bugün

gemide doğan bir piyanistin gemide yaşadıklarını anlatan, tim roth'un oynadığı leziz bir film.
"anlatacak iyi bir hikayeniz varsa asla işiniz bitmemiştir" diyen tim rothun oyunculuğuyla herkesi kendine hayran bıraktığı olağanüstü güzellikle bir giuiseppe tornatore filmi izlenmesi halinde kesinlikle insana çok şey katacak filmler arasında en önemlisidir kanımca...
orjinal adı 'la leggenda del pianista sull'loceano: the legend of 1900'. olan süper bir film. yönetmeni giuseppe tomatore ve başrolde muhteşem tim roth var. deli dahi modunda harika bir piyanistin dramatik hikayesi. 1998 çıkışlı bu muhteşem filmi uzun bir aradan sonra biraz önce ikinci defa seyrettim ve ilk seferinden bile daha çok beğendim. özellikle cazı keşfettiği iddiasında olan zenci piyanistle olan piyano düellosu sahnesi kopartıyor. adamımız piyanoyu öyle bir çalıyor ki sigarasını aşırı hızdan ısınan piyano telleriyle yakıyor ve yaktığı sigarayı da götürüp 'al bunu sen iç. ben nasıl içileceğini bilmem' diyerek rakibinin ağzına tıkıyor. daha fazla anlatmayalım. seyir eylememiş olanlara tavsiye olunur.
tim roth un çok güzel oynadığı ve sonunda sağ kol geyiğinin döndüğü yapıt...
bir piyanistin gözlerinden hayata bakmak, onu anlamak gerçekten de çok zor.Ayakları yere basmamak diye bir tabir vardır, bizim kahramanımız da böyle insanlardan ama hiç de sıradan olmayanlardan. Hayatının tümünü bir gemide geçiren piyanist, öyle bir dıştan bakış ile hayatı anlatıyor ki şaşırıp kalıyorsunuz, filmin enfes müzikleri de dinlenmeye değerlerden... *
(bkz: leggenda del pianista sull oceano la)
pianistlerin çok zevkli bir kapışmasını izleten filmdir tabi insana...

spoiler

zenci bir pianist eleman 1900'e, şovunu yapar, pianonun kenarına bir sigara koyar ve çılgınlar gibi çalmaya başlar, o kadar hızlı nota geçişleri yapıyordur, kendini harcıyordur, ama sigara yine de pianonun kenarından düşmüyordur, o denli de nazik çalıyordur... sonra kalkar kasıla kasıla yerine geçer...

1900 oturur bu kez, resmen pianonun anasını ağlatır, sonra o köşedeki sigarayı alır, pianonun tuşlarını taşıyan o millere tutar, adı her neyse artık müzik bilgim sıfırdır, miller o kadar ısınmıştır ki sigara alev alır...

böyle de kapak verir 1900

spoiler
giuseppe tornatore'nin malesef filmi. malesef, tırnak içinde...

"iyi bir hikayen ve onu anlatacak kimsen olduğu sürece asla gerçekten işin bitmemiştir."

piyanonun üzerine bir bebek terkedilir. keder ağlarını örmekte midir yoksa? bebişi bulan babacan zenci ona 1900 adını verir. bebişe yeri gelir baba, yeri gelir ana olur, belki yeri gelmiştir dayı filan da olmuştur ama o kadarı biz izleyenlerle paylaşılmamıştır. zaman göz açıp kapayıncaya geçer. bebiş büyür çocukluğa terfi eder. geminin nazar bocuğu, nazara nazar kaç yazar diyen miçoların gözbebeği, gözbebeklerinin nuru olur adeta. melodram seviyesi inceden artırılmalıdır artık. baba zenci, talihsiz bir iş kazasında hakkın rahmetine kavuşur.

gecelerden bir gece 1900, bir piyano görür. başına geçer. bir gecede piyanoyu söker. adeta bir deha, adeta bir virtüöz gibi çalmaya başlar. bunu duyan hoca durur mu, yapıştırmış cevabı, pardon buranın tümcesi değildi, bunu duyan gemi insanları durur mu, salona akın akın koşmaya başlar. hayatlarında ilk defa piyano sesi duyuyormuşçasına gecenin bir yarısı sıcak yataklarından, rahat keneflerinden, geceyarısı sevişmelerinden ayrılarak bu büyülü ana ortak olmak isterler. anın büyülü olduğunu birbirinden abartılı, holivut kokan mimikleri ile biz aciz izleyenlerin gözüne gözüne sokarlar. bu satırların yazarı, işte bu sahne ile beraber filmden soğumaya başlar. ilerleyen sahneler ise kendisini kutuplara göndermeye and içmiştir adeta. "adeta, bu yıl da iyi adeta yaptı" diye düşünür bu satırların yazarı. "filmden uzaklaşmaya başlıyosun, tekrar filme dön istersen" diye tavsiye de bulunur kendine. ve döner.

bebişlikten, çocukluğa, çocukluktan da gençliğe terfi eden; hayatında gemiden başka bir şeye ayak basmamış piyanistimize bir yancı lazımdır artıkın. işte huzurlarınızda max... her hareketiyle, her mimiğiyle, her kritik klişesiyle yancılığın hakkını veren max filmimizin anlatıcısıdır da aynı zamanda. 1900'e can yoldaşı olur. kah beraber gülerler, hep beraber ağlarlar. kah çalarlar, kah etrafa neşe saçarlar. 1900 kendisine kafa tutan, jazz'ın babasına unutamayacağı dersini verirken yancısı max'ın sigarasının kullanmaktadır. o derece yedikleri içtikleri ayrı gitmez. gitmemelidir.

düellodan galip ayrılan 1900'ün şöhreti dalga dalga yayılmaya başlar. zira okyanustadırlar. dalga dalga yayılmasın da nasıl yayılsındır? filmimiz hafif ateşte pişmeye devam ederken, artık aşk baharatlarını katmanın tam zamanıdır. bunu duyan hoca durur mu, patlatmış cevabı!!! yine olmadı. ayarlayamadım. yanlış zaman yanlış tümce. bunu gören tornatore durur mu, patlatır aşk baharatını. lakin baharat da baharattır hani. öylesine kırmızı dudaklar, öylesine al yanaklar öylesine güzel sarı saçlarla birleşir de, 1900 "sen sarıyla kırmızı, gönlümüzün yıldızı" diye iç geçirerek sevdalanmaz mı bu güzel kıza? kara sevdaya tutulur, kara... yemeden, içmeden kesilmez, soteleri löp löp götürür ama yine de en nihayetinde o hoyrat, deli dolu bir aşıktır. daha sonradan öğreneceğimiz o müthiş klişe sürpriz ile kız, 1900'ün gemide daha önceden sohbet ettiği bir adamın sağ kalan tek kızı çıkar. ve kızın da gönlü boş değildir aslında. piyanist utangaç ataklarla kaleyi yoklar. golü yakalayamasa da maçı rakibin yarı sahasına yıkmıştır. ha gol geldi ha gelecek derken, gemi abd'ye varır. ayrılık vaktidir. kıza, kayıtlarını kaydettiği plağı hediye etmek ister, kız ise "kal demeni bekliyorum olum, ne kazma adamsın, kal desen kalacam yani" dercesine bakar. "kal" diyemez bizimki. kızımız koordinatlarını söyler. ve ayrılır.

1900 gemiye geri döner. aklında bir tek şey vardır. sadece bir tek şey: tuvalete gitmek. çok sıkışmıştır zira. hacetini gördükten sonra aklında bir tek şey vardır. sadece bir tek şey: yemek yemek. çok acıkmıştır zira. hacetini giderdikten sonra aklında bir tek şey vardır. tek bir şey: evet o kız... ve gemiden ayrılmaya karar verir artık. karalar bağlamış gönlünü, karaya adım atarak ferahlatmak, aşkına kavuşmak... sevdiceğine dokunabilmek, onunla beraber amerika'yı keşfetmek...

amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek var mıdır? sonunda 1900, gemiden ayrılıp kıza kavuşabilir mi? hayat bayram olabilir mi? tüm bu soruların cevabını hep beraber izleyip görmekte fayda olduğu kanaatindeyim. filmin sonunu söyleyen dayaklıklardan biri olmamak için sanırım tam burada kesmeliyim. cut cut cut...

"iyi bir hikayen ve onu anlatacak kimsen olduğu sürece asla gerçekten işin bitmemiştir."

bunu duyan hoca durur mu, patlatmış cevabı *: lakin sevgili tornatore'ciğim, hikaye ne kadar iyi de olsa, etrafında "hikaye de hikaye", "aa vallahi şu hikayeni dinlemeden şurdan şuraya gidersek iki gözümüz önümüze aksın torn!" diyenler de olsa; onu iyi ve özgün bir şekilde anlatman gerekir. aksi halde işin bitmiştir.
1900 adlı piyanist şimdi burada olsa da piyanosuyla sigara mı yaksa dediğim film. ne tatlıdır o.
Gerçek bir yaşamdan yola çıkarak sinemaya uyarlanan film bir sinema şaheseri. Piyanosu ile sigara yakacak denli usta ve yalnız piyanistin hüzün veren yaşam öyküsü.
izlerken insanı esnetecek kadar sıkıcı bir film. sonunu göremeden uyudum.
mutlaka izlenmesi gereken bir filmdir.
Hala izlememiş olan varsa, online film sitelerine eklenmiş olan harika film.

Senaryo ve Tim Roth muhteşem...

Piyano ile düello sahnesi harika * izleyin.

http://www.imdb.com/title/tt0120731/
tam bir başyapıt. mükemmel, harikulade, müthiş, etkileyici... daha ne denir bilmiyorum.
fable türünün sinema hali.

--spoiler--
a fable by Giuseppe Tornatore
--spoiler--
hak ettiği şöhreti yakalayamamış 1998 yapımı giuseppe tornatore filmi. giuseppe tornatore gerçekten müthiş bir hikaye anlatıcısı. izlediğim bütün filmlerinde hikayeye müthiş hakim, bir an olsun filmden kopmuyorsun. filmde tim roth ki müthiş bir performans sergilemiş, avrupa-amerika arasında sefer yapan bir gemide doğmuş olağanüstü yetenekli bir piyanisti canlandırıyor. ona trompetiyle eşlik eden ve hikayenin anlatıcılığını üstlenen Pruitt Taylor Vince'in de hakkını yememek lazım, çok iyi iş çıkarmış. filmdeki piyano resitalleri harika. özellikle düello sahnesi inanılmaz güzel. kısaca izlenmesi gereken bir film.
giuseppe tornatore tarafından, Alessandro Baricco'nun Novecento (1900) adlı şu monoloğundan sinemaya uyarlanmış film:

Tuşlar başlar, tuşlar biter. Bilirsiniz ki tuşlar 88 tanedir. Hiçbiri size farklı bir şey söylemez. Onlar sınırsız değildir, sınırsız olan sizsinizdir ve bu 88 tuş üzerinde yapabildiğiniz müzik sınırsızdır. Ama eğer sınırsız sayıda tuş varsa o zaman o piyanoda çalabileceğiniz hiçbir müzik yoktur. Beni geminin iskelesine getiriyorsun ve önüme milyonlarca tuşu olan bir piyanoyu itiyorsun. Bu piyanonun tuşları sınırsız.

Eğer sınırsız sayıda tuşu varsa o piyanoda çalabileceğin hiçbir müzik yoktur. Bu tanrının piyanosu. Tanrının caddeleri, görmüyor musun, orada binlerce cadde var. Nasıl yapıyorsunuz, nasıl yalnızca birini nasıl seçiyorsunuz?

Bir tek kadın.
Bir tek ev.
Kendinin diyebileceğin bir toprak parçası ve seyredebileceğin bir tek manzara.
Ölmek için bir tek yol.
Bütün bu dünya nerede biteceğini bilmeden üstüne yükleniyor.
Nerede sona erebileceğini bile bilmiyorsun.
Yalnızca bunu düşünerek parçalanacağından hiç korkmadın mı?
Onun içinde yaşamanın muazzamlığını...
Ben bu gemide doğdum ve dünya benim yanımdan gelip geçti.
Ve burada arzular vardı.
Ama asla geminin pruvasıyla kıçı arasına sığdırabileceğinden daha fazlası değil.
Mutluluğunu sınırsız olmayan bir piyano çalarak yaşarsın.
Ben bu şekilde yaşamayı öğrendim.
Kara benim için fazla büyük bir gemi.
Çok güzel bir kadın.
Çok uzun bir yolculuk.
Çok yoğun bir parfüm.
Onun müziğini nasıl yapacağımı bilmiyorum.
bu gemiden ayrılamam ben.
en iyisi yaşamıma burda nokta koymak.
hem ben hiçkimse için var olmadım.
Bu filmde ne ararsanız var, müzik, dram, komedi. Tim roth oyunculuğuyla yardırmıştır, piano düellosunun olduğu sahneler filmin adından da anlaşılacağı gibi efsanedir.
inanılmaz bir filmdir. Orjinal senaryosu, süper oyunculuklar ve enfes müzikler... Bir müzisyeni etkilemesi daha kolaydır. O gemide bulursunuz kendinizi. Pianonun tuşlarının sonsuz olmadığını, ama gördüğünüz o kara parçasındaki kaosun sonsuz olduğunu farkettiğiniz an kesinlikle inmek istemezsiniz o gemiden. kesinlikle izlenmesi gerekir.
bunca zaman nasıl izlemediğime hayret ettiğim, az önce izleyip bitirdiğim film.

harika oyunculuk ve müzik içeriyor.

--spoiler--

sonu da en az güzelliği kadar buruk bitiyor. gemide tesadüfen pencereden bir kızı görüp ona beste yapması, bu bestenin kendisinin tek kayıtlı eseri olması ve onu kıza hediye edememesi ama kızın kendisine adresini verip ziyaret etmesini istemesi.
keşke tombiş arkadaşımızın hayal ettiği gibi bitseydi. o kızı ziyaret etseydi de gemiye benzer bir evde çocuklarıyla birlikte yaşasalardı mutlu besut, tombiş arkadaşımız da onları ziyaret etseydi tatlı ve şarap alıp.

piyano da sigara yakma sahnesi aklımı aldı.
--spoiler--
Ingilizcesi legend of 1900 türkce ismi ise 1900 efsanesi olan bir piyanistin gemide geçen hayatını anlatan biraz masalsi biraz efsanevi bir filmdir. Özellikle dönemin en iyi jazz pianistinin gelip basrolümüzle kapıştığı sahne unutulmazdır.

Biyografi tarzında klasik Hollywood filmlerdinden olan legend of 1900 ün oldukça iyi işlenmis olması, akıcı yapısı ve başrolün rolünün hakkını vermesi sebebiyle izlenmesi gerekir.

insanı mutlu hissettiren filmler listeme de girmeyi başarmıştır.
Günaydın...

--spoiler--

+ Bütün dünya sanki sırtına binmiş. Sonun nerde olduğunu bile bilmiyorsun, yani bunu düşününce hiç korktuğun olmuyor mu senin he ? Böyle bir büyüklükte yaşamaktan korkmadın mı ?

- Ben bu gemide doğdum, ve dünya yanımdan geçip gitti. Ama bir seferde 2000 insan. Ve orada dilekler vardı. O dilekler asla pruvayla kıç arasından büyük değildi. Siz mutluluğu oynuyorsunuz ama piyanoda sonsuzluk yoktur. Ben böyle yaşamayı öğrendim.

Kara mı? Kara benim için çok, çok büyük bir gemi,
Fazla güzel bir kadın.
Fazla uzun bir seyahat, parfümü çok güçlü.
Bu müziği nasıl yapacağım, bilmiyorum.
Bu gemiden asla çıkamam.
En iyisi hayatımı burada bitirmek.

Ne de olsa ben kimse için yaşamıyorum.
--spoiler--
1998 yapımı 165 dakikalık dram/müzik/romantik kategorili, guiseppe tornatore'nin altın küre ödüllü filmi. 8.1 imdb puanına sahip, 9 milyon bütçe ile çekilmiştir görsel

--spoiler--
Çok naif ve dramatik bir filmdir, 1900'ün final konuşması yürek yakan, aynı zamanda hayatı sorgulatan cinsten..
tim roth'un piyano yeteneğine ve özellikle doğaçlama yaparak kıza baktığı sahnedeki performansına hayran bırakmıştır* görsel
Müzik duellosunda 1900'ün gözyaşları güldürürken(akabinde max'ın çıldırıp kağıtları yemesi çok komikti) kazanması anında sevinçten havaya zıplatır.
Bir iki detay dışında film gerçekten güzeldir, kısaca "gemide başlayıp gemide biten bir masaldır" her sinema/müzik tutkunu izlemelidir.
--spoiler--
(bkz: the legend of 1900)
1900 yılında Bir gemide doğan ve bir sepet içerisinde o gemiye terk edilen, motor işçisinin bulup o gemide büyüttüğü, asla o gemiden inmeyen, resmi olarak bir kaydı olmayan dahi çocuk Danny Boodmann T.D. Lemon Nineteen Hundred '1900'ün hayat hikayesini dinlediğimiz, ölmeden önce izlenmesi gereken filmlerden.
Fikm üç saat fakat masalsı anlatımıyla su gibi akıp geçiyor. Müzikleri şahane.