hem kahkalar attırıp hem efkarlandırabilen hem de...
kitaptaki en başarılı öykü, başarısız bir hayat üzerine.
"buldum: yalnız kalmaktan korktukça yalnızlığı artıyor."
"yarabbim her şeyi birden akıl edemeyecek miyim?"
"Günler geçtikçe sadece kötü hatıralar artıyor."
"yalnız yaşayan insanların kendi içlerinde başlayıp biten eğlenceleri vardır."
"her davranışımın yarısında, başka bir heyecana kaptırıyorum kendimi."
"Acaba iyi bir şey olacak mı? hayır dedim, kendi kendime. iyi şeyler birdenbire olur. bu kadar bekletmez insanı. sürüncemede kalan heyecanlardan ancak kötü şeyler çıkar. ya da hiçbir şey çıkmaz."
"iki işi birden düşünemiyordum. bu yüzden çok kaybım oldu. yoksa araba filan almam işten bile değildi."
"sabah uyanınca sevinçliydim. uyku zamanın dörtte birini dakikaları saymadan geçirmemi sağlıyordu."
"neden hep korktuğum işler başıma geliyordu?"
"hayalimde daha önce çok insan öldürmüş olduğum için bu son ölümler beni fazla sarsmadı."
"evet büyük şehirlerde doğdu, 28 yaşına kadar çeşitli üniversitelerde (yalan) eğitim gördü, çeşitli işlere girdi, aldığı bir mektubu yaktı ve bunu üzerine öldü."
"Biraz şüpheci olmuştum. Descartes de herhalde çok yalnız kalmıştı." *
"mesele bir şeyleri sıcak bir çorbanın kokusunu duyar gibi hissedebilmekti. bense bunu hiç becerememiştim. ne tabiatı, ne insanları, ne de olup bitenleri hiç sevmemmiştim, kendimi bile, yaptıklarımı bile."
"ben bir şeyin taklidiydim fakat aslımı bile doğru dürüst öğrenememiştim. ülkeme ve insanlarına kızmaya başladım, kimsenin doğru dürüst okuduğu yoktu. doğru dürüst hissetmesini bile beceremiyorlardı."
Yeter! yoruldum, bi baktım henüz öykünün yarısına bile gelmemişim * altı çizili olanların hepsini yazmak namümkün. siz alın okuyun ben de icap ettiğinde sözlükten değil, açar kitaptan bakarım.
waiting for fear, waiting for godot...hepimiz waiter'ız bi yerde. nerde?
"söylenen sözleri hemen ciddiye almak gibi önüne geçemediğim bir özelliğim olduğu için ertesi gün size koştum."
"ona*, bu yumuşaklığım yüzünden köpeklikten başka bir şey öğretemedim. bir de yalnızlığı öğrettim ona."
"Ebedi aşk nedir? ikimizin de yapacak hiçbir şeyi olmamaktan başka ortak özelliklerimizin bulunması mıdır? anlıyorum, yıllarca süren zorunlu bir yalnızlıktan sonra nasıl olur da bu kadar titiz davranabilirsin diyeceksiniz..."
kanatimce kitaptaki en/tek zayıf öykü. tuzcuoğullarının sinan deli fişek bir şey, ara da sağlam tiradlar da atmadı değil lakin sürükleme problemi var, ya da ben sürüklenemedim.
"yıllar önce, bazı zamanlar sen olmasaydın birçok şey yapabileceğimi düşünürdüm. şimdi artık suçun kendimde olduğunu görmek zorundayım."
"Acaba senin de bilinçaltın var mıydı babacığım? bana öyle geliyor ki sizin zamanınızda böyle şeyler icat edilmemişti. sanki osmanlıların böyle huyları yoktu gibi geliyor bana. senin fesli ve redingotlu resimlerini gözümün önüne getiriyorum da, bu görüntüyle varoluşçu bir bunalımı yanyana düşünemiyorum doğrusu. aslında bizler de bir özenti içindeyiz, ama ne de olsa bu kurt içimize düştü bir kere babacığım, bazı meseleleri bu yüzden büyütüyoruz."
"Bazı kitaplar yüzünden kafam biraz karışmışsa da bugün bile senin içtenliğini taşıdığımı ümit ediyorum."
Babalar, her zaman en babadır. tırnağımın içinde yazdım, bu da benden olsun.
Bilinçaltının uykudan uyanması. kızıyorum artık Oğuz Atay' a her cümlesinde " ben de tam bunu hissetmişim farkında olmadan " gibi uzak durmak istediğim bir duygu sarıyor her yanımı. öykülerden mıh gibi aklıma kazınanlar var elbette. ancak unutulanda " Sonra, köşemde kaldım günlerce; ne yedim, ne düşündüm. Sigara içtim durmadan. Evi, yaşanmaz bir duruma getirdim sonunda. Bir savaş sonrası kargaşalığı sardı her yanı. Düzen içinde yaşamayı bir bakıma sevdiğim halde, dayanılmaz bir pislik ve pasaklılık içinde çırpındım. Belki de böylece kendimi cezalandırmış oldum. Sokağa fırlamak, " ona" gitmek için, öldürücü bir ümitsizliğe düşmek istedim" geride kalanın hislerinin tasviri. Oğuz Atay farkı geliyor bir sonraki cümlede, vuruyor ve gidiyor. " Kim bilir? Belki de kendim için böyle kötü şeyler düşünmemi istersin diye söylüyorum bunları" Sarsıcı ve insanı bilinciyle değil kendisinin bile farkında olmadığı düşüncelerle vurmayı seviyor Oğuz Atay.
Korkuyu Beklerken öyküsü baştan sona bir savaşı tasvir ediyor. Öykünün en basit gibi görünen ama derinlikten baş döndüren bir bölümü de var. bir telefon görüşmesi, okuyanlar kahramanın yalnızlığın dünyasında yaşadığını bilir. arkadaşı arıyor konuşma sona erecek " kusura bakma, çıkmak zorundayım. Karımla sinemaya gideceğiz de kapıda bekliyor şimdi" iç ses yanıtlıyor " Daha önce telefon edemez miydin? "
Kitabın her cümlesinde başı dönüyor insanın.
''...bir çok şeyi biliyordum. şimdi bildiklerimi unutmamak için savaş veriyordum.
Balzac ile Stendhal, büyük romancılarıydı Fransanın. kırk iki milyon insanın yaşadığı bu ülkenin romantik yazarlarıydı. Roman da ikiye ayrılır; romantik, realist. Balzac realistti diyenlere inanmamak gerekir; asıl realist Zola'ydı. Hava gazından zehirlenerek öldü. Balzac da on bin kahveden zehirlendi: borçluydu. o da benim gibi serbest kesimde başarı kazanamamıştı. Kafka da kamu kesiminde başarısız kalmıştı. Balzac'ın her taşındığı evde iki kapı vardı ; alacaklılardan kaçmak için. (Bunu çok iyi anlıyorum).
Eski Yunan da iyiydi. Aristo filan vardı.(Başka kim vardı?) Evet. Platonda vardı. Onun bir de devlet nazariyesi vardı. Bir de devlet adlı bir kitabı vardı.
Felsefe bir çok kısıma ayrılsa da aslında bunlar spiritüalizm ve materyalizm olmak üzere iki çeşittir. Birincisinde madde yoktur. ikincisinde vardır. En büyük filozof Kant'tır ve hiç evlenmemiştir. Daha büyük ve başka büyük filozoflar da vardır: Hegel, Spinoza ve Descartes. Bu sonuncusu herşeyden şüphe ederdi. iki Bacon vardır; Francis Bacon, Fransız degil ingilizdir. Bacon olmasaydı (Hangi Bacon?) bilimlerin gelişmesi geri kalırdı.
Kendimden de söz etmeliyim. Ben daha çok spiritüalistleri sever gibiyimdir; fakat bazı romantik görünüşlü insanlara kızıp materyalizmi ve onun bir kolu olan diyalektik materyalizmi savunduğum olmuştur. Tez, antitez, sentez.. Ha-ha! Marx aynı zamanda bir filozoftur. (Bu konu şimdilik yeter.)...''
neden beni bu kadar iyi anlatıyor diye kafamı kemiren; akşam yatmadan önce ve sabah hemen kalktıktan sonra da dahi yüzüme tokat gibi çarpan yalnızlığımın sahibi; aşık olduğum tek adam oğuzun hikayelerden oluşan bir kitabı.
Beyaz mantolu adam hikayesi oldukça kapalı anlamlar taşır. Eğer empati yapmaya zorlar ve o adamın yerine geçerseniz bir Kemerin Altında otururken hissettiği serinliği, mantoyu aldığındaki mutluluğunu, vitrinde dururken yaşadığı hissizliği hissedebilirsiniz.
En sonda yaptığı denizin dibine yürüyüş kısmı ise hassas birisi iseniz sizi sarsabilir.
hayatımda ilk kez bir kitabı okumaktan,sayfalarını çevirmekten korktum.Çünkü yıllardır kendime sakladığım gerçek ben'i anlatıyordu bu kitap.insan psikolojisini Sabahattin Ali'den sonra kanımca en iyi ele alıp işleyen Oğuz Atay'ın saklanmışlıkları,acımasızca dışa vurduğu eseridir aynı zamanda.
"... ben yoktum; hatta ben yokum, olmadım diyemeyecek bir yerdeydim; kelimeler bile yanyana gelerek beni tanımlamak istemezlerdi. ne olurdu benim de kelimelerim olsaydı; bana ait bir cümle, bir düsünce olsaydı. binlerce yıldır söylenen milyonlarca sözden hiç olmazsa biri, beni içine alsaydı! çok insan için söylendi ama, sana da uygulanabilir denilseydi. (bu sözleri baskalarıyla paylasmaya razıydım. baska çarem yoktu.) kendime gerçekten acıyabilseydim, gerçekten ümitsiz olsaydım. (olumlu durumları aklıma getirmeye cesaretim yoktu.) sonra yavas yavas, adım adım doğrulurdum..."
--spoiler--
bütün hayatım ayıklamayla geçti, gene de bitiremedim süprüntüleri atmayı.
--spoiler--
--spoiler--
yazma işini bıraktım. esaslı bir adam olsaydım bırakmazdım. her davranışımın yarısında, başka bir heyecana kaptırıyordum kendimi.
--spoiler--
--spoiler--
hayır, ben zengin olacaktım; kendi başıma yaratamadığım heyecan havasını, parayla satın alacaktım.
--spoiler--
--spoiler--
yeteneklerimi sevgisizlik yüzünden boşuna harcamıştım. resim yapmayı becerebildiğim halde, resmini yaptığım şeyi bir türlü sevemediğim için, resimler biçimsiz olmuştu, yarım kalmıştı.
--spoiler--
--spoiler--
hep kötü olaylar, can sıkıcı yaşantılar tekrarlanıyordu; güzellikler, bir kere görünüp kayboluyordu.
--spoiler--