"Kraliçe Harmonia tüm güzelliği ve zarafeti ile sarayın balkonunda belirmişti. Herkes bir anda susmuştu. O kadar büyük bir sessizlik olmuştu ki yere düşen kar tanelerinin sesini işitebiliyordu insanlar. Kraliçe halkına baktı. Dışarıdaki fırtınaya aldırış etmeyen insanlar hep beraber oradaydı. Hüznün üzerindeki mutluluk gömleğini görebiliyordu. Halkına zaferin kazanıldığını, düşmanın yarın teslim olacağını söyleyip halkına teşekkürlerini iletti. Arkasını dönüp giderken sessizlik yerini yeniden coşku ve mutluluğa bırakmıştı."
kibrinin sınırı yok kraliçe. her zaman yenilmeyeceğini sandığın kibir ordunla yükseklerdesin. haksızlık yapıldığını düşünüyorsun sana. bahanen o tahtından inmemek, halkının arasına karışmamak için... her mutluluğu hak ettiğini düşünüyorsun, her acıyı yalnızca senin yaşadığını. bilmez misin ki tek zor duruma düşen, yaralanan, kanı akan sen değilsin? hiç tanımadığın insanlara tepeden bakıp onları aşağılarken bunların hiçbiri aklına gelmiyor mu? bir inci parlaklığında ışık saçtığını sanıyorsun bilginle ama yanılıyorsun. sen sadece kendini aydınlatıyorsun. insanların gözünde kapkara bir şekilsin. hak etmediğin tahtında, yabancılara keyif alarak yaptığın her aşağılamada şişen egon bir gün patlamasın. dikkat et, kimse farklı değil aslında bu dünyada. ' kraliçeyim ' derken yeri öpebilirsin. nereden geldiğini asla unutma.
kraliçe o, bizi aşağılamaya, küçümsemeye, bizi tanısa da tanımasa da yargılamaya hakkı olduğu yanılgısına düşen kibir abidesi, yüksekliğinde kendini bile artık göremeyen.
bazen susar bakardı, kahverengi gözleriyle. konuşurdu bazen ufacık dudaklarıyla. bazen sadece gözleriyle konuşurdu; parlardı gözbebekleri, bazense küçülürdü; bilirdim üzülmüştü. kraliçe'ydi, o'nu üzmemeliydim.
hayır, anlamamıştım da; ne yaptım da böyle bir ödülü hak ettim, böyle bir hakimiyet beni nasıl olur da mutlu ederdi? ben ki upuzun yelesini beş metre savura savura dağdan aşağı koşan özgür kelepçesiz atlar misali yaşayan, ayakları zemine basan, kendi küçük sınırlarının dışına çıkmaktan son derece korkan bendim...
basit biriydim işte... ama o'nun hakimiyeti her şeyi değiştiriyordu. kraliçe'ydi ya hu. asaletiyle, sesiyle, kokusuyla... bazen susar bakardı, kahverengi gözleriyle.
sanki bir tek o'na hastı göz, burun, ağız... sanki bir tek o ve ben, işte naciz beden, kalmıştık küçücük krallıkta. ama krallığım değildi artık, işgal edilmişti o'nun tarafından, her işgal tepki doğurur ya illa ki; tarihte bir ilkti bizimki, tepkisizce dikti bayrağını çekti göndere. ben yardım ettim hatta...
kraliçe'ydi, bazen sessizdi bazen konuşkan ama ağzından çıkan her söz, hatta her harf, uğruna bütün ateşlere atabilirdi beni. gözüm karaydı. kraliçe'ydi işte, sanki bir ömür hüküm sürecekti ya...
olmadı. olamadı. ben kaşındım ırak'ta demokrasi beklediği için saddam'ın heykelini terlikle dövenler gibi kovdum o'nu. kraliçe bir gecede düştü işte. belki de hatalıydı kim bilir, belki de cidden hatalıydı ama şu da bir gerçek ki; giderken bayrağının yanında benim kendi bayrağımı da almış, bir türlü özgürlüğümü ilan edemiyorum!