bugün

hakkında romalıların eski bir değişi vardır. mealen:

bir kitabın kaderi okuyucusunun kapasitesine bağlıdır.
Ruhumu özgürleştiren tek yer.
azami değeri okumaya laf atan insanlardan katbekat fazla olan varlıktır.
insan zihnindeki düşüncelerin yazılara dökülerek kağıtlarda toplanmış hâlidir. kitaplardaki tüm yazılar bir insan beyninin düşünmesi sonucunda meydana gelmiştir. bazı kişiler kitap okuyarak zeki ve bilgili olunacağını sanıyor, lakin öyle olmuyor. bir kişiyi zeki ve bilgili yapan düşünmesi ve öğrendiklerinin aklında yer etmesidir. bir insanın zeki ve bilgili olması da kitap okumasından anlaşılmaz ve kitap okuma etkinliğinden bu sonuca varılamaz. bir kişi kitapta yazılanları okur ama okuduklarının üzerine düşünmez ise o kitaptan kişi kendine fayda sağlamaz. bir diğer kişi de kitapta yazılanları okur ve okuduklarının üzerine düşünüp düşündüklerini bir sonuca vardırıp aklında yer edinirse o kitaptan kişi kendine fayda sağlar. bu durumda her kitap okuyan zeki ve bilgili olmuyor, kişiden kişiye değişebiliyor.

geçeyim bir diğer konuya. bu sadece kitapla ilgili değil. herhangibir şey hakkında yorum yaparken "bu güzel, bunu beğendim, bu süper, bu iyi" vb. tanımlamalar yaparken neden güzel, iyi olduğunu açıklayabilmelisiniz de. "bu kitap güzel" diyorsan neden güzel olduğunu açıklayabilmelisin.

ve ayrıca kitap yazıların kağıtlara basılmış hâlidir. o yazılar bilgisayarda, tablette, cep telefonlarında da olabilir. (bkz: kitap/#26679230)

ve son paragrafımı ise şu sözlerle bitiyorum: kitaplardaki yazılar (düşünceler de diyebiliriz), bir insan beyninden çıkmadır. sadece kitaplar değil, etrafımızdaki hemen her şey (araba, bilgisayar, bisiklet, kanunlar, kurallar...). sen bir kitabı alıp okuyarak bir insanın düşündüklerini bilmiş oluyorsun. o insan kitap yazabiliyorsa ya da şöyle ifade edeyim bildiklerini, kendi zihnindeki dünyasını yazı hâlinde sunabiliyorsa düşünce üretebiliyor demektir. sözün özü seni sen yapacak zeki yapacak ya da hayatını değiştirecek olan kitap okumak değil düşünmektir. çünkü kitaptaki yazılanlar başkasına ait, senin düşüncelerin değil onlar. (he yazılanlar üzerinde düşünüyorsan kendi düşüncelerini oluşturabilirsin) yani kitap okumak insanı ayrıcalıklı kılmıyor ama düşünmek kılıyor. bunu yazmamın sebebi ise kitaba olan bakış açışı. bu yazdıklarımda eleştirdiğim kitap okumak değil, kitaba olan bakış açısıydı. marifet okumaktan çok düşünmekte yani.
bir türlü düzenli okuyamadığım şey. bir gün okuyorum, hadi diyelim bir gün daha okuyorum ardı ardına fakat üçüncü gün olmuyor. keşke düzenli okuyabilsem dediğim.
Okumaktan ziyade süs amacıyla alınan eşya.
Yüklenen eşekler vardır.
Sevgili gibidir. Başını yaslayamazsın ama noktalarda durup huzur bulursun. Sarılamazsın ama koynunda uykuya dalarsın kafanda düşüncelerle. Elini tutamazsın ama sayfaları heyecanla elinde tutar çevirirsin. Yalnız bırakmaz asla seni. Sarar seni içini ısıtır sanki. Kitapları sevin.
Sınırların ardındaki bilinmezliği anlatan bir çocuk kitabı: KUŞ OLSAM EViME UÇSAM

“…Kaçıyorsunuz demek? Nereye giderseniz gidin savaşı da yanınızda götüreceksiniz. Kaçış yok! Anladınız mı, yok!”

Yaklaşık iki ay önceydi. Bir çay bahçesinde oturuyordum. Çay kaşığının bardağa vuruşuna karışan ses öfkeli bir çocuğa aitti… Arapça konuşuyordu. Ne dediğini anlamasam da kendisini “yakalarsam canına okuyacağım” diyerek kovalayan yaşlı adama küfrettiği belliydi. Kaçıp gitti çocuk ve kafenin yol kenarındaki sandalyelerden birini fırlatıp attı geçerken… Arkasından bağırdı çay bahçesinin şef garsonu:

“Allah belanı versin uğursuz… Çocuk değil bunlar Suriyeli canavarlar…”

Şef garson, ardından atıp tuttuğu Suriyeli çocuğun az önce fırlattığı sandalyeyi söylenerek düzeltirken, aklımdan Güzin Öztürk’ün Kuş Olsam Evime Uçsam isimli romanı geçti. Göz dövmeli adam savaştan kaçmaya çalışan Beşir’in ailesine böyle sesleniyordu:

“Nereye giderseniz gidin savaşı da yanınızda götüreceksiniz…”

Üstelik haksız da değil. Savaş peşlerinden geliyor, kah çocuğuyla kaçmaya çalışana çelme takan kameraman, kah botla açılacaklara sahte can yeleği satan esnaf, kah savaştan kaçıp gelen bir çocuğun herhangi bir çocuk gibi davranmasını bekleyen şef garson olup onları takip ediyor. Oysa biraz olsun düşünebilsek… Bir insan, şehirler arası göç bile öylesine zorken, evini bırakıp başka bir ülkeye, üstelik hiçbir güvencesi olmadan, hatta ailesini tehlikeye atıp neden kaçar? Acaba o çay bahçesindeki sandalyeyi savuran çocuk hangi bombayla savruldu, ailesinden kimleri kaybetti ya da bütün o yaşadıklarından sonra hala çocuk mu gerçekten, yoksa erken büyümek zorunda kalmanın sancıları mı bunlar?

Günden güne karanlığa gömülen dünyamızda bir umudumuz edebiyatta. Güzin Öztürk, küçük kahramanı Beşir’in ağzından anlattığı romanında bize savaşın gerçekliğini incelikli bir dille aktarıyor. Çocuk, savaşın içinde de olsa çocuk; aklı kırmızı arabada. Bombalara rağmen Beşir’le beraber oyun peşine düşüyoruz. Ağbimizin eve dönüşünü bekliyoruz, rüyalar görüyoruz, kamyona binip sınır kapısına doğru yola çıkıyoruz. Acaba Beşir savaştan kaçabilecek mi sorusu kitap boyunca okurun aklını kurcalıyor.

Yazar Güzin Öztürk’ün çocuk dilini kullanmadaki başarısı okurunu kendisine hayran bırakıyor. Öyle ki, insan Beşir’in gözünden dünyayı bir kez görünce, sıcak evinde oturduğu koltuktan utanıyor, elleri üşüyor sayfaları çevirirken. Dünya tarihi savaşlarla ve incinmiş çocuklarla dolu. Beşir kendi öyküsünün içinde bizi önce Zehra’yla tanıştırıyor, ona dil oluyor, ses oluyor; sonra Halep’ten Hiroşima’ya doğru çıkardığı yolculukta Sadako Sasaki ile buluşturuyor. Kitabın sayfaları arasından 644 turna kuşu uçup aklımıza üşüşüyor, sakız kokusu geliyor burnumuza biraz da…

Güzin Öztürk kelimelerle adeta yüreğimize dokunuyor.

Son sayfa çevrildiğinde ince bir sızı kalıyor içimizde. Çocukların bu yaşadıklarına gözlerini yumanlar, sınır kapılarına kilit vuranlar, kameraman, esnaf, şef garson… Ah diyor insan, belki Beşir’in hikÂyesini okusa, başka türlü bakar mıydı Suriyeli çocuklara? Yoksa gerçekten kaçış yok mu savaştan?


# Gaia Dergi'den alıntı #
çok iyi kitaplar vardır, henüz çok iyi okuyucuların eline geçmemiş, belki de geçmeyecek.. iyi okuyucular kitaptan habersiz ölüp gider, kitap da kötü okuyucuların belleklerinde unutulup kaybolur.
en iyi kitabı bulana kadar okumaya devam.
insanlar çoğaldı, söz çoğaldı ve hepsine yetişmek imkansız hale geldi. el süremediğim, sayfalarına dokumamadığım ve adını dahi bilmediğim ne çok kitap var.
Matbaadan evvel kitaplar el yazmasıyla çoğaltılırdı. Kitap kopyası ile geçinen bir sınıf vardı. Bunlara “hattat” denirdi.
ufuk açan mucize.

mucize diyorum zira mucize ona duyduğunuz ihtiyaç ile ilintilidir bence.

roman yazarının asıl tasasının derinlik olduğunu hatırlamaya ihtiyacım var, sonraki yıllarda onları yeniden okuyorsak eğer, 1. okuma, 2. okuma diye adlandırdığımız notlarımıza bakıp gülüyor isek eğer, seyrek ele alışlarımızı üzerindeki toz belli ediyorsa, güç aşılamalarına istinaden, yazı ve edebiyat hususundaki temel görüşlerimizi, kişisel algılarımızı sorguluyorsak eğer, bu demektir ki

okumak pek güzel bir eylemdir.
şu sıra sığınılacak tek liman. küçücük dünyalarımızdan farklı hayatlara dokunabilmenin tek yolu. bence dünyanın kurtuluşu da buna bağlı. çünkü insan olmaya yaklaştırıyor.
Bir insanın bir kitaptan onlarca cümle öğrenmesi gerekmez. Bir tek cümle, bir tek kelime bile öğrenmesi o kitabı okumaya değerdir. insan, o öğrendiği bir tek cümleyle de bir kitap yazabilir.
bana bugün hediye edilen koca bir dünya. Kekoların anlayamayacağı kadar büyük bir hediyedir.
o da heves etmiş. okuyup büyük adam olacakmış. *
görsel
kurtuluş.
Uzun yolların, gecelerin kadim dostu. O hep orada seni bekliyor. Sanıldığı gibi cansız, karaktersiz bir nesne değil. Sen ona bir dokunmaya başla, bak o sana ne kadar geliyor.
Stephen king'in taşınabilen mucizeler diye tanımladığı nesne.
yeri gelir sadece bir cümle için okunur.

' yıldızları tutup, gökyüzünü boyarım, siz uyurken. '
Kapağını açarsanız konuşur sizinle açmazsanız susar. Bazı insanların da düğmesi olsa konuşmasını istemediğimizde düğmesine basınca sussa ne güzel olurdu hayat
Nefret Edilen şey. Lanet olsun kitap okuyan embesillere. Evet.
Kutuphanedeki kitaplari inceleyin. Kitabin sagini solunu cizen, yirtan, hoyrat kullananlarin asla ileriye gidemediğini göreceksiniz.