"Sevgili simone,
Senden sonra kırmızı artık kırmızı değil. Gökyüzünün mavisi o eski mavi değil. Ağaçlar bile yeşile benzemiyor. Senden sonra ikimiz için duyduğum arzuyla renkleri araştırdım. Senden sonra acıyı bile özledim. Aşkımızı ürkek yapan o acıyı. Beklemekten, oluruna terk etmekten de, şifreli mesajlardan pişmanım. Körlerle dolu bir dünyada görmemizi istemeyenler bakışlarımızı bizden çaldı. Çünkü bizi görselerdi onların utancı olacaktık. Onların öfkesi ve acımasızlığı olacaktık. Beni bağışlamanı isteme cesaretim olmadığı için pişmanım. Bu yüzden artık pencerenden içeri bile bakamıyorum. Ismini bile bilmediğim zamanlarda seni hep orada görürsem ve sen daha iyi bir dünya hayal ederdin. Ağaçların, ağaç olmasının yasaklanmadığı bir dünya. Ya da gökyüzünün mavi olmasının yasaklanmadığı bir dünya. Bu dünya daha mı iyi, bilmiyorum.." https://galeri.uludagsozluk.com/r/1773138/+
sadece (bkz: massimo girotti)’nin muhteşem oyunculuğu için bile defalarca izlenebilecek bir film.
hatırladığım kadarıyla, filmin son kısmında, “gidenler sende hep kendilerinden bir şeyler bırakıyor. hafızanın sırrı bu mu?” diyordu.
zaman zaman herkesin yaşadığı bir kesiti, hayata tümden yabancılaşıp, mutsuzlaşıp, umudu karşı pencerelerde arayışı anlatan, hayata dair bir başyapıt.
ayrıca beni çok etkileyen iki adet mektup barındıran film. yazmazsam rahat edemeyeceğim.
--- spoiler ---
“senden sonra, kırmızı artık kırmızı değil, göğün mavisi mavi değil. ağaçlar yeşil değil. senden sonra, renkleri bizden kalan nostaljide aramalıyım. senden sonra, bizi utangaç ve gizemli yapan acının bile hasretini çekiyorum. bekleyişin, vazgeçişlerin, şifreli mesajların hasretini çekiyorum... görmek istemeyen körlerin dünyasındaki kaçak bakışlarımızın da... çünkü eğer görünseydik onların utancı, onların nefreti, onların zorbalığı olacaktık. senden af dilemeye yeterli cesaretim olmayışının acısını çekiyorum. bundan dolayı artık pencerenden içeri bile bakamam. daha ismini bile bilmezken, daima orada, seni gördüğüm yerdeydin. ve daha iyi bir dünyanın düşünü kuruyordun... bir ağacın bir ağaç oluşunun engellenmediği bir dünya. ve mavinin gökyüzü olabildiği bir yer. bu daha iyi bir dünya mı bilmiyorum. şimdi beni “davide” diye çağıran kimse yok artık... şimdi beni artık yalnızca “bay veroli” diye çağırıyorlar. nasıl söylesem, bu daha iyi bir dünya mı? sen olmadan nasıl söyleyebilirim?”
“lorenzo’yu düşündüğüm zaman, onun yüzünü unutmaktan korkuyorum. ve sesini bir daha hatırlayamamaktan. şu an ne yapıyor? kime gülümsüyor? halâ öğütlerine ihtiyacım var, davide... bir bakışına, bir jestine. ama sonra senin jestlerini benimkilerde buluyorum. seni kelimelerimden tanıyorum... seni bırakan herkes, sende kendinden de bir parça bırakıyor. ve anıların sırrı da bu değil mi? eğer böyleyse kendimi daha güvende hissediyorum. çünkü asla yalnız olmayacağımı biliyorum.”
2003 yapımı bir ferzan özpetek filmi sanırsam ortak yapım filmin girişinde sezen aksunun sesinden kısa bir şarkı var ve serra yılmaz oynuyor film standartların ötesinde değil ama soundtrackler ve görsel iyi.
yıllar evvel ilk kez izlediğimde sinemaya bu denli sinefil gözlerle bakmıyordum diye derin derin düşündürmüş, yakın zamanda 2. kere izleyip doyamadığım, 2003 yapımı kanımca özpetek külliyatının cahil periler 'le beraber en olmuş filmi. hangisi daha iyi tazı gibi yarıştırmanın manası yok. en iyi 2 diyelim arkalarından da Mine vaganti ve saturno contro gelsin , no problem.
ben bu filme iki açıdan bakıyorum. bunu hatta ileriye götürerek özpetek'le de tartışmaya yatırmak isterdim. şimdi ev içinde Giovanna' nın özet geçtiği başlangıçta her şey farklıydı daha sonraları iş, güç, para - pul yani hayat gailesi derken bir baktık ki işler eskisi gibi duygusal mana da tıkırında değil. ilişkide bir geriye gidiş söz konusuydu. ekonomik durumlarda bu boşluk hissiyatını iyiden iyiye yaratıp betimliyordu. eyvallah, tümden hayat kokan doğru tespitler... fakat işin içerisine sokulan aşk sanki biraz zorlama. yani bu aile düzeninin yansıtıldığı kadar başarılı değil. üstelik hızlı da akıyor pencere takipleri falan... zira buradan ettore scola imzalı başyapıt Una giornata particolare 'e geleceğim. mesela o çok daha olmuştur her haliyle. kadının duygusal boşluğunu yansıttığı kadar, yeni filizlenen aşkta da başarılıdır. tutkuyu dibine dek verir. tabii oyuncular çok üst düzey, buna lafımız yok. sophia loren ve Marcello Mastroianni 'den bahsediyoruz. (bkz 1977- özel bir gün)
şimdi bu dipnot vurgum kadar altını çizmek istediğim bir argüman daha var. kaybedilmiş hayatlar teorisi... soykırım ve onca kurtarılan insan aşkı ziyadesiyle yaşamaya mani oluyor. bir şeyleri kazanırken, bir şeyler için mücadele verirken bazı şeyleri de yitiriyorsun. bu çok sağlam, harikulade bir alt metin.
son tahlilde geldik, Giovanna 'nın içindeki yeteneğin simone tarafından pekiştirilmesine. buralar da ferzan özpetek sinemasındaki kendine özgü tatlarla yemek fetişizmiyle yaratıcılık tandanslı bir başarı öyküsüne dönüşüyor. emek, çaba, sabır ve sonra kalite. ortak birliktelikler ve paylaşım...
bazı arızaları onu cahil periler'in gerisine atar mı bilemiyorum ama hakikaten iyi bir yapıt karşı pencere.
değişiklik isteyenlerin yaşamlarından kesit anlatan bir film.
ayrıca bu film yüzünden tüm dükkanları gezip o şahane pastalardan yapmak için gıda boyası aradığımı söylemeden geçemeyeceğim.
--spoiler--
bir sabah onu bulmaya çıkmıştım. ama sonra bir daha düşündüm.
belki de bilmemek ve hayal etmek daha iyidir.
--spoiler--
hayatın ta kendisidir, ne fazla ne eksik... Giovanna Mezzogiorno'nun güzel gözleriyle bizlere veda eden film.
ve tabi Andrea Guerra eseri harika soundtracki unutmak mümkünmü... http://www.youtube.com/watch?v=T1RVvPtYOxM
diyaloglarıyle, pastalarıyla, müzikleriyle, kimlik vurgusuyla, kamera açıları ve içindeki derin hüznü ile kendini hemen başka bir yere oturtan ferzan özpetek film.
sinemada dedemle izlemiştim şans eseri. gözümdeki yaşlar çift taraflıydı.
uzun süren her ilişkide yaşanabilecek bunalımlar ve bunların bıraktığı izlerden bahseden film. bir de bununla iç içe verilen, geçmişten bir konu var. roma sokakları var. güzel müzikler var. kesinlikle izlenmeli.
--spoiler--
keşke pencere sahneleri daha çok olsaydı
--spoiler--
ferzan özpetek'in insanın ağzına sıçan filmidir. çok farklı ve saf bir güzelliği olan giovanna mezzogiorno'nun mükemmel bakışlarıyla biter film. o güzel müzik bitene kadar da kaldırmaz oturduğu yerden insanı. tekrar tekrar izlenesi, her izleyişte bir kez daha aşık olunası film.
müziklerine bayıldığım ferzan özpetek filmi. insanların hislerini oldukça güzel yansıtmış. ağlamıştım kadının haline film sonunda. eşinin hali de iç burkuyordu yahu.
bazen eksik bir şey mi var diye düşünürsünüz hayatınızda. çoğu zaman bu eksikliği bilsek bile birilerine bişey ispatlamak zorunda olduğumuz için bu eksikliği kendimize bile yüksek sesle ifade edemeyiz.
film ifade edilemeyen bir çok şeyi ifade de gayet başarılı. müzikler harika. anlatımda farklı bir yöntem olarak bakışların yoğun kullanılması da filmi çekici kılmakta. vaktiniz varsa eğer birden fazla izleyin filmi.
bence film bir kaç noktayı çok iyi şekilde anlatmış;
1 - seviyorsanız asla ertelemeyin, cesaretli olun.
2 - kendi hayatınıza dışarıdan da bakmayı deneyin.
3 - ilişkiyi yıkmak kolay olandır, geliştirici olun, emek harcayın.
4 - hayatta mutlu olmanın bir parçası da bir işi mutlaka severek yapmaktır. sevdiğiniz işi yapmak için de cesaretli olun.
5 - bazen hayat insana fedakarlık yapmayı gerektirebilir.
her seçiş bir vazgeçiştir
--spoiler--
"sadece yaşadınız için mutlu olmayın. daha iyi bir dünyada yaşamak için çabalamalısınız. yanlızca düş kurmamalı..."
davıde'nin simone'ye yazdığı mektup ise aşk'ı en iyi tarifleyen mektuplardan biri;
"canım simonem...
senden sonra kırmızı, artık kırmızı değil...
göğün mavisi, mavi değil...
ağaçlar yeşil değil...
senden sonra, renkleri bizden kalan nostaljide aramalıyım.
senden sonra, bizi utanagaç ve gizemli yapan acının bile hasretini çekiyorum.
bekleyişin, vazgeçişlerin, şifreli mesajların hasretini çekiyorum, görmek istemeyen körlerin dünyasındaki bizim kaçak bakışlarımızda. çünkü eğer görünseydik, onların utancı, onların nefreti, onların zorbalığı olacaktık. senden af dilemeye yeterli cesaterimin olmamayışının acısını cekiyorum. bundan dolayı artık pencerenden içeri bile bakamam. daha ismini bile bilmezken, daima orada, seni gördüğüm yerdeydin ve daha iyi bir dünyanın düşünü kuruyordun. bir ağacın, bir ağaç oluşunun engellenmediği bir dünya, ve mavinin gökyüzü olabildiği bir yer...
bu daha iyi bir dünya mı bilmiyorum. şimdi beni davide diye çağıran kimse yok artık. şimdi beni artık yanlızca bay veroli diye çağırıyorlar...
nasıl söylesem bu daha iyi bir dünya mı?
sen olmadan nasıl söyleyebilirim..."
--spoiler--
Massino Girotti nin davide karakteriyle iç acıttığı film. filmin yönetmenin türk olmasından dolayı türk esintileri taşıması ve sanem çelik in ikizini görmek ayrı bir güzellikti.
filmin genelinde anlatılmak istenen şeyi anlayamamakla beraber bazı çıkarımlarda bulunabilecek kadar dikkat ettiğimi sanıyorum. tamam, eşcinsel bir birliktelik de olsa aşkın büyüsünü, aşk için nelerden vazgeçilebileceğini ve aşk için nelerin feda edilebileceğini bir nebze de olsa bünyeme hissettirebildi film. genel olarak iyi derim filme müzikler falan da hoş ama sonu hiç hoşuma gitmedi. isterseniz izleyin.
sahneler arasındaki geçişlerin çok başarılı olduğu filmdir. Özellikle geçmiş zaman ile şimdiki zamanı bazı referans nesneler ya da dekorlar üzerinden bağlaması açısandan hayranlık uyandırıcı bir film. Müzikleri de filmin sanatsal yönünü gayet iyi bir şekilde besliyor.