmadıklarını kontrol etmek için bir koluyla diğer kolunu yoklamak istedi ama yapamadı. Çünkü kolları yerinde yoktu. Mutfakta kahvaltı hazırlayan karısına, Kollarımı gördün mü? diye bağırdı. Aspiratör çalıştığından adamı tam olarak duyamayan karısı, Nerede çıkardıysan oradadır, dedi. Kocasının yine çorabının tekini kaybettiğini düşünüyordu. Zaten çorapları tekti kocasının, diğer tekin anlamı yoktu yıllardır. Karısı, çorap tekini kaybeden tek bacaklı bir adamın, iki teki birden kaybeden iki bacaklı bir adam nispetinde pasaklı olduğunu düşünüp sinirlenirdi bu duruma. Ama yatak odasına girip de kocasını öyle görünce dehşete kapıldı. Bütün evi aradılar ama adamın kollarını bulamadılar.
Adam, kollarının çalındığını iddia ediyor, Polisi arayalım, diyordu. Karısı bu fikre ihtiyatla yaklaştı ilk önce ama adamın ısrarlarına dayanamayıp 155i aradı ve cep telefonunu onun tek kulağına yasladı. Adam, rüyasında kollarının çalındığını polise söyleyemedi, onun yerine, Bir hırsızlık vakası var, dedi sadece. Polis, ne çalındığını sorunca bir şey diyemedi, yutkundu. Karısına, gözleriyle, telefonu kendisinden uzaklaştırıp kapatmasını işaret etti. Karısı bütün evi silip süpürdü, sonra da akşamüstü adamı terk etti. Seninle bambaşka hayaller için evlenmiştim, dedi giderken. Delirmek için değil. Lütfen beni anla. Adam gözleriyle anladığını işaret etti.
Ertesi gün kapıcının yardımıyla hastaneye gitti ama anlattığı hikâyeye psikiyatri kliniğindeki doktorun dışında hiç kimse ilgi göstermedi. Doktorla uzun uzun konuştular. Evet, adam çok üzgündü, evet, adam depresyondaydı ama kolları kendisinden çalındığı için öyleydi. Doktorun iddia ettiği gibi, ruhunun derinliklerinde olan bir huzursuzluk değildi bu. Çok daha yüzeyde, çok daha fiziksel bir şeydi. Saatlerce, hatta günlerce konuşmasına rağmen doktoru buna ikna edemedi, doktor da adamı aksine ikna edemedi. Şizofreni kliniğiyle evde yaşamak arasında bir tercih yapmak zorundaydı artık. Hikâyesini ısrarla savunmayı sürdürürse şizofreni kliniğinde yaşamak zorunda kalacağını anlayınca doktorla uzlaşmayı seçti. Hatırlamadığı ya da hatırlamak istemediği bir kaza sonucunda kollarını kaybettiğini kabul edip evine döndü.
Sabahları, öğlenleri, akşamları ve geceleri pencerenin önünde oturup hüzünle karşı apartmana baktı. Hiç kimse o apartmana o kadar çok ve o kadar hüzünle bakmamıştı daha önce. Bu arada o apartmanda oturan öğrenci kızlardan birine âşık oldu. Kız da adama âşık oldu, çünkü eksilen her şeye ilgi duyuyordu. Ayrıca düşünceli bir kızdı, adamın bütün bakımını üstlenmişti. Adam dehşetli rüyalardan ağlayarak uyandığında o da hemen uyanıyor, adamın gözyaşlarını siliyordu.
Tam olarak yaşama sevinci denemese de, adam eski canlılığından bir parçaya kavuşmuştu o kız sayesinde. Ama bir gün sevişirlerken adamın penisi kızın ağzında kaldı. Kız, bunu ilk başta anlayamadı. O dehşetle bağırana kadar adam da anlayamadı. Adamın penisini bir buz kovasına koyup hastaneye gittiler. Doktorlar penisi yerine diktiler ama bir hafta sonra kendiliğinden düştü. Tekrar diktiler tekrar düştü. iki ameliyat arasında kaptığı enfeksiyon nedeniyle adamın diğer bacağını da kesmek zorunda kaldılar bu arada. Böylece adam sadece baş ve gövde olarak kaldı.
Adam yoğun bakımdan çıktığında kız, onu dudaklarından öptü ve terk etti. Yok olan her şeye ilgi duyuyorum ama bu kadarı da fazla, dedi giderken. Lütfen beni anla. Adam gözleriyle anladığını işaret etti.
iki hastabakıcı üç günde bir adamı yıkayıp tıraş ediyorlardı. Bir gün bu tıraş esnasında diğer hastabakıcıyla muhabbete dalan hastabakıcı, usturayla adamın kulağına vurdu ve böylece adamın tek kulağı da elinde kaldı. Doktoru çağırdılar, O kadar güçlü vurmamıştım usturayı, böyle bir şey olamaz, sadece küçük bir kesik olması gerekirdi, diye savundu kendini hastabakıcı. Kulağı yerine diktiler ama bir hafta sonra kendiliğinden o da düştü.
Adam çok sıkılmıştı hastanede. Kendisini bir sürü parçası kaybolmuş bir yapboz gibi hissediyordu. Bir akrabasını arayıp köyüne gitmek istediğini söyledi. Biraz daha kaybolmadan önce, kalan son varlığı ve enerjisiyle köyünü görmek istiyordu. Akrabası, onu köyüne götürdü. Adamın doksan altı yaşındaki annesi pencerenin önünde hüzünle oturuyordu, adama baktı, yanaklarından öptü ve, Hiç değişmemişsin, dedi.
Ertesi sene annesi öldü. Adam, evlerinin penceresinden, geçip giden günlere hüzünle bakmaya devam etti. Bir gün o kadar hüzünle bakıp boynunu öyle bir büktü ki başı gövdesinden ayrılıp açık pencereden evin önüne düştü, evin önündeki eğimde yuvarlandı yuvarlandı ve top oynayan çocukların ortasında durdu. ilkbahar yağmurlarıyla çamurlanmış yerlerde yuvarlanmaktan siyah beyaz bir meşin topa dönmüştü adamın kafası. Çocuklar da onu top zannettiler zaten. Rüzgârda doğru düzgün gitmeyen plastik topu bir kenara bırakıp adamla oynamaya başladılar. Ama akşama doğru çocuğun biri adama öyle bir abandı ki adam bir hurma ağacının dalları arasına sıkıştı. Bu ağaç, beş sene önce ölmüş, Uğursuz Osman denen birinin bahçesindeydi ve çocuklar o bahçeye girmeye çekindikleri için orada kaldı adam.
Adam artık acıkmıyor ve susamıyordu, canı da yanmıyordu. Pencere önünde kalan kalbini özlüyordu bazen, ama sadece düşünceleriyle özlediği için, bu özlemi kalbinde hissedemediği için katlanabiliyordu bu ayrılığa. Kalbim de beni özlüyor mudur acaba? diye düşünüyordu bazen de.
Hurma ağacına dadanan kargalar adamın gözlerini, burnunu, dudaklarını ve yüzünde kalan diğer et parçalarını da yediler bu arada. Dünyayı görmek için rüyalarından başka bir yol yoktu artık. Bir süre sonra da rüyalarla gerçekleri birbirine karıştırmaya başladı. Sadece uyurken dünyayı gördüğünü, uyanıkken bir kör olduğunu düşünüyordu. Bir gün yine böyle, gerçekten daha gerçek gözüken bir rüyada, babasını gördü. Babası elindeki asayla uzun bir yoldan geliyordu. Nasılsın iyi misin? diye sordu oğluna.
iyiyim babacım, dedi adam. Yalnız göz boşluğumda günlerdir süren bir kaşıntı var. Hayali bir kaşıntı olabilir ama gerçek bir kaşıntıdan daha beter. Babasından orayı kaşımasını istedi. Ama babası oğlunun göz boşluğunu kaşımadı.
Neden? diye sordu adam.
Çünkü öldüm, dedi babası.
Bunun üzerine Hayır, ölmüş olamazsın, dedi adam. Uzun bir yoldan, ölmek için buraya gelmiş olabilirsin ama ölmüş olamazsın. Benimle konuşurken bir ölü olamazsın.
Hayır, dedi babası gitmeden önce. Ben öldüm oğlum. Önce öldüm, sonra da buraya geldim. Lütfen beni anla.
Adam, asasından aldığı güçle ağır ağır uzaklaşmakta olan babasının ardından, olmayan gözleriyle, anlıyormuş gibi bakmaya çalıştı. *
güzel bi adam. Sohbeti hoş, aforizması bol. Odunluktan hallice. Söz verilmiş randevuya hatırlı, kitap arkadaşlığına meyilli. Kütüphane beyinli. Özetle kitap bir adam o. Tanımayın, tanıştırmayın. Az bilinsin, çok ilişmeyin.
Kuhn şanslıydı.
Hissettiklerini ifade edebilmek için kelimeleri seçmiyordu herkes gibi. Notalarla ağlıyor, seviniyor ve notalarla aşık oluyordu.
Gertrud da şanslıydı.
Çok seviliyor; kendine yetecek kadar seviyordu.
Kuhn aslında şanssızdı.
Çok seviyor, kendine yetecek kadar bile sevilmiyordu. Sorsanız, sakatlığı yüzünden olduğunu söylerdi ama değildi. Nedeni basitti:
Çünkü insanlar ikiye ayrılmıştı:
Muoth gibi talihi kucaklayanlar ve Kuhn gibi talihin kucağına atılanlar...
Ama müzik vardı, hepsinin konuşabildiği, ortak dilleri.*
BULUT GEÇTi GÖZYASLARI KALDI ÇiMENDE
GÜL RENGi SARAP iÇiLMEZ Mi BÖYLE GÜNDE
SEHER YELi ESER, YIRTAR ETEğini GÜLÜN
GÜLE BAKTIKÇA ÇIRPINIR YÜREği BÜLBÜLÜN
BU YILDIZLI GÖKLER... NE ZAMAN BASLADI DÖNMEYE ?
KIMSE BiLMEZ, KiMSE BiLMEZ...
Toza dumana gidelim yine, şenliğin kalbine. Çünkü ölüm döşeğinde bir ihtiyar tanımıştım. insanlara gerçekten bakmak istiyorsan oğlum, onların sana bakamayacağı bir yere git demişti. Kıyametin ortasına git. O kadar yaşlıydı ki, öldükten bir hafta sonra sanki on sene önce ölmüş gibi düşünmeye başlamıştı herkes.
Ölenlerin ölü taklidi yaptığını düşünüyordum ben o zaman. Yaşayanların yaşıyor taklidi yaptığını hissediyorum şimdi. Toplum değil toplu mezar.
On bir yıldır sabah yatıp öğlen kalkıyorum. Hava kararana kadar geçmiyor dalgınlığım. Belki de uykuda kaybettiğim bir şeyleri arıyorum. Kimi görsem rüyalardan bahsediyorum. Oysaki hatıralardan konuşmak lazım. Rüyalardan daha karanlık hatıralar var. Daha çok fikir verir biri hakkında. Şekeri bitmiş sakızı, toz şekere batırıp çiğnemeye devam etmen gibi senin.
Ben de tüpte satılan çokokremi diş macunu tüpüyle değiştirmiştim bir sabah. Gülmüşlerdi sadece. Oysa bir çocuk numara çekiyorsa gerçekten yemek lazım, yemiş gibi yapmak değil. Yirmi sene sonra Beşiktaşta bıraktığımız o ev. Bırakabildiğimiz tek ev. Beş kat seksen iki basamak. Balkon demirlerinden uzak duruyorduk geceleri. Hep daha yukarı bakmak zorunda olan iki vertigozede.
Kar taneleri birbirine benzemez. Sözcükler de benzemez. Ama bir cümle bir başka cümleyi hatırlatır her zaman. Koşan atlar düşen atları. Yağmur yağar, durur, tekrar başlar. Yanlış yolda yürümek doğru yolda beklemekten iyidir oğlum. Spermden mezara kadar. Karanlıkta herkesle çarpışabilir insan. Yalan mı söylüyorum yine, olsun. Sen biliyorsun nasılsa. Bir sürü doğru söyledik ama hiç burnumuz kısalmadı.*