bugün

Tüm dünya türkçe konuşuyor. Zannederdim niye beyinlerinden çeviriyorlar masa masa işte. Derdim .
akşamları sokakta yürürken ay tarafından takip edildiğimiz. bunu herkes yaşamıştır bence.
şehirlerarası seyahat ederdik ailemle, gurbetçi olmak zor. babam her zaman gideceği yolları bilirdi. sihir gibiydi bu benim için. o kadar yolu gidip kaybolmamasının nedenini "ehliyet kursunda tüm ülkeyi gezdiriyorlardır, ezberliyordur yolları" olarak kabul etmiştim. hatta çizgi filmlerden esinlenerek harita üstünde (genelde kuzeydoğu neden bilmiyorum) giden kocaman kırmızı bir araba, içinde de babamı hayal ederdim; kâğıttan, zıplaya zıplaya giderken. gerçekten çok boş vaktim vardı ya, yol uzundu. kendi kendimi çürütüp "buradan kalkıp yurtdışına giden insanlar ne yapar o zaman, daha büyük ülkeleri öyle gezemezler" derdim. sonra insanların sadece 2 saat direksiyon başında durup ehliyet aldığını öğrendim.

yine bu uzun yollarda trafik ışıklarını anlamak için kafa patlatırdım.
o yıllarda beynimde 'otomatik/ayarlı' kavramları yokmuş. direklerin yanında yer altına açılan bir kapı olduğunu, asfaltın altından üste doğru açılan minik bir bölmeyle yolu izleyen (beyaz gömlekli, şişe dibi gözlüklü, zayıf bir adamdı bu kişi) işçinin arabamızı gördüğünde "ehehhe beklesinler işleri ne" diyip ışığı yeşilden kırmızıya çevirdiğini zannederdim. çünkü hep yeşilken kırmızı olurdu o ışıklar, birinin bize garezi olmalıydı. öyle değilmiş... yalnız bu işçiler gündeme gelmeli. iş kolu olurdu ne güzel.

asfalt altında yaşayan adamı da hâlâ sevmem. sinsi piç.

çocukken çok aptaldım.
kendimi öpüyorum.
Çocukların tohum gibi toprağa ekilerek doğduğunu sanıyordum. Tohum atılıyor, zaman zaman sulanıyor. Belli boyutlara gelince topraktan alınıyor zannediyordum. Sebebi ise ölen kişinin toprağın altına gömüldüğünü görmemdi. Çocuk işte, düz mantık. Doğunca topraktan filiz gibi alınır, ölünce toprağa gömülür.
Babam ölünce bende ölürüm sanırdım.
Öyle olmuyormuş.
Yaşıyorsun.
görsel

Misafirler gelmeden yarım saat önce yemek masasının altında saklanmış bekliyordum.

Zil çaldığında annem ilk önce ona hoşgeldiniz dedi.

Sesi billur su kadar güzel olan Esma teyze ile peynir gibi bembeyaz bacakları olan kızkardeşi Nuran teyze , masanın üzerindeki sarma ve mercimekli köfteyi görünce Kamuran kızım sen bizi tombik yapmaya mı çalışıyorsun diye espri yaparken,
Hangi sandalyeye oturacaklarını bilemediğimden,
kalbimden çıkan gümbürtüyü duyacakları endişesi beni korkutuyordu.

----------------

(ilk çimdik deneyimim.)

Rumuz:

"Piç olacak çocuğun anası bazen dul değildir"
Bebeklerin göbek deliğinden doğduğunu zannederdim.
Yağmur veya kar yağdığı zaman yukarda birinin hapşırdığını ya da ağladığını düşünürdüm.

Bilişsel gelişimimde yapaycılık özelliğinin dibini sıyırmışım resmen.
Ben yürürken ayında benimle yürüdüğünü sanırdım.
Küçük bir bahçede küçük bir gölette bir kara kaplumbağasını kucaklayıp gölete getirmiştim. Az daha öldürüyordum onu orada. Sanıyordum ki bir anda evrimleşip kolları deniz kaplumbağası gibi olacak. (bkz: insanın yavrusu bile zarar)
Her şeyin bir zamanı var, zaman geçtikçe zamanı gelen şeyler gerçekleşecek sanıyordum.
Ortaokul yaşı gelince ortaokul, lise yaşı gelince lise üniversite yaşi gelince üniversite. Üniversite bitirme zamanı gelince bitmesi, sonra işe girmek hemen, çalışmak para kazanmak kendiliğinden zengin olmak sonra evlenmek çocuk filan.

Her şey gerçekleşecek zamanı gelince, tek yapılması gereken beklemek sanıyordum. akışa bırakmak kendini.

Ama öyle olmuyormuş. Çalışmak mücadele etmek didinmek emek vermek düşünmek geleceği planlamak bu uğurda ter dökmek gerekiyormuş.

Yoksa büyük olma zamanı gelse bile sen küçük kalıyormuşsun.

Şu çok meşhur replikte diyor ya ne olmuş büyük adam olamadiysak hayallerimizi de satmadık ya.

Küçükken olacagini zannettiğin şeylerin büyüyunce hayalini kuruyorsun işte böyle

Edit: gönül isterdi ki bunu sadece küçükken bir dönem zannedeyim, sonra aaa ihihi ne salakmisim diye gerçekler Dank etsin.
Ama öyle olmadı, edilen zan yaralar açmaya başlayınca acı tecrübelerle Dank etti
Müzik kliplerinde sahne değişince kıyafetler de değişir ya işte ben montaj olayını hiç bilmediğim için hemen kıyafetlerini hızlıca değiştiriyorlar sanıyordum.
Öpüşünce çocuk oluyor sanıyordum. Bu aşamada kanal değişince bendeki ayıp level tavan yapmıştı. Ee dedim değiştirdiklerine göre o olay bu. Gençlik işte, insanın kanı deli akıyor.
Ampulu bulan kişinin yeşilçam oyuncusu ediz hun olduğunu sanıyordum. Edison gerçeğiyle geç yüzleştim.
"Park yasak" sözünü çocuk parkı yapmak yasak şeklinde algılamıştım. Ulan ne dertleri var bu adamların park yapılsa nolur sanki diye serzenişlerim oluyordu. Böyle böyle ellerimden gitti çocukluğum.
Hep oyun oynuycam sanırdım.

Sabahtan akşama kadar.
Akşam yorgunluktan bayılır.
Sabah yine capcanlı fırlardım yataktan.
Çöp kamyonlarını şeytan zannederdim ve onların bir gün beni de o çöp presinde öldüreceğine inanırdım. Her gördüğümde ağlayıp gitsin derdim babama.
görsel
filmdeki tarkan'ı şarkıcı tarkan sanıyordum...
Çocukken bir dişi kedi bir de erkek köpeğimiz vardı
Buna istinaden tüm kedileri dişi tüm köpekleri de erkek zannediyordum.

halen içgüdüsel olarak Köpekleri oğlum kedileri de kızım diye seviyorum farkında olmadan.

içimin bir yanı hala çocuk kalmış zaar.
ediz hun'u edison zannediyordum.
Evet, bir çoğumuz adına yazıyorum. Asgari ücreti askerlerin aldığı ücret sanmak.
mavi, yeşil gözlü insanların dünyayı mavi ya da yeşil olarak gördüğünü zannederdim.
Mahalle arasında maç yaptığımız arsayı büyük sanırdım.
filmdeki tarkan'ı şarkıcı tarkan sanıyordum.
ediz hun ile edison"u aynı kişi sanıyordum.
savcı sayan"ın adını ilk duyduğumda savcı sanmıştım.